13. ROUND
GİRİŞ
Iceriye girdiğinde yoğun bir plastik kokusu burnunu yakmıştı.
Böylesi yerlere hayatta alışkın değildi. Mevzu bahis arkadaşı Fatma olunca bu
derme çatma spor merkezine gelmek durumunda kalmıştı. Fatma' nın bu hallere
düşeceği hiç aklına gelmezdi. Lisenin en gözde en uzun boylu güzel kızı ve onun
da ilk aşkıydı. Hoş o hep boydan kaybediyordu ama yine de ona beslediği
duyguları söndürmeye gücü yetmiyordu. Kendisi diğer erkeklere göre normal bir
boya sahipti ama Fatma 1.78 cm gibi endamlı bir boya sahip olunca kendisi onun
yanında bir nebze kısa kalıyordu. Bir süre sonra Fatma' ya boks dalında lisans
verilip şehir dışına burslu okumaya gidince Selçuk' un da artık kendisine bir
yol çizmesi gerekmişti.
İyi bir üniversiteyi başarıyla
bitirdikten sonra köklü bir şirketin muhasebe müdürlüğünü yapmaya başladı. İşe
başladıktan çok kısa bir süre sonra iyi bir aile kızı ile evlenip düzenini
kurmuştu. Fatma’ yı ise televizyonlarda şampiyonalarda izliyordu. Artık onun
için tatlı bir anıdan başka bir şey değildi.
Şimdi yıllar sonra ilk defa
onunla karşılaşacaktı. İstemsizce yüreğinde bir heyecan oluşmuştu. Salonun
kapısına yaklaşmıştı ama hiçbir ses gelmiyordu. Açtığında küçük çocukların sıra
halinde ayakta Fatma’ yı dinlediklerini gördü. Onlara bir şeyler anlatıyordu.
Kapının ucunda sessizce beklemeye başladı. Dersi bölmek istemiyordu.
Fatma uzun saçlarını tepesinde topuz
yapmıştı. Üzerinde siyah kapri taytı ve sporcu atleti vardı. Muhtemelen
dersleri bitmiş ve çocukların yapmış olduğu teknik hataları onlara anlatıyordu.
Vaktinde geldiğine sevinmişti. Konuşacağı mevzu öyle ayaküstü konuşulacak
cinsten değildi.
Selçuk, Fatma’ ya öylesine
dalmıştı ki Fatma’ nın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Fatma onu görünce önce bir
afallamış sonrasında hemen kendisini toparlayarak konuşmaya devam etmişti.
Cümlelerini hızla toparlayarak dersi bitirmiş ve boks ringinin iplerinde asılı
olan havluyu alarak yanına gelmişti. Oldukça sakin ve kendine has mesafeli
tavrıyla:
“Selçuk bu ne güzel sürpriz
hoşgeldin.” Dedi. Selçuk hemen kendisine uzatılan eli sıkarak;
“Hoşbulduk Fatma hiç
değişmemişsin. Nasılsın?” Fatma nezaketen gülümsemiş ve onun nazik tavrına
karşılık olarak;
“Sen de çok iyi görünüyorsun.
Hadi içeri gel sana büromda bir kahve ikram edeyim.” Selçuk hafifçe başıyla onaylamış
ve büroya doğru yol almıştı. Fatma odaya kadar ona eşlik etmiş ve kendisinden
müsaade isteyerek üzerine kıyafetlerini giymek için yanından ayrılmıştı.
Selçuk masanın önünde duran
misafir koltuklarından birisine oturarak bu küçük odayı incelemeye başlamıştı.
Fatma gibi odadaki eşyalarda oldukça sadeydi. Duvarda birkaç fotoğraf ve
dolapların üzerinde bulunan plaketler dışında çok bir şey yoktu. Fatma’ nın
yanında kendisi gibi aynı eşofman takımını giymiş bir erkekle fotoğrafları
vardı. Onun da kendisi gibi antrenör arkadaşı olabileceğini düşündü.
Fatma, elinde kahve tepsisiyle
beraber içeri girdiğinde Selçuk’ un fotoğrafları dikkatle incelediğini fark
etti.
“Arkadaşım Onur, burayı beraber
işletiyoruz.” Diyerek tepsiden bir kahve fincanını Selçuk’ un önündeki sehpaya
koydu.
“Evet ben de onu anlamaya
çalışıyordum. Güzel bir salon sanırım çocuklara yönelik. Gençlerde geliyor mu?”
Fatma tepsiyi masaya bırakmış
Selçuk’ un karşısında duran misafir koltuklarından birine oturarak kahvesinden
bir yudum almıştı.
“Yok 15 yaş altı çocuklara
yönelik çalışıyoruz.” Selçuk düşüncelere dalmıştı. Fatma onun neden böyle
olduğunu biliyordu. Hemen söze devam etti.
“Malum duymuşsundur başıma
tatsız bir olay geldi. İftiraya maruz kaldım ve lisansım elimden alındı. Hem de
kazandığım altın madalyam da.” Selçuk dudak kıvırmıştı.
“Evet duydum ve çok üzüldüm.
Senin asla doping alacağına inanmam. Haberlerde duyduğum an reddettim. Ama ne
yazık ki üzülmekten başka elimizden bir şey gelmedi”
“Teşekkür ederim. Düşünmen bile
yeterliydi. Arayan arayamayan herkesin yeri bu olaydan sonra ben de çok özel
artık. Sevdiklerimin kıymetini daha iyi anlıyorum şimdi. Ülke genelinde yoğun
bir sevgi seline kapıldım. Yanımda olanlar çok oldu. Bak buraya da anneler
babalar gözü kapalı yolluyorlar. Benim ne kadar doğru bir insan olduğumu halk
biliyor. Bu benim için yeterli. Gerisi kadermiş diyorum.” Fatma gülümseyerek
bir iç çektikten sonra;
“Boşver beni, ben böyle bu küçük
salonumda mutlu bir şekilde geçinip gidiyorum. Asıl sen nasılsın, nerelerdesin?
Üzerindeki takım elbiselere göre güzel bir yerde çalışıyor olmalısın.” Selçuk
mütavizi bir şekilde gülümseyerek istemsizce kendisini kısa bir süzmüş ve
tekrar Fatma’ ya bakarak;
“Evet, İstanbul’ un en gözde
şirketlerinden biri olan Karamoğlu Holding’ in muhasebe müdürlerinden biriyim.”
Fatma kendisini çok az geriye atarak;
“Ooo! Harika tek kelimeyle
muhteşem. Senin adına çok sevindim.”
“Teşekkür ederim. Üniversitede
okuduğum zamanlarda staj yapma hakkı kazanmıştım. Çok zor şartlarda kendimi kabul
ettirebilmiştim. Sonrasında meyvesini de yedik tabi.” Fatma başını hafifçe
sallayarak;
“Öyle, insan üzerinde emek
verdiğinin karşılığını bekliyor elbet.” Selçuk bir anda oturduğu yerden
doğrulmuş ve yüzünü bir ciddiyet kaplamıştı.
“Fatma ben seninle bir şey
konuşmak için geldim. Tam da söylemek istediğim noktaya değindin.” Fatma
kaşlarını istemsizce çatmıştı.
“Benim çalıştığım şirketin
sahibi Tuğrul Karamoğlu’ nun oğlu. Yani şirketin tek sahibi kendisi değil tabi.
Köklü bir aileden kalma şirket. Tabi içerisinde başka ortaklar da var. Her
neyse benim asıl anlatmak istediğim Demir. Yani Tuğrul Karamoğlu’ nun tek
evladı. Kendisi bir zamanlar boksördü. Senin gibi onun da başına tatsız bir
olay gelmiş ve lisansı askıya alınmış.” Selçuk konuya değinirken sıkıldığı
oldukça belli oluyordu. Bir ara kravatını bile gevşetme gereği duymuştu. Fatma
onun bu bedensel mesajından hiç haz almamıştı. Kaşları daha bir çatılmış ve
anlatılanları daha bir pür dikkat dinliyordu.
“Yakın bir zamanda Lisansının
tekrar değerlendirilmesi için komisyon karşısına çıkacak. Ancak hem tatsız
olaylar yüzünden hem de mevzu bahis Karamoğlu Şirketi’ nin sahibi olunca
antrenörlüğe kimse yanaşmaz oldu. Böyle olunca bırak Demir’ in eski
performansının geri kazandırılmasını, ekip bile kurulamadı. İşin ilginci Tuğrul
Bey antrenörün bu sefer bayan olmasını istiyor. Sanırım antrenör seçim
aşamasında haddini bilmez birkaç kişi ileri geri konuşunca Tuğrul Bey böyle bir
karar almış olmalı bilemiyorum. Uzun zamandır Tuğrul Bey bayan antrenör arıyor
lakin bir türlü bulamıyor. Benim de aklıma sen geldin. Hem Demir’ i anlayacak
biri olarak hem de senin de yolunun tekrar açılması açısından büyük bir fırsat
olarak düşündüm.” Fatma biraz istemsizce düşünüyor gibi yapıp vakit kaybetmeden
konuşmaya devam etti.
“Çok iyi düşünmüşsün Selçuk
teşekkür ederim. Ama ben burada çalışıyorum. Burayı da bırakıp gidemem.
Zamanında bu salonu şu hale getirebilmek için o kadar çabaladık ki. Şimdi nasıl
bu kurulu düzeni bırakıp da o çocuğu çalıştırmaya başlayayım ki?”
“Öyle haklısın ama bak seni
idare edebilecek arkadaşın da varmış. Hem kısa bir süreden bahsediyoruz.
Lisansı kazanmak için kaç maç gerektirir ki? Eminim o kadar zaman seni idare
edebilir. Ayrıca Tuğrul Bey çok zor günler geçiriyor. Ciddi manada maddi
kayıplar yaşadı. Özellikle Demir’ in lisans olayı şirketi bütünüyle etkiledi.
Hem bu konuda onlara büyük bir iyilik yapmış olacaksın hem de Tuğrul Bey
böylesine büyük bir iyiliğin karşılığını elbette büyük mebrağlarla
ödeyecektir.” Fatma bir an için duraksamıştı. Çünkü paraya kimsenin olmadığı
kadar çok fazla ihtiyacı vardı. Çok kararsız kalmıştı. Böylesine büyük bir
fırsatı ayağı ile tepecek miydi?
Öylesine düşüncelere dalmıştı ki
Selçuk’ u bile unutmuştu. Selçuk onu ikna ettiğini düşünüyordu. Yüzünde hafif
bir zafer gülümsemesi oluştu. Bu kadar ivme kazanmışken pedalı bırakacak
değildi.
“Hadi ama emin ol iyi olacak.”
Dedi ve eliyle salonu göstererek;
“Hem kazandıklarınla bu salona
da güzel bir bakım yaptırırsın. Hatta tamamen değiştirebilirsin.” Fatma koyu
kahve gözleriyle salona şöyle bir baktı. Böylesine güzel bir teklif bir daha
önüne gelmezdi. Geri çeviremezdi.
“Peki tamam. Ama önce Onur ile
konuşmalıyım. Onun da onayını almam lazım. Selçuk bir an ayaklanmıştı.
“Vaktimiz yok. Arabada telefonla
konuşursun. Haydi gidelim. Tuğrul Bey yurtdışına çıkacak gitmeden önce onunla
görüşmelisin.” Fatma şok olmuştu.
“İyi de bu çok hızlı oldu. Şu
üstüme baksana, saçımın dağınıklığına.” Selçuk koluna girdiği gibi onu
sürüklemeye başlamıştı bile.
“Tuğrul Bey tahmin ettiğin gibi
burjuva bir adam değildir. Asla seni kıyafetinle ve saçınla yargılamaz. Yarın
bile bizim için çok geç olabilir. Hemen şimdi gidip görüşelim. Gereken
hazırlıklarını yapmak için zaten yeterince vaktin olacak.” Selçuk’ dan zorla
kurtulan Fatma çantasını ve anahtarını almıştı.
Kapıyı kitledikten sonra
anahtarını çantasına atan Fatma gönülsüzce Selçuk’ un kaldırım kenarındaki
arabasına bindi. Bir yandan dağıttığı saçlarını elleriyle düzeltmeye çalışıyor
bir yandan kendi kendine söyleniyordu. Ama Selçuk halinden çok memnundu ve
gülümsüyordu.
Salon alt düzey bir
mahalledeydi. Şirket ise İstanbul’ un en gözde semtlerinden birindeydi. Ama
yine de mesafe çok uzun değildi. Yarım saat ya olmuş ya olmamış şirketin önüne
varmışlardı bile. Fatma kendisini hiç hazır hissetmiyordu. Selçuk çoktan
arabadan çıkmış ve anahtarı valeye uzatmıştı. Ona otoparkta kapıya yakın bir
yerlere park etmesini söylüyordu. Fazla kalmayacaktı. Fatma ise hala arabada
soluk alıp verişlerini düzene sokmaya çalışıyordu. Selçuk eğilip ona gel
işareti yaparak;
“Hadi neden bekliyorsun?” Fatma
bir an irkildi. Selçuk da korktu;
“Ne oldu?”
“Onur’ u aramayı unuttum.”
Selçuk rahat bir nefes almıştı. Hala ona eğilerek konuşuyordu.
“Tamam hele bir Tuğrul Bey ile
konuşalım ararsın sonra.” Fatma hayal kırıklığı ile istemsizce arabadan
çıkmıştı. Nedense bu iş hiç içine sinmiyordu. Tamam demişti ilk başta bu iş
çekici gelmişti ama içinde anlam veremediği bir tedirginlik vardı.
Ayrıntılarını sorgulamamıştı. Bahsedilen Demir kaç yaşındaydı? Neden lisansı
askıya alınmıştı? Kendisi gibi demişti Selçuk. İyi de kendisi için çok ağır bir
iftira atılmıştı. İdrar tahlil sonucu ile oynanmıştı. Böylesine ağır bir iftira
öyle kolay da atılmıyordu. Belki Demir gerçekten doping almıştı. Ama o zaman
lisansı direk iptal edilirdi. Muhtemelen maç esnasında bilinçli kafa atmış ve
rakibinde anlık bilinç kaybı gelişmişti. Eğer böyle ise çok korkulacak biri
değildi.
Bu düşüncelerle boğuşurken
asansörle çoktan yönetim katına çıkmışlardı. Her holdingde olduğu gibi burada
da her yer çok şık duruyordu. Fatma böylesine ihtişamı oldum olası sevmezdi.
Her zaman mütavazi seçimler tercihiydi. O ihtişamlı deri bekleme koltuklarından
birine oturmuş ve geldiklerini haber vermek için içeri giren sekreterin geri
gelmesini bekliyorlardı. Çok geçmeden sekreter gelmiş ve beklemelerini
söylemişti. Fatma sağ bacağını titretmeye başlamıştı. Selçuk bunu fark edince
onunla sohbet ederek rahatlatmaya çalıştı.
“Yurt dışına çıkmadan önce
geride bırakacağı işleri asistanı ile planlıyorlardır.” Fatma istifini bozmadan
ileriye bakarak;
“Hm.” Dedi sadece sonra aralarında
yine bir sessizlik baş gösterdi. Fatma stresten kendisini dış ortama tamamen
kapatmıştı. Selçuk sessizce onu izlemeye devam ediyordu. Fatma bir süre sonra
sanki şimşek çakar gibi geri dönüvermişti.
“Demir kaç yaşında?” Selçuk
havaya şöyle bir bakmış ve;
“25 sanıyorum.” Dedi.
“Hm o zaman profesyonel boksör
değildi.”
“Evet henüz daha amatörde
oynuyordu. Aslında profesyonel olmaya ramak kalmıştı. Yani daha doğrusu genç
erkeklerde de yıldız erkeklerde de şampiyon olmuş ve artık büyük erkekler
şampiyonasına katılabilecekti. Yeteneği yaşından önce ilerliyordu. Herkes onu
imrenerek ve hayretler içinde izliyordu.” Fatma bu hikayeyi şimdi daha dikkatli
dinlemek için Selçuk’ un olduğu tarafa doğruldu. Sekreter sözlerini
bölüvermişti bir anda.
“Tuğrul Bey sizi bekliyor.”
Selçuk sesin olduğu yöne başını çevirmiş ve başıyla sekreteri onaylamıştı.
Ardından ayağa kalkarak Fatma’ ya baktı. Fatma sakince ayağa kalkmış ve derin
bir nefes alıp öyle yürümüştü.
İçeri girdiklerinde duruşuyla oranın
patronu olduğunu belli eden bir adam duruyordu karşılarında ama bir o kadar
mütavizi ve sıcak bir gülümsemesi vardı. O kadar güzel gülümsüyordu ki baba
sıcaklığı Fatma’ nın yüreğine oturuvermişti. Kır saçları ve genç görünümü ile
oldukça karizmatik de duruyordu hani.
“Fatma Hanım hoş geldiniz.
Buyurun lütfen şöyle oturun.” Fatma Tuğrul Bey’ in uzattığı eli sıkarak
kendisine gösterilen yere oturmuştu. Selçuk da kısa bir tokalaşma yapıp direk
Fatma’ nın karşısına denk gelen koltuğa oturmuştu. Tuğrul Bey henüz daha
söylemeden kapıdan içeri bir bayan çay getirmişti. Bayanın çayları bırakmasını
bekleyen Tuğrul Bey kapının kapanma sesiyle beraber konuşmaya başladı.
“Fatma Hanım teklifimizi kabul
ettiğiniz için öncelikle teşekkür ederim.” Fatma bir an heyecan yapmış ve öne
atılmıştı.
“Ama ben henüz tam kararımı
vermedim. Yani Selçuk Bey biraz anlattı ama.” Tuğrul Bey sakin ama kıvrak bir
hamlesi ile söyleyeceği sözleri Fatma’ nın ağzına tıkmıştı.”
“Korkularınızı anlıyorum en
başta da resmi antrenörlük işi kafanızı karıştırıyor olabilir. Her şeyi
halledeceğimizden emin olabilirsiniz. Kanun boşluklarla dolu ve biz o
boşlukları kullanacağımız yerleri iyi biliriz siz merak etmeyin.” Fatma’ nın en
çok aklına takılan kısmı bir anda Tuğrul Bey söküp atıvermişti. Tuğrul Bey daha
ciddi bir ses tonu takınarak;
“Fatma Hanım oğlum Demir çok zor
günler geçiriyor. Onu en iyi anlayabilecek tek kişi sizsiniz. Ayrıca zamanında
sizin hayranlarınızdandım. Sizi oldukça yakın takip ediyordum. Demir de sizin
gibi erken yaşta parladı. Ama erken söndü. Boks hayatı neredeyse bitmek üzere.
Oğlum ise hiç kimse ile çalışmak istemiyor ama sizin durumunuzu bildiği için
sizle çalışacaktır. Gerçekten bir hayat kurtaracaksınız.” Fatma ne diyeceğini bilemiyordu.
Tuğrul Bey ise kendisini hafifçe oturduğu koltuktan geriye alarak rahat bir
nefes aldı.
“Maddi sorunları düşünmeyin.
Yeter ki oğlum lisansını geri kazansın. Menajerliğini yakın bir dostum yapacak.
O her şeyi ayarlayacak. Evimiz antrenmanlar için çok uygun. Başka bir yer
aramanıza gerek yok. İster gel git yapın ister sizin için özel bir oda
hazırlayalım. Evimiz şehirden oldukça uzakta.”
“Geliş gidiş yapsam daha iyi
olacak şimdilik en azından.”
“Peki siz bilirsiniz. O zaman
oğlumla çalışacaksınız yani.” Fatma gülümsemiş ve Selçuk’ a bakarak;
“En azından lisansını geri
alması için elimden geleni yapacağım. Sonrasında salonuma geri dönmem gerek. O
esnada siz başka bir antrenör de bakabilirsiniz.”
“Aynen benim için önemli olan
lisansını geri alması. Oğluma lisansını bana kazandırın yeter. Sizden inanın
başka hiçbir şey istemiyorum.” Fatma artık Demir ile çalışmaya kesin karar
vermiş ve gitmek için ayaklanmıştı. Tuğrul Bey ile samimi bir tokalaşmanın
ardından kapıya doğru yönelmişti. Selçuk hemen arkasındaydı. Tuğrul Bey Fatma’
nın ardından son bir şey demek için seslendi.
“Ha bu arada Fatma Hanım ilk
başlarda sizi zorlayabilir. Aslında hamuru iyi bir çocuktur ama bu son yaşadığı
olaylar onu oldukça agresif birine döndürdü. Sizden ricam ne olur hemen
vazgeçmeyin.” Bu sözlerin yüzüne değil de ardından söylenmesi Fatma’ da soğuk
duş etkisi yaratmıştı. Açmak üzere olduğu kapının tokmağında eli öylece
kalıvermiş bakışları donuklaşmıştı. Kendisini çok kısa bir sürede toplayarak
Tuğrul Bey’ e tekrar döndü.
“Nasıl yani Tuğrul Bey Demir
istekli değil mi?” Tuğrul Bey bir elini masaya dayamış diğer eliyle alnını
ovuşturmaya başlamıştı. Ardından kravatını hafifçe gevşetip;
“Aslı Hanım çok az bir süresi
kaldı. Üç ay kadar çok kısa… Oğlum büyük bir travma yaşıyor. Neler
kaybedeceğinin farkında bile değil. Onun kendisini toparlamasını beklersem
kariyeri sonlanacak ve benim oğlumun bokstan başka yapabileceği hiçbir şeyi
yok. Bakın bir baba olarak ve bir çok eve sıcak ekmek götüren işçiye sahip olan
bir patron olarak ne yapacağımı artık şaştım. Demir’ in başına gelenler
yalnızca onu etkilemedi bu şirketin en üst düzey kişisinden kapı görevlisine
kadar ciddi derecede zarara uğradılar. Şirketi bıraksam burada yüzlerce hayat
mahvolacak, oğlumu zaten bırakamıyorum ama yanında da olamıyorum. Böylesine bir
ikilemin içinde kalmak nasıl bir şey bilir misiniz?” Bu son söz Fatma’ nın
yüreğine yumruk gibi oturmuştu. Bunu en iyi o bilirdi. Yere dalmış olan gözleri
şimdi bu adamın gözlerinin içine bakıyordu. Tuğrul Beyse devam etti:
“Bakın Fatma Hanım sizden
gerçekten çok şey istemiyorum. Oğlumu yalnızca komisyonun uygulayacağı
maçlardan ve sınavlardan geçmesine ikna edin ve lisansını geri alın başka
hiçbir şey istemiyorum. Ömrünüzce çalışmayacaksınız ya sadece birkaç maç
sonrasında istediğiniz kadar benden para alıp gidebilirsiniz.” Fatma içinden
“Yalnızca birkaç maç.” Diyerek kendisini ferahlatmaya çalışmıştı:
“Peki elimden geleni yapmaya
çalışacağım.” Dediği an Tuğrul Bey rahat bir nefes almıştı.
“İyi öyleyse anlaştığımıza sevindim.
Benim yarın ilk uçakla yurtdışına çıkmam gerekiyor. İnanın gözüm arkada
kalmayacak size ne kadar teşekkür etsem azdır. En kısa sürede dönmeye
çalışacağım. Ama merak etmeyin arkadaşım sizle her konuda ilgilenecek. Selçuk
Bey’ e adresinizi bırakırsanız yarın sizi almaya gelirler ve tanışmış
olursunuz.”
“Söylerim. Size iyi yolculuklar
şimdiden.” Diyerek Fatma düşünceler içerisinde koridora çıkmıştı. Selçuk
arkasından hızla gelmiş onunla aynı tempoda yürümeye çalışıyordu. Selçuk bir
yandan konuşmaya başladı:
“Açıkcası ben de Demir’ in
istekli olmadığını bilmiyordum. Bana kızmadın değil mi?” Fatma umursamaz
görünür bir tavırla başını sallayarak:
“Yo! Neden kızayım ki? Hem ne
kadar zor bir çocuk olabilir ki? Hallederim taş çatlasın bir hafta.”
“Oh! Sevindim buna. Doğru senin
salona böyle kaç çocuk geliyor değil mi? Sen yapamayacaksın da kim yapacak?”
“Aynen.” Demiş ve yürümeye devam
etmişti.
1. BÖLÜM ( DEMİR İLE TANIŞMA)
Israrla çalan
telefona eliyle bir kez daha uzanıp arayan kişiyi meşgule atmıştı. Ne zamandır
böylesine ağır ama uzun bir uyku çekmemiş o yüzden bölünmesini de istemiyordu.
Oysa gece geç saatlere kadar bu işi nasıl kabul ettiğine kafa yormuş kendisine
kızmış sırf bu sebepten ötürü de kötü bir gece geçireceğini düşünmüştü. Ama
başını yastığa koyduğu an nasıl bir hayat yorgunluğu varsa derin uykulara
dalıvermişti. Şimdi ise ısrarla defalarca arayan bu kişiye oldukça sinir olmuş
ve inatla cevap vermek istemiyordu.
Bir anda kapı
çalmıştı. Telefonun sesinden kaçmak istercesine başını yastığın altına gömmüş
olan Fatma tavus kuşu gibi başını yastığın altından kurtarmış ve sanki kapıyı
görüyor gibi o yöne başını çevirmişti. Tekrar çalan kapıyla beraber yataktan
fırlayarak düşünce artık uykusunu dağıtmayı başarabilmişlerdi. Yere kapaklanan
Fatma, gözüne inen saçına üfleyerek ayağa kalkmış ve ısrarla kapıyı çalan
kişiye;
“Geliyorum.” Diye
seslenmişti. Kapının deliğinden baktığında karşısında siyah takım elbise
giyinmiş Hollywood filmlerinden fırlama bodyguard tipli bir adam görmüştü.
Yüzünde kırık bir gülümseme oluşmuş direk kim olduğunu anlamıştı. Kapıyı hızla
açarak;
“Buyrun FBI’ dan
mı?” diyerek adamı tokat atmaktan beter etmişti. Neye uğradığını şaşıran adam
öylece bakakalmıştı. Fatma bu adamın espri anlayışı olmadığını anında çözmüş ve
bir anda sönüvermişti:
“Tuğrul Bey
gönderdi değil mi seni?” deyince adamın motorları normele dönüvermişti:
“Aslı Hanım
günaydın evet Tuğrul Bey sizi almamı söylediler.” Aslı tıslamış ve:
“Biraz hazırlanmam
vakit alır. Aşağıda beklemenizde bir sakınca var mı?”
“Hayır beklerim
efendim.” Diyerek anında aşağıya inmek için merdivenlere yönelmişti. Aslı ise
kapıyı ardından kapatık durgun bir ruh hali ile hazırlanmaya başladı.
Içerisinde bir gram heyecan yoktu. Ne giyineceği telaşı bile yoktu. Bu ruh hali
ona bile hayra alamet gibi gelmemişti. Önce telefonuna bir baktı. Dün Onur’ u
arama fırsatı bulamamış mesaj atarak durumu anlatmıştı. Onur anlayışlı bir
arkadaştı. Kısa süreliğine onu idare edebileceği konusunda mesaj atmıştı. Bunu
okuyan Fatma’ nın morali yerine gelmişti.
Ilk gün tanışma
merasimi olacağına göre klasik bir model giyebilirdi. Ya da daha sıcak bir
iletişim kurma adına güzel bir elbise giyebilirdi. Dolabında herbir kıyafetini
askıdan çekip bakmış ve geri askıya asmıştı. En mantıklısı elbise giymekti.
Resmi görünmek ya da sert görünmek istemiyordu.
Dizden yaz
mevsimine hitap eden çiçekli elbisesini giydikten sonra saçlarını da salmıştı.
Yaz mevsimine girildiği söylenemezdi ama yine de bu elbise bugünki havayı
kaldırabilirdi. Elbisesine uygun toz pembe ayakkabısını giydikten sonra artık
kendisini bekleyen adamların yanına gidebilirdi.
Kapının önünde
siyah spor model bir araba bekliyordu. Arabadan hızla kır saçlı takım elbiseli
ileri yaşlarda bir adam inmişti. Hemen elini uzatarak kendisini tanıttı;
“Fatma Hanım
merhabalar ben Tuğrul Bey’ in arkadaşı Savaş, ekip ve program ile ilgili tüm
ihtiyaçlarda size ben yardımcı olacağım.”
“Tanıştığıma memnun
oldum Savaş Bey.”
“Buyrun isterseniz
arabaya geçelim yolumuz uzun giderken rahatça konuşabiliriz.”
“Tabi elbette.”
Diyerek bana açılan arka kapıdan arabaya binmişti. SAvaş Bey FAtma’ nın hemen
yanına oturmuştu. Şoförden başka kapıyı çalan adam da vardı. Fatma onları
incelemeye dalmıştı ki Savaş Bey hemen yarım kalan konuşmasını sürdürmeye devam
etti;
“Fatma Hanım
neredeyse tüm ekibi tamamladım sayılır. Sadece diyetisyenimiz eksik. Diyetisyen
bulunana dek şirketimizin diyetisyeni bize yardımcı olacak. Bir de yedek
çalıştıracak hocamız yok ne yazık ki. Bir tek siz varsınız.”
“Yanımda spordan
anlayan birkaç kişi olsun yeterli. Ekstra bir hocaya gerek yok. Ben zaten
lisans durumu sonuçlanana kadar burdayım. Sonrası için eminim Tuğrul Bey başka
bir hocayı bulmak için yeterince zamana sahip olmuş olacak.”
Savaş Bey
memnuniyetini hissettirecek bir gülümseme takıvermişti yüzüne;
“Size bu konuda
gerçekten minnettar. Uzun zamandır Tuğrul Bey antrenör arıyor. Lakin bu
olaylardan ötürü kimse Demir’ le çalışmak istemedi. En nihayetinde normal düzey
bir ailenin çocuğu olsa lisansını kaybetse bir sporcu mağdur olur. Ama Demir’
in lisansının ucunda koca bir şirket olunca haliyle kimse elini taşın altına
koymak istemedi.”
“Evet haklılar.
Çünkü küçük bir puan kırılmasında bile hesaplar öyle oynuyorki kaldı ki böyle
bir durumda kaybedilen değerin haddi hesabı olmaz.” Fatma uzun konuşmanın
ardından dışarıyı izlemeye başladı. Savaş Bey hemen;
“Tuğrul Bey’ in
konağı şehrin dışında. Yolumuz o yüzden uzayacak. Demir spora başlayınca ve
hızlı bir yükseliş sergileyince Tuğrul Bey burayı aldı. Gördüğünüzde
anlayacaksınız herşey bir boksör için dizayn edilmiş. Dilerseniz bu yolu hergün
çekmek zor gelecekse size bir oda ayarlayabiliriz.”
“Görmeden bir şey
diyemeyeceğim. Demir’ in lisansı neden askıya alındı?” Savaş Bey bu ani soru
karşısında ne diyeceğini bilememişti.
“Hım, Fatma Hanım
bu konu hakkında Demir size bilgi verse daha iyi olur. Açıkcası boks teknik ve
kurallarını çok iyi bilmiyorum. Finansal işler daha çok ilgi alanım oluyor.”
“Anladım.”
Diyebilmişti Fatma lakin bu cevap onu hiç de tatmin etmemişti. Hatta hiç samimi
gelmemişti. Bu kadar yakın bir dost, şirketin çalışanı ve her an içlerinde olan
biri nasıl bilmezdi. Bunda bir iş vardı. Ama ne yazıkki araştırmak için yeterli
zamanı da olmamıştı. Ne olursa olsun değişen bir şey olmazdı. Sonuçta bu paraya
ihtiyacı vardı. Gidecek Demir’ i çalıştıracak ve lisansını geri kazanmasını
sağlayacaktı. Parasını da alıp gidecekti. Durum bu kadar basitti.
Uzun bir yolculuk
sonrası etrafı yüksek duvarlarla çevrili ve yüksek demir kapısı olan bir
konağın önüne gelmişlerdi. Kapıdaki sensör sayesinde araba yaklaştığı an bu
devasa demir kapılar iki yana açılmaya başlamıştı. Içeriye girdiklerinde geniş
bir yol onları karşıladı. Konak oldukça ileride ve ağaçların arasında sadece
bir kısmı görünüyordu. Etraf yemyeşil yol kenarları çiçek ve ağaçlarla doluydu.
Daha ileride devam eden yeşil sahayı görünce burasının minyatür bir çiftlik
olabileceğini tahmin etmişti.
Araba evin tam
önüne geldiğinde durmuş ve hemen öndeki adam arabadan hızla çıkıp Fatma’ nın
kapısını açmıştı. Fatma teşekkür ederek çıkmış ve bu ne kadar olduğunu
sayamayacak kadar çok camı olan eve bakakalmıştı. Tüm akrabalarını toplayıp
getirse yine boş odası kalırdı be evin. Hayır ne gerek vardı böylesine büyük
bir eve?
Savaş Bey, Fatma’
ya biraz zaman vermiş ve sükunetle onun evi sindirmesini beklemişti. Fatma ona
doğru döndüğünde misafirperver bir yüz ifadesiyle eliyle kapıya doğru buyur
etmişti. Fatma ile beraber içeri girip hole en yakın olan merdivenlerden yukarı
doğru çıkmaya başlamışlardı. Holde yankılanan boğuk bir müzik sesi vardı. Savaş
Bey bu sesten biraz rahatsız olmuş ve;
“Fatih!” diyerek
aşağıya doğru seslenmişti. Aşağıda onları bekleyen genç adam;
“Buyrun Savaş Bey.”
Dedi.
“Demir’ e
geleceğimizden söz etmedin mi?”
“Evet söyledim
Savaş Bey.”
“Peki yalnız mı?”
“Hayır Savaş Bey,
arkadaşları var. akşam gelmişlerdi. Henüz daha gitmediler.” Bunun ardından
Savaş Bey’ in yüzünde bir gerginlik oluşmuştu. Fatma’ nın sabahtan beri
yüreğinde hissettiği tedirginlik şimdi göğsünde yumruk etkisi yaratmış ve
kalbini tekletmişti.
“Bir sorun mu var
Savaş Bey? Bu ses de nedir?” Savaş Bey bozuntuya vermek istemezcesine kafa
sallayarak;
“Yo Yo Fatma Hanım
sorun yok buyrun biz yukarı çıkalım ben Demir’ i çağırırım.” Yukarı doğru
çıkmaya devam etmişlerdi. Her basamakta ses daha çok artar olmuştu. ama nasıl
bir ses olduğu anlaşılmıyordu. Fatma bu seslere anlam vermeye çalışıyordu.
Kavga ediliyormuş gibi ya da çok kalabalık gibi ama arkadan gelen bir müzik
sesi de vardı.
“Demir, lisansının
askıya alınmasından sonra biraz depresyona düştü. Arkadaş grubu değişti.
Değişik tarz müzik dinlemeye başladı. Böyle olunca Tuğrul Bey ona ait olan suit
odasına ses yalıtımı yaptırdı. Buna rağmen sesler bazen yine dışarı
çıkabiliyor.”
“Ne yani bu kadar
mı yüksek seste dinliyorlar? Hayır nasıl bir tarz arkadaş bunlar?” Savaş Bey
ortamı yumuşatmayı hedefliyordu ancak anlaşılan Fatma dişli biri çıkmıştı. Ve
eğer Demir’ i bu şekilde görürse çalışmaktan vazgeçebilirdi. Yüzü kızarmış ve
gözleri dalmaya başlamıştı;
“Savaş Bey!” suit
odanın kapısının önüne gelmişlerdi. Savaş Bey kapıyı tam açacaktı ki Fatma
kolunu tuttu.
“Savaş Bey cevap
verir misiniz?” Savaş Bey kapının tokmağını bırakıp karşı tarafa yöneldi.
“Fatma Hanım
isterseniz buradaki televizyon odasına geçebilirsiniz. Ben Demir’ i buraya
getireyim. Arkadaşlarını görmeseniz daha iyi olur. Sonuçta onlarla bir alakanız
olmayacak.” Fatma bu duruma oldukça sinirlenmişti. Ne demek arkadaşları ile bir
alakası olmayacak? Hızla kapıya doğru yöneldi ve kapıyı sertçe açarken;
“Savaş Bey
atalarımız ne demiş bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” Dediği
gibi içeri dalmıştı.
Bir anda Bloodspot’
un Volcanos şarkısının içinde kendisini buluvermişti. Öylesine yüksek ve tüm
odayı kaplayan bir gürültü vardı ki karnının içinden bağırıyordu sanki. İlk
defa içinde var olan organlarını hissetmişti. Davula vurulan her tokmak sanki
kalbinin damarlarına pompaladığı kan gibiydi. Kendisini toplamak istiyordu ama
midesinden boğazına yükselen boğuk ses kusma hissi veriyordu. Gözlerini açmak
istediğinde tüm duvarlarda yansıtılmış klibi ile karşılaştı. Nasıl bir dünyaya
inivermişti böyle bir anda tüm hayatına deprem etkisi yaratıvermiş dünyası
kararıvermişti. Kapkaranlık bir oda duvarlarda siyah beyaz yansıyan görüntüler
arada aydınlatıyor. Görüntülerde bazen saç baş sallayan resmen kendini
parçalayan insanlar arada joplarla insanları döven polisler…
Böylesine bir
ortamda nasıl kalınabilir diye insanlara baktığında; insanın içini kaplayan
karamsarlık yerine erkeklerin karşılarında kucak dansı yapan üstü başı
darmadağın olmuş kızlar ve ellerinde biralar. Sigara dumanı ve bilmediği daha
ne maddelerin dumanı ile birbirine karışmışlar öylece gülüşüyorlardı. Fatma’
nın midesi bulanmış ve kendisini odadan dışarı atmak istemişti. Tam bu esnada
Demir olduğunu sandığı çocukla gözgöze gelmişti. Çünkü aralarında kaslı vücuda
tek sahip kişi oydu. Ama onu daha fazla incelemek dahil istemiyordu.
Hızla oradan
uzaklaşırken Savaş Bey onu tutmak istedi. Fatma sert bir hamle ile koluna
uyuşma etkisi bırakmıştı. Savaş Bey böylesine bir hamle ile karşılaşacağını
ummuyordu. Kolunu ovuştururken;
“Fatma Hanım bir
dakika lütfen bekleyin. Acele karar veriryorsunuz. Demir öyle biri değil.”
Ikisi de merdivenlerden hızla iniyordu. Bu cümle karşısında Fatma bir an duraksamış
ve oldukça gerisinde kalmış Savaş Bey’ e tekrar dönerek;
“Siz çocuk mu
kandırıyorsunuz? Kedi kesme ayini de yapıyor musunuz? Ya da Kristal
geceleri? Hayır düzgün bir yaşantımız
var diye death metalden de haberimiz yok mu sandınız?”
“Fatma Hanım çocuk
bunlar, geçici bir süreç yaşıyor. Sizin desteğiniz ile herşey yoluna
girecektir.”
“Çocuk mu?” Fatma
aşağıya koşar adım inerken sesli bir şekilde gülmüştü.
“Küçülsün de cebime
girsin adam olmuş hala ergen takılıyor. Söyleyin babasına adam olmaz bu. Boşa
gücünü de parasını da tüketmesin lisansı geri alamaz. Çoktan kaybetmiş. Ona
kendi şirketinde bir temizlik görevi falan versin tabi onu da becerebilirse!”
dediği an merdivenler bitmiş ve son dört basamaktan atladığı anda Demir’ in
önüne inivermişti.
Fatma şok olmuş ama
dimdik karşısında istifini bile bozmadan kaşlarını çatmış ona bakıyordu. Demir
ise duyduğu son söze gülüyordu.
“Bak sen dünki kız
gelmiş bana efgam kesiyor. Ne o yemedi mi? Korktun mu? Benim kızlarım bile
senden daha cesaretli. Ya! bula bula babam seni mi bulmuş? Hadi şimdi kuyruğunu
kıstır ve çık git bu evden bir daha gelme!”
Fatma, gaza gelen
bir insan asla değildi. Duruşu bunu zaten gösteriyordu. Hele de böylesine
karaktersiz birinin lafına düşecek bir insan hiç değildi. Dünyanın en mükemmel
hocasının elinden çıkmıştı. Aldığı eğitim onu yalnızca güçlü kılmıyordu aynı
zamanda irade sahibi de yapmıştı. Dahası ringlerde olduğu gibi sosyal
ilişkilerinde de insanların gözlerindeki zayıf bakışları anında yakalayabilirdi
ve Fatma’ yı şimdi geri çeviren Demir’ de gördüğü o kısacık zayıf bakışıydı.
Demir bir an için kendisini ele vermişti. Kaçıyordu. Neyden keçtığını elbette
Fatma şuan için bilmiyordu ama o bir anlık bakış onun bu sahip olduğu hayatı
kaçma yolu olarak seçtiğini gösteriyordu.
Belli ki gerçekten
elinden tutup kaybolduğu yerden çıkarılmaya ihtiyacı vardı. Bırak Demir onun
gaza geldiğini sansın. O bu esnada onu geri döndürmenin yolarını bulabilirdi.
“Sen her blöf
yapanı gitti mi sayıyorsun o zaman geri çekilen çok yumruk suratına iner genç
adam. Şimdi antrenman için kullanılan yerleri gezeceğim. Derhal arkadaşlarını
yolluyorsun. Akşam yemekte görüşürüz.” Deyip kendisini kapıdan dışarı atmıştı.
Içine dolan oksijenin memnuniyetle ciğerlerine ulaşmasını bekledi. Gözlerini
kapatmış ve geniş alana dolduğunu hissediyordu.
“Fatma Hanım.” Ardından
koşarak gelen Savaş Bey konuşmak istiyor ama soluk soluğa kaldığı için bir
türlü konuşamıyordu.
“Çok teşekkür
ederim. Bırakmadığınız için.” Aslında Savaş Bey o anda ne olduğuna bir türlü
anlam veremiyordu. Ne olmuştu da Fatma fikir değiştirmişti. Hala nefes nefese
iki büklümdü. Fatma ona kaşları çatık bir şekilde bakıyordu.
“Buradan otobüs
geçer mi?” Savaş Bey affallamış ama hemen kendisini toplamıştı.
“Geçmez biz sizi
nereye gidecekseniz bırakalım. Tuğrul Bey bu aracı size özel tahsis etti.”
“Tamam o zaman araç
müsaitse beni bir yere bırakabilir mi?” Savaş Bey hemen kapıda bekleyen
hizmetçi kadına işaret etmişti. Çok beklemeden biraz önce Fatih diye seslendiği
bodyguard tipli adam gelmişti.
“Fatih Fatma Hanım’
ı istediği yere bırak aynı zamanda telefon numaranı ona ver kaydetsin.”
“Tabi Savaş Bey.”
Diyerek Fatma’ ya kapıyı açmıştı.
Fatma deniz
kenarında bir balıkçı dükkanının yerini tarif etmişti. Arabadan inip Fatih’ in telefon
numarasını aldı.
“İsterseniz sizi
beklerim Fatma Hanım.”
“İşim uzun
sürebilir. Siz başka işleriniz varsa onları halledin ben sizi ararım.” Demişti.
Fatih ısrarcı olmamış başıyla onaylayıp arabaya tekrar binerek oradan
uzaklaşmıştı.
2. BÖLÜM ( YUSUF BABA )
Fatma deniz
kenarında bulunan etrafı kalın naylonla çevrilmiş olan bu balıkçı dükkanını çok
seviyordu. Yaz geldiğinde bu naylonları kaldıracaklar gelen müşteriler deniz
kokusunu içine çekerek balık ekmeklerini afiyetle yiyeceklerdi. Gülümseyerek
içerisinde telaşla çalışan işçileri seyredaldı. Buraya gelmeyeli çok uzun zaman
olmuştu. Dükkandan çöp atmak için çıkan genç çocuk onu hemen farketmişti;
“Aaa! Fatma Abla
hoşgeldin!” çöpü attığı gibi ona koşarak sarılmıştı. Fatma kaç şampiyonluk
görmüş bir kadındı ama yine de çöpten tiksinmeyecek kadar mütavaziydi. O yüzden
genç çocuk ona sarılırken hiç tereddüt etmedi.
“Nasılsın Süleyman”
“Teşekkür ederim
abla artık hiç uğramıyorsun buralara seni özler olduk. Özellikle de Yusuf Amcam
seni çok özlüyor.”
“Ben de onu çok
özledim. Burada mı? onunla görüşmem gerek.”
“Yarın balığa
çıkacaktı. Onun için ağlarını ayarlıyordur. Teknenin yerini biliyorsun değil
mi?” Bu esnada onları farkeden Muhammed koşarak yanına geldi. Onu kardeşi kadar
çok seviyordu. Neredeyse beraber büyümüş sayılırlardı.
“Fatma! Hoşgeldin.
Neden burdasın gelsene içeriye.” Diyerek kocaman ona sarıldı. Fatma da
karşılıksız bırakmamıştı.
“Teşekkür ederim
Muhammed nasılsın?”
“İyi çok şükür.
Seni gördüm daha iyi oldum. Gel sana bir balık ekmek yapayım özlemişssindir.”
Fatma kahkaha atmıştı.
“Hem de nasıl ama
önce Yusuf Babayla görüşmem lazım.”
“Hım tamam o
limanda şuan Süleyman sana eşlik etsin mi?”
“Gerek yok ben
bulurum o zaman onu.”
“Tamam dönüştte
mutlaka uğra bak bekliyorum.”
“Tamam Muhammed geleceğim
görüşürüz.” Diyerek yanlarından uzaklaşmıştı.
Liman çok uzak
değildi buraya bir kaç yüz metre yürümesi yeterliydi. Ama o kendine has
tarzıyla koşmaya başlamıştı. Beş adım koşuyor ardından havaya iki yumruk
savuruyordu. Hem de elbisesi ile. O her zaman standartların dışında bir
kadındı. Insanların kendisine kurduğu engelleri o hep kendisine yükselmek için
basamak yapmıştı. Bunda en çok yardımı olan kişi ise Yusuf Babaydı.
Yusuf Baba,
ağlarını açmış tek tek kopan yerleri onarıyordu. Fatma tam dibinde durmuş ve yukarıya
uzanır şekilde ellerini gerip aşağıya indirerek nefes egzersizi yapmıştı. Onun
bu sesiyle Yusuf Babanın dikkatini çekebilmişti. Yusuf Baba karşısında Fatma’
yı görünce bir sevinç çığlığı atmıştı;
“Fatma! Kızım
hoşgeldin!” tekneden indiği gibi Fatma’ ya doğru koşmuş ve ikisi beraber
kocaman sarılmışlardı.
“Yusuf Babam!”
Yusuf Baba Fatma’ nın uzun saçlarını eliyle avuçlayabildiği kadar almış ve
burnuna götürüp kokusuyla ciğerlerini doldurmuştu. Ne kadar büyürse büyüsün o
küçüçük bir kız çocuğuydu onun gözlerinde. Şimdi ise minik minik damlıyordu
gözlerinden hayali. Fatma da dayanamamış bir kaç damla yaş akıtmıştı
gözlerinden.
O ise masum kalan
çocukluğuna ağlıyordu. Onu masumca bırakan ise biricik Yusuf Babasıydı. Sonrası
ise Fatma için tam bir kabustu. Yaşadıklarına ağlamıyordu. Çünkü Yusuf Baba ona
önce kendisine acımaması gerektiğini öğretmişti. O yalnızca kalan tek
masumiyetine hasret çektiği için ağlıyordu.
“Nerelerdesin?
Neden hiç gelmedin?”
“Herşey üst üste
geldi babam. Gelemedim.” Üşümüş ellerini tutunca bir anda irkildi;
“Kızım hava soğuk
sen üşümüşsün hadi gel dükkana gidelim orada sıcak bir çay içelim.”
“Vaktin var mıydı?”
“Olmaz mı olmaz mı?
O zaman gel hadi eve geçelim. Rahat rahat laflarız hem Nimet Annen sarma yapmıştı.
Özlemişsindir onun sarmalarını.” Fatma sarmayı duyunca çocuklar gibi
zıplamıştı.
“Aman Allahım
özlemez miyim vallahi gidelim o zaman babam. Hem senle konuşmam gereken önemli
mevzular var.” Yusuf Baba ona uzun uzun bakmış ve o heybetli bedenine yaslarcasına
Fatma’ yı sarmalamıştı. Beraber bu şekilde yolun karşısındaki evlere doğru
yürümüşlerdi.
Nimet Hanım çalan
kapıyı açtığında karşısında selvi boylu Fatma’ sını görünce sevinç çığlığını
basıverdi. Uzun uzun sarılmışlardı. Salona geçtiklerinde duvarın baş köşesinde
Fatma’ nın altın kemeri asılıydı. Fatma gurur duymuştu ama altın kemerinin
asılı olmasına değil Yusuf Baba’ nın o kadar çok kemeri olmasına rağmen Fatma’
nın kemerini asmış olmalarına gurur duymuştu. Kemerine inceden dokunuyordu.
Nimet Anne ve Yusuf Baba ona sevgiyle bakıyorlardı.
“Buraya mı koydun
baba?”
“Evet yavrum baş
köşeyi hakediyor kolay mı?”
“Değil mi ne
günlerdi?” Fatma derin bir iç çekmişti.
“Gel otur böyle
hele anlat nerelerdesin kardeşin nerde bulabildin mi?” Fatma şimdi daha bir
içerlenmişti. Camın önündeki küçük masaya iki sandalye çekti Yusuf Baba. Deniz
manzarasına yüksekten sahip olan şanslı nadir evlerdendi. Şimdi İstanbulda bu
eski yapıların kalmasına hayatta müsaade etmezlerdi ama burası göçmenlere ait
olan arsalardı ve hiçkimse dokunamıyordu. Hoş güzel de teklif gelmişti hani bir
inşaat sektörüne vermeleri için. Ama diğer ev sahipleri ile bir türlü ortak
karar alınıp da verilememişti. Ama olsun Fatma yeşil ve denizle iç içe duran bu
müstakil evleri daha çok seviyordu. Tek hayali bolca paraya sahip olduğunda
tadilat yaptırmaktı ama nasip olmamıştı. Yusuf Baba’ nın Muhammed ve diğer
çocukları da Yusuf Baba’ nın istediği gibi bir yerlere varamamışlardı.
Kendilerini zor geçindiriyorlardı. Hoş hepsi üniversite bitirmişlerdi ama
kariyer sahibi olmak bu zamanda oldukça zordu.
“Kardeşim hala o
adamın elinde baba. Benim lisansım elimden alındıktan sonra otomatikmen ona
çalışmayı da bırakmış oldum. Her ne kadar elimde olmayan sebeplerden ötürü bu
ortaklık son bulmuş olsa da kardeşimi bana geri verir diye düşünmüştüm ama
vermedi. Çok aradım o pisliği ama o da ortalarda yok. Kardeşimden de bir haber
yok.” Fatma’ nın hüznü yüzünü kaplayıvermişti. Yusuf Baba da içlenmişti.
“E polise gitmedin
mi? Önceki bağlı olduğunuz sosyal hizmetlere başvurmadın mı?”
“Gitmez miyim her
yere gittim. Zaten bu soysuzdan tüm polisler korkuyor. Adını duydukları an
masadan kalkıp gidiyorlar. Elbet helal süt emmiş güçlü kuvvetli bir makam
sahibi bulacağım bununla baş edebilecek ama şu an o da yok. Ben de Onur var ya
hani?” Yusuf Baba hemen atılmıştı;
“He biliyorum Onur’
u, milli antrenör olmuştu en son.”
“Evet evet onun
salonunda çalışıyorum. Yani çalışıyordum.” Yusuf Babanın kaşları çatıldı bir
anda
“Hayırdır bir sorun
mu yaşadın? Ne oldu da kaldı o iş?”
“Yo yo öyle değil.
Ben başka bir iş buldum. Kısa süreliğine burada işim bittiği an tekrar Onur’ un
yanına döneceğim tabi.”
“Ha öyle olsun
tek.”
“Ben de seninle o
işi konuşmaya geldim.”
“De hele nasıl bir
iş bu?” Fatma derin bir nefes almıştı. Anlatacakları uzundu. Nereden başlasa
bilemiyordu. Bu esnada Nimet Anne sarmaları önüne getirmiş yanına da çay ve kek
koymuştu. Fatma yiyecekleri görünce midesinin kazındığını hissetti ve çocuksu
tavrıyla ağzına lokmaları alırken konuşmaya başladı. Bu haline Yusuf Baba
gülmeden edememişti. Gülümseyerek onu izliyordu.
“Karamoğlu
şirketinde çalışan bir arkadaşım beni buldu. Şirket sahibinin oğlu zamanında
boksörmüş bilmediğim sebeplerden lisansı askıya alınmış. Kurul’ un önüne
çıkmadan önce ekibi toplamaya çalışıyorlar antrenör bulamıyorlar, aslında eksik
elemanları çok bir tek antrenör de değil yani. Bu yüzden antrenörlüğü bana
teklif ediyorlar. Buraya kadar bir sıkıntı yok. ben de kısa süreli olacağı için
kabul ettim.”
“Tamam peki seni
düşündüren ne?”
“Ha baba asıl olay
bundan sonra başlıyor. Şirket sahibinin oğlu olacak Demir, yaşını başını
almasına rağmen daha bir baltaya sap olamamış, ipsiz sapsız serserinin teki.
Aynı zamanda antrenmanları da istiyor gibi bir hali yok. Hatta sanki geri
dönmek bile istemiyor gibi.”
“Baba parası
yiyecek yani.”
“Sanki.” Fatma
düşüncelere dalmıştı.
“Ama zamanında çok
hızlı parlamış. Şampiyon gözüyle bakıyorlarmış.”
“Neden bu duruma
gelmiş peki?”
“Onu da sır küpü
gibi saklıyorlar. Kaçtır ağız yokladım kimse söylemeye yanaşmıyor. Sen tanır
mısın Demir Karamoğlu diye bir sporcuyu?” Yusuf Baba umutsuz bir şekilde yine
de hafızasını zorlamaya çalıştı ama nafile tanımıyordu.
“Yok tanıyamadım.”
“Zaten amatörde
oynamış. Anladığım kadarıyla da ring hayatı kısa sürmüş. Ne yapacağımı bilmiyorum
baba. Ilk başta olur dedim ama gözümle görmeyince çocuk gibi düşündüm. Hem
böylesine zıvanadan çıkmış birini de beklemiyordum.”
“Dediğin durum ne
kadar kızım çok mu kopmuş çok mu tehlikeli?”
“Yani bilemedim baba
sonuçta arkadaşımın çok düzgün bir hayatı var. Şirkette öyle düzgün işlerle
uğraşıyor anladığım kadarıyla. Zaten arkadaşım öyle uç noktada bir yerde
çalışmaz. Babasıyla da tanıştım o da efendi birine benziyordu ama bu çocuk
onlardan çok uzakta kalıyor. Hayır gençliğinde nasıldı bilemedim ki? Hep mi
böyleydi? Ama eskiden beri tanıyan yakın dostları Savaş Bey, Demir’ in daha
önceden böyle biri olmadığını söyleyip duruyordu. Ben de bu yüzden kararsız
kaldım. Sanki daha yolun başında.”
“Nasıl yolun
başında anlamadım?”
“Diyorum ki baba
oğlan hayattan kopmaya başlamış sapmak üzere sanki bu yollara yeni giriyor.
Eğer daha önceden böyle biri değilse ve daha yeni yeni bu yollara düşüyorsa onu
kurtarabilir miyim? Bilemiyorum. Sanki onda kendimi gördüm.” Son söylediği
cümleyi masaya doğru bakarken çok uzaklara dalarak söylemişti. Bu cümle Yusuf
Baba’ yı da derinden etkilemişti. Bir anda gözlerine Fatma’ nın hayatında
hiçbir çıkış noktası bulamayıp çaresizce kaldığı o günleri aklına geldi. O zamanlar
Yusuf, genç bir babaydı ve hiç kızı yoktu. Oğlan evlatlarını çok seviyordu ama
hep bir kız çocuğuna hasretti. Bu kadar kız çocuğuna hasret olmasına rağmen
Fatma’ yı ilk gördüğünde onu kızı gibi seveceği ihtimalini aklının ucundan bile
geçirmemişti. Çünkü hayatında aniden ve büyük yıkımlar baş göstermiş ve onu
hırçın bir kız çocuğuna çevirmişti.
Çalışma salonunda
kum torbasına savurduğu yumrukların altında yalnızca öfke vardı. Ayakta en
yakın arkadaşı ile beraber onu izleyerek Fatma’ yı konuşuyorlardı. En yakın
arkadaşı aynı zamanda okullarda spor öğretmenliği yapıyordu. Fatma henüz
ilköğretimin son sınıfındaydı lakin öğretmeni onu mezun edeceği için takip
edemeyecekti;
“Yusuf, okulda
dövmediği erkek kalmadı. Bu yumrukların bir hedefi olmalı diye düşünüyorum.”
“Oldukça sinirli
birine benziyor dostum bu kız ele avuca gelmez hem de kız çocuğu.”
“Onun yaşında
annesini babasını kaybedince kim olsa hayata öfke kusardı değil mi? İki kız
kardeş kaldılar ortada. Gidecek hiç kimsesi yok Yusuf. Kardeşi ile beraber
yurda alındılar. Hayatı bir günde değişti be Yusuf.”
“Daha önce nasıl
biriydi?”
“Normal kendi
halinde bir çocuktu. Dersleri normal seviyedeydi. Öyle öğretmenlere ya da
okuldaki kurallara karşı bir uyumsuzluğu yoktu. Ailesinin maddi durumu da
normaldi. Anne ve babası zamanında kaçarak evlenmişler. Şimdi iki yavrucak
ortada kalınca bir inat uğruna iki tarafın ailesi de çocuklara sahip çıkmadı.”
“Cahiller! Buncağız
çocukların ne günahı varmış?”
“Öyle ama hayat
onlara gülümsemek yerine sert bir tokat attı. O da hıncını insanlardan alıyor.”
Yusuf ve arkadaşı
öfke kusan kıza bakıyorlardı. Her attığı yumrukta boğazından çıkan nefret sesi
salonu inletiyordu. Yusuf şimdi ona değil içindeki derin kuyuya bakıyordu.
Sanki çıkardığı ses onu bir ip gibi bağlamış ve karanlık kuyunun içine çekiyor
gibiydi. Ama bu duruma engel olmayacaktı. Bu yavruyu o karanlıktan çıkarmak
için önce kendisi de içine düşmeliydi.
Bir anda davrandı
ve kum torbasına giderek onu sertçe kavradı;
“Daha sert!” tüm
salon bu sesle inlemiş ve orada çalışma yapan genç adamlar oldukları yerde hocaya
bakakalmışlardı. Fatma öfkesini bir an için duraksatmış ve şaşkın bir yüz
ifadesiyle ona bakakalmıştı. Çünkü bu son zamanlarda o kadar çok “Dur”
kelimesine mağruz kalmıştı ki bu sözü bir an için benliğine sindirememişti.
Yusuf bunun çok iyi
farkındaydı. Bu anı bozmak istemiyordu. Kendi bakışlarını onun ağlamamak için
zor tuttuğu ve öfkesine giydirdiği alevlerine kitlemişti. Yusuf şimdi sadece
karanlık bir kuyuya düşmemişti hiç görmediği yangınında yanıyordu.
“Yusuf baba!” Yusuf
Baba olduğu yerde irkilmişti.
“Ha?”
“Baba diyorumki onun
bakışlarında kendimi gördüm. Korkuyordu ve kaçıyordu bir şeylerden bilemiyorum.
Eğer gerçekten iyi biriyse onun da elinden tutulmaya ihtiyacı var.”
“Eğer iyi biriyse
kızım. Sen kendin söyledin. Senin sağlam bir karakterin vardı. Şunu asla ve
asla unutma; Sen savaşmaya direnmeye hazırdın. O ise kaçıyor. Seni tekrar ayağa
kaldırmak zor olmadı çünkü sen yüksekten zaten boşluğa bırakılmayı bekliyordun.
Atın da uçmak ne demek size göstereyim der gibiydin. Kaçmaksa kişiye kolay
yardımcıya eziyet. Sen onun elinden tutup onu kaldırayım derken seni aşağıya
çekmesin?”
“Kendin dedin ya
Baba, benim uçmaya hazır kanatlarım var.” İkisi de gülmüşlerdi. Ardından tekrar
Yusuf Baba ciddileşerek;
“Eh sen kararını
vermişsin. Sen zaten bu çocuğun elinden tutmuşsun peki benden ne istiyorsun
ki?” Fatma düşünüp kalmıştı çünkü gerçekten kararsız olduğunu sanıyordu.
“Bilmiyorum ki Baba
belki bu yola girdim ve senden destek mi bekliyordum.”
“Ben senin her
girdiğin yolda arkandayım her zaman destekçinim. Sen varsan ben varım yavrum.”
Fatma içini dolduran huzuru derin bir nefes alarak karşılamıştı. “Hoşgeldin
yüreğime.” Der gibi… Yüzünü sıcacık bir gülümseme kapladı.
“Peki Baba ben bu
çocuğu nasıl antrenmanlara ikna edebilirim. Kolay olmayacak.” Yusuf baba
bileğinden kavramıştı.
“Güç uygulamak yok
aklını kullanacaksın. Önce onu iyi tanı aynı rakibin gibi. Zaaflarını yakala.
Unutma.” Eliyle havaya sert bir çizgi çizmişti.
“O ön duvar
kazandığın gücün değil zaafların ve zaaflar adamı şampiyonda eder mağlup da
eder. Kendi zaaflarını da onun zaaflarını da kullanmayı iyi bil.” Fatma, Yusuf
Babanın ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Bu cümleleri nerede kullandığı
daha dün gibi aklındaydı.
“Hatırlıyor musun
Avrupa şampiyonasında neredeyse seni katlayan zenci Pumza’ yı? Bir türlü puan
alamıyordun. Son roundlardı nakavt yapmaktan başka şansın yoktu. Eğer okkalı
bir nakavt gelmezse şampiyonluk ondaydı. Sana zaafını bul demiştim. Normal
hayatta insanları tanıyıp ona göre ilişkinde başarılı olman beklenilen bir şey
ama hayatında ilk defa gördüğün bir insanı bir kaç saniyede tanıyıp bir de onu
alt etmen üstün dikkat ve zeka gerektirir. Yoksa boks bilek işi değil akıl işi.
Herkes o ringe çıkmadan önce bir kaç milyon kez yumruk sallayıp da geliyor.”
Fatma o roundu hatırlayıp gülmüştü çünkü hiçkimsenin kolayca farkedemeyeceği
bir hatayı o anda kartal gibi keskin bakışlarıyla yakalayıvermişti.
Pumza’ nın bir
önceki müsabakasından kalan bir kırığı vardı. Sağ alt kaburgası kırılmış ve bu
durumdan ötürü kendisi ile yapılacak olan karşılaşması ertelenmişti. Tam olarak
iyileşene kadar… Bir kaç doktorun imzası ile sağlam raporu kesinleşmiş ve artık
Pumza ringe çıkabilicekti. Lakin Pumza, iki nefes alışından birini belki
kendisi bile farkedemeyecek kadar kısa alıyordu. Böylesine profesyonel bir
sporcunun nefes alışverişleri de elbet daha kontrollü olmalıydı. Pumza’ nın
alıp verdiği iki nefes arasında belki saniyeler değil saliseler oynuyordu ama
Fatma’ nın keskin bakışı ve yoğun dikkati o bir anlık kısa nefesi yakalamıştı.
Belli ki Pumza’ nın yaralı kaburgası o bölgede bir hasar bırakmıştı. Fatma bunu
anladığı an yumruklarını Pumza’ nın sağ karın bölgesine savurmaya başladı. Tek
yapması gereken bir adet yumruğu kendisine engel olan yumrukların arasından
geçirebilmekti ve bunun için seri ataklar yapması gerekiyordu. En nihayetinde
bir adet yumruk karnına ulaşmış ve o hasar oluşmuş bölgeye inivermişti. Anında
nefesi kesilen Pumza’ ya şimdi Fatma yükleniyordu her biri neredeyse 1000 kilo
eden vuruşlar Pumza’ da kaya etkisi yapıyordu ve en sonunda yere yığılıp
kalmıştı.
Artık nefes
alamayacak vaziyetteydi. Hakem ona kadar saymış ve Pumza yerde bir tık bile
hareket edememişti. Sadece nefes almak istiyordu. Fatma şampiyon olmuştu.
İnsanlardaki zayıf
noktayı yakalamak kendisini gaddarmış gibi hissettirse de içindeki yangına da
bir nebze olsun su serpmiş gibi rahatlıyordu da. Ama bu hep böyle süregelecek
değildi ya elbet birgün biri ağır basacak ve kalbi o tarafa ait olacaktı.
“Baba benim gitme
vaktim geldi. Senin desteğine ihtiyacım var. ne olur bu yolda beni yalnız
bırakma.”
Fatma ayaklanmıştı.
Yusuf Baba ayağa kalkıp ellerini sıkıca tuttu.
“Her zaman
yanındayım kızım. Ne gerekiyorsa beraber hallederiz.” Fatma onun geniş
omuzlarına kollarını dolamış ve gözlerini yummuştu. Her zaman hasret olduğu
aile kokusu şimdi yalnızca Yusuf Babanın boynundaydı. Içine dolu dolu kokusunu
çekti.
“Sağol babam iyi ki
varsın. Baba senin küçük oğlan İbo hala boks yapıyor mu?”
“Tabi Yıldız
erkeklerde dövüşüyor.”
“Onu benim yanıma
versen olur mu baba?”
“Ne demek kızım
seve seve senin gibi hocası olacak daha ne isterim.”
“Sağol babam.”
3. BÖLÜM ( AKŞAM YEMEĞİ TATSIZLIĞI)
Fatma, Fatih’ le
beraber villaya geri dönüyordu. Demir’ i nasıl discipline edeceği hala
muammaydı. Onu iyi tanıması gerekiyordu. Sevdikleri, yedikleri, giydikleri,
arkadaşları ve en önemlisi de geçmişini bilmesi gerekiyordu ama nedense şimdiye
kadar tanıştığı herkes kapalı bir kutu gibiydi.
Villaya geldiklerinde
Demir ve arkadaşları çoktan sofraya oturmuşlar ve yemek yemeğe başlamışlardı.
Hizmetli kızlardan biri sanki suç işlemiş gibi mahcup bir şekilde Fatma’ nın
etrafında dönüyordu.
“Abla beklemelerini
söyledim ama beklemediler. Ben hemen sana servis açacağım.” Fatma onun omzunu
sıcak bir dokunuşla okşayarak;
“Tamam ablacım
sıkıntı değil. Ben çok aç sayılmam sadece Demir’ in yemek düzenini görmek
istiyorum o kadar.”
“Ama ben yine de
sana bir servis açsam abla hem aşçı ablam senin için özel bir yemek yaptı.”
Fatma’ nın bu kıza karşı kanı ısınmıştı. Ona sıcacık gülümsedikten sonra
masanın neresine servis açabilir diye baktığında hiç hoş bir manzaranın
olmadığını farketti. Kızların kimisi oğlanların kucağında kiminin ayakları
masaya çıkmış yayılarak oturuyordu. Fatma böylesine seviyesiz insanların
arasında nasıl oturacaktı aklı almıyordu. Bunlara nasıl bir düzen sağlayacak
hiç bilemiyordu.
Demir’ in sevgilisi
olduğunu sandığı bir kız onun hemen dibindeki bir sandalyede oturmuş ve
bacaklarını Demir’ in dizlerine uzatmış öyle yayılmış bir şekilde telefona
bakıyordu. Demir gülerek arkadaşları ile muhabbet ediyor ve sanki Fatma’ yı
önemsemiyormuş gibi bir uslüp takınmaya çalışıyordu ama Fatma bir anlık da olsa
ona doğru bir bakışını yakalamış ve Demir’ in içten içe rol yaptığını
anlamıştı. Ama madem boksu önemsiyordu o zaman neden zırhını indirmiyordu. Bu
kadar zor olan neydi? Çalışmak mı? Ringe çıkma korkusu mu? Yoksa yenilmek
korkusu mu? Neden kaçıyordu? O ringed ne vardı?
Fatma ayakta öylece
onları izlerken hizmetçi kız telaşlı hareketlerle masanın bir köşesine servis
açmaya çalışıyordu. Fatma artık bir atak yapma vaktinin geldiğini hissetmişti.
Ellerini sert bir şekilde şaklatarak;
“Haydi beyler ve
bayanlar bu kadar eğlence yeter şimdi dağılın evlerinize de biz de Demir’ le
çalışmalarımıza başlayalım!” Masada ki uğultunun yerini bir anda sessizlik
aldı. Herkes bir Fatma’ ya bir Demir’ e bakıyordu. Demir’ in sevgilisi olacak
kıza bu tavır yeterince sert gelmişti ki mini eteklerinden sarkıttığı
bacaklarını Demir’ in dizlerinden toplamaya yeltendi. Bir anda Demir durdurmak
için bacaklarını sağ eliyle tuttu. Fatma olanları soğuk kanlılıkla izliyordu.
Edebi düşmüş kişilere edepli davranmayı; zengine sadaka vermek gibi gereksiz
görüyordu.
Demir’ in bu
hareketinden biri cesaret almış olacak ki;
“Kakalak kalkın
dedi beyler ne duruyorsunuz?” deyince hepsi kahkahayı basıverdi. Demir ise
yalnızca dalga geçer tarzda sırıtmıştı. Fatma’ ya göre böyle ağırdan alıyormuş
tavrı onun lider konumundan kaynaklanıyordu. Kendince onlardan daha seviyeli
hareket ediyordu. Gözünde Demir şimdi daha çok küçülmüştü. Nasıl olur da
gelecek vaad eden bir sporcu gün gelir ve böyle ipsiz sapsiz tiplerle arkadaş
olur aklı almıyordu.
Hele sevgili olduğu
kız neredeyse Demir’ in yarısı kadar, çelimsiz, tipsiz, koyunun budanmamış tüyleri
gibi tiftik saçları, tırnakları bakımsız ama siyahlı tonlarda ojeler, vücudunda
neydüğü belirsiz dövmeler, gözlerinde sabahtan kalmış dağılmış siyah farı
resmen sokak kedilerine benziyordu. Diğer kızların da bundan farkı yoktu. hayır
acaba bu kızlar en son ne zaman banyo yapmışlardı? Parfümlerine sinmiş alkol ve
sigara kokusu onları ekşimiş yemek gibi kokutuyordu. Midesi sağlam olmasa
burada bir dakika bile durmazdı ama belliki Demir’ in burada durası yoktu. bir
anda ayaklandı ve;
“Haydi beyler madem
kakalak sizi istemiyor ben de sizle geliyorum.” Hazır asker tayfaları hemen
ayaklanmış ve Demir’ in ardından salondan çıkıp gitmişlerdi. Fatma olduğu yerde
öylece arkalarından bakakalmıştı.
Hizmetçi kız da
şaşkın bakıyordu;
“Abla kakalak ne
demek?” Fatma, dalgın gözleriyle boş hole bakarken rahat bir edayla;
“Kara Fatma demek.”
Deyivermişti. Kız, Fatma’ nın bu rahat tavrına daha çok şaşırmıştı;
“İyi de abla resmen
sana hakaret etmişler.” Fatma dalgın gözlerini ovuşturmuş ve bu sefer hizmetçi
kıza gülümseyerek bakmaya başlamıştı;
“Bu benim duyduğum
en üsturuplu lakaptı. Ben nelerine şahit oldum. Bu arada senin adın ne
ablacığım.” Fatma’ nın bu rahat kendinden emin halleri bu sefer hizmetçi kızı
çok güldürmüştü.
“Selvi abla benim
adım. Desene Demir Bey senden çok çekecek.” Fatma bakışlarını keskinleştirerek;
“Çekecek hem de çok
çekecek ama bir bu adamı yakalayabilsem. Kim bilir nereye gittiler?”
“Ben biliyorum
abla.”
“Öyle mi söylesene
nereye gittiler?”
“Karaköy taraflarında
bir clup var. sana mekan atarım. Telefon numaranı versene.” Fatma hemen
telefonunu çantasından çıkararak numarayı söylemeye başlamıştı.
“Lakin abla mekan
sert. Malum az çok tanıdın bunları. Öyle seviyeli bir yer bekleme. Black metal
takılıyor bunlar. Biliyorsun değil mi?” Fatma bozulduğunu belli edercesine;
“Oradan yaşlı
görünüyor olabilirim ama siz bebekken dinlerdik biz metali.”
“Yok ablacığım çok
genç bir kadınsın ben yaşlı demek istemedim. Ne olur yanlış anlama beni. Hani
çok hanımefendi karakteri düzgün birisin. Böyle serserilerin ortamını bilmezsin
diye demek istemiştim.”
“Merak etme. Evet
haklısın böyle serserilerle hiç işim olmadı. Ama ben ne ortamlar gördüm be
Selvi. Ben Demir gibileri iyi tanırım. Bizim zamanımızda bunlara ağzı süt kokan
derlerdi. Öyle efelendiğine sokak serserisiymiş gibi takıldığına bakma sen.
Öyle sokakların kralı olmak için sokakların köpeği olman lazım. Babasının
sıcacık aşını içip, yorganına sokulup sokak kralıyım diyenler buranın
yollarında ancak asfalt olurlar.”
“Sen nasıl konuştun
ablacım öyle. Vallahi şampiyon olduğunu bilmesem sokaklarda yaşadın diyeceğim.”
Fatma’ nın gözleri dolmuştu.
“Kalmadık mı
sanıyorsun ablacığım?” Diyerek Fatma gitmek için kapıya doğru davranmıştı.
Selvi hemen ona eşlik etmek için elindekileri masaya bırakarak ardından
koşturdu. Bir yandan da konuşmaya devam ediyordu;
“Abla sen yine de
dikkat et kendine. Belalılar çok orada.”
“Tamam merak etme.
Biliyorsun ben boksörüm.” Selvi’ nin bu korumacı tavrı Fatma’ yı çok hoşnut
etmişti. Böyle düşünülmek her zaman gördüğü bir muamele değildi. Bu yüzden hem
sindirmeye çalışıyor hem de şımardığı yanını dizginlemeye çalışıyordu. Yüzünde
oluşan gülümsemeyi zorla da olsa silebilmişti. Selvi ise elleri ağzına gitmiş;
“Ah evet doğru ya
sen bir boksörsün. Aman Allah’ ım abla hiç bir erkeği dövdün mü? Yani
bilmiyorum ne kadar boksör olsan da onlar daha güçlüdür.”
“Merak etme başımın
çaresine bakarım ben.”
“Ama sakın böyle
güzel elbiseler giyme. Yoksa çok dikkat çekersin biraz metalciler gibi giyinmelisin.”
Fatma dış kapıdan çıkmak üzereydi;
“Merak etme onu da
halledeceğim.”
Fatih onu kapı
önünde hazır bekliyordu. Fatma arabaya binerken önce eve uğrayacağını
söylemişti. Eve gelene kadar dolabındaki tüm kıyafetleri aklından geçirdi ama
metalciler kadar uç kıyafetleri yoktu. hem olsa ne yazar hayatta o tarz
giyinmezdi. Aklına streç taytı geldi. Üzerine de siyah askılı giyecek ve bir
iki kalın kolye takarsa bu iş hallolmuş olacaktı.
4. BÖLÜM (CLUB)
Fatih, Fatma’ yı
bahsedilen clubun önüne kadar getirmişti. Arabadan çıkması için hemen koşarak
kapısını açtı açarken de;
“Fatma Hanım
gelmemi istemediğinizden emin misiniz?”
“Evet Fatih Bey
teşekkür ederim.”
“Peki yine de
yakınlarda olacağım. Ne olur bir sorun yaşarsanız hemen bana telefon edin.” Fatma
onaylar tarzda başını sallamış ve clubun kapısına yönelmişti. Sesler dışarı
kadar geliyordu. Kapının önünde iki adet izbandut gibi adam bekliyordu. Onlar
kenara çekilmese hayatta aralarından sıyrılıp da kapıdan geçemezdi. Siyah
kıyafetleri en azından ortama uyum sağlamıştı. Dağınık saçları ve aceyip
dövmeleri olmadığı için bu ortamın kızı olmadığı aşikardı. Gözünü alan ve tüm
ortamı kaplayan bu yanarlı dönerli ışıklar dışında çok da korkutucu
görünmüyordu hatta ses Demir’ in odasına göre daha sindirilebilir
yükseklikteydi. Tıka basa insan doluydu ve adım atmakta güçlük çekiyordu. Bu
kadar kalabalık ve yanan sönen ışıklar arasında Demir grubunu nasıl bulacaktı
aklı almıyordu.
Slipknot grubunun
meşhur Psychosocial şarkısı çalıyordu. Insanlar boyna kafasını sallıyor,
alkolden kendinden geçmiş insanlar çarptıkları kişilere aldırış etmeden bağırıp
başlarını sallayarak saçma sapan figürlerde dans ediyorlardı. Fatma’ ya göre bu
dans bile sayılmazdı. Kendisini evladını buralardan kurtarmak isteyen bir anne
gibi hissetmişti. Çok dip taraflarda birkaç koltuk vardı. Oralara yığılmış insanlar
sigaraya sarılan maddelerden içiyorlardı.
Biraz daha
ilerlediğinde o koltuklardan birine Demir ve grubunun oturuyor olduğunu gördü.
Aralarında tek sağlam kafa kalmış Demir karşıdan gelen Fatma’ yı hemen
farketmişti. Sevgilisini sarmaladığı kolunu hemen öne alarak doğruldu. Fatma’
nın ne yaptığını anlamaya çalışıyordu.
Fatma ile Demir göz
göze gelmişlerdi. Fatma gözlerini onun gözlerinden ayırmadan onlara doğru
yürümeye devam etti. Demir doğrulmuş ama başka da kıpırdamamıştı. Uzun süre
spor yapmamış olmasına rağmen göğüs kasları siyah tişörtünden fırlayacak gibi
duruyordu. Kolları da oldukça kaslıydı. Uzun bacakları koltuk standartlarını
ihlal etmişcesine karnına kadar çekilmişti. Neredeyse yanındaki üç adamı da
katlayacak kadar iri duruyordu. Siyah saçları ve beyaz yüzü hala çocuksu
duruşunu koruyordu. Buraya ait değildi. Şu manzara tablo edilse Demir tablodan
fırlardı. Fatma ona üzülerek bakıyordu. Ikisininde içinde geçenler yüreklerine
çarpıyor gibiydi. Demir Fatma’ nın üzüntüsünü sanki yüreğinde hissetmiş gibi
canı yanmış ve istemsizce yüzü buruşmuştu. Ama bu hali Fatma’ ya suçlu çocuk
ifadesini andırmıştı. Demir’ in elinden tuttuğu gibi çekerek buradan çıkartası
vardı ama nafile o kocaman bir adamdı. Çocuk değildi öyle kulağından çekesin de
adam edesin.
Onun mayasına inmek
lazımdı. Onu anlamak, dinlemek ve onun gibi yaşamak ve bu yüzden de şimdi Fatma
buradaydı. Ona senin gibi olmaya çalışıyorum mesajı veriyordu.
Bir anda sert
şarkının havası değişmiş yerine daha yumuşak ve ritimli bir şarkı çalmaya
başlamıştı. Audioslave’ ın Like a stone şarkısı çalıyordu. Daha şarkının ilk
başında ritim tutan gitarın yumuşak sesi Fatma’ nın kıvama gelmesini sağlamış
ve gülümseyerek parmak şıklatıp ritim tutmaya başlamıştı. Demir de gülümsemiş
ve onu seyredalmıştı. Demir okul eğitimini elbette en iyi okullarda almış ve
ingilizcesi oldukça iyiydi. Belki Fatma bilmiyordu bu şarkıdaki mesajları ama
Demir görmediği güçlerden sanki mesaj alıyor gibiydi. Şarkının sözlerinde
sorgulanmak için ölümünü ve melekleri bekleyen hatalarından dolayı
pişmanlıkları olan birini anlatıyordu. Demir zoraki gülümsediği belliydi.
Fatma ise şarkıya
kendisini kaptırmış ve ona işaret ederek dans ediyordu. Biraz sempatikliğe
vurarak Demir’ le arasında sıcak bir bağ kurmaya çalışıyordu. Diğer arkadaşları
da Fatma’ yı Demir’ in dikkatli bakışlarından farketmişlerdi. En çok da Demir’
in sevgilisi neredeyse kollarını kendisinden çektiğinden beri onların farkına
varmış ve derin bir kıskançlıkla onları izliyordu. Artık ne kadar içmişse
algıları yoğun çalışıyor ve sanki Fatma’ nın Demir’ i elde etmek
istiyormuşcasına sapkın bir düşünceye kapılmış nefretle Fatma’ ya diş
biliyordu.
Fatma dans
konusunda çok başarılı sayılmazdı ve Demir’ in arkadaşlarına yine dalga konusu
olacak vaziyete gelmek üzereydi. Arkadaşları hafiften gülmeye başlamışlar ve
Demir’ i de aralarına katmaya çalışıyorlar boyna koluna vurup Fatma’ yla dalga
geçmesini umuyorlardı. Demir nedense gözlerini Fatma’ dan alamıyordu. Evet
arkadaşlarını tasdikler şekilde sırıtmaya başlamıştı ama neden içinde engel
olamadığı bir kuvvet onun gözlerine kitlemişti. Fatma’ nın hiç alakası olmadığı
bir tarza bürünüp kendisi için ta buaralara gelmesi onu yumuşatmış olabilir
miydi? Fatma başarıyor muydu? Bu ihtimal Fatma’ nın kafasında yer etmiş ve
dalga geçen arkadaşlarını duymazlıktan gelmişti. Israrla onu dansa davet ediyor
eliyle gelmesini işaret ediyordu.
Bu tabloya daha
fazla dayanamayan Demir’ in sevgilisi oturduğu yerden fırladığı gibi
sarhoşluğun etkisiyle yere kapaklandı. Demir onu tutmak adına hemen fırladı ve
Fatma ile arasında var olan o büyülü hava bir anda uçup gidiverdi. Fatma
çenesini istemsizce sinirden sıkıyordu. Bu kıza aceyip sinir olmuştu. Diğer arkadaşları
fazlalıktı ama bu aşüfte çok daha fazlaydı hem de çok.
Kız Demir’ in
destek olmak için tuttuğu kolundan sıyrıldığı gibi ileriye doğru yürümeye
çalıştı. Demir, onu daha fazla tutmamış ne yapmak istediğini geriden
seyretmişti. Kız, Fatma’ ya bir hamle yaparak omzuna vurmaya çalışmış ama
sarhoşluktan herhalde Fatma’ nın boyunu hesap edememişti. Fatma, onun bu
aptalca hareketini görmezden gelmişti. O yüzden herhangi bir karşılık vermeden
kenara çekildi. O ise ilk bulduğu erkeğin omzuna dokunarak işaretle dans teklif
etmişti. Bu teklif karşısında çok memnun olan adam onunla dans etmeye başladı.
Fatma Demir’ in tepkisini merak etmiş ve ona başını çevirmişti. Demir’ in çene
kasları sıkıldığı ta buradan belli oluyordu. Fatma nedense hiç temiz kokular
almıyordu. Ama ne yapacağını da bilmiyordu. Kız zivanadan çıkmıştı. Ne kadar da
basitti. Ama bunu düşünecek zaman değildi. Demir’ i bu pis ortamdan çekmenin
tam vakti diye düşünerek ona doğru yöneldi ve hızlı bir hamleyle kolunu
kavradı. Demir o kadar dalmıştı ki kolu kavranınca olduğu yerde irkildi.
“Yürü gidelim
buradan.” Fatma’ yı duymamış gibi sert bakışlarını yine sevgilisine çevirdi.
Kız arada Demir’ i kesiyor ve onun bu bakışlarıyla zafer elde ettiğini
düşünerek ağzı kulaklarında dans ettiği adama daha çok sokuluyordu. Elbette
adam kızın bu hareketini yanlış anlamış ve kendisinin nasıl bir oyuna alet
edildiğini farketmemiş olduğu için o da kızı sarmalamaya başlamıştı. Adam dans
ettiği kızı daha çok kendine çekmek üzereydi ki havadan uçan bir yumruk tam da
suratına inmişti.
Fatma böylesine ani
bir hamle beklemiyordu ama kendini toplaması da kısa sürmüş ve Demir’ i tutmak
için atak yapmıştı. Dayak yiyen adamın Demir’ e karşılık vermesi olanaklarda
bile yoktu. Fatma, Demir’ in ceza almasını hele de böyle bir süreçte karakola
düşmesini kesinlikle istemiyordu. Bu yüzden onu tek tutabilecek kişi Fatma
olduğu için çoktan adamla arasına girmiş ve karnına nefesini kesici bir yumruk
indirmişti. Demir bu yumruğun Fatma’ dan geldiğini anlamamıştı bile çünkü o
izbandut gibi adamlar Demir’ e çoktan çullanmışlardı. Demir, gereksiz bir karın
ağrısı çekmişti ama Fatma bu kadar çabuk gelebileceklerini de düşünememişti.
Ite kaka kapıdan
atılırlarken Fatma karakolluk olmaması adına;
“Tamam sıkıntı yok
sarhoşluktan yanlış kişiye çarptı o kadar. Sıkıntı yok beyler.” Demirse hala
söylenip duruyordu ama neyseki çok anlaşılmıyordu. Fatma bu sefer ağzını
kapatmaya çalışıyordu. O afüşte ise arkadaşlarına sarılmış ağlaya ağlaya
çıkıyordu kapıdan. Fatma ona tiksinerek bakıyordu. Tabi mırıldanarak küfrüde
basmıştı. Demir bunu farketmiş ama çok oralı olmamıştı. Fatma hızla telefonuna
sarılıp Fatih’ i aradı. Yol kenarında Demir’ in kolunun altına girmiş onun ağır
cüssesini yüklenmişti. Demir’ in gereksiz tayfası hala yanlarında aval aval
bakıyordu. Fatma gergin akşamın etkisiyle haykırarak
“Hadi yaylanın ayak
altından bugünlük bu kadar yeter!” Demir sinirden onları görecek hali yoktu.
Demirden güç alamayanlar sessizce dökülmeye başladı. Tiz sesiyle Demir’ in
sevgilisi söylenmeye başladı.
“Ben hiçbir yere
gitmiyorum.” Fatma, zaten sebep olduğu olaylar yüzünden ona bayağı bilenmişti.
Lafını ağzında tıkarcasına;
“Yaylan dedim
sinirimi tepeme çıkarma defol.” Daha hala kendisinin nasıl bir cüsseye sahip
olduğunu göremeyen cahil cesaretli afüşte el kol hareketi yaparak Fatma’ nın
üzerine yürüyordu ki Demir, yükünü Fatma’ ya vermiş bir şekilde boşta kalan
eliyle kızı kolundan tutup ileriye savurarak;
“Kalbiiim! Yürü git
evine hadi!” dedi. Fatma, kendisine takılan lakabı şimdi daha çok sevmişti.
Kız, daha falza uzatamadan sinirli bakışlarla oradan arkadaşlarının desteği ile
uzaklaştı. Fatma şaşkın bir ses tonuyla;
“Kalbim ha! Şimdiki
nesili de aşkım falan kesmiyor herhalde?”
“O onun kendi
ismi.” Demir’ in gırtlağından sesi tok çıkmıştı. Ilk defa maskesiz bakıyor ve
sesine ton katmadan konuşuyordu. Soğuk, yorgun, bitkin ve yenik… İçinde
hissettiği buydu. Şuan var olduğu Demir buydu işte. Fatma ona öylesine derinden
bakıyordu ki kızın adının Kalbim olduğunu hala idrak edememişti.
Uzun bir
sessizlikten sonra;
“Arabam kaldı.”
Dedi.
“Ama sen sarhoşsun
kullanamazsın. Fatih birilerini çağırır. Hele bir gelsin.” Demir hala ona
yüklenmiş şekilde duruyordu. Bunu anca şimdi farketmiş ve bakışlarını
kollarının altında duran kadına çevirmişti. Bir anda gülmeye başladı.
“Ne oldu ne var!”
diye tepki vererek Fatma rahatsızlığını dile getirdi.
“Ya çok kötü dans
ediyorsun kimse sana dans etmeyi öğretmedi mi?” Fatma da sinirleri boşalmış ve
kahkahayı başmıştı.
Onlar güldükleri bu
esnada Fatih gelmişti. Fatih ve Fatma’ nın yardımı ile Demir’ i zar zor arabaya
bindirmişlerdi. Fatma da binmiş ve Fatih’ e kendilerini güzel bir çorbacıya
götürmesini söylemişti. Bu kadar yakınlaşmışken Fatma anı kaçırmak istemiyordu
hem bu kadar sarhoş olmuş adamı ancak işkembeci paklardı. Demir hiç itiraz
etmemişti. Yolda giderken;
“Bu arada o
güvenlik görevlilerinden biri karın boşluğuma fena geçirdi. Ortam karışık
olmasa onun haddini bildirirdim ama hangisinden geldiğini de göremedim.” Fatma’
nın yüzü kızarmış ve yüzünde bir tebessüm oluşmuştu.
“Ne sen gördün mü
kimin vurduğunu.” Fatma hemen kendisini toparlamış ve telaşla başını iki yana
sallamıştı.
“Hayır, hayır ben
görmedim. Ama neyse iyi ki o yumruk gelmiş yoksa on kişi de olsak seni hayatta
tutamazdık. Neyse buna da sevindim. En azından kasların sönmemiş. Çalışmamıza
hızla başlarsak iyi toparlayacaksın.”
“Off! Yine döndü
bizim kakalak. Ne güzel şurada muhabbet ediyorduk. Nerden çıktı şimdi bu boks.”
Fatma affallamıştı. Ona bakıp öylece kaldı. Anlaşılan bu adamı ikna edememişti.
Doğru ya daha ne yapmıştı ki? Daha ilk gün, böylesine inat bir adam kolay pes
eder mi?
Çorbaciya
gelmişlerdi. Deniz kenarında küçük bir esnaf dükkanıydı. Fatma böyle yerleri
çok severdi. Fatma oturur oturmaz gelen genç garsona hemen bol sirkeli, bol
sarımsaklı, bol ekşili iki kelle paça söylemişti. Demir şok olmuş gözlerle ona
bakıyordu. Yanına da bol turşu istemişti. Fatma bunları söylerken bile
dudaklarını yalamış heyecanını bassırmaya çalışıyordu.
“Yuh, sen nasıl bir
kadınsın ya? Bol sarımsaklı hem de ağzının suyunu akıta akıta söylüyor.” Fatma
gülmüştü.
“Yani senin
sarhoşluğunu anca o paklar. Hem yarın erken kalkacağız. Dinamik olman lazım.”
“Yarını unut
kakalak. Işim var.”
“Ne işin var peki?”
“Arkadaşlarla şehir
turuna çıkacağız.”
“Başka zamana
bıraksan. Ne bileyim. Bak Demir, çok az zamanın kalmış. Seni toplamamız uzun
sürecek. Kurula yetişemeyeceksin belki. Neredeyse herşey imkansız görünürken
sen neden umursamıyorsun?” çorbalar önüne gelmişti. Demir rahat bir tavırla bir
kaşık çorbadan alarak;
“Kendin de dedin.
Imkansız. Bitti artık benden o işler. Ring falan.” Fatma bu sohbetin bir yere
varamayacağını anlamıştı. Onu tanımak için kendisinin de zamana ihityacı vardı.
“Söyle bakalım sen
neden lisansını kaybettin?” Fatma ona derin derin bakmıştı. O da çorbasından
bir yudum alarak konuşmaya başladı;
“Benimkisi iftira.
Idrar numunemi bir şekilde değiştirmişler.” Demir gülmüştü;
“Palavra. Öyle
kolay mı kızım o işler.” Fatma bir an duraksamış ve onun bir şeyler bildiğini
düşünmüştü. Ama ardından kendi tahminlerinden yola çıktığını anlayınca rahat
bir nefes alarak onu zırvalamasını dinledi.
“İşerken neredeyse
seninle tuvalete girecekler. Laf. Almışsın iki doping belli. Kadın kısmı işte
hep aynı. Yaparlar ortaya çıkmazsa dayılanırlar. Ortaya çıkarsa da çocuk gibi
ağlarlar. Neymiş iftira atmışlar.” Gece belli ki Fatma için oldukça can sıkıcı
geçecekti. Onun gibi elit bir aileden doğma, elit okullardan çıkma bir adam ve
ne bir mesleği var ne de konuşması seviyeli. Yazık. Selçuk bile ondan daha
üstündür. Babası bir de buna mirasını emanet edecek. Bir ömür biriktirdiğini bu
adam bir günde heba ederdi. Keşke kendisini dinleme gibi bir durumu olsa mirasını
Selçuk’ a bırak derdi. En azından torunları kurtulurdu.
“Senin durumunu
sormak isterdim Demir ama sormayacağım.” Demir işte böylesine bir atak
beklemiyordu. Fatma lafına noktayı koyarken ona son bir bakış atmış ve
çorbasından keyifle yudumlanmıştı. Demir söyleyecek hiçbir söz bulamamıştı.
“Ne demek şimdi
bu?”
“Merak etmiyorum
demek.”
“Biliyor musun?”
“Biliyorum demedim.
Merak etmiyorum dedim. Yani burdan nasıl bir sonuç çıkar?” Sessizce bekliyordu
Demir.
“Bilmiyorum Demir.
Merak etme rahat ol. Henüz öğrenmedim. Ama merak da etmiyorum.” Stres olduğunda
dudağının köşesini bir kere ıssırıyordu Demir, Fatma onu tanımanın başka
yollarını deniyordu ve işe yarıyordu. Maskesini düşürmek için, beklemediği
yerlerden vurmayı Fatma da öğreniyordu.
“İyi merak etme o
zaman ne diyeyim.”
“Önemli değil
Demir. Nasıl kaybettiğin önemli değil. Kimse nasıl kaybettiğini önemsemez.
Insanlar nasıl kazandığına bakarlar. Bak etrafına. Kazandıklarında var olanlar
kaybettiğinde yanındalar mı? Şimdi yanındalar mı? hoş ben birkaç çabulcu
görüyorum seni yolmak için arkandan ayrılmıyorlar. Ama bir gün tükeneceksin.
Çünkü koyvermişssin. Hoş bunu önemseyen kim varki?” Fatma öylesine muhabbet
ediyor havasıyla lafları bir yumruk gibi suratına indiriyordu. Dövse ancak bu
kadar acıtırdı. Demir, umursamaz görünüyordu. Ama nereye kaçsa beyninde
terkedilmişlikleri boyna karşısına çıkıp duruyordu. Başka bir şey düşünmek
istiyor ama Fatma öyle bir atış yapmıştı ki sanki başka bir çıkış yokmuş gibi
terkedilmişliklerinin ortasında kalıvermişti.
“Eee anlat bakalım
sen daha önce ne yapıyordun yani spora başlamadan önce hangi okul mezunusun
mesela?” Demir laf değiştirmek istemişti. Konuyu aşamayınca gözleri dalıyordu.
Fatma bir özelliğini daha yakalamıştı.
“Sabah erken
kalkacağız haydi kalkalım artık.” Demir hoşnutsuz bir yüz ifadesi takınarak;
“Kakalak yine
muhabbeti batırdı.” Fatma onun bu sinir edici hareketini hiç tınlamıyordu.
Demir daha başka yöntemler bulup bu kadını kendisi ile çalışmaktan
vazgeçirmeliydi.
5.BÖLÜM
(SABAH ANTRENMANI)
Fatma, erken
kalkacakları için villada kendisine özel olarak hazırlanmış olan odada kaldı.
Oda denmesi yetersiz olurdu. Neredeyse villa içinde küçük bir ev gibiydi.
Odanın içinde merdivenlerden çıkılan ayrı bir odası daha vardı. Aşağıda ise iki
ayrı oda vardı. Kapıdan ilk girince karşısına televizyon ve oturma grubunun
olduğu oda gelmiş ve yukarı odaya çıkan merdiven vardı. Salon olarak
tasarlanmış odanın köşesindeki diğer kapı yatak odasına açılıyordu. Tuvalet ve
banyoya yatak odasından bağlantı oluşturulmuştu. Yatak odasının tam ortasında
ise jakuzi vardı. fatma kendisini lüks bir otele gelmiş gibi hissetmişti. Yatak
odasının ve salonun devasa camları vardı. Belli ki manzarası da güzeldi ama henüz
karanlık olduğu için sadece ışıklandırmalar görünüyordu.
Sabah denmeyecek
kadar vakit erkendi. Fatma, kendisini neredeyse hiç dinlenmemiş gibi
hissediyordu. Demir planlamaya uyumlu olmadığı için uzun bir süre yorgun
hissedeceklerdi. Fatma, evden getirdiği bir kaç eşyanın arasından spor
kıyafetlerini çıkararak giyinmiş ve saçlarını tepeye toplamıştı.
Kimseyi erkenden
rahatsız etmemek için geceden Demir’ in odasını öğrenmişti. Kapının önüne
geldiğinde hafifçe kapıyı tıklattı ve “Demir!” diye seslendi. Geceden kalma bir
adamın böyle bir sese uyanması mümkün değildi. Bu sefer kapıyı biraz daha sert
bir vuruşla vurdu. Sesini yükselterek “Demir! Haydi kalk.” Dedi. Ama ses yine
yoktu.
Bu sefer
yumruklarını daha sert vurarak; “Demir! Haydi uyanma vakti. Kalkman gerekiyor.”
Diyerek neredeyse bağırdı. Sonra aklına kendi odası gelince belki daha iç
odalarda ise yatağı sesinin duyulmadığını düşünerek hızla kapıdan içeri girdi ve
düşüncesizce bir hamle yaptığını geç olsa da anlamıştı. Kulağını tiz bir kadın
çığlığı doldurmuş ve elleriyle kulaklarını kapatmasıyla gözlerini yumması da
bir olmuştu.
“Hey senin burda ne
işin var?” Fatma, yaptığı hatanın vermiş olduğu telaşla ağzından böylesine bir
söz çıkmıştı. Dünki afüşte yine karşısına çıkmıştı. Hayır daha sabah bile
olmamışken bunun burada ne işi vardı. Belli ki burayı kendi evi gibi benimsemiş
ve dün gece ev diye buraya gelmişti.
“Asıl senin ne işin
var öyle pat diye giriyorsun? Çık hemen odadan!” Bir de haddi olmadan kendi
odasıymış gibi Fatma’ yı kovmaya yeltenmişti. Fatma çıkıp çıkmama arasında
kararsız kalmıştı. Bu ses Demir’ den çıkmış olsa hiç düşünmeden çıkmıştı ama
nedense basit ve bu evde hiçbir vasfı olmadan ona emrediyor olması gururunu
incitmişti. Bu yüzden ayakları kendisini daha bir içeri çekiyordu. Yaptığının
saçma olduğunu içten içe farkındaydı ama hocalığın vermiş olduğu ağırlığı da
kaybetmek istemiyordu. Hata olmuştu bir kere geri adım atmayacaktı. Hayır ne kadar
aptaldı, nasıl düşünemedi kapıyı açtığında direk yatak odasına girme
ihtimalinin de olabileceğini;
“Demir benle
gelecek. Ne bu ya sabah sabah beni kapı önünde bekletiyorsunuz. İki saattir
kapının önünde ağaç oldum. Burada sizin uşağınız yok Demir Bey. Şimdi hemen
giyinip benle spora geliyorsun.” Fatma hala bir eliyle gözlerini kapatıyordu.
Sertliğini vurgulamak adına da diğer elini etrafa savurup duruyordu. Kızın
nedense sesinden Fatma’ nın anlam veremeyeceği şekilde minicik bir kıkırdama
çıkmıştı. Merak ediyor ama ne yazık ki gözünü de açamıyordu. Odanın biraz daha
içine girdiği için kendisini riske de atamıyordu.
“Sana çık dedim.
Utanmadan bir de mahrem odamızın içine giriyorsun. Demir çıplak hemen çık
odadan. Bu ne saygısızlık ve terbiyesizlik.” Bu afüştenin daha fazla
saygısızlığına maruz kalmamak adına gözleri kapalı bir şekilde geri geri kapıya
doğru yöneldi. Bir yandan ona laf yetiştirmekten de vazgeçmiyordu.
“Söyle o üsturupsuz
sevgiline çabuk giyinip aşağıya gelsin.” Demeye kalmamıştı ki sertçe bir yere
toslamıştı. Kız dayanamayıp kahkahayı patlatmıştı. Fatma, kapıya çarptığını
düşünerek gözlerini açmıştı ki kapıyı tamamiyle kaplamış olan Demir’ i
karşısında gördü. Pekala dış kıyafetiyle giyinik olan Demir öylece karşısında
duruyor ve ona dalga geçer gözlerle bakıyordu. Fatma oldukça bozulmuş bir
şekilde;
“Sen, odada değil
miydin?”
Demir umursamaz bir
tavırla onu sıyırarak içeri girmiş ve ardına bile bakmadan konuşmaya devam
etmişti;
“Uyku tutmadı
dışardan geliyorum. Şimdi iznin olursa dinleneceğim. Tabi odadan çıkabilirsen.”
Kız yine kahkahayı patlatmıştı. Fatma şimdi ona dişlerini sıkarak bakıyordu.
“Nasıl yuttun ama.”
Diyerek daha bir gülmüştü. Fatma ona hiçbir şey diyemeden öylece bakakalmıştı.
Kendisini salak gibi hissetse de şuan onu sindirecek kadar vakti yoktu.
“Demir sana sabah
erken kalkacağımızı söylemiştim. Neden dinlenmedin?” Demir ses vermemiş
üzerindeki çeketi koltuğa fırlatmış onu umursamadığını Fatma’ ya
hissettirmişti. Fatma’ nın izlenimine göre cevap gelmeyecekti o yüzden konuşmaya
devam etti;
“Saat kaçta
uyanırsın en azından benle çalışabileceğin bir saat ver. Bu şekilde olmaz.”
“Sana çalışma yok
dedim. Boşuna uğraşıyorsun öğretmen!” fatma burnundan solumaya başlamıştı.
“Tamam yorgunsun,
uyu öğlen konuşalım bu mevzuyu ben de senle çalışmaya meraklı değilim. Çocuk da
değilsin. Ben de seni zorla çalıştıracak değilim. Ama lisansını sana aldırmak
zorundayım. En azından sen de almak zorundasın.”
“Zorunda olduğumu
nereden çıkardın?”
“Bir gram emek
harcamadan hala baba evinde pineklediğinden çıkardım.” Demir, taş yemiş gibi
başında bir darbe hissetti. Ona çatık kaşlarıyla bakmaya başlamıştı ama diyecek
bir laf da bulamadı.
“Babanın seni belli
bir süre daha çekeceğini biliyorsun. Eğer o lisansı geri almazsan seni kapı
dışarı edeceğini de. O yüzden senden istediği lisansı geri alma mevzusuna
itiraz da edemiyorsun. Çünkü gidecek bir yerin yok. Öyle değil mi? Belki şu
cüssene rağmen taşı sıkıp da ekmek parası çıkaracak becerin de yok. Bravo! Ama böyle
kızlarla baba evinde fingirdemeyi biliyorsun.”
“Haddini aşıyorsun
ama!” Kız o ciyak sesiyle yine ötmeye başlamıştı. Bu artık Fatma’ nın umrunda
değildi;
“Kes sesini sen.” Diyerek
Fatma çıkışmış ama bu lafı derken bile çene kaslarını sıkmış olan Demir’ e
cüretkar bir şekilde bakmaya devam ediyordu.
“Ne o beni babana
şikayet mi edeceksin? Neden biraz önceki gibi beni kovmuyorsun? Babana, bu
kızın burada geceyi geçirdiğini söylersem neler olabileceği hakkında sanırım fikirlerin
var.” Fatma, ellerini birbirine bağlayarak bedenini daha bir gererek;
“Şimdi iki saat uyu
ve iki saat sonra kahvaltı için aşağıya gel. Beraber kahvaltı yapacağız. Ondan
sonra beraber spor yapabileceğimiz yerleri gezeceğiz.”
Ardından
sertçe kapıyı çarparak odadan çıkmıştı. Fatma yüreğinin sıkıştığını hissediyordu.
Böylesine inat bir adamla daha ne kadar yapacaktı bilmiyordu. Zor kullanmak
yoktu. Yusuf Baba öyle demişti ama bu adamla ancak böyle iletişime
geçebiliyordu. Yola girene kadar bu yöntemi kullanmasında her hangi bir sakınca
yoktur diye düşünerek villanın bahçesini dolaşmaya geçti.
Bahçede görevli
olan adam Fatma’ yı görünce hemen yanına koşarak;
“Günaydın Hocam
erkencisiniz.” Dedi. Eli büklüm yanına gelen babacan bu adama Fatma
gülümseyerek baktı ve omzuna dokunarak elini sıktı.
“Günaydın
nasılsınız.” Adam böylesine sıcak bir karşılık beklemiyordu. Bir an için
affallamış ve bir an konuşamamıştı. Fatma bu durumun farkındaydı ve adamı biraz
daha rahatlatmak adına;
“Bu güzel çiçekleri
siz mi buduyorsunuz. Ne kadar da güzel görünüyorlar hem de daha bahar gelmemiş
olmasına rağmen.” Adamcağız sevinçle gülmüştü;
“Teşekkür ederim
hocam evet ben buduyorum işimi çok severek yapıyorum. Ama yağmur vakti gelince
biraz küsecekler.”
“Öyle mi solacaklar
mı yani?”
“Hayır
solmayacaklar sadece yağmurun etkisiyle açmış olan çiçeklerin yaprakları
dökülecek. Ama merak etme tomurcuk vermeye devam edecek.”
“Oo ne güzel yani
onlar da bir nevi yaşam savaşı veriyor ama vazgeçmiyorlar.” Fatma bir yandan
çiçekleri içtenlikle okşayıp kokluyordu. Adamcağız ona şimdi içi ısınmış bir
şekilde bakıyordu.
“Ne kadar güzel
konuştun hocam.” Fatma adamcağıza tekrar bakarak gülümsemiş ve;
“Siz benim adımı
biliyorsunuz ama ben sizin adınızı bilmiyorum.” Adamcağız mahcup bir şekilde;
“Kusura bakma hocam
söylemeyi unuttum benim adım Cemal hocam.”
“Tanıştığıma çok
memnun oldum Cemal amca.”
“Ben de öyle hocam
hakikaten Tuğrul Beyler neden sizi Demir’ in hocası olmak için ısrar etmiş
şimdi daha iyi anlıyorum.” Fatma, yanına giderek merakla;
“Çok ısrarcı
olmamışlardı ama?”
“Yooo! Tuğrul Bey bir
dönem çok antrenör aradı Hocam. Sonra aniden senin ismin çıktı ortaya herkes
seni bulmaya çalıştı. Sonra duyduk ki şirketin biri seni tanıyormuş.”
“Ya hiç bana
anlatmadılar. Peki neden illaki ben olmuş olabilirim ki?” adamcağız biraz
üzülerek;
“Ya bu yavrucak
anasız büyüdü belki ondandır bilemeyiz. Buranın en eski çalışanlarından
biriyim. Demir Beyi küçüklükten tanırım. Çok zor günler geçirdi. Sizin gibi
anaç bir hoca ancak onun yaralarını sarabilir.
“Öyle mi
bilmiyordum. annesi var sanıyordum.”
“Yok Hocam yıllar
önce kaybetti. Uzun bir süre onun yokluğunun acısını yaşadı sonra kendisini
boksa verdi.”
“Aynı benim gibi.”
Diyerek mırıldanmıştı Fatma. Demir’ i şimdi daha iyi anlıyordu. Ama Fatma,
hiçbir zaman kötü biri olmamıştı. Demir ise kötü biriydi.
“Nasıl Hocam
anlayamadım?”
“Yok Cemal Amca bir
şey demedim siz devam edin.”
“Öyle işte hocam.”
“Peki Demir neden
lisansını kaybetti.” Adamcağız bir anda ellerini karnında kavuşturup başını
bükerek;
“Bilirim Hocam ama
ne olur bana sormayın. Kimse size bunu anlatamaz. O konuların Tuğrul Bey
tamamen kapatılmasını istiyor hatta unutulmasını siz de boş verin. Açıkcası
Tuğrul Bey böyle yapmakta çok haklı.”
“Anlıyorum. Bu
yüzden internette olsun federasyonda olsun bu bilgiler tamamen silinmiş.”
Adamcağız boynu bükük hala öyle duruyordu.
“Cemal Amca
buraları bana gezdirecek biri var mı? biraz bakmak isterim.”
“A! Tabi hocam
istersen ben de dolaştırayım.”
“Yok sen yorulma.
Hem işinden de alakoymayayım seni. Bitkiler güneş görmeden sulanmak ister.” Fatma’
nın bu lafı adamcağızın o kadar çok hoşuna gitmişti ki gülümsemesinden bile bu
hoşnutiyeti farkedilebiliyordu. Müsaade isteyerek hemen içeri çalışanların
dinlenme odasına geçerek güvenlik görevlilerinden bir genci alıp geri dışarı
gelmişlerdi. Fatma oğlanı süzdüğünde bayağı çevik bir vücuda sahip olduğunu
görmüştü. Tuğrul Bey belliki tüm çalışanları özenle seçiyordu. Adamı bir kere
görmüş olamasına rağmen kendi ortamında onu daha iyi tanıma fırsatına nail
olmuştu.
“Günaydın Hocam
buyrun ben sizi gezdireyim.”
“Teşekkür ederim.”
Diyerek genç oğlanın gösterdiği yerden evin arka tarafına doğru yürümeye
başlamışlardı.
Arka taraf aynı
zamanda arka odaların gördüğü manzaraya aitti. Geniş bir yeşil alan ve etrafı
bodur ağaçlarla kaplıydı. Bu ortamdan geçtikten sonra ucu neredeyse sonsuz bir
genişliğe sahip bir alan vardı. İleride sol üst tarafta kenarına şezlonglar
kaldırılmış bir bölüm gördü. Oldukça yüksekte bulunduğu için görünmüyordu ama
belli ki orada bir havuz vardı.
Ileriye doğru
yürümeye devam ediyorlardı. Sanki yüksekten hafifçe aşağıya eğimli gibiydi
alan. Çok ilerlerde bir çok tek katlı yapılar vardı. kimisi betonarme kimisi
tahtadandı. Tahtadan olanlar muhtemelen ağıllardı. Böylesine geniş bir alana
sahip olan villanın elbette hayvanları ve bahçede yetiştirdiği ürünleri de olur
diye düşünüyordu. Yanılmamıştı da çalışna bir iki kişi ağılın kapısı açmış ve
koyunları otlatmak için dışarı çıkarıyorlardı. Çok uzakta olmasına rağmen
düzlük olduğu için buradan görünebiliyorlardı.
“Alan böyle devam
ediyor Hocam yorulmak istemezsiniz. Isterseniz geri dönelim.”
“Yok daha hava yeni
aydınlanıyor vaktim var. Eğer sen yorulmayacaksan devam etmek istiyorum.”
“Tabi hocam ne
demek. Yorulsam bile siz istemişseniz değil burayı tüm şehri size dolaştırırım.”
Bu açık sözlülük Fatma’ da ilgi uyandırmıştı.
“Maşallah bu evde
tüm çalışanlar bana oldukça saygılılar bunun özel bir açıklaması var mı?” genç
oğlan gülümsemişti.
“Savaş Bey bizi
uyardı hocam. Sizin istediğiniz herşey yapılacak. Yoksa Tuğrul Bey sizi
dinlemeyeni gözünün yaşına bakmadan kovacağını ve hiçbir yerde iş de
bulamayacağını söyledi dedi. Bu yüzden hepimiz sizin emirlerinizi yerine
getirmekle mükellefiz.”
“Anlıyorum.”
Demişti Fatma. Ve düşüncelere dalmıştı. Bir de Demir bu kadar güzel söz dinlese
işi ne de güzel olacaktı.
“Demir’ in spor
salonu nerede peki? Savaş Bey böyle bir yerden bahsetmişti.”
“O villanın zemin
katında. Daha önceden otopark olarak kullanılıyormuş. Demir Bey boksa
başlayınca otoparkın bir bölümü salona çevrilmiş. Ayrıca o katta hamam ve sauna
da var. onlar en baştan beri varmış.
“O gerçekten
inanılmaz donanımlı bir ev sanki butik bir otel.” Oğlan gülmüştü.
“Evet normalde
burası otel için inşaa edilmiş. Daha sonrasında Tuğrul Bey’ in eşi çok
beğenince onlar buraya yerleşmiş.”
“Gerçekten
şaşırdım. Hiç beklemiyordum.”
“Hocam bundan sonra
arazi daha devam ediyor. Daha ileride at çiftliği de var.
“Öyle mi kim bilir
bu evden daha neler çıkacak?”
“Dedim ya Hocam
küçük bir tatil köyü olarak tasarlanmış. Şu en uç noktada ağaçların ardında
yapay bir göl var. Aynı zamanda yapay bir kumsal.”
“Yok artık şaka
yapıyor olmalısın.”
“Hayır hocam
tümüyle samimiyim. Sizi daha çok dolaştırmak isterdim ama nöbeti devralmam
lazım diğer arkadaşım çoktan geçmiştir. Benim de kapıya gitmem gerekiyor.”
“Anlıyorum.
Gerçekten dolaşmak isterdim. Ama madem sen işe dönmelisin ne yapalım bu sefer
bu kadar olsun.” Fatma düşünceler içerisinde eve geri gidiyordu. Insanlar nasıl
hayatlara sahipti şok olmuştu. Şimdi o çapulcu arkadaşları neden Demir’ i bırakmıyordu
iyi anlamıştı. Bu oğlanı resmen tavuk gibi yoluyorlardı. Ama Demir akıllı
birine benziyordu. Neden bu niyeti görmezden geliyordu. Neden böyle bir
arkadaşlık ilişkisini ısrarla sürdürüyordu. Belli ki o afüşte kız Demir’ e çok
aşık olduğu için değil onu yemek için buradaydı.
Villaya
gelmişlerdi. Genç oğlan Fatma ile vedalaşarak yanından ayrıldı. Fatma kahvaltı
için yemek salonuna geçmişti. Herkes Fatma’ nın erken uyandığını öğrenmiş ve
bir telaş içine girmişlerdi. Selvi hızla masayı hazırlıyor, diğer bayanlar ise
sürekli mutfaktan malzemeleri getiriyorlardı. Fatma’ nın geldiğini
farkettiklerinde suçlu bir çocuk edasıyla özürdilemeye başladılar. Fatma ne
kadar önemli değil dese de onlar bu hallerinde ısrarcı davranıyorlardı. Fatma
en sonunda onlara kahvaltının ve hatta tüm öğünlerin hergün hazırladıkları
saatte hazırlanmasının uygun olabileceğini söyledi. Böylece bu konuda onlar da
Fatma da kendisini rahat hissedecekti.
Fatma, kahvaltı
masasının başına oturmuş ve kendisinin önüne koyulanları izlemeye dalmıştı.
Demir’ in gelmeyeceğini biliyordu. Ama bu sefer kapısını çalmak için
gitmeyecekti. Saat daha henüz sekiz oluyordu. Uyanmayacağını biliyordu hele de
o afüşte varken keyiflerini bozup aşağıya inme zahmetinde bulunmayacaklardı.
Yavaştan kahvaltısına başlamıştı. Selvi bunu farkedince hemen yanına gelerek
çayını koydu. Herşey muhteşem görünüyordu. Masada baldan kaymağına,
yumurtasından peynirine tüm kahvaltılıklar vardı. Dumanı üstünde sıcacık
ekmeğini bile getirmişlerdi. Fatma uzun zamandır hiç böyle krallara layık bir
sofrada kahvaltı yapmamıştı. Hoş Onur ona her zaman dışarda güzel bir kahvaltı
teklifinde bulunuyordu ama dışarıda erkek arkadaşlarıyla şahsi görüşmeler onun
şahsına uygun kaçan bir hareket sayılmazdı. O yüzden her zaman reddederdi.
Kahvaltısını hızla
bitirmiş ve odasına gidip kıyafetlerini ve eşyalarını alarak gitmek için yola
koyulmuştu. Selvi telaşla arkasından koşturdu;
“Fatma Abla ne
oldu? Yoksa kahvaltımızı beğenmedin mi?”
“Hayır canım benim
olur mu öyle şey. Herşey muhteşemdi. Ellerinize sağlık. Lakin benim çıkmam
lazım.”
“Ama bana Demir
Bey’ le çalışacağınız söylenmişti. Bir sıkıntı mı var abla.” FAtma yukarı doğru
bakmış ve sıkılmış bir yüz ifadesi ile;
“O şimdi uyuyor.
Sabaha karşı uyudu. Ben gelene kadar hayatta uyanmaz. O esnada ben işlerimi
halledeyim.”
Fatma, Fatih ile
beraber şehir merkezine inmiş ve kendisini salona bırakmasını istemişti. Onur
daha henüz gelmemiş, salonun kapısı kilitliydi. Çantasından çıkardığı anahtarla
kapıyı açıp içeri geçti ve ışıkları açtı. Hızla salondaki dağınık eşyaları
toparlayıp, süpürge makinası ile içerinin tozunu çekti. Ardından yerleri
silerek salonu hazır hale getirdi. Normalde kendisi akşamdan temizler bırakırdı
ama Onur her zaman sabaha bırakır ve günün yorgunluğu ile bazen işe geç kalır
salonun hazırlanması da yine Fatma’ ya kalırdı. Bu yüzden işe her zaman erken
gelen Fatma’ nın bazen erken çıkmasıyla durumu eşitlemeye çalışırlardı.
Onur kapıyı
açtığında, burnuna ferahlık veren kokular gelmiş ve Fatma’ nın gelip işleri de
çoktan bitirdiğini anlamıştı. Istemsizce gülümsemeye başlamıştı. Fatma’ yı
gözleri aramış ama bir türlü onu görememişti. Acaba salonu temizleyip çıkmış
olabilir mi diye düşünmeye başlamıştı ki elinde çayla mutfaktan çıktığını
görmüştü;
“Haha! Her zaman ki
Fatma güne erken başlamış, işleri bitirmiş ve hatta çayı bile demlemiş.”
“Evet ortak ve sen
de her zamanki gibi salonu pis bırakmışşsın.” İkisi beraber kocaman
sarılmışlardı.
“Ne o Demir’ i de
pert ettin anlaşılan böyle buraya da yetişebildiğine göre.” Fatma dertleşecek
birini arıyordu ve Onur da damarına basmıştı.
“Of! Sorma Onur
daha başlamadık bile.” Onur duydukları karşısında affallamıştı.
“Nasıl yani seni
bir günde apar topar aldılar anında evini taşıdılar, neredeyse dört gün oluyor
ve sen daha bir kere bile antrenman yapmadık mı diyorsun. Boy kilo, sağlık kontrolleri,
ya da boşver onları ekip tamam de bari.” Fatma dudaklarını bükerek umutsuzca
başını iki yana sallamıştı.
“Yok artık. Ben
hemen kendime çay alıp geliyorum. Öğrencilerin gelmesine daha çok var. iki
laflasak iyi olacak.” Onur hızla mutfağa gitmiş, özentisizce demli bir çay
koyup telaşla geri Fatma’ nın yanına gelmişti. Ikisi de büroda misafir
koltuklarında karşılıklı oturuyorlardı. Bardağını sehpaya koyduğu gibi Onur
sorularını sıralamaya başladı.
“Fatma nasıl ya?
Sen bana kısaca askıya alınan lisansını geri kazanmak için az bir süresi kalmış
bir gence ders vereceğim dedin. Daha sonra ayrıntılı konuşmadık sen de aramadın
ben de zaman kısıtlı diye yoğunluktan aramıyorsun sandım.”
“Aslına bakarsan
evet yine yoğunluktan arayamadım. Demir Bey’ in peşinde koşturmaktan kendime
vaktim kalmadı ki? Neden lisansı askıya alındığını bilmiyorum. Herkes bir sır
gibi saklıyor. Demir kesinlikle çalışmak istemiyor. Ama babası istiyor. Iyi de
neden babası bu adamı zorla boksa geri döndürmeye çalışıyor. Anlamıyorum Onur
bir türlü anlamıyorum. Belki anlasam Demir’ i öyle ikna ederim. ”
“Huyuna git ne
bileyim arkadaş gibi olmaya çalış. Sonuçta lisans bu. Basit bir sertifika değil
öyle burası olmasa da gider başka yerden alırım diyeceği. Ona da bir iyilik
yapmış olacaksın.”
“Ergen bir genç
olsa dediklerin de haklısın ama bu yaşına gelmiş yirmi beş olmuş bir adam için
bu söylediklerin hafife kaçmıyor mu?”
“Demek ki yaşadığı
nasıl bir travma ise o çok sevdiği spordan bile soğumuş.”
“Yani benim de
aklıma gelmiyor değil. Insanlara sorduğunda köşe bucak kaçmasından bile insan
işkillenir. Zaten Onur ben de sadece bu yüzden diretiyorum. Eğer gerçekten bu
Demir, vaktinde parlayacak bir yıldızdı sonrasında başına bir şey geldi ve
söndüyse onun meşalesini yakacak yine ben olurum. Asla vazgeçmem.”
“Bence öyle Fatma.
Eğer kararlıysan bu konuda da şüphe etme. Bizim mesleğimiz diğer meslekler gibi
temelinde ailenin iteklemesi ile yapılan mesleklerden değil. Genç yaşta hevesle
hatta tutkuyla bu mesleğe adım atarlar. Isteseler de kopamazlar. Sen
biliyorsun. Benim bu konuda daha çok konuşmama gerek yok. benim diyeceğim; bu
adamın huyuna suyuna git. Takıldığı yerlere git, onunla mümkün olduğunca sosyal
hayatında da görüşmeye çalış.”
“Evet denemedim
değil ama anlaşılan kuşak farkı yaşıyorum.” Fatma ironi yapmak istemiş Onur geç
de olsa anlamış ve gülebilmişti.
“Bazen düşünüyorum
da biz bayanlarda kendini sevdirmek daha kolay sanırım.”
“Neden öyle
düşündün?”
“Eh çünkü bir kaç
tatlı muhabbet ve özel hediyelerle bir kaç alşamadan sonra bence sıcak bir
iletişim kurulabilir. Bir de bize karmaşık dersiniz.”
“Demir’ le de dene.
Neden ona özel bir hediye almıyorsun?”
“Of! Onu
tanımıyorum bile.”
“Acele ediyorsun.
Biraz sakin ol. Olayları akışına bırak. Eski bir sporcu, temeli var, eğitim
görmüş ve çok soğumamıştır da. Sen en önce aceleci davranmadan kendi haline
bırakarak aranızda sıcak bir dialog olmasını sabırla beklemek. Ardından…” Fatma
onu pür dikkat dinliyordu. Neredeyse gözlerini kırpmadan Onur’ un
taktiklerinden bir şeyler yakalamaya çalıştı.
6. BÖLÜM (KAÇIYORDU AMA ONA DOĞRU)
Fatma, yeniden
villanın yolunu tutmuştu. Arabada bu şekilde daha ne kadar mekik dokuyacak
merak ediyordu. Oysa çoktan spor kampına başlamış ve villaya kapanmıştı ama
artık acele etmek yoktu. Onur ve Yusuf Baba iki farklı insan olmalarına ve
farklı mekanlarda bulunmalarına rağmen benzer cümleler kurmuşlardı. Acele etme,
zor kullanma, kısaca sabret diyorlardı.
Sabredecekti. Hem
yalnızca Demir’ in geleceği için değil, Fatma’ nın kardeşi için de bu lisansı
geri almalılardı.
Fatma, villaya
geldiğinde elbette Demir çoktan gitmişti. Fatma, artık bunu sorun yapmayacaktı.
Gülümseyerek evin içinde dolaşmaya başladı. Bu sefer direk ses yalıtımlı odaya
geçiyordu. Çünkü o gün sesin ve duvarlara yansıyan görüntülerin yoğunluğundan
odayı tam olarak inceleme şansı bulamamıştı.
Odaya geldiğinde,
yumuşak bir müzik çalıyordu. Hayret etmişti, bu nasıl olurdu derken odanın
ayrıntılı bölmelerin birinden bir bayan çıkmıştı. Ilk başta korkmuş sonra onu
görünce rahat bir nefes almıştı. Kız buraya temizliğe gelmiş ve her temizlik
yaptığı günlerde bu ses sisteminden hoşlandığı müzikleri açıyordu. Fatma bunu
duyunca müthiş heyecanlandı. Sevdiği müzikleri kıza ileterek odayı incelemeye
başladı. Yumuşak tarz müziklerin yerden yukarıya doğru bir vurgu yapma özelliği
vardı. fatma ayaklarına vuran sesin gıcıklandırma hissine karşı duramamış ve
gülümsemekten kendini alamamıştı.
Gözlerini kapatarak
sanki müziğe ayaklarıyla dokunuyormuş gibi parmak uçlarında kendi etrafında
dans etmeye başlamıştı. Temizlik yapan kız bir yandan onu gülümseyerek izliyor
bir yandan da işine devam ediyordu. Metallica Nothing Else Matters çalıyordu.
Fatma ise tabanlarına vuran bulutların üstünde saçlarını geriye doğru savurarak
dans etmeye devam ediyordu. Temizlik yapan kız onun boksör olduğunu bilmese
balerin olduğunu düşünecekti. Vücudu o kadar esnekti ki geriye doğru ellerini
aldığında saçları yere değiyordu. Kendi etrafında havalanarak dönüp parmakları
üstüne düştüğünde dengesini asla şaşmıyordu. Sanki bu hareketleri defalarca
yapmış gibiydi.
Şarkının çıkış
yaptığı esnada oturma gruplarından birinin üstünden atlayarak havada takla
atmış ve dizi ile elleri yere değdiğinde öylece kalmıştı. Saçları tüm yüzünü
kapatmış uzunları yeri öpüyordu.
Neredeyse en
başından beri onu kapının ardından izleyen Demir, onun bu şekilde kalmasına
anlam verememişti. Onu bozmak istiyor ama bu mükemmel dansın esrarından
kurtulamıyordu. Nefes bile almadan seyrettiğini şimdi anlamış ve tıkanan
ciğerlerine bir tomar hava yollayarak sertçe alkışlamıştı.
Fatma, korkulu bir
rüyadan uyanır gibi sıçrayarak ayağa kalkmasıyla Demir ile göz göze geldi.
Demir ona hiddetle bakıyordu. Fatma biraz bozulmuştu. Istemsizce üstünü
düzelterek odadan çıkmaya yeltendi. Demir bedenini önüne kırarak;
“Ooo keyif de
yapıyoruz artık maşallah. Ben sizi rahatsız etmeseydim.”
“Geldin mi?
Geldiysen bugün spora başlayalım artık.” Diyerek bozuntuya vermeden Fatma
yanından canı sıkkın bir şekilde ayrılmıştı. Demir bu sefer yalnızdı. Ardından öylece
bakakaldı.
Bir saat kadar
sonra Demir, bahçeye inme tenezzülünde bulunmuştu. Sanki çok havasındaymış gibi
tempolu bir şekilde yanına koşarak;
“Evet, haydi
başlayalım ne yapacağız şimdi.” Fatma, balkondan kendilerini izleyen o gereksiz
arkadaşlarını görmüştü. Yine gelmişlerdi. Fatma onlardan gözünü alıp Demir’ e
çevirirken dudak bükmekten kendisini alamamıştı.
Fatma hızla
kendisini toparlayarak, motiveli bir ses tonu kullanarak;
“Haydi önce bir
ısınma turu atalım.” Diyerek yanında tempolu koşmaya başladı. Villanın
gerisindeki o araziye doğru koşmaya devam ettiler. Biraz daha koştuktan sonra
Demir;
“Sen yorulma
istersen ben turumu atıp geleyim.” dedi. Fatma kararında kesin bir tavırla;
“Olsun ben de
ısınmış olurum.”
“Bana ne kadar daha
bu şekilde koşacağımı söyle ben mesafeyi ayarlar gelirim. Hadi çocuk değilim
ya?” Fatma bu durumdan hoşnut olmayarak kabul etmek zorunda kaldı ve arazinin
belli bir kızmına kadar uzanan çitlerin bir yerine dayanarak;
“Tamam hadi ben
burada bekliyorum. Ter atmaya başladığında geri dön.” Demir arkasına bile
bakmadan başından tamam dercesine bir el arkaya savurarak uzaklaştı. Fatma onun
gidişini izliyordu. O çok ilerideki ağaçlıklara kadar gözünü kırpmadan onu
izledi. Sonrasında oradan kaybolup gitti. Artık öylece etrafı izliyordu.
Arazinin dışı da içi de belli bir alana kadar düzlük sonrasında bodur ağaçlarla
devam ediyordu. Elleriyle gözlerini ovuşturup biraz gözlerini yumdu. Telefonu yanında
olmadığı için telefonla da vakit geçiremiyordu. Sonra hızla gözlerini açıp
çitlere bacağını uzatarak gerinme hareketleri yapmaya başladı.
Zaman geçmek
bilmiyordu. Fatma; bacak, el, kol derken neredeyse tüm uzuvlarını germiş ve
stresten her tarafı gerim gerim gerilmeye başlamıştı. Akşam çökmek üzereydi ve
ne kadar yanında saat olmasa da rahat en az iki saat burada Demir’ in
ısınmasını bekliyordu. Hayır kış da değil ki soba olsa ateş olmuştu.
“Ne ısınmaymış
arkadaş.” Diyerek söylenmeye başladı. Artık gerinme hareketlerini bırakmış bir
o yana bir bu yana gelip gitmeye başlamıştı. “Bu adam beni atlatmış olmasın.
Yok yok ergen mi canım bu. Ne yani hababam sınıfı mı oynuyoruz burada. Yo yo
yapmamıştır. Hıh! Ya başına bir şey gelmişse? Sonuçta uzun zamandır spor
yapmıyordu ayağını burkmuş ve geri dönememiş olabilir mi? Ne yapsam acaba
ardından gitsem mi? Ama hiçbir yeri bilmiyorum ki. Telefonda yok yanımda, ya
ben kaybolursam. Karanlık da çökmek üzere. Çabuk karar vermeliyim. Hıh ya acil
müdahale gerekli ise. Ya baygınlık geçirip başını taşa vurmuşsa ve kanaması
varsa? Bilinicini kaybetmişse? Yok yok ben eve gidene kadar vakit kaybetmiş
olabilirim. Belki Demir’ in telefonu da vardır. En iyisi ben karanlık çökmeden
bu oğlanı bulayım. Hay aksi inşallah başına kötü bir şey gelmemiştir.”
Fatma, hızla
koşarak bodur ağaçları geçti. Ardında alabildiğine yeşillik ve bodur ağaçlar
devam ediyordu. Koşmaya devam etti. Aklında yalnızca Demir vardı. etrafın
güzelliğne dalacak vaziyette değildi. Güvenlik görevlisi gencin bahsettiği
yapay gölete kadar koşmaya devam etti. Demir buralarda değildi. Selvi ağaçları
kıyılardan dallarını suya doğru sarkıtmış, saçlarını yıkayan kadınlara
benziyordu. Ama bunları seyredalmak aklına bile gelmemiş, aklına gelen ilk
yönlere saparak koşmaya devam etmişti. etrafa “Demir!” diye bağırmaya
başlamıştı. Kim bilir böyle koşmaya ne kadar daha devam etmişti. karanlık
çökmüş ve Fatma artıknereye gittiğini bilmeden yürümeye devam ediyordu.
Kafasındaki soruların hangi birine cevap vereceğini şaşmıştı.
Demir’ in başına
bir şeyler mi gelmişti. Demir kaçmış mıydı? Ona oyun mu yapıyordu? Kameradan
onu izliyor olabilir miydi? Arsa gerçekten bu kadar geniş miydi? Arsanın bitmiş
miydi yoksa başka yerlere mi gidiyordu? Bu sorular kafasında dolaşırken bir
yandan hızlı hareket etmek ve karanlıkta sağlam adımlar atabilmek hiç de kolay
değildi. Geri dönmek istiyor ama yolu hatırlamıyordu. Bir ara tökezlemiş ve
düşmüş çamura batmıştı. Eli yüzü gözü çamura bulanmıştı. Dizi yaralanmıştı.
Artık soğuk da baş göstermeye başlamıştı.
Hala Karamoğlu
çiftliğindeyse neden bir kişi bile karşısına çıkmamıştı. Baykuşlar ağaçlarda
ötmeye başlamış. Fatma artık korkar olmuştu. Karanlıkta önünü zor görüyor ayın
ışığını kullanmaya çalışıyordu. Yön tayinini asla iyi yapamazdı. Bu konuda çok
iyi bilgisi yoktu. Yusuf Baba, denizde kutup yıldızını kullanırdı ama o nedense
onunla çok balık tutmaya gitmemişti. Sadece kutup yıldızını takip etmeye karar
verdi. En azından aynı yeri dönüp durma riskini sıfırlamış olacaktı. Yürümeye devam
ederken bir yandan da karşısına düzgün bir insanın çıkması için dua ediyordu.
Böyle yürümeye
devam ederken, farları yanan bir arazi aracı yakınında durdu.
“Hanımefendi iyi
akşamlar yardıma ihtiyacınız var mı?” Fatma yorgun ama korkan gözlerle kendisine
yardımcı olmaya çalışan bu gence bakıyordu. Işık yüzüne vurduğu için yüzünü net
olarak göremese de güvenilir birine benziyor gibiydi. Fatma arkasına baktı.
Sanki “Başka bir seçenek daha var mı?” der gibi. Genç adam, Fatma’ nın
korkmasını anlıyordu. Ama haline de bakılınca bayağı perişan görünüyordu.
“Sizi buralarda ilk
defa görüyorum. Arabanızın benzini falan mı bitti?”
“Yok ben buralarda
bir çiftliğin misafiriyim. Dolaşırken yolumu kaybettim.” Adam düşünceli bir
şekilde etrafına bakarak;
“Buraya en yakın
çiftlik Tuğrul Bey’ e ait.” Fatma bir an sevinçle sıçramıştı;
“Tuğrul Bey’ i
tanıyor musunuz?”
“Tabi, ona yem
satmışlığım çoktur. Bir dönem atlarını ben yetiştirdim.”Fatma rahat bir nefes
almış ve yüzünde bir gülümseme oluşarak gökyüzüne bakmıştı. Genç adam onun bu
haline gülümsemiş ve;
“Haydi arabaya
binin. O çiftlik buraya oldukça uzak.” Fatma arabaya binmiş, genç adam
arabasını güney istikametine çevirmişti.
“Siz buraya kadar
yürüyerek mi geldiniz?”
“Evet.” Demişti Fatma.
Bir ara göz göze gelmişler ve Fatma, genç adamın koyu yeşil gözlerini görmüştü.
Hiç köylü tipi yoktu.
“Tuğrul Bey’ in
atlarını yetiştirdim dediniz, atçılık mı yapıyorsunuz?” Genç adam gülmüştü;
“Hayır, ben aslında
veterinerim ama babam çiftçilik yapar bende küçüklükten beri bu işlerle
uğraştığım için aynı zamanda onun işlerine yardımcı olurum.”
“Babanızın köyü
buralarda mı?”
“Evet evet Tuğrul
Bey’ in çiftliğine en yakın köy bizim köyümüzdür. Ben de buralardan kopamadım.
Kendime küçük bir ev yaptım işte.”
“O zaman siz Tuğrul
Bey’ i çocukluktan tanıyorsunuz.”
“Elbette. Demir’ le
biz çocukluk arkadaşıyız.”
“Ya!” Fatma
heyecanını bassırmak istiyordu. Ama buna engel de olamıyordu. Kolay mı Demir’ i
çocukluktan tanıyan eski bir dostu karşısındaydı.
“Peki ne zamana
kadar beraberdiniz? Ya da hala görüşür müsünüz?” Bu soru karşısında adamın yüzü
düşmüştü.
“Eskisi gibi
değiliz. Önceleri çok iyi iki arkadaştık. Üniversiteye kadar beraber
okuduk.”Fatma faltaşı açılmış gözleriyle;
“Ne yani Demir,
devlet okulunda mı okudu?” Adam, bozuk bir surat ile Fatma’ ya kısa bir bakış
atmıştı.
“Hayır, Demir
tabiki de özel okulda okudu. Babası, ona çok değer veriyordu ve eğitimini en
üst düzeyde alması için elinden geleni yapıyordu.”
“Hım o zaman sizin
de babanızın durumu iyiydi. Çiftçilikte gelir düzeyi yüksekmiş demekki?”
“Babamın gelir
durumu yeterince iyiydi ama özel okula evladını gönderecek kadar da iyi
değildi.” Fatma, o zaman yanında oturan bu adamın ne zenginlerin paralar
dökerek gittiği okullara aklı ile kazandığını anlayabilmişti. Ona şimdi daha
bir saygı duyarak bakıyordu.
“Anlıyorum. Peki
sonra ne oldu da Demir’ le irtibatınız koptu. Boksa başlaması mı?”
“Yo Demir’ i öyle
şeyler asla değiştirmez.” Bir anda gözleri dalar gibi olmuştu.
“Yani öyle
sanırdım. Hiç bir kuvvet Demir’ i değiştirmez sanırdım. Ama hayat işte. Artık
hiçbir şey eskisi gibi değil.”
“Ne oldu peki.
Demir’ e ne oldu da bu hale geldi.”
“Sen bilmiyor
musun? Nasıl olur hiç mi duymadın?” Adam affallar bir şekilde Fatma’ ya bakmış
ve onun gerçekten bilmediğini anlayınca içine bir kurt düşmüştü. Daha Fatma’
nın kim olduğunu sormadan ailenin özelini anlatıyordu. Hemen kendisini
toparladı.
“Neyse boşver. Bu
arada sen Demir’ in nesi oluyorsun?” Fatma, artık aynı tepkiye alışmıştı. O
yüzden üsteleme gereği duymadan değiştirilen konuya cevap vererek ayak uydurdu.
Kendisini tanıttıktan sonra da atlar hakkında merak ettiklerini sordu. Bu genç
adam, Fatma ile hoş sohbet ettikçe onu daha çok tanımak istemişti. Elinde olsa
yolu daha çok uzatırdı ama üstü o kadar çok ıslanmıştı ki üşütmek de istemedi.
Nasıl olsa o buralardaydı ve daha çok görüşme fırsatı olacaktı. Samimi bir
tebessümle Fatma’ nın elini sıkarak Içi rahat bir şekilde onunla vedalaştı.
Selvi, kapıyı
açtığında çamurlar içinde kalmış Fatma’ yı görünce dehşete düştü. Elleriyle
ağzını kapatmış şaşkınlığına yenik düşmüş bir halde bakakalmıştı. Fatma, hızla
içeri girerek;
“Demir nerde Selvi?
Geldi mi?” dedi.
“Evet abla. Geleli
çok oldu. Arkadaşlarıyla film izliyor. Fatma hızla merdivenlerden çıktı ve tek
solukta odaya dalıverdi.
Herkes oturduğu
yerde zıplamış, bir tek Demir istifini bozmamıştı.
“Nerdesin sen? Kaç
saattir seni bekliyorum.” Demir onu takmaz bir tavırla koltuğuna yayılırken;
“Oooo kakalak hanım
sonunda teşrif ettiniz mi? Ben sporu bitireli çok oldu.”
“Kaç saat seni
bekledim. Belli ki başka yoldan kaçmış eve gelmişsin. Yazık ben de sana bir şey
oldu diye korkarak arazi arazi seni aradım. Belki düştü, başını vurdu, yardıma
ihtiyacı var. Nasıl kendimi yollara attım bilemedim. Sense burada benimle dalga
geçmenin fırsatını kollamışsın.”
Demir, o zaman
Fatma’ ya bakmayı akıl etmiş ve onun perişan olmuş halini görmüştü.
Yanındakiler üstü başı ile dalga geçmeye devam ediyordu. Demirse ne geri adım
atıyor ne de onlar gibi dalga geçebiliyordu. Sonuçta onu önemsemişti.
Fatma diyeceğini
demiş ve odadan çıkmıştı.
7. BÖLÜM (NEDEN GİTMİYORUM?)
Sabah hiç olmadığı
kadar parlak ışığıyla yüzüne vuruyordu aynı acıları gibi. Herkes onu taşlamıştı,
herkes onun canını yakmıştı ama o her zaman olduğu gibi dik durmayı yine başarmıştı.
Gözlerinin karanlığında; gençliğe henüz adım
attığı zamanları canlanıyordu. Nefretle attığı yumruklar sanki aynı kuvvetle
suratına çarpar gibi canını daha da yakıyordu. Ama o her duyduğu acı da daha
bir kuvvetle vuruyor ve hayata olan kızgınlığını bu şekilde içinden söküp atmak
istiyordu. Etrafında gülüşen çocuklar bahçede doluşmuş onun yere serdiği oğlana
“yuh” çekiyorlardı. Fatma hiç yere düşmemişti. Hayat onu ne kadar düşürmek
istese de o dövüşte yere düşmeyerek asla yenilmeyeceğini böylece ispatlıyordu.
Gözlerinin perdesi aralandığında açılmış olan
pencereden içeri esen o yumuşak ama serin rüzgarın beyaz perdeyi
havalandırdığını görüyordu. Sonra karanlığına tekrar kapanıyor ve o bahçede
dövüştüğü ana geri gidiyordu. Bu çocuk Fatma’ yı durdurmak için sunulan son
umuttu. Ama onlar için artık herşey bitmişti. Fatma yenilmezdi. Kulaklarını
dolduran bağırmalar Fatma’ ya tezahürat değil yerde kanlar içinde yığılıp
kalmış olan oğlana yapılan yuhlardı.
Herkesin ortasında
kulağını çeken ise beden eğitimi öğretmeniydi. Onu sürükleyerek idare katına
götürüyordu. Fatma, “Artık olacağı ne varsa olsun.” Modunda hayattan bezmiş ve
bitap düşmüş bir haldeydi. Fatma, yenilmişliği bile kazanarak kabul ediyordu.
Çok özel bir çocuktu. Vazgeçmekten anlamaz, kaybederken bile geride bir
galibiyet bırakan, durmaktan vazgeçtiyse ve gidecekse gidişi bile olay olan
Fatma… başını eğmiş öğretmeninin keseceği cezayı kabullenmiş bir halde
beklerken o beklemediği tepki;
“Şampiyon
olabilecekken yumruklarını neden böyle boşa sarf ediyorsun?”
Fatma, bitkin bir
halde yine o hayatını değiştiren öğretmenin yüzünü görmek istercesine
perdelerini aralamış ve perde yine gözlerine uçuşarak onu bir bebek gibi karanlığına
geri gönderivermişti.
“Neden
konuşmuyorsun? Vurmak seni rahatlatıyor öyle değil mi?”
“…”
“Bak Fatma, seni
bıraksam bugün o çocuğu kıyma yapacaktın. Belli ki yalnızca okul hayatını değil
tüm geleceğini kafanda silmişsin.”
“…”
“Senin için nelerle
mücadele ettiğimi bir bilsen. Diğer öğretmenlere göre boşa vakit harcıyorum.
Diğer öğrencileri harcıyorum. Sen artık iflah olmazsın. Bitti. Kabul et. Bana
nelerle baskı yapıldığını bir bilsen. Şuradan çıktığında seni ben korumasam kaç
kez islah evine gidecektin hiç saydın mı?”
“…”
“Madem bu hayatı
gözden çıkardın o zaman bu hayatı bana ver. En azından bana direnme. Bu
yumrukların yeri parmaklıklar ardı değil. Iplerin ardı olmalı.”
“İpler mi? O da
ne?”
Fatma gözlerini
yine aralamıştı. Heyecanı daha o gün ki gibi kalbine vurmuştu. Bir anda iplere
serildiği an gözlerinin önünde canlandı. O maçta daha kaç kez yüzüne yumruk
yiyecekti bilemiyordu. Iplerden çıkmak istiyor ama bir yanı da onu ısrarla ringe
çekiyordu. Zilin çalmasını umuyor ama sanki saniyeler daha bir öteye çekiyordu.
Sonunda zil çalmış ve Fatma, gözleri şişmiş kendi tarafını şaşmış zor ayakta
duruyordu. Takımın elemanları onu kendi tarafına destekleyerek getirmişlerdi.
Köşeye koydukları tabureye ceset yığını gibi yığılıvermişti. Doktor tamponlarla
yüzünden akan kanları siliyor, Yusuf Baba dişliğini çıkarmış mataradan su
içiriyordu.
“Son round,
dayanmalısın. En azından kaybetme anladın mı beni? Zorlandığını görüyorum. Ama seni
bir daha Avrupa’ ya taşıyabilmem için ayakların üstünde durmalısın. Anladın mı
beni?
Ağzından kelimeler
dökülüyordu ama anlaşılmıyordu. Yedikleri dayakların acısından olmalı Fatma’
nın algısı çok başka bir yöne kaymıştı;
“Ne diyorsun
anlamıyorum!” diye bağırarak Yusuf Baba kulaklarını ağzına kadar dayadı.
“Beni hapisten
kurtarıp kafese soktunuz. Kuş yine uçamıyor.” Yüzüne düşen dehşet gözlerinin
önünde büyüyordu. Yusuf Baba kalbinden vurulmuş gibi donmuş kalmıştı. Gerçekten
Fatma’ ya yaptığı bu muydu?
“Uçmak mı ben seni
gezegenlere çıkardım! Daha hala alçakta mı kalmaktan söz ediyorsun? Görmüyor
musun? Yıldızlar bile senin gerinde kaldı! Kafes burası değil Fatma senin
kalbin. Sen hala kendini aşamamışsın. Uçmak mı istiyorsun o zaman git ve şu
sarı çiyanın üstüne uç!”
“Küt!” yataktan
sıçramasına sebep olan aldığı yumruk değil kapı çarpmasıydı.
“Hıh afedersiniz
hocam sessizce ortalığı toparlayıp çıkacaktım bir anda kapı çarptı.”
“Fatma yüzüne gelen
saçlarını arkasına toparlarken gözlerini deminden beri alıştıramadığı ışığa
alıştırmaya çalışıyordu.
“Yok önemli değil.
Zaten şu güneş bir türlü uyutmadı. Saat kaç acaba biliyor musun?”
“Saat on oldu
hocam.” Fatma hayal kırıklığı yaşamıştı.
“Gerçekten mi? o
kadar olmuş demek saat?”
“Dün çok
perişandınız hocam. Ben olsam değil saatler haftalar olsa uyanamazdım.”
“Basit bir arazi
taramasıydı o kadar. Bunu zamanında Afad ekibiyle de çok yaptım.”
“Bu arada
kahvaltınız hazır hocam. Selvi en son Demir Bey’ in kahvaltısını topluyordu.”
“Demir kahvaltı
yapacak kadar erken mi uyandı?”
“Evet bugün
erkenciydi.”
“O zibidi
arkadaşları da var mı?”
“Evet hiç
gitmiyorlarki.”
“Off!” diyerek
Fatma yatağından kalkmış ve hazırlanmak için banyoya geçmişti.
Yemek salonuna
geldiğinde kahvaltısı o kızın dediği gibi aynen hazırdı ama Selvi ortalarda
görülmüyordu. O zibidilere hizmet veriyor olabileceğini düşünerek ses sistemli
sinema odasının yolunu tuttu. Bu sefer gürültü yoktu. Kapıyı açtığında tahmin
ettiği gibi Selvi onların önüne atıştırmalıklar koyuyordu. Kimisi ayakta kimisi
oturuyordu. Demir de aralarında oturuyordu. Ayakta olanlar Selvi ile dalga
geçip duruyorlar oturanlar da sanki seyirci gibi çekirdeklerini çitletirken
keyifle gülüyorlardı. Demir’ e baktı o da onlardan geriye kalır bir yanı yoktu.
En azından kızlar onlara katılmaz diye düşünüyordu ama onlarda kızcağızla
geçtikleri dalgalara keyifle kahkaha atıyorlardı. Bu manzara Fatma’ nın çok
ağırına gitmişti. Erkekler tarafından bir kızın ezilmesine asla tahammülü yoktu
tam müdahale edecekti ki hergelelerden biri kızcağızın kalçasına bir şaplak
attı. Fatma hiddetle bağırdı;
“Sen ne yaptığını
sanıyorsun ahmak herif! Bir bayana nasıl böyle davranırsın!” diyerek hiddetle o
adama doğru yürümeye başladı. Yanından geçtiği adamlardan biri sigaradan
sararmış pis dişleriyle sırıtarak;
“Ne o sana da mı
yapalım istiyorsun?” demesiyle ona da şaplak atması bir oldu. Fatma fişek
hızıyla kolunu kavradığı gibi adamı iki büklüm yere serdi. Büktüğü kolu ısrarla
hala bırakmıyor ve diğer eliyle ton ağırlığındaki yumruğunu tam indirmek
üzereyken Fatma kendisine geldi.
Adam inim inim
inliyor Fatma’ nın elinden kurtulmaya çalışıyordu. Ama güç sarfetmeyi bırak
kendisini ona teslim olmuş vaziyette yüzü yere kapaklanmış bir şekilde boylu
boyunca yatıyordu. Bu adamlar için daha fazla ezilmeye ve karaktersizleşmeye
gerek olmadığını içinde hissetti. Dahası böylesine tavırlara göz yuman
seviyesiz bir zengin zübbesi için asla kılını bile kıpırdatmayacağının kesin
kararını vererek kolunu bıraktı.
Adam duyduğu
rahatlığın verdiği hazla yerde öylece durmaya devam ediyordu. Demir ise Fatma’
ya öylece donmuş gözlerle bakıyordu. Ne bir şey demiş ne şaşırmış ne de bu
olaylarda memnundu. Yüzünde hiçbir duygu ifadesi yoktu.
Fatma, Selvi’ yi
narince kolundan tutarak dışarı çıkardı. Merdivenlerden neredeyse koşar adım
iniyorlardı. Nedense Fatma giderken onu orada bırakmaya içi razı olmamıştı.
“Abla takma kafana
bunlar hep böyle alıştım ben.” Fatma bir an için affallamıştı. Hızla indiği
merdivende bir an için duraksadı;
“Nasıl yani bunlar
sana hep böyle davranıyor mu?”
“Ne yapayım
ablacığım?”
“Peki hiç Tuğrul
Bey’ e söylemedin mi?”
“Söylesem ne
değişecek? Yine evde bunlar kalacak Tuğrul Bey gidecek. Ben belki daha kötü
tavırlara mağruz kalacağım. En iyisi susmak benim için.”
Fatma bu olayı
onaylamazcasına başını sallayarak merdivenlerden inmeye devam etti.
“Selvi, en azından
senin için burada kalmayı düşünebilirdim ama benim seni korumamla çözülecek
işler değil bunlar. Ne yazık ki sen de bir şeyler düşünmelisin. En azından geri
planda çalışmayı teklif edebilirsin.”
“Abla, bu
konuşmalar bana hiç de iç açıcı gelmedi. Sanki veda konuşmaları gibi.” Selvi,
korkan gözlerle kapı önüne gelmiş Fatma’ ya bakıyordu.
“Burada kalmam için
bir sebep kalmadı. Demir, yaşını başını almış bir adam ben de çocuk bakıcısı
değilim. Ben bir antrenörüm yaşam koçu ya da psikolog değilim. Ona yardımcı
olamam Selvi. O yüzden benim işim bitti. Seni tanıdığıma çok memnun oldum.
Yerimi Fatih biliyor gelmek istediğin her zaman gelebilirsin.” Diyerek Selvi’
ye kocaman sarıldı.
Kapıdan çıktığında
Fatih bahçede çalışanlarla sohbet ediyordu. Fatma’ yı farkedince koşarak yanına
geldi. Fatma henüz daha yolu yarılamamış olan Fatih’ e yüksek sesle;
“Fatih! Beni Tuğrul
Bey’ in şirketine götür.”
“Tabi hocam!”
Fatih, tatsız olayların kokusunu almıştı. Derhal kapıyı ona açmış ve hışımla
şoför koltuğuna geçmişti.
Uzun bir süre yol
boyunca ikisi de sessiz kalmışlardı. Fatma düşüncelere dalmış etrafı izliyordu.
Fatih dikiz aynasından arada ona bakıyor ve tekrar yola bakmaya devam ediyordu.
Konuşmak için açık olmasını bekliyordu ama o hala dalgın gözlerle uzaklara
bakıyordu.
Sabah, uykusunda
gözlerine düşen ana geri döndü. Kendisini bir kafeste gibi hissediyordu. Sanki
tüm dünya onu sarıp sarmalamış ve nefes aldırmıyor gibiydi. Aynı şimdi
hissettiği gibi. Tekrar o anlara dönmek istemiyordu. Geçmişinde onu nefessiz
bırakan o kadar çok olay vardı ki. Herbirinden sıyrılmışken şimdi bir anda
kendisini o günlere çeken bir ortama bir daha girmek istemiyordu.
Bazen yaşadığın
olaylar değildir sana geçmişi çağrıştıran bazen hissettirdikleridir. Artık,
Demir ona nasıl bir acı verdiyse geçmişinde ki perdeler tekrar açılmıştı. O
yaşadığı en zorlu roundlar birer birer gözlerinde canlanıyordu.Demir aralarında
en hafifiydi. Ama bir zamanlar o roundlar da hayatın vurduğu kadar acıtmıyordu.
Yüzüne her yediği yumruk sanki kaderin yüreğinde bıraktığı dikenleri söküyor
gibiydi. Arkadan Yusuf Baba’ nın sesi geliyordu;
“Neden yumruk
yiyorsun kaldır ellerini kaldır!”
“Dikenlerim
dökülüyor hoca!” demeyi ne kadar çok isterdi. Ne kadar çok canı yanmıştı. Ne
kadar çok ağlamıştı. Ona sırık diye dalga geçtikleri için değil, ona erkek
Fatma dedikleri için değil, erkekler tuvaletine sıkıştırıp üstüne çullandıkları
için değil… Onu acıtan ne bir yurt müdürünün bağırmalarıyla kestiği oda cezası
ne de öğretmenlerin ona sokak kızı gözüyle baktığı bakışlarıydı. Onu en çok
acıtan anne ve babasıyla kahkahalar içinde ısınan sıcacık yuvalarının bir günde
sadece bir günde elinden alınmasıydı.
Kız kardeşi ne
kadar şanslıydı. Hiçbir şeyi hatırlamayacaktı. Ne o güzel yuvayı ne de o
felaket kazayı. Ama o her an içindeydi. Dış Dünya ne kadar canlıysa Fatma’ nın
iç dünyası da an ve an o kadar canlıydı. Etrafında uçuşan o gri duman hala
yüzünden sıyrılıyor, kazanın kalıntıları hala gözlerinin önüne geliyordu.
Bacağındaki yara hala acıyor başından sıyrılan kan hala yanaklarına sızıyordu.
Kim derdi ki yerli
yerine oturmuş bir bina bir anda çöker işte bir aile böyle yıkılmıştı. Bir
anda.
Gözlerinden sızan
yaşı elinin tersiyle sildi. Ne beline takılan madalyalar, ne savurduğu
yumruklar ne sevinçle havaya kalkan eller hiçbiri içindeki acıyı söküp atamadı.
Çünkü hayat hep onu yarım bıraktı. Bir bütün olamadı. Ne zaman ayağa kalkıyorum
dese bir çelme daha yedi hayattan. Kazandığı maçları kardeşiyle kutlamak varken
onu da çekip elinden alıvermişti hayat. Ama bu sefer toprak değildi alan. Ve
elbet birgün kardeşini geri alacaktı. Hep bu umutla yaşadı. Hep bu umutla
dövüştü. Şimdi ise Demir yine kardeşi için bir umut olmuştu. Ama o da yarım
kaldı.
Oysa silmişti
aklından herşeyi oluruna bırakmış ve çalışma salonuna kendisini kapatmıştı.
Alışmıştı bu hayata. Para kazanma vaadi bir anda içinde sönen umut ışığını
yakıvermişti. Ama o da söndü işte hem de çok kısa bir sürede. Artık kabul
etmeliydi. Hayatı kendi haline bırakmayı kabul etmeliydi. “Bu son.” Dedi kendi
içinden “Artık umut etmek yok.”
8. BÖLÜM (SÖZLEŞMEYİ SONLANDIRIN)
Şirketin otoparkı
önüne geldiklerinde Fatih, Fatma’ yı burada indirdi. Fatma arabadan indiği gibi
bir seferde gittiği idare katını kendi eliyle koymuş gibi buluverdi. Bayan sekretere;
“Tuğrul Bey
yurtdışından ne zaman döner acaba?”
“Tuğrul Bey dün
yurtdışından döndüler efendim?” Fatma affallamıştı.
“Ama dün ben
onların evindeydim. Geldiğini duymadım.”
“Eve çok uğramaz
efendim. Dün kendi otellerinde kaldılar.”
“Ya anladım. Ben
derhal onunla görüşmek istiyorum. Bir de arkadaşım Selçuk’ u çağırabilir misiniz?
Odasını bilmiyorum.”
“Siz buyrun böyle
geçin ben hemen haber veriyorum.”
Fatma bekleme
koltuklarından birine oturmuş ve burnundan soluyarak etrafı seyredalmıştı.
Sekreter neredeyse girmesi ile çıkması bir olmuştu. Kendisi ile beraber iki
adam daha odadan çıkmışlardı.
“Buyrun Tuğrul Bey
sizi bekliyor.” Fatma hışımla kalktığı gibi tek solukta kendisini odaya attı.
Adam kendisine doğru hışımla gelen kadıncağıza sıcak bir gülümseme ile elini
uzatmış ama masasına çarpılan sözleşme ile karşılığını almıştı;
“Fatma Hanım, ne
oldu? Bir sorun mu yaşadınız?”
“Sözleşmeyi
karşılıklı olarak derhal feshediyoruz Tuğrul Bey. Tek taraflı geri çekilmenin
yaptırımları var. Tabi geçerli mazeret yoksa. Ama isterseniz sorun çıkarabilir
ve ben derhal mahkemeye başvurur ve boksörün antrenmanlarda sürekli sıkıntı
çıkardığını, evin çalışanlarına sarkıntılık yaptığını ayrıca bana yapıldığını
iddia eder ve ispatlarsam bu sefer yaptırımı size daha pahalıya patlar. Hatta
anlaştığımız mebrağnın oldukça üstünde ama artık ben sizden ne antrenman parası
ne de sözleşme feshi tazminatı istiyorum.”
“Fatma Hanım ne
istiyorsanız yapacağım. Sizi temin ederim. Lütfen buyrun şöyle oturun.” Adam o
kadar ılıman yaklaşmıştı ki Fatma itiraz edememiş ve olduğu yere çöküvermişti.
Tuğrul Bey telefonla hemen iki adet rahatlatıcı bir bitki çayı istemişti.
Tuğrul Bey önüne atılan sözleşmeyi çevirip sayfalarını karıştırmaya başladı.
Fatma az çok Tuğrul Bey’ i çözmüş ve çaylar gelene kadar konuşmayacağını
öğrenmişti. O yüzden kendisi de beklemeye başladı. Çok geçmeden bayan içeri
girmiş ve çayları önlerine bırakıp gitmişti.
Tuğrul Bey derin
bir nefes almış ve çayından yudumlamıştı. Oldukça sakin ama bir o kadar durgun
görünüyordu.
“Fatma Hanım, sizin
gibi güçlü ve yılmaz bir kadını nasıl bezdirmişse siz bile oğlumla çalışmaktan
vazgeçiyorsunuz. Sizden yaptıkları için ne kadar özürdilesem azdır, telafisi
yoktur bilirim. Yaşadıklarınız göz ardı yapın diyemem ama inanın Demir’ den çok
başka bir kişiyle dialog içerisindesiniz. O gerçek Demir değil. O benim eski
oğlum değil. Çok uğraştım çok çabaladım onu geri kazanabilmek için. Gitmediğim
doktor danışmadım eş dost kalmadı. Ama olmadı. Kabullenmeye çalışıyorum ama
böyle nereye kadar gidecek? Ne onu bırakabiliyorum ne de ona yardım
edebiliyorum. Elim kolum bağlandı. Sonra sizi duydum. El altından bir dostum
sizi önerdi bana. Yaparsa bir Fatma yapar dediler. O da bu çukurdan çıktı.”
“Oğlunuz çocuk
değil Tuğrul Bey. Bu yaştan sonra değişeceğini sanmıyorum. onu tanıdım. Hayatta
değişmez. Sizin adınıza üzgünüm. Ama kabul etmekten başka şansınız yok.” Fatma
konuşmayı bitirmiş gibi koltuğundan hafifçe doğruldu.
“Size bir şey
izletmek istiyorum.” Tuğrul Bey bilgisayar ekranını Fatma’ ya doğru ikisinin de
görebileceği şekilde çevirdi. Masaüstünden bir kaç dosyaya tıkladıktan sonra
bir video ekrana düştü. 12 yaşlarında bir oğlan çocuğu kum torbasını dövüp
duruyordu. Klasik bir geçmiş izleyeceğini anlayan Fatma sırtını koltuğa
yaslayıp sıkkın bir yüz ifadesiyle izlemeye başladı. Geri plan çok görülmese de
salonun villada bahsedilen salon olduğu anlaşılıyordu. Kamera ayaklarına doğru
indiğinde emzikli sarı saçlı bir kız çocuğu oğlanın bacaklarına yapışıyordu.
“Bu videoyu yıllar
önce müsabakalara nasıl hazırlandığını göstermek için hazırlatmıştık. Anneleri
bu zamanda henüz daha hayattaydı. Kanser olduğunu bilmiyordum. Hayatımın en
güzel günleriydi. Karım hayatta, kızım hayatta. Şimdi ki zenginlik ne ki asıl
ben o zaman zenginmişim, şimdi tüm varlığımı alsalar ve bana o günleri verseler
başka ne isteyebilirim ki?” Adamcağız gözlerinden akan yaşı masadan aldığı bir
peçete ile silmiş ve konuşmaya devam etmişti.
Video sanki
oynamıyordu, ateşten bir nehir gibi Fatma’ nın içine akıyordu. Annesinin o
canlı halinden çok daha zayıf ve saçları dökülmüş, başının bir kısmını kaplamış
bandanası ile yanyana oldukları bir an geldi. Çocuklarına sıkı sıkı sarılmış ve
gülümsüyordu. Onun annesi ölmeden bir gün önce gülüyordu; öleceğini bilmeden. O
da gülümsüyordu öleceğini bilirken.
Zaman geçiyordu.
Demir’ in yüz hatları şimdikini biraz daha andırıyordu. O küçük kız çocuğu hala
minicikti ama emziğini atmıştı. Ama bu sefer anneleri yoktu. siyah takımlar
içinde Demir cenaze namazının en ön safında durmuş annesinin namazını
kılıyordu. Yalnızca aile kamerası yoktu gazetecilerin de kameraları vardı.
Flaşlar durmadan patlıyordu. Küçük kız çocuğu bir kadının kucağında hiçbir
şeyden habersiz yeşillere sarılmış annesinin tabutunu öpüp duruyordu.
Fatma, akan
yaşlarına engel olamıyordu. Ama aile kopmamıştı, yıkılmamıştı ve hayatına daha
sağlam tutunuyordu. Demir çalışmalarına artık daha sert devam ediyordu. Minik
kız çocuğu ağabeysinin yanından bir an bile ayrılmıyordu. Boks onlar için bir
yaşam kaynağı olmuştu. Annelerini boksla bağdaştırmışlardı. Belliki bunun böyle
olmasını en çok da anneleri istemişti. Bu yüzden oradan aldıkları her bir
başarı onlar için çok daha başka anlamlar ifade ediyordu. Kazandıkları her
maçta minik kız çocuğu Demir’ in kucağına veriliyor ve madalya yerine kardeşini
havaya kaldırıyordu. Neredeyse tüm antrenmanlarında yanındaydı ve sürekli “Vur
abi! Vur abi!” diyerek tezahürat yapıp duruyordu.
Yalnızca
antrenmanlar da değil doğum günlerinde, bayramlarda ve akla gelen tüm özel
günlerinde o sarı saçlı minik kız çocuğu Demir’ in kollarındaydı. O kadar
dalmıştı ki videonun bittiğinin farkına bile varmamıştı. Tuğrul Bey’ in sesiyle
oturduğu yerde minicik sıçramıştı.
“Karım, eğer
yaşasaydı ve tanışmış olsaydınız ne kadar özel bir kadın olduğunu anlardınız.
Herkesi severdi. Sevgi doluydu. Sanki dünya bile son bulacak ama o hiç sonlanmayacak
kadar sevecen ve tatlıydı. Kanserin kendisini yok etmesine izin vermedi.
Bedenen demiyorum kastettiğim o sevecenliği ve mutluluğu. Bir an bile olsun onu
üzgün görmedim biliyor musunuz? Bir an bile yüzü düşmedi. Hatta karşısındaki
insana hissettirecek kadar yaşama karşı doyum almış bir tavrı vardı.
çocuklarına doymuş, yaşına doymuş bana doymuş… keşke tanısaydınız keşke. Ve
birgün yenik düştü. Ama öylesine güzel bir ölümdüki size anlatamam. Melekler
bile böyle güzel ölebilirler mi ölselerdi eğer? Çok olmuştu yatak örtülerini
beyaz taktırmayalı çünkü ara ara burnundan ya da herhangi vücut boşluklarından
kan sızabiliyordu. Bir gün öncesi özel olarak istemiş beyazlar içinde olsun
diye hatta kızlar da şaşırmışlar neden böyle istedi diye. Çok özledim beyazlar
içinde uyumayı demiş. Bugün bir kere olsun beyazlar içinde yatayım, temizliği
hissedeyim demiş. Pijamalarına kadar beyaz giyinip de yatmış. Belki özel olacak
ama hocam rahatsızlığından itibaren odasını benimkiyle ayırmıştı. O bizim onun
perişan haline seyirci kalmamızı istemezdi. Hoş ne yalan söyleyeyim doğrusu ben
de kaldıramazdım. O son zamanları yaşayan bilir. Ve sabah odasına gittiğimde
inanır mısınız bembeyaz örtüler içinde beyaz bir gül kadar güzel kokuyordu.
Odaya girer girmez böylesine bir hoş koku burnuma yayıldı. Hasta olduğunu
bilmesem her defasında uyandığında kanlar içinde olduğunu bilmesem olağan bir
şeymiş gibi üstüne düşmezdim belki hatta huzur bulurdum. Ama ben dehşete
kapıldım. Karım kanlar içinde değildi. O zaman yüreğime sert bir yumruk çöktü o
anda. Ne ona doğru yürüyebiliyor ne de geri gidip evdekilere bağırabiliyordum.
Yalnızca bakıyordum ve gözlerim beni nefes alıyormuş gibi yanıltıyordu. Sanki
göğsü inip kalkıyordu. Ama biliyordum o çoktan göçüp gitmişti.
Yine de çok
sarsılmadık. Annemiz hastaydı ve hepimiz biliyorduk. Bu yüzden ertesi gün
hayata uyanışımız daha güçlü oldu. Daha çok gülüyor ve daha çok seviyorduk
birbirimizi. Çünkü yetiştirmemiz gereken küçük bir kardeşimiz vardı; Açelya.
Fatma dehşetle
gözlerini açmış ve “Açelya mı?” diyerek öylece kalakalmıştı.
“Evet Açelya benim
küçük kızım.”
“Ya ne güzel bir
ismi varmış.” Diyebilmiş ama neredeyse bu cümlesi anlaşılmayacak kadar sessiz
söylemişti. Dikkati üstüne çekmemek adına hemen;
“Peki nerede şimdi
ona ne oldu? Ben hiç görmedim.”
“İşte Demir’ i
bitiren o kaza oldu. Kimsenin öğrenmesini istemediğim ve bilenlerin de ağzını
mühürlediğim o elem kaza.” Tuğrul Bey anlından akan terleri peçetesi ile
silerek derin bir nefes almıştı. Yüzü kıpkırmızı pancar gibi kızarmış ve nefes
almakta zorluk çekiyordu.
“Ah Açelya’ m benim
güzel kızım. Bahtı kara ömrü kısa kızım benim. Annesi gittikten sonra biz sırf
onun için güldük, onun için oynadık, dövüştük… Ne yazıkki yasını bile
tutamadım. Off!” BAşını geri doğru yaslamış ve uzaklara dalmıştı.
“Demir, kendisini
çok suçluyor. Oysa hepimizin ihmalkarlığı. Bir sabah Açelya ortadan kayboluyor.
Ev büyük ara ara kaybolması çok normal geliyordu bize. Yalnızca onunla
ilgilenen özel bir bakıcısı vardı. Artık on yaşında bir kız çocuğuydu ve bu kadar
üstüne düşülmesini istemiyordum. Biraz ayakları üstünde durmayı öğrenmeliydi.
Yalnız başına evdeki işlerle de meşgul olabilmeliydi.”
9. BÖLÜM (DEMİR’ LE ÇALIŞAMAM)
Odadan çıktığı gibi
sekretere tuvaletin nerede olduğunu sordu. Karnını tutarak tuvaleti zor eden
Fatma, girdiği an kusmaya başladı. Duvarı zor bulup, düşmeye ramak kala zor
tutunan Fatma hem ağlıyor hem de içi sökülürcesine kusuyordu. Ne kadar bu
duruma engel olmak istese de engel olamıyor ve hem hıçkırıyor hem de kusuyordu.
Odadan çıkmasını
bekleyen Selçuk, onun hızla tuvalete gittiğini görünce o da peşinden koşturarak
gelmişti. Ne yazıkki bayanlar tuvaleti olduğu için içeri girmemiş ama Fatma’
nın öğürme seslerine daha falza dayanamamış ve içeri dalmıştı. Direk duvardaki
peçeteye saldıran Selçuk, eline tomarla peçete doldururken bir yandan da kapısı
yarım açık olan kabine bakıyordu;
“Fatma, iyi misin
ne oldu böyle!”
Fatma konuşmayı
bırak kusma ve yoğun hıçkırıklarından nefes bile alamıyordu. En sonunda
kabinden çıkmak için davrandığı esnada Selçuk hemen kolundan destek olmuş ve
neredeyse baygınlık geçirecek olan Fatma’ yı lavabonun başına getirebilmişti.
Elindeki peçetelerle yüzünü ve elbisesini sildikten sonra musluktan yüzüne
birkaç kez su çarptı. Fatma, ağlamaya devam ediyordu. Hem de öylesine ağlıyordu
ki içindeki acıyı dışarı atmak istercesine. Selçuk, ne olduğunu anlayamamış ama
öğrenmenin peşini de bırakmıştı. Arkadaşının rahatlamasına ihtiyacı vardı.
Omzunu sakinleştirmek istercesine sıvazladı. Fatma, Selçuk’ un boynuna sarılıp
hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti. Selçuk, sımsıkı sarılmış onu teselli
ediyordu.
Tuvalet
koridorundan geçerken, bayanlar tuvaletinin içerisinden gelen yas tutarcasına
ağlama sesini duyunca bir an duraksadı ve içeriye kulak kabarttı. Tam bu esnada
elinde dosya ile yanına yaklaşan avukat duyulmasını istemiyormuşcasına yanağına
kadar yaklaşıp;
“Sözleşmeyi
sonlandıralım mı efendim?” dedi. Çatık kaşlarının altından bakışlarını bir an
dosyaya kitledi. Ve o çatık kaşları bir anda salınıverdi.
“Ah! Yo şimdilik
bekleyelim.” Avukat çeketinin iki yanını buluşturmak için tuttuğu elini salarak
dosyayı kapattı ve tekrar el kıvraklığı ile çeketinin iki tarafını tekrar
buluşturarak;
“Peki efendim.
Izninizle büroma geçiyorum.” Tam arkasına dönüp gidecekti ki Tuğrul Bey
kolundan yakalayıp kulağına doğru eğildi;
“Ha bu arada! Sen
Demir ve tüm çevreye sözleşmenin sonlanmış olduğunu duyur. Herkes öyle bilsin.”
“Tabi efendim nasıl
arzu ederseniz. O iş bende.” Diyerek gülümseyip yanından ayrıldı. Tuğrul Bey
tuvaletin önünde daha fazla dikkat çekmemek için oradan hızla ayrıldı.
Selçuk, Fatma’ nın
hava alması için şirketin teras katına çıkardı. Orada oturma kamelyalarından
birine karşılıklı oturdular. Selçuk, sessizce Fatma’ yı izliyordu. Fatma ise
ağlaması kesilmiş, yüzü gözü şişmiş ve kıpkırmızı olmuş suratıyla etrafı
inceliyor ve yüzüne vuran serin havayı ciğerlerine çekiyordu. Öylece uzun bir
müddet konuşmadılar. Fatma zaten oldum olası konuşmayan içine kapanık bir
kızdı. Bu yüzden ondan bir hamle beklemiyordu. Yalnızca bir kez olsun kendisine
bakmasını bekliyordu. O zaman kendisi konuşmaya başlayacaktı. Ama Fatma,
uzaklara dalmış bir şekilde mırıldandı;
“Teşekkür ederim.”
Selçuk, heyecanla masaya kollarını dayararak;
“Ne teşekkürü
Fatma, bunlara seni ben bulaştırdım. Şimdi nasıl pişamnım bir bilsen. Çok
özürdilerim. Sana ne yaptılar bilmiyorum ama inan Tuğrul Bey, çok efendi bir
adamdı.”
“Yo yo! Tuğrul Bey
gerçekten de bahsettiğin gibi çok iyi çok babacan bir adam.” Selçuk
affallamıştı;
“Eh! Peki o zaman
seni bu kadar inciten ne oldu?”
Fatma, bir an için
Selçuk’ un gözlerine kısa bir bakış attı. Nasıl bir bahane uyduracağını
düşünüyordu. Kulaklarında Tuğrul Bey’ in son dediği cümleler yankılandı;
“Fatma Hanım sen
halden anlarsın diye bu yaşadıklarımızı sana anlattım. Demir’ in sağlığı için
Açelya’ yı ne olur kimseye anlatma.Ne olursa olsun. Sana bu konuda
güvenebileceğimi biliyorum.” Fatma, yaşlar içinde konuşamamış sadece başını
onaylar şeklinde sallamıştı. Sanki yine o andaymış gibi bir anda iç çekmiş ve
göğsünü eliyle bassırmıştı. Selçuk, telaşla “İyi misin Fatma?” deyince Selçuk’
un yanında olduğunu anlayarak titremiş ve olduğu ana gelivermişti.
“Aa!” diyerek
başını sallamış ve;
“Sadece Demir beni
çok yordu Selçuk. Çok zor biri. Ben de Tuğrul Bey ile dertleşince biraz
sarsılmış olduğumu hissettim. Küçük bir patlama yaşadım özür dilerim seni
kokuttuysam.”
“Hayır hayır hiç
önemli değil. Yeter ki sen iyi ol. Ama o zaman ne yapacaksın Demir’ i bu
şekilde nasıl başa çıkacaksın.” Fatma, rahat bir tavır sergilercesine başını
iki yana sallayarak;
“Çok şükür sorun
çözüldü. Sözleşmeyi sonlandırdık.”
“A! öyle mi? O
zaman buna sevindim.”
….
Fatma, şirketin
önünden uzaklaşırken Tuğrul Bey’ in dediklerini düşünüyordu;
“Sadece bilmenizi
istedim. Sözleşmeyi sonlandıracağım. Siz hiç merak etmeyin.” Korna sesiyle
Fatma, olduğu yerde sıçradı. Şoför camı açarak bağırmaya başladı;
“Dikkat etsene!
Sanki parkta yürüyorsun.” Fatma şaşkın bir şekilde nerede olduğuna baktı.
Kendisini yolun ortasında görmese kimse onu, yürüdüğüne inandıramazdı. Şok
olmuş bir şekilde kendisini geriye attı ve arabanın gitmesine müsaade etti.
Etrafına şaşkın şaşkın bakıyordu. Kafasını toplamak için sağa sola şöyle bir
salladı. Ama gerçekten etrafı görmüyor gibiydi. Kafası bir kaya kadar ağır gözleri
şişmiş olduğu için net göremiyordu. Zar zor yol kenarında kalmaya çalışarak
karşıya geçmiş ve kaldırımın en dibinde yürümeye başlamıştı. Nereye gittiğini
bilmiyor dahası nereye gideceğini de bilmiyordu. Duraklarda rastgele bir
otobüse bindi ve havadaki tutmaçlara tutunarak halk otobüsün onu istediği yere
götürmesine izin verdi.
Onca insan olmasına
ramen kimseden çıt çıkmıyordu. Kimisinin kulaklarında kulaklık vardı. çocuklar
bile ses çıkarmıyordu. Nasıl bir zamanda yaşıyorlardı artık. Eskiden böyle miydi?
Saçma da olsa kadınların gün muhabbetlerini dinlerdi en azından. Ya da
gençlerin hocalarla nasıl dalga geçtiğini. Ama şimdi yaşayan ölüler gibi sadece
yer kaplıyorlardı. Herbirini tek tek izledikten sonra camdan dışarıya daldı.
Her ne kadar anlatılanları hatırlamak istemese de kulaklarında yankılanıyordu.
Tuğrul Bey’ in yüzünden sürekli terler akması, gözlerinden yaşların akması ve
sürekli alnını ovuşturuyor olması içini kemiriyordu.
Bir baba için
minicik evladını kaybetmek ne kadar da zordur. Kim bilir ne acılar çekti. Ama
diğer evladı için bu acıları sürekli yüreğine gömdü. Nasıl bir yürek taşıyordur
şimdi sol yanında kim bilir. Nasıl ağır geliyordur. Nasıl çökertiyordur içten
içe kendisini. Bilir bu acıyı en çok Fatma bilir hem de anne baba acısı olmasına
rağmen ne kadar ağır olduğunu bilir. Oysa bu evlat acısı. Hele ya Demir, kardeşinin
cesetini o halde gördüğünde kim bilir nasıl bir travma yaşadı oğlancağız.
Annesinden tek yadigar kalan, onu anımsatan ve tek acısını paylaşabileceği
ortağı, kardeşi… onu o halde görmek nasıl da bir acıdır, kim bilir?
Otobüs bir an sert
bir manevra ile durdu ve Fatma dahil tüm ayakta olanlar sarsılmış neredeyse
birbirlerinin üstüne yığılır hale gelmişlerdi. Fatma’ nın burada inesi
gelmişti. Yollarda öylece yürümeye devam etti. Aslında hiç de kendinde değildi.
O kadar dengesiz yürüyordu ki dıştan gören onu sarhoş sanıyordu ama İstanbul
buna çok alışıktı. Hatta madde içip yol kenarında sızanlara bile duyarsız
kalacak kadar alışkındı. Bu yüzden kimse ona yardım etmek için yanaşmıyordu. O
ise öylece yürüyor ve yürüyordu. Kim bilir ne kadar yürümüş nereye gelmiş o
sadece Tuğrul Bey’ in odasında izlediği videoyu, annelerini ve en çok da
Açelya’ yı düşünüyordu.
“Demir, kendisini
çok suçluyor. Oysa hepimizin ihmalkarlığı. Bir sabah Açelya ortadan kayboluyor.
Ev büyük ara ara kaybolması çok normal geliyordu bize. Yalnızca onunla
ilgilenen özel bir bakıcısı vardı. Artık on yaşında bir kız çocuğuydu ve bu
kadar üstüne düşülmesini istemiyordum. Biraz ayakları üstünde durmayı öğrenmeliydi.
Yalnız başına evdeki işlerle de meşgul olabilmeliydi. Ben o gün işe erken
çıkmıştım. Bakıcı kız bir kaç yere bakmış ve ardından onun odasını toplamaya
geçmiş. Demir, o gün yarım gün çalışacaktı. Yarım gün çalışacağı günler sabah
uykusunu bölmezdi. Sabah uykusunu çok sever…”
Fatma, yüzüne vuran
ışıkla beraber nereye geldiğine baktı. Apartmanda bir çocuk ayna ile onun
gözüne ışık tutuyor ve ardından balkonda yere saklanıyordu. Fatma, gözleri
dolarak onun çocukluğuna daldı. Nasıl da yaramazlık yapıyor, korkuyor ama yine
gülüyor ve bundan keyif alıyordu. Yürümeye devam etti. Sanki ağaçların arasında
kutu gibi kapatılmış olan mezarlığa ulaşmış ve öylece bakakalmıştı. Aslında
aklında hiç anne ve babası yoktu. sadece sığınacak bir yer arıyordu. Ama öyle ya
bu dünyada sığınacağın başka kimsen var mı ki, ona gidesin.
Daha kapıda yaşları
boncuk boncuk yanaklarından dökülmeye başladı. 33 yaşında bir kadındı ama hala içinde
bir çocuk vardı. Öyle koşan, yaramazlık yapan ve gülenlerden değil karanlığın
içinde korkularından büyüyememiş olan bir çocuk. Bedenini sonsuz bir uçurum
kapladığında düşmeyeyim diye annesine yaslanan bir çocuk. Kim bilir kaç kez
yurttan kaçıp da annesinin toprağında yatarak uyuyup kalmış ve bu sebepten kaç
kez oda cezası almıştır sayısını bile bilmez. Ama o yine gelmiş ve yine
gelmiştir. Çünkü korktuğunda tek dayanağı annesi onu yatağında sımsıkı sarardı
da Fatma öyle uykuya dalabilirdi.
Yurtta ne zaman
Fatma kaybolsa artık öğretmenleri onu nerede bulacağını bilirlerdi. Gecenin
karanlığında, derin uykulardan çeker alırlardı onu annesinin koynundan ve o
daha bir hırçınlaşır. Onların kollarından kurtulmak ister ve tüm hayata
nefretini kusarcasına haykırır, çağırır bağırırdı. Bir kez değil onu annesinden
milyonlarca kez koparıp aldılar. Ama o yılmadı. Yine geldi ve yine geldi. Şimdi
ona engel olanlar yoktu artık. Kimse onu koparıp almıyordu annesinin elinden. O
ise istediği gibi geliyor ve doya doya sarılıyordu anneciğine ve babasına.
“Anne… Baba… Ben
geldim. Size geldim.” Dizlerinin dibine çöker gibi mezarlarının başına çöktü.
Elini mermere koyup başını yasladı. Toprağı eliyle karıştırıp okşamaya başladı.
Öylece sessizce. Saçları neredeyse yere değiyordu.
“Demir, sabah
uykusunu çok severdi. Onun katında o saatlerde kimse gürültü yapmazdı. Bu sebepten
o katlarda arayamıyorlar Açelya ağabeyinin huyunu bilirdi. Güvenlik görevlisi kamera
ile bakıyor hiçbir yerde görünmüyor. Villanın herhangi bir yerinde olabilir
diye çok üstüne düşmüyorlar. Yeri gelir haber vermeden bahçeye iner hatta
çiftliğe bile gittiği olurdu. Sonradan çıkar gelirdi. Öyle olmasını umarak ara
ara kendi işlerine dalıyorlar. Öğleden sonra Demir uyanmış, kahvaltısını yapmış
ve ısınma koşusuna çıkmış. Açelya’ nın ortadan kaybolması çok sık yaşanan bir
olay olduğu için Demir’ e söylemek de akıllarına gelmiyor. Demir bahçeden direk
spor salonuna geçiyor ve o dehşet manzara ile karşılaşıyor.”
Fatma’ nın o an
aklına düşünce kabustan uyanır gibi titreyerek olduğu yerden fırladı. Sürekli
gözünde o sahne canlanıyordu. Ağırlık sehpasında dambıl altında boğularak ölmüş
bir kız çocuğu cesedi. Hem de kendi kız kardeşi. Fatma görüntüyü aklından
silmek istercesine başını sallayıp gözlerini yumup parmaklarıyla ovuşturup
duruyordu. Ama o sahne bir türlü aklından çıkmıyordu. Onun da çocukları hep on
yaşlarındaydı. Böylesine bir olayla karşılaşmak asla istemezdi. Her zaman
ürperdiği ve korktuğu bir olaydı.
Fatma,
anlatılanları duyduğunda dehşete kapılmış kendisinden geçmişti. Ama Tuğrul Bey
konuşmaya devam ediyordu. Fatma aslında onu hiçbirr şekilde dinlemiyor hatta
duymuyordu. Ama şimdi o konuşmalar bile kulaklarında yankılınıyordu;
“Demir, tüm villayı
inletircesine haykırıyor ve hızla dambılı kardeşinin üzerinden çekiyor.
Çalışanlar deprem oldu zannettik diyorlar öylesine haykırmış. Kendilerine geldikleri
an hepsi bodrum kata koşuyor. Demir, kardeşini yere yatırmış suni teneffüs ve
kalp masajı yapıyormuş. Derhal 112’ yi arayın diye haykırmış. Hemen hepsi
telefona sarılmışlar. Olayın ne olduğunu idrak edemeyen görevliler aynı adres
için aranmış olsa da iki ambulans göndermişler ve bir çok polis ekibi. Demir’
in elinden Açelya’ yı aldıkları gibi müdahale etmişler. Sağlık görevlilerinden
biri ne olduğunu anlatmasını istemiş o ise sürekli kapıyı açık unuttum lanet
olsun bana diyerek sayıklayıp duruyormuş. Sonra Demir’ i bir daha
toparlayamadık.
Hergün sokaklarda
orda burda sürtüyor eline ne geçerse çekiyor, içiyor kendinden geçiyordu. Daha
o anda boksu bıraktı aslında ama biz hayata tutunsun diye zorla maçlara
götürüyorduk. Maçlardan birinde madde almış. Bugüne kadar hiçbir yerde gücümü
kullanmamıştım. Bu seferliğine araya tanıdıkları sokup lisansının en azından
iptal edilmeyip askıya alınmasını sağladım. Zaten güç kullanmasam durumunu
anlatsak, rapor alsak da heyet anlayış gösterecekti. Böylesine hazin bir olay
kimin başına gelse yıllarca ondan sağlıklı hareket etmesi beklenemezdi. Bu
yüzden çok da usulsüz bir harekette bulunmuş sayılmayız. Onu anlayın. Ve lütfen
onu bu çukurdan kurtarın Fatma Hocam.”
Fatma, koltuktan
destek alarak zar zor ayağa kalkmış ve son cümlelerini sanki midesinden gelen
baskıyla kusuyormuşcasına ağzından savuruvermişti;
“Demir’ le çalışmam
artık mümkün değil.”
“Anneee… Anneeem.
Daha neler göreceğim bu dünyada. Daha neler yaşayacağım. Yoruldum. Göçmek
istiyorum artık sizin yanınıza kardeşimle beraber. Ama o da yok. Onu da aldılar
elimden anneee. Ben kendi ellerimle verdim. Gençliğimden salaklığımdan verdim
annem bilemedim böylesine koparacaklar. Ah şimdiki aklım olsa evlenir ve
kardeşimin vekaletini üstüme alırdım ama toydum bilemedim. Açelya’ m canım
kardeşim. Ahh! Bu nasıl kader bu nasıl bir oyun bana annem?”
10. BÖLÜM ( AKLINI KAÇIRMIŞ OLMALI )
“Annenin mezarına
tüküreceğim!” Kanlı dişlikleri ile boğazını bassırarak suratına tükürdüğü an
kendisini maçta zanneden Fatma, fırlayarak uyandı. Bu tepkisinden korkan mezar
görevlisi adam irkilerek geriye kaçtı.
“Yavrum iyi misin?
Sana bir şey olmuş sandım?” Fatma, doğrularak yere oturdu ve gözlerini sımsıkı
kapatıp tekrar açtı. Başını sağ yana çevirip gözleri kapalı bir kaç saniye öyle
bekledikten sonra adama bakarak;
“İyiyim beyamca
sağol. Iyiyim.” Deyip ayaklandığı an adamcağızı bir anda yarılamıştı. Onun
endamına şaşıp kalan adam daha bir kelime bile edememiş Fatma da uzaklaşıp
gitmişti. Adamcağız uzun bir süre onu arkasından izlemiş ve mezar taşlarının
ismini okumuştu.
Dünki perişan
halinden eser yoktu. Şimdi daha güçlü, şimdi daha emin bakışlarla hızla
yürüyordu. Fatih’ i telefonuyla arayıp gelmesi gereken yeri söyledi. Fatih
affallamış olsa da kendisine söylenen yere gitmek için arabasına atladı.
Fatma, kendisinin
vermiş olduğu adrese hızla yürürken eline aldığı usb cihazını sıkı sıkı
tutuyordu.
Fatih, Fatma’ yı
derme çatma bir internet kafenin önünden almıştı. Burada ne işi olduğunu merak
etse de ona sormayacaktı elbet. Aynı işi bırakmış olmasına rağmen ne oldu da
şimdi geri dönmüştü onu sormayacağı gibi. Fatma’ yı villanın önüne getirmiş ve
kapısını açmak için davrandığı an Fatma çoktan arabadan inmiş ve hızla villaya
girmişti.
“Demir evde mi?”
Selvi karşısında duran Fatma’ ya aval aval bakıyor ve cevap veremiyordu. Fatma’
nın kaşlarının çatılmasıyla kendisine gelen Selvi,
“Hayır çıktı abla.”
Dedi. Memnun bir yüz ifadesi ile;
“Süper. Şimdi
Selvi, hemen Demir’ in odasına çıkarken kullandığı tüm yollara beyaz çarşaflar
asıyorsunuz. Ne bileyim merdiven korkuluklarına, hollerdeki koltukların üstüne
hani böyle çamaşır kurutmak için yerin olmaz da oraya buraya atı atıverirsin. O
şekilde. Ses sistemli odanın tüm siyah döşemelerini beyaz yapmanızı istiyorum.
Ve bana elektrik ve elektronikten anlayan bir adam lazım.” Selvi şaşırmış ve
dudakları bükülmüş bir şekilde başını onaylar gibi salladı. Itiraz edemeden
hemen söylenenleri yaptı.
Fatma ise hızla
sinema odasının yolunu tuttu. Çok geçmeden istediği adam da gelmişti.
“Ha sen anlıyor
musun bunu çalıştırmayı?”
“Evet efendim.”
“Tamam o zaman sana
vereceğim bu usbdekini bana sürekli çalmasını istiyorum. Görüntüsünü de aktar.
Yapabilir misin?”
“Evet seçtiğin
videoyu tekrar ettirme özelliği var.”
“Süper. Bir de
görüntünün hem net hem de beyaz ışık ağırlıklı olmasını istiyorum.”
“Hemen efendim
yapıyorum.” Fatma yanında sessizce bekliyor adam ayarlamaları yapıyordu. Çok
geçmeden hem video oyantıcıyı ayarlamış hem de ekran ışığını halletmişti.”
“Oldu efendim.”
“Tamam görüntüyü
aktar şimdi tüm odaya.” Tüm oda şimdi görüntü ile kaplanmıştı. Kızlarsa
arkalarında sürekli koşuşturup ellerindeki beyaz örtüleri koltuklara giydirmeye
çalışıyorlardı.
“Tamam bir ses
denemesi yapalım. En yüksekten istiyorum.”
“Tabi efendim.”
Diyerek adam hemen son sese açıp videoyu oynattı. Neredeyse tüm villaya yayılan
ses bir anda tüm çalışanların kulaklarını doldurmuştu. Ne duyduklarını anlamak
isterken bir anda duydukları karşısında dehşete kapıldılar. Duydukları ses o
kadar kuvvetle yankılanıyordu ki sanki sesin sahibi yanlarındaymış gibi. Herkes
ellerindeki işi bırakıp yanındakilerle bakakalmışlardı. Gözlerindeki korku
duydukları karşısında değil olacaklar karşısında ne yapacaklarının korkusuydu.
Fatma hoca çıldırmış olmalıydı. Nedense herkes aynı kişiyi düşünüyordu. Demir’
i… Demir bu sesi duyduğu an kim bilir bu evde ne gibi felaketler olacaktı. Ses
çoktan bitmiş ama insanlar kendisini toparlayamamıştı. Öylece birbirlerine
korku dolu gözlerle bakmaya devam ediyorlardı.
Fatma ise sesin bu
kadar kuvvetli çıkmasına oldukça memnun görünüyordu. Duvarları izleyerek kendi
etrafında dönüyor ve;
“Güzel, güzel.”
Diyordu. Adam iki elini birbirine kavuşturmuş ondan talimat bekliyordu.
Fatma, ses
sistemine ilk maruz kaldığı anı hatırlamış ve acaba bu sesin Demir’ de de aynı
etkiyi yaratacak mı onu düşünüyordu. Bu sesin midelerine kadar dolmasını
ayaklarına tokmak gibi sert sert vurmasını istiyordu. O şarkının içine dolduğu
anı hatırlıyordu da ne kadar kulaklarını doldurmuş olsa da ses sanki karnının
tam içinden ağzına doğru çıkıyor gibiydi. Yüreğinden kan yerine şarkı
pompalanıyordu. Aslında müzik efekti olmadığı için bu ses öyle bir izlenim
vermez diye umut etmeden buraya gelmişti ama anlaşılan teknoloji sınır
tanımıyordu. Şimdi hoparlörden çıkan bu ses duyduğu şarkıya göre çok daha tok
çok daha kuvvetle insanın içine işliyordu.
Fatma gözlerini
kapatmış sesi damarlarında hissedercesine yaşıyordu. Öylece yürüyor ve Demir’
de de nasıl etki edebileceğini kendisi yaşamaya çalışıyordu. Ses karnından
midesine ve kalbine tokmak gibi vurdukça sanki bu ses içinden doğuyor gibi
oluyordu. Fatma’ nın başarma hazzı yüzüne yansımış gözleri kapalı gülümseyerek
elleri havada yürüyüp duruyordu. Bir anda durup;
“Kapatabilirsin.”
Dedi.
Ve kendi kendine
söylenmeye başladı;
“Yeniden doğacaksın
Demir Karamoğlu. Yeniden doğacaksın.”
11. BÖLÜM (BEN BÖYLE GİDERİM)
Fatma, oturduğu
yerde Demir’ in gelmesini bekliyordu. O adam hala gitmemiş ve yanında
duruyordu. Elindeki telsizden haber geldiği an videoyu çalıştıracak ve odadan dışarı
çıkacaktı. Videoyu durdurması gerektiği yerde Fatma kendisine öğretilen tuşa
basması yeterli olacaktı. Herşey tam takır hazırdı. Yalnızca Demir eksikti.
Villadaki
çalışanlar ise merakla neler olacağını bekliyordu. Herkes nefesini kesmiş bir
şekilde yerlerinde oturmuş bekliyorlardı. Fatma ne yapmaya çalışıyor akıl sır
erdiremiyorlardı. Gerginlik tüm villayı kaplamıştı.
Fatmaların
beklediği telsiz haberi aniden gelivermişti. Fatma’ nın kalbi yerinden çıkacak
gibi atmaya başladı. Adam ondan talimat bekliyordu. Fatma onun gözlerinin içine
bakıyordu. Derin bir nefes aldı ve Allah’ a dua etti. Yüzüne elini sürdükten
sonra;
“Başlat!” dedi ve
adam başlatma tuşuna bastı. Bir anda odanın dört bir yanını kaplayan video
görüntüleri sanki Fatma’ yı sarıvermişti. Fatma, yaşadığı heyecandan kalp krizi
geçirecekmiş gibi hissetti. Bu yaptığı, müsabakalarda dövüştüğü öylesine bir
maç değildi. Ne avrupa ne de dünya şampiyonası onda böylesine bir heyecan yaşatmıştı.
Elleri dudakları ve burnunda öylece Demir’ in kapıdan içeri girmesini
bekliyordu. Aklından geçen tüm duaları bir anda unuttu sadece içinden “Allah’
ım yardım et.” Diyebiliyordu. Artık onun için ve kendisi için dua etme zamanı
bitmiş ve ona karşı beslediği öfke duygularını hareketlendirme zamanı gelmişti.
Demirden nefret ettiğini hatırlamazsa bunu başaramayacaktı.
Demir, kapıdan
girdiğinde bir anda ne dediği anlaşılmayan sesin her tarafı kaplamasına
şaşırmıştı. Selvi tirtir titreyerek karşısında iki büklüm duruyor ama
konuşmuyordu. Demir, kaşları çatılmış ve yavaş yavaş yükselen sesi
anlamlandırmaya çalışıyordu. Ses bıçak keser gibi bir anda net çıkmaya başladı
ve Demir, aniden böceklerin tüm bedenini istila etmesine maruz kalmış gibi
titremeye başlamıştı.
Merdivenlerden üçlü
beşli fırlayarak koşmaya başladı. Arkasından korku dolu gözlerle bakan kadınlar
Fatma için dua ediyorlardı. Fatma kendi ölüm fermanını imzalamıştı.
“Vur abi vur! Hadi
bir daha vur! Vur abi vur! Abi vur!” Tüm villayı Açelya’ nın sesi kaplamıştı. Her
yer inim inim Açelya inliyor, sesi tüm dünyaya bir güneş gibi parlayarak
doğuyordu. Demir gözyaşları içinde merdivenlerden kıoştukça sanki ona doğru
koşuyor gibi oluyordu. Sanki Açelya mezardan çıkmış ve ona doğru koşuyordu. Ama
biliyordu bu asla olmayacaktı. Ve bu acıyı ona yaşatmak isteyen patavatsız da
kimse birazdan boyunun ölçüsünü alacaktı. Neden ona bunu yapıyordu? Niye?
Onunla alıp veremediği de neydi? Her kimse onun ümüğünü sıkacaktı. Önüne gelen
ayağına takılan çarşafları yırtarcasına tutup yanlara atıyor ve koşmaya devam
ediyordu.
Açelya ise ısrarla
vur diye haykırıyordu. Fatma ise gözyaşları içinde videodaki mutlu Demir’ in
kum torbasını nasıl dövdüğünü ve Açelya’ nın o son halini izliyordu. Bu Demir’
in son maçı olacaktı ve son antrenmanı. Açelya’ nın ise abisine son haykırışı.
Fatma kendinden geçip bir an için hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Bu ana daha
fazla yüreği kaldırmayacaktı. Sanki Demir’ in hissettiklerini o şimdiden
hissediyor ve acısına katlanamıyor gibiydi. Elleriyle dizlerine dayandı.
Saçları bir selvi ağacının ince dalları gibi aşağıya sarkıyordu.
Demir nefes nefese
odaya daldı. Fatma hemen kendisini topladı. Ama o Fatma’ yı farketmedi bile. O
yukarıdaki, duvardaki Açelya’ sına bakıyordu. Yukarılara bakarak içeriye doğru
girdi ve arkasını farkında olmadan Fatma’ ya döndü. Demir ağlayarak ve özlemle
kardeşine bakıyor ve onu doya doya izliyordu. Ne kadar da çok özlemişti. Ne
kadar da güzeldi.
Görüntüye alışana
kadar sesin verdiği hissi henüz daha farkedememişti. Kendisine gelmeye
başladığı an Açelya’ nın midesinin içinden bağırdığını farketti. Tüm bedenini
sesi kaplıyordu. Tir tir titremeye başladı. Sanki Açelya içinden doğuyor
gibiydi. Bedenini, karnını tuttu. Etrafına bakınmaya başladı ve döndüğü an
karşısında bir gölge gördü. Ama yaşlar içinde olduğu için ve yoğun ışıktan kim
olduğunu seçemiyor ve ona doğru yürümeye çalışıyordu. O ise gerim gerim geriye
kaçıyordu.
“Ne o çok güçlü
duran adama ne oldu böyle?” Demir tanıdık sesi hatırlamış ve affallamıştı.
Hiçbir söz söyleyemedi.
“Dalga geçip hadi
eziklesene ha! Ne oldu ha! Öğrenemeyeceğimi mi zannettin?” Fatma etrafında
yavaş yavaş dönmeye başlamış ve bir yılan gibi zehrini akıtıyordu.
“Bu muydu zayıflığın
bundan mı korkuyordun ha? Ne o sende mi ölmekten korkuyorsun! Ringde yığılıp
kalıp bir daha uyanamamaktan mı korkuyordun! Kaçtın! Korkaksın çünkü!”
“Kees! Yeter!”
“Korkak! Annesinin
kanatları altından sıyrılamamış ezik herifin tekisin. Sana o kadar dövüş
demelerine rağmen sen kaçmayı seçtin. Bak dinle ne diyor kardeşin!”
“Yeter dedim!
Kees!”
“Hayır
susmayacağım! Busun sen Demir busun! Kızların kanatları altına saklanan asalak
herifin tekisin! Anneni de Açelya’ yı da bahane ediyorsun!”
“Yo! Asla! Asla!”
“Yalan! Sen tam bir
asalak yalancısın! Vursana hadi vur! Benden bile korkuyorsun. Seni nakavt
etmemden korkuyorsun!”
“Sana şimdi
göstereceğim!” diye haykırarak rastgele havaya yumruk savurduğu an Demir,
suratının tam ortasına bir yumruk yedi. Daha ne olduğunu anlayamadan tekrar
yüzüne, karnına, yüzüne ve tekrar yüzüne makina gibi savrulan yumruklar ardı
ardına iniyordu. Kendisini kurtarmaktan başka çaresi yoktu ve kenara atarak
yumruklardan kurtuldu. Şimdi gözüne aldığı bir darbe ile şimdi hiç göremiyordu.
Etrafta milim milim
adım atarak bir şeyler arıyor ama herhangi bir hareketlilik ya da ses
alamıyordu. Tek duyduğu Açelya’ nın tezahüratlarıydı. Onun vur ağabey diye
inlemeleri gözlerinin ferini açmıştı bir anda. Ve bedenini daha da
dikleştirerek uykudan uyanmışcasına gerinerek dövmeye odaklandı. Kendini hiç
olmadığı kadar dövüşe hazır hissediyordu. Içinde sönmüş olan bir köz alev almış
gibi kalbi pır pır atıyordu. Adımlarını daha da açarak yan yan yürümeye devam
ediyor ve artık bir kaç defa havaya boş yumruklar atıyordu.
Çok sessiz dediği
anda omzuna bir yumruk yedi ve “Hıh” diye bir hamle yaparak hem yumruk savurdu
hem de kenara kaçtı. Ama ne yumruk isabet edebildi ne de Fatma’ dan
kaçabilmişti. Şimdi Fatma, yumruklarını en ağır basınçlarıyla indiriyor ve her
vurduğu noktayla onu nakavta zorluyordu. Demir, darbelerin geldiği yöne doğru
bir kaç kez başarısız yumruklar savurmuş belki bir iki adet kollarına ve
bacağına denk getirebilmişti. Ama Fatma’ nın vurduklarının yanında sinek
ıssırığı gibi kalırdı. Fatma artık yüzüne tam isabet vurmaya başlamış ve en
sonunda tavan yaptığı yumruklarında öyle bir haykırmıştı ki Demir yanından
kuvvetli bir kartalın haykırarak geçtiğine neredeyse yemin edebilirdi.
Sesin uzaklaştığını
duyan Demir bir anlık uykuya dalmış gibi hissetmiş ve yerden yüzüne vuran sesi
ağzının içinde duymaya başlamıştı.
“Nakavt!” diye
haykıran Fatma’ ya şaşırmış, dürüst bir kız olmasa saymadığını bile
düşünebilirdi ama muhtemelen yediği yumrukların etkisiyle bayılmıştı. Bir anda
her taraf karanlık olmuş ve ses kesilmişti. Fatma videoyu kapatmış. Ayaklarının
ağzına kadar geldiğini anlamıştı. Kendisine doğru eğildiğini hissedebiliyordu.
Doğrulmak istemiş başaramamış, burnundan akan kanı eliyle silmeye çalışmış ama
bunda bile zorlanmıştı.
“Son yumruğu
atmadan asla gitmem Demir Karamoğlu. Şimdi artık gidiyorum ve seninle işim
bitti.” Demiş ve yüzüne soğuk bir havlu düşmüştü. O soğukluğun verdiği etkiyle
yığıldığı yerde uykuya dalmıştı.
Fatma ise odanın
normal ışıklarını açmış ve geride bıraktığı enkaza son defa bakmıştı. Odanın
bir çok yeri ise kan içindeydi.
Fatma, gözlerinden
akan yaşı silerken merdiven basamaklarını bitirmek üzereydi. Kadınlar ve diğer
çalışanlar hayretler içinde ona bakıyordu. Herbiri şok olmuştu. Bu
merdivenlerden Demir’ in inmesini beklerken Fatma inmiş ve dahası burnu bile
kanamamıştı. Hatta dayak yemiş bir kadın profile de çizmiyordu. Sanki yorucu
bir iş dönüşü saçı başı dağılmış kadın vardı karşılarında.
Fatma yere bakarken
son basamaktan inerken onlara eliyle bir bay işareti yapıp kapıdan çıkarak
uzaklaşıp gitti.
Fatih arkasından
arabaya atlayarak ona yetişti. Ne kadar binmek istemese de sonunda ısrarına
dayanamamıştı.
12. BÖLÜM (BENİMLE YENİDEN DÖVÜŞ)
Fatma, kendi
salonuna gitmiş ve Onur’ la biraz sohbet etmişti. Onunla karşılıklı kahve içmek
ona her zaman iyi geliyordu. Öğrenciler salonu boşalttığında Fatma, üzerindeki
kıyafetleri değiştirip salonu temizlemeye başladı. Akşam çoktan olmuş hava
kararmış ve Onur da eve gitmek için salondan ayrılmıştı. Fatma’ nın canı o
kadar çok sıkkındı ki eve gidesi gelmiyordu.
Tüm işleri
bitirdikten sonra eline bir bez alıp boks sahasını kare kare silmeye karar
verdi. Içten dışa tüm sahayı silmek onu ancak rahatlatacaktı. Ringin tam
ortasına kadar gelmişti ki kapının açılma sesi duyuldu. Fatma başını
kaldırdığında şişmiş gözüyle içeri giren Demir’ i gördü. Hiçbir tepki vermeden
başını eğip yeri silmeye devam etti.
Demir ilk defa
geldiği bu yeri biraz inceledikten sonra Fatma’ yı izlemeye başladı. Fatma
konuşmuyor ve ona bakmıyordu. Sadece yeri siliyordu. Demir konuya nereden
gireceğini çok iyi biliyordu ama yine de Fatma’ nın kendisini sindirmesini
bekledi. Sonra ağzından ilk cümlesini savuruverdi;
“Hile yaptın!”
Fatma bir an için yeri silmeyi durdurup;
“Mor sana
yakışmış.” Dedi. Demir sinirle sırıttı ve başını sağa çevirdi.
“Sen hep böyle mi
dövüşürsün ha? Hile yaptın. Sen bana ısrarla vur dediğinde bile ben
görmüyordum. Ta aşağıdaki kapıdan beri serdirdiğin beyaz çarşaflar ve duvardaki
yoğun beyaz ışık gözlerimi yorarak bir süre sonra geçici olarak kör etmişti. Hile
yaptın benimle tekrar dövüş.” Fatma istifini bozmadan yeri silmeye devam
ediyordu. Kovadaki suya bezi daldırıp bir iki salladıktan sonra sudan çıkardığı
bezi sımsıkı sıktı ve yere atıp silmeye devam etti.
“Sana söylüyorum bu
mu senin taktiğin ucuz numaralar mı? Böyle mi yeniyorsun hep rakiplerini. Peki
bu insanlığa sığıyor mu?
“Teknik kuralları
çiğnemediğin sürece her türlü taktik kabuldür.”
“Hıh!” diyerek
sırıtıp dudağının kenarını baş parmağı ile silerek;
“Zayıflığını böyle
ört pas ediyorsun işte. Bu adaletli bir dövüş değildi. Seni tekrar dövüşe davet
ediyorum.”
“Yenilen pehlivan
güreşe doymazmış.”
“İspatla o zaman
hadi benden iyi olduğunu ispatla!”
“Yine dövüşsek yine
yensem yine mi dövüşmek isteyeceksin? Ne yani böyle sürüp gidecek mi?”
“Hayır bu sefer
şartlar ikimiz içinde aynı olacak. Sen adaletsiz bir dövüş ortamı sundun bana.”
Fatma sırıtmış ve sırıtma sesi salonda kısacık yankılanmıştı.
“Hukuk kafası da
yok. Ben de bunun kafası çalışıyor sanıyordum. Meğersem tam bir aptalmış. Ne
yani kendini böyle mi savunacaksın? Bahanen bu mu? Sen şartları zorlaştırılmış
bir ortamda dövüştün ben de özel olarak ısılandırılmış bir saha da mı? Bu mu
yani? Ben nerdeydim sen o odada iken maldivlerden mi sana yumruk savuruyordum
sıcak sıcak. Özel bir güneş gözlüğü mü takmıştım?” Fatma bezini elinde oraya
buraya savururken konuşuyordu. Son cümlesinde Demir’ le göz göze geldi ve
öylece bakmaya devam etti. Demir Fatma’ nın ciddiyetini şimdi idrak etmişti;
“Nasıl yani sende
mi görmüyordun?” Fatma onu küçümseyerek gülmüştü. Demir affallamış ve
şaşkınlıkla topallayarak ileriye bir iki adım atmış ve yaylanarak;
“Bir dakika sakın
beni görmeyerek dövdüğünü söyleme.” Fatma keyifle gülüyordu şimdi ve elindeki
bezi keyifle yere çarparak;
“Bence bunu kimseye
söyleme. Aramızda kalsın. Zaten yetirince benden dayak yediğin için alay konusu
olacaksın, saf saf orda burda anlatma bari.”
“Nasıl yani
anlamıyorum. Ben göremezken, sana doğru bir adım bile atamazken nasıl oluyor da
sen beni kum torbasına çeviriyorsun?”
“Bu ilk defa
yaptığım bir şey değil.”
“Anlamıyorum nasıl
yani? Sakın bana maçlarda da bu şekilde dövüştüğünü söyleme. Orada da mı hile
yaptın?”
“Ne sanıyordun? Iki
gözümüz patladı diye koca avrupa maçlarından, koca dünya şampiyonasından geri
mi kalacaktım? Bir şekilde özel taktiklerimizle sağlık kontrolünden geçip
maçlara devam ediyorduk. Bunun için özel olarak yetiştirildim ben. Ne daha
önceki dövüştüğüm sahada ne de senin karşında idmansızdım.”
“İnanamıyorum. Bu
imkansız. Nasıl olur da beni onca sesin arasında duymadan ve hissetmeden
dövebildin? Söyle bana.”
“İnan bana benim
için çok basit oldu.”
“Tamam tekniğini
söyle bana. Nasıl beni hiç şaşmadan yakaladın.”
“Çok basit oldu
dedim ya parkelerden.”
“Nasıl anlamadım.”
Demir affallamış. Fatma, onun şaşırmasına daha çok affallamıştı.
“Nasıl yani sen
kendi odanın parkelerini nasıl bir sistemle döşenmiş bilmiyor musun?”
“Yooo.” Fatma tam
bir hayal kırıklığı ile oflamış ve;
“Gerçekten sen tam
bir aptalsın. Yıllardır üstünde yaşadığın odanın özelliklerini bilmiyorsun
helal olsun. Yani hiç sorgulamadın mı; bu ses ayaklarıma vuruyor acaba bu
adamlar sistemi döşerken bunu nasıl başarmışlar diye?” Demir ona aval aval
bakıyordu. Fatma sorgulamadığına şaşmamış ve konuşmaya devam etmişti;
“Yani ben şu ses
sistemi zımpırtısını hayatta anlamam. Ama ilk defa odaya girdiğimde sesin
ayaklarıma vurması ilgimi çekmişti. Sonra üstünde yürüdükçe sesin aşağıdan da
bu vurguyu yapması için; döşemeler ile beton arasında boşluk bırakıldığını
anladım. Böylece ses yerden de dağılabilecekti. Ama bu sadece boğuk bir ses çıkaracaktı.
Sonuçta ses titreşimlerle oluşur değil mi aptal? Yani bunu da biliyorsundur.
Diğer standart sertlikteki parkelere göre bu parkeler muhtemelen özel
malzemeden yapılmıştı ve yaylanma özelliğine sahipti. Böylece ses dalgaları ile
beraber o da titreyecek ve ayaklardan yukarıya o sesi vurgularıyla sana
hissettirecekti. Ses bile vurduğunda hissedilir derecede titriyorsa elbet her
adım atışta daha çok yerler titreyecekti. Bu da seni bulmamı kolaylaştırdı.
Ayaklarıma vuran farklı titreşimler senin adımlarındı ve geldiği tarafı
yakalamam hiç zor olmadı.”
“Vay be!” diyebilmişti Demir
hayranlık ve şaşkınlık karışımı bir duygu içerisinde. Uzun bir süre öyle yere
bakarak kaldı. Bir anda cesaretini toplamış gibi öne atıldı;
“ Çalıştır beni Fatma, sen
çalıştır ve tekrar dövüş benimle.”
“Kakalağa ne oldu?” diyerek
Fatma ringden inerek kovasının suyunu değiştirmeye gitti. Demir ise arkasından
biraz yürümüş ve;
“Hadi ne olur? Sadece bir maç
istiyorum senden bu kadar.” Fatma içeri girmiş ve bir süre sonra temiz bir bez
ve su ile geri gelmişti. Demir onu bekliyordu. Fatma sıkılır bir yüz tavrı ile;
“Ben son sözümü sana orada
söyledim. Benden bu kadar. Bitti.” Demir umutsuzca ona bakmış ve kararından
kendisini geri çeviremeyeceğini anlamıştı. Oradan gitmekten başka elinden
hiçbir şey gelmiyordu.
13. BÖLÜM (BARDAKİ ESRARENGİZ BOKSÖR)
Demir, uzun bir
süre sokaklarda yürümüş ve gecenin serinliğinde kendisini düşünmüştü. İçindeki
acıyı atmak için aylarca orada burada sürtmüş, girmediği mekanlara girmiş, hiç
tanımadığı insanlarla tanışmış ama derdine derman bulamamıştı. Kalbim bile ona
iyi gelememişti. Nasıl oluyor da bugün kendisini bir kuş kadar hafif
hissediyordu. Tüm acıları son bulmuş gibi kalbi bir su gibi çarpıyordu. Serin
ve sakin.
Kendisini bir bara
atmış ve barmenin önüne oturmuştu. Hiç konuşmadan önüne koyulan biradan
içiyordu. Zorla aldığı bir yudumda yüzünü yine ekşitmişti. Yanında oturan ama konuşana kadar hiç
farkında olmadığı göğüs kasları tişörtünden neredeyse fırlayacak olan adam;
“Ne o ilk defa
içiyor gibisin.” Diyerek güldü. Demir, muhabbet için kendisine atılan lafı
umursamaz bir şekilde; adamın yüzüne bile bakmadan karşıladı;
“Şu son zamanlarda
ilk defa diye o kadar çok şey denedim ki.” Adam onu şöyle bir süzdükten sonra;
“Yapılı vücuduna ve
gözündeki morluğa bakılacak olursa kickbokscu falansın her halde. Ne o maçlar
yolunda gitmiyor mu yoksa?” Konuşmasında kendinden emin bir ses tonu duyunca
Demir, şöyle bir adama baktı birasından bir yudum daha alarak;
“Evet sayılır
boksörüm. Sen de vücut falan mı geliştiriyorsun?”
“Ben de boksördüm
ama uzun zaman önce bıraktım.”
“Niye?” Adam
kendisine yeni bir sohbet arkadaşı bulduğu için sevinmiş bir şekilde taburesini
ona doğru tam çevirerek;
“ Gençliğimde
iyiydim. Senin gibiyken bayağı yükselmiştim. Güzel de para tuttum. Ama sonra
bir iki basit rahatsızlıklar yaşadım. Doktor bırakacaksın dedi. Ilk başta kabul
etmek benim için zor oldu ama evde seni bekleyen çoluk çocuk olunca değmez
dedim.”
“Ama bayağı formunu
koruyorsun belli ki.” Adam bir kahkaha savurdu.
“Dayak yemeden,
kontrollü antrenmanlara devam ediyorum ara ara. Sen hangi salonda çalışıyorsun?
Demir birasından zar zor bir yudum daha alarak yüzünü ekşitip şişeyi ileriye
doğru itip;
“Hey barmen bana
bir limonlu soda ver. Bu meret bu gece hiç tat vermiyor.” Onu şaşkın bakışlarla
inceleyen adam yüksek bir kahkaha savurarak;
“Sen bayağı ağzının
tadını almışsın bugün. Hiçbiri kar etmez.”
“Salonum yok kendim
çalışıyorum.”
“Halla halla.
Salonsuz çalışanı ilk defa duyuyorum. Hocan var mı?” Yine ona bakmadan Demir
önüne gelen sodasından yudumlayarak;
“Var! Kakalak.”
Adam ilk defa duyduğu bu lakabı sindirmeye çalışırken kaşlarını çatarak;
“Kakalak mı?” dedi.
Demir umursamaz ve uzaklara bakarak;
“Fatma yani.” Adam
bir an durmuş ve heyecanla;
“Pulsar Fatma mı
yoksa?” diye heyecanla haykırmıştı. Demir bu adamın tepkisine şok içinde
bakarak onu bir süre inceleyip;
“Hayır Pulsar Fatma
değil, kakalak Fatma.” Adam bozularak;
“Lan oğlum dalga mı
geçiyorsun sen yoksa ciddi misin? Bu camiyanın bir Fatma’ sı var o da Yusuf
Hoca’ nın yetiştirdiği anlı şanlı Dünya Şampiyonu Pulsar Fatma. Hoş allem edip
gullem edip aldılar kızın elinden madalyasını ama olsun o bizim gönlümüzün
şampiyonu.” Demir affallamıştı.
“Sanmıyorum. Aynı
Fatma’ dan bahsetmiyoruz.” Adam cebindeki telefona hızla atılmış ve internetten
Fatma’ nın şampiyonluğu ilan edildiği andaki fotoğrafını bulup ekranı
büyülterek Demir’ e uzatmıştı. Demir, şok içinde ekrandaki Fatma’ ya bakıyordu.
Onun bu kadar yükseklerden indirildiğini bilmiyordu. Lisans sahibi bir sporcu
gözüyle bakınca Fatma’ ya yapılan ihanetin nasıl da yaralayıcı ve kırıcı
olduğunu herkes görebilirdi. Telefonu tekrar uzatırken şaşkın yüz ifadesiyle;
“Evet beni
çalıştıran bu.” Diyebildi. Adam sırıtarak;
“Hey yavrum hey! Şimdiden
yarıladın şampiyonluğu. Aferin nasıl ikna ettin onu? Hayatta kimsenin
antrenörlüğünü kabul etmezdi. Öyle para ile satın alanacak biri de değil hani.”
Demir şok içinde ona bakmaya devam ediyordu. Kadın antrenörü duyunca dalga
geçerler; “Artık çamaşır temizlikçisi olursun.” diye duymayı beklerken daha ilk
tepkide adam kendisini şampiyon ilan etmişti.
Adam ondan cevap gelmeyince çok da önemsemedi. Anlatacakları, içinde
kalacak korkusuyla hemen atıldı;
“Ya ben Yusuf Hoca’
yı tanırım. Fatma’ nın antrenörü olur. Bu kızı küçücükken aldı yetiştirdi.
Yazık bu kızcağız yetimhanede büyüdü. Kimsesi yok anlayacağın. Bir kız kardeşi
var. O. başka yok. Yusuf Hoca bunu çalıştırmak için benim çalıştığım salona
getirirdi. Ama of gör! Kum torbasını öyle bir döverdi ki yüzüne inse o
yumruklar gözünde yıldızlar uçuşurdu.” Adam sırıtarak;
“Yusuf Hoca biraz
bundan biraz da hızlı parlayıp, aralarında en küçük yaşa sahip yıldızlarda
dövüşmeye başlayınca Pulsar koydu adına. Yazık! Sahipsiz olunca çabuk yediler
kızı. Her yerde olduğu gibi buralarında ağaları var. Kapaklandı kıza namussuz.
Kendisine çalıştırdı yıllarca.”
“Hayret nasıl yaptı
o işi? Fatma dik kafalı biri.”
“Öyle zaten.
Herkesin zaafı var işte. Onun da vardı. Kardeşi. Aldı kardeşini. Bir de
hastamıymış neymiş. Göstermedi buna. Boyna dövüştürdü kızı. En son
düşmanlarından biri Fatma’ ya böyle bir oyun yaptı. Kardeş de gitti. Fatma da
bitti.”
“Nasıl ya nasıl bir
düşmanı olur da dünya şampiyonasında ta oyun kurar işi bozar? Nasıl bir iş bu
anlamadım?” Adam dudağını bükerek geriye doğruldu;
“Vallahi bilmem
bunlara akıl sır ermez.” Demir düşünceli bir şekilde çenesini ovuşturdu. Içine
kurt düşmüştü bir kere. Nasıl olur da ta dünya şampiyonasında o kadar güvenlik
önlemlerini aşar da Fatma’ nın tahlillerini karıştırır. Mümkün değil. Bunda
başka bir iş vardı.
“E bu Fatma’ nın
kardeşini alan adam kim? Ne derler ona?” Adam elini savurarak;
“Ooo! Ooo! Ooo! Kim
bilir kim. Öyle basit sokak mafyası değil bunlar koçum. Rezidans bebeği bunlar.
Iti köpeği dolaşır etrafta bunlar bebekler gibi yaşarlar. Kim bilir kim!
Holding sahibi mi? Büyük kumarhanelerin sahibi mi bilinmez.”
“Eh! Köpeği iti var
dersin. Onu da mı bilmezsin.” Adam uzaklara dalarak çenesini ovuşturdu. Sonra
bir anda heyecanla işaret parmağını ona doğrultarak;
“Buralarda
dolaşırdı yıllar önce. Çoban derdik ona. Böyle neydi adı ya? Çobannn? Ha Çoban
Kazım. Boyna “Koyun mu güdüyom lan ben?” Dediği için biz artık buna Çoban Kazım
derdik. Herkes öyle bilir onu?”
Demir bir anda
oturduğu yerden atlayıp, masaya cebinden para fırlattı. Adamın omzuna
dokunarak;
“Sağol kardeş. Iyi
oldu senle konuştuğum. Gitmem lazım.”
“Eyvallah kardeşim.
Yine uğra buralardayım. Ararsan beni benim adım Cengiz. Kime sorsan bilir.”
“Eyvallah. Hadi
görüşürüz yine.” Deyip oradan ayrılmıştı.
14. BÖLÜM (UYANIŞ)
Uyanırsın, bazen
tertemiz bir güne bazen karanlık bir geceye açarsın gözlerini. Her sabah
uyandığın ise rastgele bir gün değildir. Öyle sabahlar vardır ki işte o anlar
kaderine uyanırsın. Seni hiç olmadığın kadar farklı hissettiren ne bir sınav ne
bir müsabaka ne de herhangi bir tören olur. Seni artık bambaşka yapan işte o
uyanıştır. Kendine uyanış.
Demir, gözlerini
açtığında bambaşka bir hava soluduğunu ansızın hissetmişti. Geceyi geçirmek
için rastgele girdiği bir otelde öylesine uyumuş ve buraya çok yakın olan
salona gitmek için yataktan adeta fırlamıştı.
Kendisini hiç
olmadığı kadar dinç ve dinamik hissediyordu. Sanki üstünde bir yığıntı gibi
duran yaşlıyı atmış içerisinden bambaşka bir genç ortaya çıkmıştı.
Damarlarından akan kanın sıcaklığını bedeninde yayıldığını hissediyordu.
Otelden çıkmış ve
karşısına çıkan ilk spor mağazasına girmiş kendisine yeni kıyafet ve malzeme
almıştı. Spor kıyafetlerini direk kabinde değiştirmiş ve üzerindekileri yeni
aldığı spor çantasına koymuştu. Hiç oyalanmadan spor salonuna gitti.
Salonu
doldurmuş olan genç tayfalar çoktan çalışmaya başlamışlardı. Demir onları
gülümseyerek izliyordu. Salonda herbirinin hayırması yankılanıyor ve salona
ayrı bir ahenk katıyordu. Demir kısa bir süre çocukları izledikten sonra,
gözleri Fatma’ yı aradı ama görünürlerde yoktu. çantası sırtında tek koluna
takılı köşede öylece bekliyordu.
Havanın aydınlık
olması salonu daha bir aydınlatmıştı. Anlaşılan tek uyanan Demir değildi. Canlılar
kış uykusundan uyanmış, güneş buğulu dünyasından sıyrılmış ve toprak yeniden
canlanmıştı. Baharın getirmiş olduğu bu yaşam enerjisi sanki her yere nüfus
etmiş gibiydi. Doğanın hareketliliği çocuklara da yansımış ama bir tek mutfaktan
çıktığı an Demir’ i gören Fatma’ ya yansıyamamıştı anlaşılan.
Demir’ i gördüğü an
tüm yaşam enerjisini yitiren Fatma, suratı asılmış bir şekilde ringe çıkmıştı. Belliki
ringte çocukları çalıştıracaktı. Demir hemen ona doğru hamle yaptı:
“Günaydın Fatma,
nasılsın?” Fatma ona sinirli bir yan bakış attı. Ardından hiçbir şey söylemeden
ringteki malzemeleri kenarlara koymaya devam etti. Demir, geri çevrilmiş
olmanın yıkımıyla dudak büktü. Ardından tekrar canlanarak;
“Fatma, biliyorum
bak bana sinirlisin ama belki bugün sinirin biraz daha hafiflemiştir diye
geldim.” Fatma sinirlenerek aniden kafasını ona çevirdi:
“Ne istiyorsun
Demir?” demir affallamıştı.
“Çalışmak… Sadece
senle çalışmak.”
“Sana hayır dedim.
Artık ısrar etme.”
“Bak maç
istemiyorum senden. Seninle dövüşmekten vazgeçtim. Sadece beni çalıştırmanı
istiyorum.”
“Sözleşmemiz
sonlandırıldı. Artık seni çalıştırmak zorunda değilim.” Savaş konuşurken
heyecandan iplere ara ara vuruyordu.
“Bak bunu biliyorum
zaten. Avukat haber verdi. Ama eğer sen kabul edersen sözleşmenin aramızda bir
öneminin olmadığını düşünüyorum.”
“Bu hiçbir şeyi
değiştirmez.”
“Lütfen beni
çalıştırmak için bana son bir şans ver.”
“Neden çalışmak
istiyorsun?” Demir, Fatma’ yı neden bu soruyu sorduğunu düşünerek incelemeye
dalmıştı. Sözler ağzından tane tane çıkıyordu.
“Şey… Lisansımı…
geri… almak istiyorum.”
“Tamam o zaman
lisansı veren kuruma git. Burası hayır kurumu değil.” Demir tokat gibi yediği
lafı sindirmek için kendisini bir adım geriye atmıştı. Fatma bu anı fırsat
bilerek iki çocuğu ringe çağırdı. Ikisi arasında bir dövüş başlatmış ve sürekli
onlara talimatlar veriyordu. Demir ise onları izlemeye koyuldu. Fatma,
yaptıkları hamleleri onlara anlatarak onların kontrollü bir şekilde dövüşmesini
sağlıyordu. Bu bir tür karşılaşma değil sanki canlandırmaydı.
Onları izlerken
kendisini hatırlayan Demir bir an için gülümsemiş ve bu gülümsemeyi Fatma
yakalamıştı. Demir bu çocuklardan çok daha küçükken dövüşmeye başlamıştı.
Yapılı vücudu onun hayata erken atılmasına sebep olmuştu. dövüşmeyi çok
seviyordu. Annesinin anlattığına göre konuşmaktan çok yumruk atma derdi varmış.
“Ağzından iki kelime savuramazdın ama kroşeleri iyi savururdun.” Annesi gözleri
önüne gelince Demir yine bir gülümsemiş sonra gözleri dolmuştu. Annesinin nedense
omuzlarına dökülen sarı saçlarını hatırlıyordu onu her andığında.
Omzunda hissettiği
bir vuruş ile kendisine gelen Demir, bir an için irkilmişti. Omzuna sertçe
dokunan Onur’ du;
“Hayırdır birader
tanıdık biri mi var?” demir hemen
kendisini tanıtmak için elini uzatarak;
“Yok ben Demir,
Fatma’ nın öğrencisi.” Onur sert duruşunu hiç bozmadan kendisine uzatılan eli
sıkarak;
“Hoşgeldin. Lakin
Fatma antrenörlüğü bıraktı diye biliyorum.”
“Evet, ona karşı
biraz düşüncesizce hareket ettim. Bugün ise onunla konuşmak istedim ama sanırım
ikna edemeyeceğim.” Onur bir şey söylemeden onaylar şekilde başını salladı.
Demir ise Fatma’ ya bakarak düşüncelere dalmıştı.
Demir, bir an
kendisini toplayarak;
“Affedersiniz!
Adınızı bilmiyorum.”
“Onur.”
“Ha! Evet Onur Bey.
Benim burada çalışmamda bir sakınca var mı?” Onur, Fatma’ ya bakarak nasıl bir
cevap vermesi gerektiğini düşünüyordu. Ne diyeceğini bilememişti. Fatma ile bir
an için göz göze gelmiş ama Fatma hiçbir tepkide bulunmamıştı. Onların ne
konuştuğunu duymuyordu bile. Ama Onur da yanına gidemiyordu. Bir cevap vermesi
gerekiyordu;
“Aaa! Demir Bey,
burası çocuklar üzerine dizayn edilmiş bir salon. Sizin için uygun olduğunu
düşünmüyorum.” Demir etraftaki standart çalışma aletlerine bakarak;
“Bence ben de burada
bir kaç aletle çalışabilirim. Parası ne ise peşin öderim inanın.” Onur, nasıl
bir bahane uyduracağını şaşmıştı. Dahası Fatma’ nın bu konudaki fikrini de
bilmiyordu doğrusu. Demir arada ısrar etmeye devam ediyordu ve Onur üzerinde
hissettiği baskının etkisiyle;
“Benim için bir
sakınca yok ama Fatma Hoca ne der bilemem.” Demişti. Demir sevincini
dizginleyerek;
“Çok teşekkür
ederim. Ben Fatma Hoca’ yı ikna etmek için elimden geleni yapacağım.” Demiş ve
yanından ayrılarak yavaştan kum torbalarından birinde çalışmaya başlamıştı.
Fatma bunu farketmiş ama herhangi bir tepki de vermemişti. Demir, onun
yumuşayacağını sanıyordu. Fatma, ise Demir’in en sonunda cayacağını.
Demir, kum
torbasını döverken birkaç defa daha Fatma’ ya bakmış ve onun oralı bile olmadığını
farkedince o da oluruna bırakmıştı. Tüm gün Demir kendisi çalışmış Fatma ise
çocukları çalıştırmıştı.
Fatma, çocukların
vuruşlarını ilk başta teorik olarak yönlendiriyordu. Yumruğunu alabildiğince
geriye ve göz hizasından ileriye mümkün olduğunca dik çizgide savurması
gerektiğini anlatıp deneme yanılma yöntemiyle iyice oturttuktan sonra pratiğe
geçiyordu. Neredeyse yirmi öğrencisi olan Fatma, her birine tek tek aynı
aşamayı gösteriyordu. Bundan dolayı hiç sıkılmış gibi de görünmüyordu. Bilakis
sürekli onların boylarına eğilerek iletişim kurup, onlara bir anne şefkati ile
yaklaşıyordu. Elleri eldivenli olan bazı çocukların şortlarını bile
düzeltiyordu. Çocukların bu tür hassas muameleye alışkın oldukları her
hallerinden belli oluyordu.
Salondan içeriye
esmer tenli genç, kendisi yaşlarında asker traşlı biri girdi ve gerisinde üç
genç daha vardı. Salonun duvarlarında duran oturma banklarından birine oturup
sessizce beklemeye başladılar. Demir onların bu kadar sus pus olmasına çok
şaşırmıştı. Çok geçmeden kapıdan onlar gibi iki genç daha girdi.
Demir, salondaki
hareketliliği izlerken bir yandan das akin sakin kum torbasını dövüyordu.
Fatma, bir süre
sonra çocukları toplamış ve onları düzgün bir sıraya koymuştu. Bu duruma
alışkın olan çocuklar hızla önlü arkalı ve yan yana sıraya girip rahat
pozisyonuna geçtiler. Demir, Fatma’ nın konuşma yapacağını anlamış ve kum
torbasını dövmeyi bırakmıştı. Kenardaki banklardan birine oturup kırık beyaz
yeleğini giyip kapşonunu başına geçirerek onu izlemeye başladı.
Fatma en önde bir
sağa bir sola giderek sakin sakin konuşuyordu.
“Evet, gençler
bugün yumruk atmayı öğrendik. Ama nasıl bir yumruk? Doğru teknikte bir yumruk.
Mesela annenizin kullandığı mutfak robotu ya da babanızın sürdüğü araba
kullanma klavuzuna uygun şekilde kullanılıyorsa yumrukta doğru tekniği ile
atılmalı. Yoksa diğer aletler gibi size zararı daha büyük olur. Parmaklarınız
kırılabilir. Omzunuz çıkabilir. Yani anlayacağınız attığınız her yumruğun
dizginleri sizin elinizde olmalı. Kontrolsüzce ve rastgele atılan yumruğun size
geri dönüşü fena olur. Doğru yumruğun bir de doğru yere atılması gerekiyor bunu
da yarın öğreneceğiz. Sormak istediğiniz bir şeyler var mı?”
Çocuklar, heyecanla
parmaklarını kaldırarak Fatma’ yı soru yağmuruna tutmuşlardı. Bankta oturan
gençler sabırla dersin bitmesini bekliyordu. Nihayet ders bitmiş ve çocuklar
sağdan soldan eşyalarını toplayarak evlerine dağılmışlardı. Aralarında birkaçı
oturan gençlere yumruk çakmış ve laf atmışlardı. Belliki birbirlerini
tanıyorlardı. Belki de bu mahallenin çocuklarıydı hatta ağabey kardeş bile
olabilirlerdi.
Herkesin
gittiğinden emin olan gençler Fatma’ ya doğru yürüdüler. Fatma sevinçle onları
karşılamış. Karşılıklı birbirlerine hafif yumruk çakmışlardı. Demir anında
değişen iki Fatma’ yı aynı anda şaşkınlıkla izliyordu. Biraz önceki anaç Fatma
gitmiş yerine erkeksi onların yaşına hitap eden bir hoca gelmişti.
“Gençler ben bir
kahve molası vereceğim. Ibrahim sen ısınma hareketleri ile başla. Ben sonradan
katılırım.”
“Tamam hocam.” Dedi
o esmer olan asker traşlı oğlan. Demir şimdi oturarak onları izliyordu.
Gençlerin geldiği saati çözmüştü. Öğlen gençler geliyordu. Tabi saat
değişmiyorsa.
Gençler salonun
duvar kenarlarında turlamaya başladı. Koşarken kollarını ve omuzlarını da gerdirme
hareketi yapıyorlardı. Demir “Ne kadar aptalım.” Diyerek kendine sövdü. Spordan
o kadar çok uzak kalmıştı ki ısınmayı bile unutmuştu. Fatma’ nın gözünde bugün
de aptal durumuna düşmüştü.
İbrahim denilen
asker traşlı genç önde koşarken Demir’ i bir iki kez süzdükten sonra yanında
durarak;
“Hey dostum yeni mi
başladın?” kapşonunun altından umursamaz bir tavırla geçiştirme bir cevap
verdi;
“Evet.” İbrahim ona
doğru elini uzatarak;
“Ben İbrahim. Bize
katılsana. Sen ısınmışsın sanırım ama olsun bacakların açılır.” Acelesi yokmuş
gibi bir tavır sergileyen Demir, yavaşça kalkarak elini sıktı;
“Olur katılırım.
Ben de Demir.” Deyince yanlarından geçen gençler bir an oldukları yere çakılı
kaldılar. Ibrahim ağzı açık Demir’ e bakıyordu;
“Demir mi?” demir
şok olmuş ve onlardan bir açıklama beklercesine;
“Evet Demir. Ne
oldu ki?” Ibrahim kendi grubuna grubu da ona bakıyordu. Demir ise her iki
tarafın cevap vermesini bekliyordu. Bir anda arkadan duyulan el şıklatması ile
herbiri çakıldıkları yerden çözülmüştü. Onur onlara sesleniyordu;
“Haydi beyler
başlayalım!” Hepsi Onur’ a doğru giderken Demir geriden onları izliyordu.
Gençlerden biri;
“Hocam, Fatma Hoca
nerede?”
“Onun acil bir işi
çıktı. Bugün beraberiz.” Tüm ekip bu duruma aldırış etmeden Onur Hoca’ nın
eşliğinde çalışmaya başladı. Demir’ in ise gözleri gerilerde Fatma’ yı aradı.
Bir süre sonra o da kum torbasını dövmeye geri döndü.
Grup gitmiş,
salonun kapanma saati gelmiş ama Fatma gelmemişti. Demir son dakikaya kadar
çalışmaya devam etmedi.
Ertesi gün de
erkenden gelmiş ve salonda çalışmasına devam etmişti. çalışmaları arasında
Fatma ile sürekli göz teması kurmaya çalışıyor ama bir türlü başarılı
olamıyordu. Bir hafta boyunca Demir istikrarlı bir şekilde salona gelmeye devam
etti. Çocuklar ona o kadar çok alışmıştı ki onunla konuşmaya başladılar dahası
eldivenlerini ona bağlatıyor, kıyafetlerini ona düzelttiriyorlardı.
Aralarda bir kaç
meraklı çocuk başına üşüşüp onu soru yağmuruna tutmaya başlamışlardı. Fatma,
onların konuşmalarına kulak kesiliyordu.
“Abi sen milli
boksör müsün?” Demir onların eldivenlerini bağlarken;
“Hayır değilim.”
“Ama abi sen çok
irisin. Neden milli boksör değilsin.”
“Olacağım az
kaldı.” Herbiri heyecanlanmıştı.
“Hiç maç yaptın mı?
Kazandın mı? Nakavt ettin mi?” herbiri bir anda soru yağmuruna tutmuş ve Demir’
i gülme tutmuştu. Etrafını sarmış çocukların arasından bile iri vücudu belli
olan Demir, her ne kadar onlar gibi bedene sahip olmasa da çocuklar gibi
neşelendiğini hissetmişti. Aynı kardeşiyle güldüğü zamanlar gibi bir anda içi
buz gibi olmuş ve soğukluk yüzüne vurmuştu. Nerede olduğunu hatırlayan Demir,
başını kaldırıp Fatma’ ya baktı. Fatma, onu gülümseyerek izliyordu. Ama ona
soğuk bakışlarla baktığı an Fatma’ nın da yüzündeki gülümseme kayboluvermişti.
Uzun bir süre
öylece bakmışlardı. Çocuklar heyecanlı bir şekilde sorularını ısrarla
yönlendirmeye devam edince Demir, kendisini toplayıp onlara tekrar cevap
vermeye başlamış ama eski keyfide kaybolmuştu. Fatma, onu üzgün bir şekilde
izlemeye devam etti.
Ama günler geçtikçe
Demir’ e salon yetmemeye başladı. Sadece salonda kum torbası döverek
gelişemeyeceğini biliyordu. Fatma’ yı bir şekilde ikna etmenin başka yollarını
bulmalıydı.
Salon çıkışlarında
onu takibe aldı. Gittiği yerleri hatta evini öğrenmek istiyordu. Yürüdüğü her
adımda birine selam veriyor nereden alışveriş etse gülümseyerek çıkıyordu. Ne
kadar kaybetmiş olsa da belli ki halkın sevgisini kaybetmemişti.
Fatma, Demir’ in
kendisini takip ettiğini biliyordu ama çabasınında boşa olduğuna emindi. En
sonunda vazgeçecekti.
Demir, artık hergün
salonda çalıştıktan sonra şimdi de eve kadar Fatma’ yı takip ediyordu.
Birgün Fatma, gece
yarısı camdan aşağıya bakma hissine kapıldı. Onun orada bekleme ihtimali
sürekli kafasını kurcalıyordu. Demir’ in şartları zorlayacağına emindi. Onun
orada olduğunu biliyordu. Eğer perdenin aralandığını farkederse bu sefer gece
boyunca kapısının önünden ayrılmayacağını da biliyordu. Bu yüzden ona umut
vermek istemiyordu. Ama bir yandan da olmama ihtimalini düşünüyordu. Eğer yoksa
demek ki hedeflerinin peşinde sandığı kadar ısrarcı biri olmadığını da görmüş
olacaktı. Böylece onunla çalışmamış olmanın vicdan rahatlığı ile hayatına devam
edecekti.
Son düşündükleri
daha ağır basmış ve bu vicdan azabından hemen kurtulmanın peşine düşüp koyu
karanlığın çöktüğü bir saatte ışıklar kapalı iken perdeyi aralamıştı.
Demir dar caddenin
karşısında kaldırıma oturmuş öylece duruyordu. Fatma, bu saate kadar buralarda
bekleyeceğine gerçekten şaşırmıştı. Sabaha kadar uyuyamamış yatağında bir o
yana bir bu yana dönüp durmuştu. Demir’ i çalıştırmak istemiyordu ama bu
şekilde vazgeçmemiş olması içten içe onu sevindiriyordu da. Bir hayat yeniden
can bulmuştu. Lakin ringlere döndü demek için henüz daha çok erkendi. Aynı
zamanda Demir zor biriydi. Burnu sürtmeden yola gelecek birine benzemiyordu.
Onunla çalışmayı kabul etse yine Fatma incinebilir belki yarı yolda
bırakılabilirdi. En iyisi bu şekilde kalmak en güzeliydi.
Salona gitme saati
geldiğinde yatağından hiç uyumamış bir şekilde kalkarak hazırlandı. Aşağıya
indiğinde Demir hala orada bekliyordu. Kapıdan çıkınca öylece durmuş ve onu
izlemişti. Geceleri hala serin olduğu için üşümüş olmalıydı. Çeketine iyice
sarınmış ve iki büklüm olmuş bir şekilde kaldırımın kenarında çökmüş yarı
uykulu gözlerle Fatma’ ya bakıyordu.
Fatma, kısa bir
süre ona baktıktan sonra yoluna devam etti. O da ardından yürümeye başladı. Caddeler
oldukça sessizdi. Vakit daha sabahın çok erken saatleriydi. Karşısına çıkan
fırından iki simit ve biraz da peynir almıştı.
Salona geldiğinde
Demir içeri girmekte önce tereddüt etmiş bir süre sonra da dayanamayıp salona
girmişti. En fazla kızardı ve o da dışarı geri çıkardı. Ama beklediği gibi
olmamıştı. Çoktan mutfağa gitmiş ve orada kahvaltılık bir şeyler hazırlıyordu.
Demir, banklardan
birine oturmuş ve salonun sıcaklığında kollarını ovuşturarak vücudunu ısıtmaya
çalışıyordu. Bir süre sonra Fatma elinde bir çay ve kahvaltı tabağı ile içeri
geldi. Bürodaki sehpaya koyarak;
“Bunlar senin
için.” Dedi ve mutfağa tekrar geçti. Demir onu izledikten sonra çekinerek
sehpanın başına geçti. Çaydan yudumlayarak gözleri kapalı vücudunun ısınmasının
keyfine vardı. Kolları ve bacakları kas katı kasılmışlardı. Kaç gündür
esnettiği vücuttan eser yoktu. Bugün sıfırdan başlayacaktı. Bu onun canını
sıkmıştı. Fatma ise böyle olmasının onu daha çok geliştirdiğine inanıyordu.
Kahvaltısını
bitirdikten sonra mutfaktan gelen Fatma, dünden dağınık bırakılmış bazı
malzemeleri toparlamaya koyuldu. Demir ise kahvaltısını bitirdikten sonra
ısınmak için koşmaya başlayacaktı ki Fatma’ nın sert bakışlarına maruz kaldı.
Bakışları neredeyse şimşek gibi sehpayı delip geçecekti. Tabağını ve bardağını
toplaması gerektiğini derhal anlamış ve fırlayarak tabağını ve bardağını
toparlayıp mutfağa götürmüştü.
İçeriye girdiği an
böylesine ev havası veren bir mutfak beklemiyordu doğrusu. Ama incelemek için
çok da vakit kaybetmeye değer görmedi. Alel acele tabağını ve bardağını
tecrübesizce yıkayarak ısınmaya başladı.
Fatma’ nın en
azından bugün birkaç teknik göstereceğini umuyordu ama ne yazıkki umduğu gibi
olmamış dahası gençlerle yaptığı çalışmaya dışarda devam etmişti. saatlerce
salona gelmemişler Demir öylece salonda boş boş kum torbası dövüp durmuştu.
Daha ne yapamsı gerektiğini çözemiyordu. Elinden geldiğinin en iyisini çabaladığına
inanıyordu.
Bir an için hediye
mi alsam diye düşündü ama Fatma öyle bir kadın değildi. Gerçekçi bir konuşmaya
karnı toktu. Hareketleri ile istikrarlı olduğunu da göstermişti. Daha ne
yapmalıydı. Fatma, sporcusundan ne istiyordu.
O gece barda karşılaştığı
adam şaşırmakta ne kadar haklıymış. Şimdi daha iyi idrak edebiliyordu.
Dedikleri kulağında yankılanmaya başlamıştı;
“Onu nasıl ikna
ettin?” demişti. Hakikaten nasıl ikna olmuştu? Şimdi kendisi de çok merak
ediyordu. Fatma’ ya ne yapmalı da çalışmaya ikna etmeliydi? Hırslandıkça kum
torbasına canavar gibi saldıran Demir haykırışlar arasında yumruklarını seri
bir şekilde indirmeye başladı. Bedensel olarak da yorulmaya başlamıştı ama en
çok aklı zorlanıyordu. Anlından akan artık ter değil fırtınalı bir yağmurdu
sanki. Bardaktan boşalırcasına tüm bedenine yağmur yağıyormuş gibi kan ter
içinde kalmıştı.
Bu hayatta aklına
gelen herşeyi çok kolay elde etmiş Demir, hangi konuda zorlandın ki? Hayatında
kalbini sıkıştıran, baş edemeyeceğini düşündüğün bir an var ki o da annen ve
kardeşinin ölümüydü. Kalbine verdiği acı, sanki sonsuza kadar böyle sürüp
gidecek gibiydi. Bu acıyla bir ömür boyu nasıl başa çıkarım diye korkuyla
inlemişti. Oysa bilmiyordu o acıyla da yaşanacaktı. Belki de ömür sandığı kadar
uzun olmayacaktı.
Kardeşinin vur diye
haykırışları kulaklarında, yüzüne hala yumruk atılıyor gibiydi. Haykırarak
yumruklamaya devam etti. Son gücüyle son nefretiyle bir daha bir daha bir daha…
Onur, salona yeni
gelmişti. Tüm salonu haykırışlarıyla dolduran ve kum torbasını seri yumrukları
ile döven bu adama korku dolu gözlerle bakıyordu. Gözlerindeki ateş kendi
vücudunu kavurur gibi damla damla terletiyor ama bir türlü bitmiyordu. Ne
haykırması ne vurması bitiyordu. En sonunda tüm nefesiyle haykırmış ve son yumruğu
atarak dizleriyle yere çöküp kum torbasına sarılmış öyle kalakalmıştı.
“Hey dostum iyi
misin?” Demir geldiğini hiç farketmediği Onur’ a şaşkın gözlerle bakıyordu:
“Sadece sinirliyim
o kadar.”
“Hey bak konuşmak
istersen terini sil ve ofise gel. Ben oradayım.”
Demir, konuşmak
istercesine Onur’ a şöyle bir baktı ve ardından eliyle onaylar gibi işaret edip
teklifi geçiştirdi. Derdine derman olacak bu hoca değildi. Şimdi anlıyordu ki
derdine derman olacak tek kişi Fatma’ ydı. Onu, gerçekten çalıştırabilecek tek
bir kişi vardı; artık bundan emindi; Fatma.
Demir, uyanmıştı.
Kendine uyanmıştı.
15. BÖLÜM ( SENİ NASIL İKAN EDERİM?)
Fatma, salona çok
geç bir vakitte gelmişti. Demir onu bekliyordu. Fatma affallamıştı.
Mırıldanarak; “Yemekte mi yemiyorsun?” deyip sessizce içeri geçti. Ona asla bir
kelime bile etmemişti. Ama artık Demir, Fatma’ nın ulaşılmaz olduğunu
biliyordu. Yalnızca sabırla bekleyecekti. Kurulun toplanmasına iki hafta
kalmıştı. Komisyon onaylarsa kendilerinin seçtikleri bir tarihte ilk maçı
yapacaklardı. Belki bir gün belki bir ay belki bir yıl sonra diyeceklerdi. O
yüzden bu iki haftayı hem antrenmanlarına hem de Fatma’ yı sabırla beklemeye
yoğunlaştıracaktı.
“Fatma!” boş
salonda sesi yankılanmış ve Fatma yaptığı işi bırakmış ona doğru bakmıştı.
“Lütfen sana
yalvarıyorum. Bana çok az zaman ayır söz ne dersen yapacağım.” Fatma umursamaz
bir şekilde işine koyuldu.
“Gördüğün gibi
zamanım yok.” Demir bir anda elindeki tükürük dolu kovayı gördü. Hiç düşünmeden
kovayı elinden almak için davrandı. Fatma, ondan önce davranmış ve kovayı bir
çırpıda kaldırıp taşıyıvermişti. Demir etrafa bakındı. Ringin diğer tarafında
da tükürük kovası duruyordu. Hemen koşarak onu aldı ve Fatma’ nın arkasından
yürüdü.
Fatma duş
kabinlerinden birinde kovayı köpüklüyordu. Demir, tiksinerek onu geriden
izledikten sonra kenara bıraktığı süngeri ve deterjanı alarak diğer kabine
gitti. Midesi ağzına gelmişti. Çıplak elleriyle bu kovayı nasıl yıkacağını
düşünüyor bir türlü içi el vermiyordu. Gözlerini birkaç defa kapatıp açtı. Suyu
yere dökerken o tarafa bakmamaya çalışıyordu. Bir iki kez midesi ağzına gelmiş öğürmek
üzereyken kendisini tutmuştu. Zorlandığı için gözlerinden yaş gelmişti.
Omzundan yaşlarını silerek kabinin dışından nefes alarak fıskiyeden su açtı ve
kovayı yıkamaya başladı. Ilk anda zor görünse de sonradan kovayı yıkamaya
alışmıştı.
Kovayı yıkadıktan
sonra bol deterjanla ellerini yıkayıp kabinden çıktı. Başarmanın vermiş olduğu
haz ile şimdi işlere daha kuvvetle sarılabilirdi. Daha kötü ne olabilir ki?
Diye düşünürken, Fatma’ nın tuvaletleri yıkamaya başladığını gördü. Kötü kullanımdan
kokan hele de çocukların utanmasa duvarlara kadar pislediği yerleri görünce
Demir, kusmamak için ağzını eliyle kapadı. Ama başka çaresi yoktu. O da boş
bulduğu tuvaletlerden birine girip yerleri fırçalamaya başladı. Neredeyse kendi
pisliğini temizlemeye aciz olan Demir, başka veletlerin pisliğini hiç yüksünmeden
yıkıyordu.
Her ne kadar
söyleniyor olsa da kendisi için bu bile büyük bir gelişmeydi;
“Şu veletlere bak.
Hiç mi terbiye görmemiş bunlar utanmasa yola pisleseymişler. El insaf insan
temizliyor bunları insan.” Demir tuvaletleri hem fırçalıyor hem söyleniyordu.
Fatma kahkaha atmaktan kendini alamamıştı. Demir duyduğu kahkaha karşısında
olduğu yerde çakıldı kaldı. Yüzünde gülümseme oluştu. Doğru yoldaydı.
Tuvaletleri temizlemeye daha bir asıldı artık.
Hızla banyoları da
yıkamaya geçmişti. Fatma o esnada salonu toparlıyordu. Demir, seri bir şekilde
duşunu almış ve çantasındaki yedek kıyafetlerini giyinmişti. Geri salona
geldiğinde Fatma’ nın da işi bitmek üzereydi. Saçlarını kurularken;
“Beraber yemeğe
çıkalım mı?” dedi. Sanırım tuvaletleri yıkamak ona aşırı bir özgüven
sağlamıştı. Fatma, umursamaz bir şekilde;
“Eve gidip uyuyacağım.”
Dedi. Demir tokat yemiş gibi oldu.
“Nasıl yani? O
kadar sana yarım ettim. En azından bana bir yemek borçlusun.”
“İyi de ben sana
yardım et demedim ki.” Diyerek Fatma çantasını alıp anahtarını kapıya taktı.
“Hadi çıkıyor
musun?” Demir bozulmuş bir suratla salondan çıktı. Fatma, yolun karşısına geçip
uzaklaşıp gidiyordu. Demir arkasından bir süre baktıktan sonra onu yeniden
takip etmeye karar verdi. Fatma ev tarafına doğru gitmiyordu.
Duraklardan birinde
durmuştu. Demir de biraz ötede arkasındaydı.
“Hani eve
gidecektin?”
“Sana açıklama
yapmak zorunda değilim.” Demir burnundan soluyarak sakinleşmeye çalıştı.
“Tabiki de değilsin
ama eve gitmiyorum diyebilirdin en azından.”
“Neden o zaman
peşimi bırakacak mıydın?” Demir cevap verememişti. Fatma ise gelen otobüslerden
birine atladı. Demir de hemen arkasından atladı. Demir’ in otobüse binmesi ile
ödemeyi nasıl yapacağı aklına gelmesi bir oldu. Şoklamış ve yardım isteyen
bakışlarla Fatma’ ya bakıyordu.
Fatma,
ona bakmıyormuş gibi bakışlarını başka yöne çevirdi. Demir şoförün yanında
kalakalmıştı. Herkes giyimi oldukça güzel olan bu beyefendinin kartı basmasını
bekliyordu. Demir yerin dibine geçmiş bir şekilde ne yapacağını bilemeden
öylece bakıyordu.
“Beyefendi kartınız
yoksa bendeki kartı basayım yanınızda bozuk var mı?” Şoför, Demir’ e seslenmiş
Demir heyecanla tam cüzdanına sarılmıştı ki bozukluk lafını duyunca olduğu
yerde bir kıvılcım gibi sönüvermişti.
Gözünün bir ucuyla
Fatma’ ya bakarken mırıldanır bir şekilde;
“Ne yazık ki
bozukluğum yok.” diyebilmiş sadece kredi kartı kullanıyorum demeyi düşünmüş ama
sonrasında çekinmişti.
Fatma, kocaman bir
“Of!” çekmiş ve olduğu yerden geriye dönerek sinirli bir şekilde Demir’ e
bakarak kartını basmıştı. Demir derin bir nefes almış ve yüzü gülmüştü. Ama
Fatma bu durumdan hiç memnun değildi.
Uzun bir süre
gittikten sonra Fatma inmiş Demir de arkasından inmişti. Fatma nedense bu
duruma hiç şaşırmamıştı. Uzun bir süre daha yol da yürüdükten sonra deniz
manzaralı eski evlerin olduğu bir yere geldiğinde arkasını dönmüş ve Demir’ i
aramıştı. Görünürlerde Demir yoktu. Buna çok şaşırdı. Emin olabilmek için
tekrar gözlerini kısmış ve ilerilere doğru bakmış ve hakikaten görünürlerde
yoktu. Tam sevinecekti ki hevesi kursağında kalmış ve Demir yanında bitmişti.
“Hayırdır beni mi
arıyorsun?” Fatma, ardından gelen sesle irkilmiş ve karşısında Demir’ i görünce
oldukça bozulmuştu. Hiçbir cevap vermeden öylece duruyordu.
“Neden buraya
geldik?” Fatma yine bir of çekmiş ve eliyle düşünceli bir şekilde başını
sıvazladıktan sonra;
“Demir, buraya
yakınlarımı ziyarete geldim. Buna da mı katılacaksın ha! Bir zahmet abartma
istersen.”
“Tamam sen benimle
çalışmayı kabul et ben seni takip etmeyi bırakayım. Söz veriyorum.”
“Hayır sana
cevabımı verdim. Şimdi git burden.” Demir kısa bir süre onu süzdükten sonra
oldukça ciddi görünen duruşundan dolayı gitmesinin daha uygun olacağına karar
vermişti. Hiçbir şey demeden oradan uzaklaştı. Fatma, onu gözden kaybolana
kadar izlemeye devam etti. Tamamen uzaklaştıktan sonra Yusuf Babanın evinin
yolunu tuttu.
İbrahim, salonda
başlayalı hep beraber bir aile toplanması yapıp Fatma’ ya hoşgeldin kutlaması
yapamamışlardı. Bugün tüm aile Fatma için toplanacaktı. Fatma oldukça heyecanlı
bir şekilde kapıyı çaldı.
Kapıyı neredeyse
çocukların hepsi beraber açmışlardı. Tüm aile sevinçle Fatma’ yı karşıladı.
Kapıda uzun bir süre kucaklaşma merasimi gerçekleşmişti. Ardından hepsi beraber
salona geçmişler ve Fatma’ yı direk yerde bekleyen sofraya oturmuşlardı.
Sevinçle ekmekler,
tuz ve sürahi elden ele dolaşıyor her biri ağızlarındaki lokmayı zorla yutup
boyna laflara yetişmeye çalışıyorlardı. Fatma olsun Yusuf Baba’ nın yedi oğlu
olsun çocuklar gibi hareretle bir şeyler anlatıp sonra da anlattıklarına gülüşüp
duruyorlardı. Bazen havada yumrukların savrulmadığı da olmuyor değildi hani.
“Yusuf Baba,
evlendiremedin şu oğlanları bir türlü. Ever at kurtul bunlardan. Vallahi kafa
kaldırmıyor artık.”
“Evlendirsem
kendilerinden çoğalıp da gelecekler kızım. En iyisi böyle kalsınlar.” Hepsi
gülüşüp şakalaşıyorlardı.
Gülüşmeler kapının
çalmasıyla durulmuştu. Fatma, başka bir misafirin daha çağrılmış olabileceğini
düşünerek Yusuf Baba’ ya bakmıştı. Yusuf Baba’ nın yüzünde ise şaşkınlık
ifadesi vardı. Çocuklardan bir kapıyı açmak için ayaklanıp hemen koştu.
Kapı açıldığında
İbrahim karşısında Demir’ i görünce çok şaşırdı;
“Demir! Senin ne
işin var burada?” Demir, bu evde kimin oturduğunu merakla beklerken karşısında
İbrahim’ i görünce soğuk bir duş yemişe döndü. Fatma ile nasıl bir bağlantısı
vardı da evine kadar gelmişti?
“İbrahim! Aa!
Merhaba ben Fatma’ ya bakmıştım. Burada mı acaba?” İbrahim şaşırmış bir şekilde
ona bakmaya devam etmiş ve uzun süre öylece kaldığını farkedince hemen
kendisini toparlayarak;
“Ah! Evet Fatma
Hoca burada. Gelsene içeri.” Demir beklenmedik davet karşısında heyecan yapmış
ve nazikçe çevirmesi gereken teklifi terslercesine reddetmişti;
“A! Yo! Yo! Ben
sadece dışarda ona bir şey danışıp gidecektim. Eğer müsaitse dışarı gelebilir
mi?”
Kapıdan gelen
heyecanlı konuşmalar ve hala kimin geldiğine açıklık getirilmemesi ile artan
merak duygusu ile Yusuf Baba önde olmak üzere Fatma ve diğer çocuklar kapıya
gelmişlerdi. Yusuf Baba kapının önünde hiç tanımadığı bu delikanlıya çatık
kaşlarla bakmış ve hangi oğlunun tanıyor olabileceğini çözmek için tek tek
onlara bakarken ardından Fatma gelmiş ve Demir’ i görünce şaşkınlığı ile
haykırmıştı;
“Demir! Senin ne
işin var burada?” Demir, her ne kadar cesaret edip kapıyı çalsa da kapıyı
tanıdık bir yüzün açması hele de kalabalık bir ailenin evi olması onda
adrenalinini tavan yaptırmıştı. Kalbinin hızlı atmasından neredeyse
konuşamayacak durumda olan Demir kekelemekten başka bir şey yapamıyordu. Yusuf
Baba, Demir ismini duyunca tepkisini saklayamamıştı;
“Demir mi? Sen
nasıl buldun burayı?” Demir, karşısında duran ve evin babası olan bu heybetli
adama nasıl bir cevap vereceğini düşünürken Fatma ile göz göze gelmişti.
Bakışları hala Fatma’ ya bakıyorken;
“Şey! Efendim ben
öncelikle rahatsız ettim kusura bakmayın. Şöyle oldu…” Yine Fatma imdadına
yetişmişti;
“Ben ona bir emanetini
verecektim baba. Salonda unutmuş da. Ona burayı ben tariff ettim.” Yusuf baba, bu cevabı duyunca rahatlamış ve;
“Ha öyle mi o zaman
buyur evlat içeri, kızımın misafiri benim misafirim.” Fatma hiç beklemediği bu
teklif karşısında hemen önüne atılarak kapıyı da Yusuf Baba’dan kurtarmaya
çalışarak;
“Yok yok babacığım
ben dışarda veririm. Zaten Demir’ in de işi vardı dışarıda. Buraya bile zor
geldi. Değil mi Demir?” Fatma kaşlarını çatmış ona tehditkar bakıyordu. Demir,
bir yandan girmek istiyor bir yandan da bu heybetli adamdan çekiniyordu.
“Olur mu öyle şey
Fatma geçin bakayım içeri. Yemeğin üstüne gelen Allah misafiri kapıdan geri mi
çevrilirmiş. Sen de gir içeri bakayım evlat hepimizi kapıda bekletme.” Deyince
Demir asker gibi içeri atılıvermişti. Fatma burnundan soluyordu. Demir, başına
nasıl bir bela aldığını kendince sorgulasa da merakına yenik düşmüştü bir kere.
Herkes içeri geçmiş
ve tekrar yerdeki sofraya oturmuş Demire de İbrahim’ in yanına yer açmışlardı. Biraz
önceki aile atmosferinin yerinde yeller uçuyor herkes sus pus önündeki yemeği
yiyordu. Herkes bu şekilde yemeğini bitirmiş ve herkes aynı anda sofradan
kalkmıştı. Evin son üç oğlanı yerdeki sofrayı hızlıca kaldırmış ve İbrahim
hariç diğer oğlanlar da mutfakta annesine yardım etmişlerdi.
Önüne gelen çayı
getiren genç oğlana Demir şaşkınlıkla bakıyordu. Eline verilen çayı yudumlarken
Fatma;
“Bu evde herkes her
işin bir tarafından tutar. Yoksa Nimet annenin yedi oğlan evlada yetişmesi
mümkün değil.” Demesiyle Demir, içtiği çayı neredeyse püskürmesi bir olmuştu.
Yusuf Baba sertçe öksürmüş Demir hemen kendisini toparlayarak;
“Çok affedersiniz.
Çay çok sıcakmış.” Demiş Fatma ise ona kıs kıs gülmüştü. Demir kendisine
yapılan bu alçaklığı asla unutmayacaktı. Muhtemelen Fatma bunu bilinçli yapmış
onu Yusuf Baba karşısında rezil düşürmek istemişti.
“Yusuf Baba benim
antrenörümdü Demir.”
“Nasıl yani ya
İbrahim? Yani ne güzel demek istedim. Özür dilerim efendim. Çok şaşırdım şuan” Demir
şoktan şoka şekilden şekile giriyordu. Fatma, bu gece onun burada ruhunu teslim
etmesine yemin etmişti anlaşılan. Bari alıştıra alıştıra söylese de o da
üsturuplu tepkiler verebilseydi. Ama yine aptalca hareketlerde bulunmuş ve
Yusuf Baba’ nın sinirli bakışlarına maruz kalmıştı.
“Yusuf Baba sayesinde ben lisans aldım ve
şampiyon oldum. Küçücük yaşımda bana sahip çıktığı için bana yalnızca antrenör
değil aynı zamanda bir baba olmuştur. Yani anlayacağın onlar benim ailem.”
Demir, artık sakinleşmiş ve şimdi ona imrenerek bakıyordu.
“Çok yakın bir
zamanda İbrahim’ in müsabakası varmış. Yusuf Baba artık öğrenci çalıştıracak
güce sahip değil. O yüzden onun antrenörlüğünü artık ben yapıyorum.”
“Benim de.”
Mutfaktan çerez dolu tabağı Demir’ in önüne koyarken atılan evin en küçük
evladı olan ve hiç büyümeyen Yakup’ du.” Fatma gülümsemiş. Annesi oradan
atılmıştı.
“Önce okulunu bitir
askerliğini yap öyle.” Demir şaşkın bir şekilde bakıyordu. Fatma, bu bakışı
bozmak istercesine öne atılarak;
“Malum Demir hayat
şartları zor. Spor karın doyurmuyor. Tabi sen bunu bilemezsin.” Yusuf Baba onun
didişir gibi konuşmasına bozulmuş ve hemen araya girerek;
“Sen neden tekrar
dönmek istiyorsun Demir?” dedi soğukça. Demir buz gibi kesilmiş ve ansızın
konuya böylece girilmesine affallamıştı. Uzun bir süre cevap veremedi. Fatma da
sabırla onu bekliyor cevabı duymak istiyordu. Ama Demir uzun uzun yere bakmış
bu soruyu cevaplayamamıştı.
Araya giren
gençlerin muhabbetleri bu soruyu ört bas edivermişti. Demir’ in varlığına
alışan gençler muhabbetlerinde biraz daha rahatlamış ve yine eskisi gibi sıcak
bir aile ortamı oluşuvermişti. Kahkahaların olduğu, Fatma’ nın maçlarının
anlatıldığı hatta o anları yeri gelip Yusuf Baba’ nın bile ayağa kalkıp hamleleri
gösterdiği o maçları canlı canlı izleyen ağabeylerin babalarına heyecanla müdahale
etmeleriyle geçen dolu dolu bir gece olmuştu. Demir, uzun zamandır böylesine
güzel bir muhabbet ortamında bulunmamıştı. Fatma bile ona duvarlarını indirmiş
boyna onların yanlış anlattığı hamlelere “Hayır öyle olmamıştı.” Diyerek Demir’
e göstererek ispatlamaya çalışması yüreğinde ferahlığa sebep olmuştu. rahatça
gözlerinin içine bakıyor ona sorular sorabiliyor ve karşılıklı muhabbet
edebiliyorlardı ve arada asla düşmanlık hissi veren bir gösterge de yoktu.
Gitme vakti
geldiğinde Demir resmen ayağını sürüyerek çıkıyordu. Gitmek istemiyordu. Kapıya
geldiklerinde Demir dışarı çıkmış ve Fatma geriden gelince, Demir önden gitmesi
gerektiğini hissetmişti. Herkesle vedalaşıp Fatma’ yı ileride beklediğini
söyleyerek oradan uzaklaştı. Kapı önünde Nimet Anne ve Yusuf Baba dışında kimse
kalmamıştı. Yusuf Baba ona kaşlarını çatarak baktı.
“Nasıl bir devi
uyandırdığının farkında mısın kızım?” Fatma saf saf ona bakarak;
“Neden Baba?” İki
kolunu da tutan Yusuf Baba;
“Bu adama her ne
yaptıysan doğru yapmamışsın. Hedefsiz, amaçsız bu adamı meydanlara atmışssın.
Bakışlarında sporcu azmi görmüyorum yavrum ben bu adamda. Bu adam içinde
sakladığı gizemlerle bakıyor dövüşmeye.” Fatma’ nın sol göğsüne parmağı ile
bassıra bassıra vurarak;
“Bu adamı sen
uçurumun kenarından salıyorsun ve geri tutunmasını bekliyorsun. Bu intihar
yavrum. Ya kendisi için son yazar ya da rakibi için. Vicdanına soruyorum sen bu
adamı bu halde mi ringe çıkaracaksın.”
“Ne varki baba
anlamıyorum. Ben yanlış hiçbir şey yapmadım. Demir’ in amaçsız biri doğru.
Yaşamak için bir sebebi bile kalmamış. Ben ona dövüşmek için yaşaması
gerektiğine inandırıyorum. Yani dövüşe amaç bulur ya da bulmaz. Bu adamın önce
dövüşmek için yaşadığına inanması lazım.” Yusuf baba başını sertçe sağa sola
sallamış;
“Nıh! Nıh! Yanlışsın
kızım. Dilerim canlar yakmazsın. Bırak bu adamı. Bu adam artık ringe dönemez.
Dönerse dediğim gibi o maçtan bir ceset çıkar.” Fatma titremeye başlamıştı;
“Nimet anne bir
şeyler söyle. Sende mi böyle düşünüyorsun?” Nimet anne çaresizce kocasına bakmış
ve sonra bakışları Fatma’ ya devrilmişti.
“O sen değil Fatma’
m. Sen yaşama sımsıkı tutunuyordun. Hayatını kaybetmemek için mücadele
veriyordun. Evet anlıyorum seni kızım. O da sevdiklerini kaybetmiş hem de çok
ağır şekilde. Ama o senin pencerenden bakmıyor. Ben Yusuf Baban gibi
düşünmüyorum. Ona yardım edecek biri varsa O da sensin. Senin gibi hayatı acı
gerçeklerle tecrübe etmiş biri ancak onu tekrar ayakları üstünde durmasına
yardımcı olur. Ama oğlan pamuk ipliğinde bir anda elden kayıverecekmiş gibi
duruyor.”
Fatma, umudu
kırılmış bir şekilde onlara bakarak onaylar şeklinde başını sallamıştı. Asla
onların önerilierini hiçe sayamazdı. Yedi tane aslanlar gibi erkek evlat
yetiştirmişlerdi. Demir’ e de evlat gözüyle bakmışlardı. Ama yine de onlar evlat
kaybetmemişti. Kardeş kaybetmemişti. Eğer bir baba ısrarla oğlunun ringe
dönmesini istiyorsa bunun da sebebini biliyordur diye düşünerek bekleyen Demir’
in yanına döndü.
“Ne o ölü görmüş
gibisin.” Fatma dalgın gözlerini Demir’ e çevirmiş ve bakışlarında kitlenmişti.
Demir cevap beklerken kendisine donmuş bir şekilde bakan korku dolu gözlerin
esaretine kapılıvermişti. Bir kaç defa ne var dese de Fatma, transa geçmiş onu
duymuyordu. Sonra sakince başını yana çevirmiş ve;
“Yok bir şey. Haydi
artık evlerimize dağılalım.” Demişti. Ondan uzaklaşırken aniden geriye hafifçe
dönüp ona bakmadan elini tehditkar kaldırmış ve;
“Sakın evimin
yakınlarında seni bir daha görmeyeyim.” Dedi.
Fatma, ardına
bakmadan evine gitmişti. Demir ise Fatih’ i aramış ve kendisini almasını
söylemişti. Eve geçtiğinde düşünceler içerisinde yatağına uzandı. Günlerdir
orada burada sürünmekten perişan olmuştu. Kendi yatağında uyumayı özlemişti.
Başına yastığa koyduğunda anında uykuya daldı.
16. BÖLÜM (O ZAMAN BAŞLAYALIM)
Birkaç gün Demir
evde kalıp komisyon toplantısı için hazırlıklarını tamamladı. Özellikle tüm
sağlık kontrollerini tamamlamış ve bir gün öncesinden sunacağı savunmasını
yazmıştı.
Arkadaşlarını ve
Kalbim’ i kendisini rahatsız etmemesi konusunda uyarmış olmasına rağmen Kalbim
bugün dayanamayıp Demir’ e ziyarete gelmişti. Baştan tembihlenen çalışanlar
Kalbim’ i içeri almamışlar ve çay bahçesine yönlendirmişlerdi. Kalbim buna
oldukça bozulmuştu. Demir geldiğinde asık suratıyla masada oturuyordu.
“Hoşgeldin
hayatım.”
“Hiç de hoşbulmadım
Demir. Bu da ne şimdi? Allah aşkına son zamanlarda neler oluyor böyle sana?”
Demir yanaklarına öpücük kondurduktan sonra kollarından onu tutarak koltuğa
oturttu.
“Tamam hayatım
sakin ol bir sıkıntı yok. sadece kendimi komisyon toplantısına hazırlamak
istiyorum.” Kalbim başını iki yana sallamıştı.
“Hiç iyi görmüyorum
bu hallerini hiç.”
“Merak etme herşey
yoluna girecek.”
“Tamam girsin zaten
ben de bunu istiyorum. Ama bizi yanından uzaklaştırma en azından beni.”
“Lütfen biraz bana
zaman ver tamam mı? Eğer paraya ihtiyacın varsa Savaş Amca halleder.” Kalbim
paranın lafını duyunca gerginliği hafiflemişti.
“Para mühim değil.
Ben senin yanında olmak istiyorum. Hem Savaş Bey para mevzusunda bana karşı çok
katı. O şirkette senin de hakkın var. Nasıl seni hiçe sayabilirler
anlamıyorum.”
“Tamam bu mevzuyu
ben konuşurum. Sen onun yanına git şimdi. Beni de lütfen böyle habersiz bir
daha rahatsız etme.”
“Asla hayatım sen
yeter ki işine adapte ol.” Yanağına bir öpücük kondurup Savaş Bey’ in yolunu
tutmuştu.
Demir’ in tek bir
derdi vardı. O da komisyonun karşısına antrenörüyle çıkabilmek yoksa bırak
ekibi antrenör bile bulamamış olmak lisansı baştan kaybetmek olurdu. Eski
hocasına gitmeyi düşündü bir an için. Sonra kendince bu düşünceden vazgeçti.
Çünkü hocasını da yarı yolda bırakmış sayılırdı. Ona bu iyiliği yapacağını hiç
sanmıyordu.
En güzeli bugün
Fatma için hazırlanıp sabah onu gitmeden önce ikna etmekti. Başka da çaresi
yoktu. O da gelmezse eli mahkum kendisi gidecekti.
…
Sabah olduğunda
Fatma kapıdan çıktığında, caddenin karşısında koyu laivert takım elbisesi ile
Demir bekliyordu. Saç ve sakal trajı kuaförde yapıldığı belli olan Demir’ in
komisyonu oldukça ciddiye aldığı açıkca belli oluyordu. Fatma ile kısa bir süre
bakıştıktan sonra elinde küçük bir paketle yavaş yavaş yürüyerek yanına geldi.
Fatma, Demir’ in
elinde tuttuğu paketi anlamaya çalışıyordu.
“Günaydın.” Fatma
Demir’ i hiç olmadığı kadar durgun görmüştü. Onun selamına o da sakince cevap
verdi;
“Günaydın.” Demir
elindeki paketi olduğu gibi vermek yerine açarak içinden çıkardığı kolyeyi
elinde oynarken;
“Bunu senin için
aldım. Seni en güzel anlatan hatta beni de içine alan derin manalara sahip
olduğunu düşünüyorum.” Fatma merak etmiş ve yavaşça ona doğru uzatılan kolyeyi
alıp incelemeye başladı;
“Bu da nedir
böyle?”
“Lotus çiçeği.
Aslında uzun zamandır sana küçük bir hediye almak istiyordum. Ama doğrusu kolye
düşünmüyordum. Daha anlamlı hediyeler bulurum diye düşünüyordum. Ama bugün
gezerken bu kolyeyi görünce seni gördüm sanki. Bilir misin bilmem lotus çirkin
sularda yetişen ve onların tüm çirkinliklerine rağmen kendisini temizleyen bir
çiçek aynı senin gibi.” Fatma dolan gözlerine engel olamamıştı.
“Sen beni ne kadar
tanıyorsun ki?” demir ona uzun uzun bakmıştı. Sonra gözlerini kaçırıp başını
sallayarak;
“Çok iyi
tanımıyorum aslında. Ama dünya çirkin değil mi Fatma sen de ben de bu çirkin
dünyanın içinde harcanmaya çalışan masum insanlar değil miyiz? Beni gömüldüğüm
topraktan sanki yeniden çıkardın. Sayende yeniden doğdum kendime uyandım Fatma.
Sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Bana tekrar kim olduğumu hatırlattın. Bu
kolye de yeniden doğuşumun sembolüdür. Eğer bunu kabul edersen mutlu olurum.”
Fatma elinde
incelemeye devam ediyordu.
“Peki kim olduğumu
hatırladım diyorsun. Sen kimsin Demir?” demir affallamış ama bu hali çok kısa
sürmüştü;
“Eğer bugün benimle
komisyona katılırsan bunun cevabını orada duyabilirsin.” Fatma’ nın yüzünde
minik bir hayal kırıklığı gülümsemesi oluşmuştu. Demir bu gülümsemeyi fırsata
çevirmek istiyordu. Hemen atılarak parmağı ile elindeki kolyeyi gösterdi;
“Ha bu arada
lotusun 12 taç yaprağı olur. Aynı bizim round sayısı gibi ve 13 olanları çok
nadir görülür. Bu yüzden 13 yapraklı ile karşılaşılmasını uğursuzluk
sayarlarmış. Allah bize de 13. Rounddan korusun.” Diyerek gülmüştü. Fatma onun
yaptığı ince espiriyi anlamış ve kendini gülmekten alamamıştı. Demir onu
yumuşatmayı başarmıştı. Gülmenin ardından;
“Ee geliyor musun
peki?” fatma bir anda ciddileşmişti. Öksürerek boğazını temizledi;
“Yalnızca
komisyonuna katılacağım.”
“O teşekkür ederim.
Teşekkür ederim. Bu komisyon için çok önemliydi. Teşekkür ederim.”
“Tamam tamam
abartma sadece komisyonda oturacağım. Bu kadar. Öyleyse giyinmeme izin ver.
Vakit var mı?” demir hemen telefonuna sarılıp saate baktı.
“Evet daha var.”
Fatma hemen eve geri dönmüş ve siyah pantolon çeket takım elbisesini giyinip
tekrar gelmişti. Beraber caddenin sonuna kadar hiç konuşmadan yürüdüler. Demir
bu sefer kendi siyah spor arabasıyla gelmişti. Fatma da ilk defa görüyordu.
Demir ona ön kapıyı açmış ve arabaya binmesi için beklemişti. o ilk zamanlarda
gördüğü şımarık hallerinden eser kalmamıştı.
Federasyon
binasının önüne geldiklerinde kimsenin olmadığını gördüler. Bahçe de ne bir
araba ne de insan vardı. Kapıya yakın bir yere arabasını park etti. Belli ki
bugün Demir’ in günüydü. Fatma uzun zamandır gelmemiş olsa da buraları adı gibi
biliyordu. Zamanında bu binadan neredeyse hiç çıkmazdı. Sürekli değişik
müsabakalara başvuruda bulunurdu.
Binadan içeri
girdiklerinde gözleri herhangi birini arıyordu. Odanın birinden çıkan bir
beyefendiye Demir hemen atıldı.
“Afedersiniz
disiplin komisyonu kurulacaktı. Acaba nerede toplanılıyor.”
“5. Katta toplantı
salonu var. oradalar.”
“Peki teşekkürler.”
Diyerek asansöre doğru yöneldiler. Demir asansöre bindiğinde biraz daha gergin
görünüyordu. Fatma ona hiçbir şey söylemeden bakıyordu. Demir ise karşıya
boşluğa bakıyordu.
Kata gelmişlerdi.
Koridorda kimse yoktu. ortama koca bir sessizlik hakimdi. Odaların tabelalarını
okuyarak toplantı salonunu buldular. Demir o zaman FAtma’ ya dönüp baktı. Ne
yapacağı konusunda kararsızdı.
“Kapıyı çal
istersen.” Dedi. Demir Fatma’ yı başı ile onaylayıp çeketini düğmeleyerek
kapıyı çalıp açtı. Içeride uzunlamasına bir masa kurulmuş ve tek tarafına on
kadar kişi oturup sohbet ediyorlardı. Demir’ i farkettiklerinde başlarını
çevirdiler.
“İyi günler ben
Demir Karamoğlu disiplin kuruluna çıkacaktım.” Ortadaki beyefendi önündeki
dosyaya bakarak;
“Evet Demir Bey
sizi bekliyorduk. Dışarıda bekleyin sizi birazdan çağıracağız.”
“Peki efendim.”
Diyerek kapıyı kapattı.
“Ne oldu?”
“Çağıracaklar.”
“Tamam öyleyse
bekleyelim.” Dedi Fatma. Demir volta atmaya başlamıştı koridorda. Belli ki
gergindi. Fatma hiçbir şey söylemeden duvara yaslandı ve düşüncelere daldı.
Demir ne
soracaklarını bilmiyordu. Kendince söyleyeceği cümleleri aklında toparlıyordu.
On dakika ya geçmiş ya geçmemiş içeriden bir bayan çıktı ve Demir’ i içeri
çağırdı. Fatma da hemen duvardan doğrulup arkasından içeri girdi. Demir masanın
karşısına ortaya doğru bir yerde durdu. Fatma kapı kenarında bekliyordu.
Ortadaki beyefendi önündeki dosyayı inceliyordu. Demir sağlık raporunu ve
savunmasını incelediğini düşünüyordu. Sonra dosyayı kapatıp önüne kendi not
defterini çekti. Elindeki kalemi kağıdın üzerine getirdikten sonra;
“Evet kendinizi
tanıtın.”
“Ben Demir
Karamoğlu.1995 İstanbul doğumluyum. İstanbul teknik Üniversitesi İşletme Bölümü
mezunuyum. Karamoğlu Şirketinde kalite departmanında kalite kontrol müdürüyüm.”
Fatma Demir’ in şirkette aktif çalışıyormuş gibi gösterilmesine çok şaşırmıştı.
Böylesine bir bilgi sunulacağını hiç ummuyordu.
“Siz antrenörü
müsünüz?” Fatma gayri ihtiyari ellerini önünde birleştirerek saygı pozisyonuna
geçmişti;
“Evet efendim. Ben
Demir Karamoğlu’ nun antrenörü Fatma Keskin.” Kuruldakiler fısıldaşmaya
başlamışlardı. Bir anda masada bir hareketlilik oldu. En köşedeki iri yarma bir
adam;
“Avrupa şampiyonu
Fatma Keskin mi?”
“Evet Efendim.”
“Demir’ in
dosyasında antrenör olmanızda bir sakınca görünmüyordu. Lakin ben sizin
lisansınızı kaybettiğinizi duymuştum.” Fatma gerilmiş olsa da bunu belli
etmemeye kararlıydı. Demir onun oldukça gergin olduğunu görüyor ama panic yapıp
işi berbat etmek istemiyordu.
“Hepimiz orada bana
oyun oynandığını biliyoruz. Benim asla doping kullanmayacağımı beni tanıyan tüm
halk bilir. Ben özel hayatını da bu uğurda feda etmiş bir insanım.”
“Buna şüphe yok
hepimiz seni tanıyoruz.” Dedi diğer köşedeki adam. Fatma ona doğru bakmış ve
cevap vermemişti. Üzerinde çok durmayacaklardı. Çünkü ortadaki adam başka bir
konuyu ele almaya karar vermişti.
“Burada 6 ay
bağımlılık terapisi aldığınız yazıyor. Doktor raporuna göre iyileştiğiniz açık
ve net.” Fatma’ nın bu olayın ne kadar gerçek olduğu konusunda hiçbir fikri
yoktu. Onu son üç aydır tanıyordu. Belki gerçekten tedavi olmuştu ama en son
gördüğünde o ipsiz sapsız arkadaşları ile madde aldığına şahit olmuştu. Demir
hafifçe ardına dönerek Fatma’ ya bir bakış attı. Bu hareketi Fatma’ ya cevap
olmuştu sanki.
“Evet tedavi
gördüm. İyileştim artık madde kullanmıyorum.”
“Peki Demir Bey
spora tekrar dönme konusunda ne düşünüyorsunuz. Fatma Hanımda olduğu gibi
bizler sadece kendi ülkemiz içinde dövüşmüyoruz. Sizzler dış ülkelerde de
ülkemizi temsil ediyorsunuz. Fatma Hanım’ ın bize yaşattığı tecrübenin bedeli
hepimize ağır oldu. Ülke olarak adımız lekelendi. Siz bu konuda ne
düşünüyorsunuz. Sizle de aynı sorunu yaşamayacağımız ne malum?”
“Kesinlikle
haklısınız. Doğrusu bundan sadece 3 ay önce beni değerlendirmiş olsaydınız
bunun garantisini size veremezdim. Yaşadıklarım dosyamda yazıyor ayrıca
disiplin kurulu zaten ne denli sarsıcı bir olay yaşadığımı da biliyor. Tekrar
tekrar anlatıp hem sizi hem de kendimi yaralamanın bir anlamı yok. Yaşadıklarım
beni bilinmez bir karanlığa itmişti. Gözüm değil sporu hayatımı bile
görmüyordu. Şu uçurumdan atla deseniz düşünmeden atlardım. Ringe koysanız zarar
ziyan verirdim. Ama görmüş olduğunuz bu kadın beni düşmüş olduğum karanlık
çukurdan çıkardı. Sanki beni hiç doğmadığım bir aydınlığa ulaştırdı.”
“Nasıl oldu bu?”
sağ taraftaki adam inanmaz gözlerle bakarak sormuştu bu sorusunu:
“Nasıl mı oldu?”
demir önce o adama bakmış ardından Fatma’ ya bakmıştı. Ondan gözlerini almadan;
“Gerçeklerimi bir
yumruk gibi yüzüme indirerek. Öylesine canım yanmıştı ki artık acı duymuyordum.
Bundan daha acı ne olabilirdi ki? Ama içime gömdüğüm acılarımdan meğersem ben
hep kaçıyormuşum. Kaybettiğim o canımdan çok sevdiğim kardeşimin aslında hala
içimde yaşıyor olduğunu bilmiyordum. Onun benden istediği bir şey vardı. O da…”
Fatma’ nın gözleri büyüyordu Demir’ in akan yaşları karşısında. Ona doğru
istemsizce bir adım atmış ama daha ileri gidememişti. Kurul nefesini tutmuş
Demir’ in ne diyeceğini bekliyordu. Demir yanağından akan yaşı parmakları ile
silip aniden kurula döndü. Daha sert ve net bakan bakışları ile;
“Şampiyon olmak.
Dünya şampiyonu olmak. O gitmedi. Içimde. Hala beni bekliyor. Ağabeysinin
şampiyon olmasını bekliyor. Ben her dövüştüğümde o huzur içinde uyuyacak. Çünkü
o zaman hala ayaklarım üstünde dimdik hayata meydan okuduğumu bilecek. Bizim
için öyleydi çünkü hayata tutunmak. Bizim varlığımız yumruklarımızla
bütünleşmiş. Biz bir boksörsek ve hala dövüşüyorsak yaşıyoruz demektir.
Vazgeçmediğimi kardeşime göstermek istiyorum. Lütfen bana bir şans daha verin.”
“Peki düşüneceğiz.
Dışarda beklersen bir saat sonra durumun netliğe kavuşacak. Söylemek istediğin
başka bir şey var mı?”
“Yok efendim.”
Demir başını sallamıştı. Sağ taraftaki meraklı adam Demir çıkmak için
hazırlanırken tekrar bir soru attı ortaya;
“Demir Bey. Kardeşinizin
vefat ettiğini biliyoruz. Başınız sağolsun. Kolay değil. Kimin başına gelse
böylesine bir acıyı kaldıramaz. Ama hepimizin merak ettiği bir konu var. Sizi
bu kadar sarsan olay nasıl oldu?” Demir donmuş kalmıştı. Fatma o anda
anlamıştı. Daha önce nasıl farketmemişti bu adamın psikolog olduğunu. Başka
kimse olsa patavatsız adam derdi. Nasıl da Fatma uyanmamıştı bu adamın meraklı
sorularına ama Demir uyanmayacaktı. Belli ki Demir’ i sağlam sınıyorlardı. Adam
özellikle kendisini tanıtmamıştı. Bu soruyu herhangi bir kişi bile sorduğunda
Demir’ in olağan koşullarda cevaplandırabilmesini umuyorlardı. Bu olayı aşmış
olmasını ancak böyle tespit edeceklerdi. Fatma’ nın kalbi yerinden
çıkacakmışcasına hızla çarpıyordu. Demir’ in bir kez olsun kendisine bakmasını umuyordu.
Ama Demir olduğu yerde donmuş kalmış yere öylece bakıyordu.
“Hadi Demir” diye
fısıldadı. Eğer onunla disiplinli bir şekilde çalışmış olsaydı bu fısıltıyı
çoktan duyardı. Ama onunla kurabileceği hiçbir iletişim tekniği yoktu. demir
öylesine derin bir soluk aldı ki salon nefesinin sesini dinledi. Başını
kaldırdı ve;
“Kardeşimde beni en
çok sarsan olay. Spor merkezimi hergün kitliyor olmama rağmen nasıl olmuştu da
kardeşim o salona girip danbılın altında ezilmişti?”
Fatma olduğu yerde
dona kalmıştı. Buzlu bir suyun tepesinden aşağıya döküldüğünü hissediyordu.
Kalbi buz olmuş damarlarında akan kan sanki donup kalmıştı.
Kurul beklediği
cevabı almış adam huzurla başını onaylar şeklinde sallamış ve Demir’ in çıkması
için işaret etmişlerdi. Demir dönmüş kapıdan çıkmak için FAtma’ nın yanına
gelmiş ama Fatma var olduğu mekandan çoktan kopmuş kaskatı kesilmiş öylece
duruyordu.
Demir şaşırmış bir
şekilde Fatma’ ya;
“Fatma? Sen iyi
misin?” Fatma kendisine dokunmasıyla irkilmiş;
“Evet, evet ben
iyiyim.” Demiş ama Demir hiç iyi olmadığını çoktan farketmişti. Demir koridora
çıktıklarında karşısına çıkan ilk kişiye kafeterya gibi bir yerin olup
olmadığını sordu. Gösterilen yere Fatma’ yı neredeyse yüklenerek götürdü. Bir
masaya oturtup hemen bir su istedi. Fatma önüne gelen sudan bir kaç kez üst
üste yudumlayıp kendisine gelmeye çalışıyordu.
Olabilir miydi?
Böylesine küçük bir ayrıntı gözden kaçabilir miydi? Birisi babası birisi
ağabeysi.
“Fatma neler
oluyor? Iyi misin?” Fatma dünyaya gelmiş gibi gözlerindeki dalgınlık bir anda
uçup gidiverdi. Demir’ e uzun uzun bakmış ve ne diyeceği konusunda kararsız
kalmıştı. Böylesine küçük bir ayrıntıyı Demir’ e paylaşmalı mıydı? Uzun bir
süre düşündükten sonra önce kendisinin bu konuya bir açıklık getirmesi
gerektiğine karar verdi. Aklını karıştırıp bulandırmak istemiyordu.
“Korktum sadece o
adamın psikolog olduğunu anlayamadığın için yanlış bir cevap vermenden
korktum.” Demir rahat bir nefes almıştı.
“Tek öyle olsun.
Sana bir şey oldu diye korktum ben de. Sahi o psikolog muydu? Neredeyse adamı
tersleyecektim.”
“Aman kendini
tuttuğun iyi olmuş. Onlar da işin erbabı baksana tam sorgu bitti havası verip
son anda hamlesini yaptı.”
“Öyle değil mi? işi
biliyorlar.” Diyerek güldü. Fatma da zoraki gülmüştü. Demir, safa yatıyor Fatma
da ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Rol yaptığı her halinden belli oluyordu
çünkü.
Yanlarına bir bayan
yaklaştı. Elinde bir evrak tutuyordu.
“Demir Bey
hakkınızda ki karar açıklandı. Resmi olmayan bu evrakı size vermemi istediler.
Zaten hukuksal yollarla size tebliğ edilecek ama kurul hemen çalışmalara
başlamanız için size küçük bir iyilik yapmak istedi.” Demir ağzı kulaklarına
varmış bir şekilde sevinerek evrakı elinden aldı. Fatma heyecanla cevabı
bekliyordu.
“ Lisansımı
alabilmem için üç maç yapmam kararı alınmış.” Fatma sevinçle havaya bir yumruk
savurdu.
“İşte bu.”
“İlk maçı kendim
seçtiğim kendi ağırlık sikletimle aynı lisanslı bir boksörle dövüşebileceğimi
bu kişiyi kurula üç ay içinde bildirmem gerektiği yazıyor.”
“Şoktayım Demir bu
çok iyi.”
“Çok ilginç neden
kendim seçiyorum.”
“Sana bir güzellik
yapmışlar. Bu çok iyi. Senin için bir avantaj. Kendini psikolojikmen daha hazır
hissedersen tanıdığın bir sporcuyu ikna edersek muhteşem olur.” Demir
gülümsüyor ama tedirgin olduğu da belliydi. Fatma onu rahatlatmaya çalışıyordu.
Bu çok değişik bir karardı. Doğrusu Fatma da beklemiyordu. Hem bir avantaj hem
de dezavantajdı. Kural ihlalinde Demir’ i silmek daha kolay olacaktı. Sonuçta
kendisinin bulup getirdiği bir sporcu bahane üretemezdi. Ama isterse büyük
avantajdı. En azından Demir’ de içten içe var olmuş bir ring korkusu vardı.
Tanıdığı bir sporcu ile bunu atlatması daha kolay olurdu. Aklına ilk İbrahim
geliyordu. Demir’ in fiziksel özelliklerini bilmiyordu ama görünüşte İbrahim
bir siklet aşağıda gibiydi. Ama ortağını kabul etmezlerdi. O kadar da
insiyatifli olacaklarını sanmıyordu.
“Ee ne yapıyoruz?”
demir seslenmiş Fatma rüyadan uyanmış gibi olmuştu. umutla ona gülümsedi ve;
“O zaman
başlıyoruz.” Dedi. Demir heyecanla;
“Nasıl yani beni
çalıştıracak mısın!”
“Evet!” Demir
sevinçle ayağa kalkmış ve Fatma’ yı kendisine çekip sarılmıştı.
“Sakin ol
şampiyon!”
“Ha ha! Artık sakin
olmak yok Fatma haydi gidelim ve çalışmaya başlayalım.”
“Öncelikle
şartlarım var. Öyle yok.” Demir hızla asansöre gidiyordu.
“Tamam herşeyine
kabulüm. Söz ne dersen yapacağım.”
“Bu sefer kontrat
yok.”
“Tamam o da yok.
Istediğin zaman gidebilirsin. Kapı açık asla seni kimse zorlamayacak söz
veriyorum. Ama ben adım gibi biliyorum seninle gerçek bir takım olacağız. Sen
kendin gitmek istemeyeceksin”
“Hadi bakalım…”
17. BÖLÜM (RAKİBİM KİM OLACAK?)
Demir sabah
erkenden salona gelmişti. Savaş Bey, Fatih, İbrahim. Yakup ve İbrahim’ in
takımı, doktor, sağlık çalışanları ve Onur. Toplam on beş kişilik bir ekip Demir
için hazır bekliyordu. Antrenmanlar için Demir’ e destek olacaklar İbrahim’ in
ekibiydi. Eğer ileride Demir başkalarıyla da çalışmak isterse bunu Fatma
değerlendirip karar verecekti.
“Haydi beyler şimdi
hepiniz soyunun.” Diye Fatma talimat verdi. Demir affallamıştı. Hayır bunu Onur
dese bu kadar irrite olmayacaktı ama bir bayanın ona böylesine ağır bir talimat
vermesi onu zedelemişti. Kendisini bir kez daha bir bayanla çalışma açısından
sorgulamıştı. Ama düşünmeye vakit bırakmadan Fatma’ dan elindeki evraklarla
omzuna bir şaplak yedi.
Üzerinde şortu
olmayanlar soyunma kabinlerine gidip giyinip gelmişlerdi. İbrahim ve yanında
getirdiği kendisinden çok daha koyu tende olan zenci arkadaşı dışında hepsi on
sekizli yaşlarda çelimsiz ve kassız gençlerdi. Demir hala bakıyordu. Fatma
önüne gelip;
“Hadi seni
bekliyoruz. Git soyun gel.” Demir kafasını onaylar şeklinde öne kırıp koşarak
soyunma kabinine gitti. Bu esnada Fatma önce en zayıflardan ölçüleri alarak
kendi defterine Onur’ a not ettirdi. Ölçümleri doktor yapıyordu. Doktor;
“İbrahim’ in ölçüsü
1.85 cm boy. 88 kilo.” Tartıya o zenci çocuk çıkmıştı.
“Azad’ ın ölçüsü
1.90 cm boy. 95 kilo.”
“Güzel.” Dedi
Fatma. Azad’ ın ölçülerini beğenmişti. Demir gelmiş ve izliyordu.
“Demir sen çık.”
Dedi Fatma. Demir hemen tartıya çıktı:
“Demir’ in ölçüsü
1.88 cm boy. 94 kilo.”
“Güzel.” Dedi FAtma
ölçüleri ağır siklet için uygundu. Şuan için Azad ile dövüşe de uygundu. Fatma
memnun bir yüz ifadesi ile Demir’ in etrafında dolanıyordu. Kendi kendine
söylenmeye başladı;
“Kilon çok düşmemiş
çok iyi. Kaslar yerinde. Kuvvetlendirmek kolay olacak. Aferin vücudunun hiçbir
yerinde dövme de yok. En sevdiğim vücut
tipi aferin.” Demir kızarmaya başlamıştı. Demir’ in yüzü al al olunca gençler
ses çıkarmamaya gayret gösteriyor ama gülümsemekten de kendilerini
alamıyorlardı.
Fatma’ nın
disiplinli bir hoca olduğunu bildikleri için hayatta gevşeklik yapamazlardı.
Bunu bilmeyen tek kişi Demir’ di. Onlar için en büyük ceza ise salonunda
çalışmalarına izin vermemek olurdu. Sonuçta onlar çocuk değildi. O da anneleri.
Beğenmediği sporcuyu anında kovardı. Gözünün yaşına bile bakmazdı.
Sert bir el
şıklatmasıyla;
“Haydi beyler
hepiniz ısınmaya Demir, Azad ve İbrahim. Sizzler benle.” Diyerek salon
kenarında koşmaya başlamışlardı. Diğer gençleri Onur çalıştırıyordu. Savaş Bey
aldığı isimleri maaşlandırmak için kenarda çalışanları ile bilgisayar üzerinden
kayıtlarını ve sgk işlemlerini yürütüyorlardı. Gençler kazancın yüzde üçünden
maaş alacaklardı. Ibrahim ve Azad biraz daha yüksek alacaklardı. Fatma’ nın
maaşını ise şirkete düzenli bağlamışlardı.
Fatma bir iki tur
attıktan sonra üçlüyü durdurdu. Ibrahim’ e yumruk yastığı giymesini söylemişti.
Üçlü ellerini sarıp eldivenlerini giydiler. Ibrahim ise yastığı takıp hazır
bekledi.
“Azad ben Demir’ e
yumruk çalıştırırken sen kum torbasına bin yumruk atacaksın.” Demir
affallamıştı. Tehlike çanları alev alev yanıyordu. Kendisinin çalışmasının ne
kadar uzun olacağına mı yansın yoksa Azad’ ın bin yumruk atmasına mı yansın
karar verememişti.
“Evet Demir
başla.”dedi ve başıyla İbrahim’ e işaret etti. Demir ayak ritimleriyle yumruk
dövmeye başladı.
“Hayır ayakları
kullanma sadece yumruk istiyorum.” Demir kendisine denileni dinlemiş ve tekrar
yastığa dönerek yumruk çalışmasına başlamıştı. Fatma kendisine en yakın olan
banka oturmuş ve onları izliyordu. Diğerlerinden tamamen kopmuş bir şekilde
çalışıyorlardı. Azad ise ritimli bir şekilde yumruk çalışması yapıyordu. Demir
bu işin ne zaman biteceğini boyna sorgulayarak yumruk atıp duruyordu. Ama
sesini de çıkaramıyordu. Soru bile sormaya çekiniyordu.ç
“Vur!” diyerek
arada Fatma talimat veriyordu. Ama yalnızca vur diyordu.
“Evet vur! Devam.”
Demir sıkılgan bir şekilde vurmaya devam ediyordu. Yorulmaktan çok sıkılmışa
benziyordu. Yaptığı tek şey vurmaktı. Adım bile atamıyordu. Belinin ağrıdığını
hissediyor ve sıkıldıkça İbrahim ile göz göze geliyordu. Ibrahim çatık kaşları
ile onun yumruklarını karşılıyordu. Hiç sıkılmışa benzemiyordu. Gözleri etrafı
aramıyordu hatta gözlerini resmen ona kitlemişti. Bunu nasıl yaptığını merak
ediyordu.
“Vur! Devam.”
Kolları mı düşmüştü. Neden Fatma daha sert bir ses tonu kullanmıştı. Zaman
geçmek bilmiyordu sanki. Azad yumruk atmayı bırakıp Fatma’ nın yanına geldi;
“Hocam bitti.”
“Güzel. Senden
gençleri yumruk çalıştırmanı isteyeceğim.” Dedi. Demir’ e bu görev oldukça
hafif gelmişti. Ama Azad gocunmadan koşarak kendisine söyleneni yapmaya
başiamıştı. Demir bir an için duraksadı ve terini sildi.
“Ne oldu?” Fatma
şaşırmış bir şekilde soruyordu. Oysa Azad’ a en başta Demir’ i çalıştırırken
sen de yumruk at demişti. Azad yumruk sayısını bitirmişti. O zaman onun da
bitirmesi gerekmez miydi?”
“Ara yok mu?” Demir
yüzü oldukça ciddiydi. Ellerinde eldiven havaya savurarak sordu bu soruyu.
“Hayır ben
söyleyene kadar sana ara yok.”
“Su bari içeyim.”
“İçemezsin.” Şaka
olmalıydı. Bu tavrı motivasyonunu dibe indirmişti. İstemsizce yumruk atmaya
devam etti. Gün neredeyse bitmek üzereydi. Gençler dağılıyor Demir ise sürekli
isyan edip duruyordu. Fatma istediği randımanı alamamıştı.
Ertresi gün tekrar
yumruk çalışmaya başladılar.
“Vur eller yukarı
haydi!” sürekli Demir bu sözleri duyuyordu. Kendisi usanmıştı da FAtma bunları
söylemekten usanmamış mıydı?
“Vur devam!” demir
bugün neyle karşı karşıya olduğunu daha iyi biliyordu. bu yüzden suyunu içmiş
karnını iyi doyurmuştu.
“Vur!” etrafında
insanlar sürekli farklı teknikler çalışıyor ara veriyor hatta kahve molası bile
verebiliyorlardı. Diyet konusunda FAtma’ nın onlara karşı insiyatifi bile
varken Demir’ e suyu bile kıskanıyordu. Onunla bu kaderi paylaşan tek bir kişi
vardı ki o da İbrahim’ di. Ona bugün sinirli değil hayran bakışlarla bakıyordu.
Çünkü Demir ne kadar isyankarı oynasa da İbrahim bir o kadar güçlüyü oynuyordu:
“Ne oğlum sen
çelikten falan mı yaratıldın?” İbrahim gülümsemişti.
“Konuşma vurmaya
devam et. Haydi Vur!” Demir hayal kırıklığı ile başını sallayıp vurmaya devam
etmişti. Gün yine bitiyor ve Demir hala vuruyordu. Günü başarmıştı da bu
seferde kaç günde bu işin biteceğine takılmıştı Demir.
“Vur!” kafasına
tokmak gibi inen bu vur sesinin sahibi de mi acıkmıyordu. Su bile içmiyordu
sanki.
“Tamam yeterli.”
“Ohh!” diyerek
Demir kendisini banka Fatma’ nın yanına atıvermişti.
“Ne o Şampiyon
mutlu değilsin?”
“Ya düşünüyorum da
bütün gün bu bankta oturmayla basenlerin erimiyor mu senin?”
“Kalk tekrar!”
Demir affallamıştı. Ama Fatma şaka yapmıyordu. Yaptığı şakanın cezası
kesilmişti. Kalkmazsa yüzündeki ifade onunla bir daha görüşmeyecek kadar ciddi
bakıyordu. Demir korkuyla hemen ayağa kalktı ve FAtma’ ya baktı;
“Yumrukla!” fatma
sinirli bir şekilde eliyle İbrahim’ i göstermişti. Hiçbir şey demeden
ynalarından ayrıldı. Demir bu anı fırsat bilmiş ve İbrahim’ e dert yanmıştı;
“Hayır şaka
yapmıştım.”
“Keşke yapmasaydın
dostum al bak kimbilir kaç saatimize mal olacak kim bilir.”
“Hadi ya. Hayır
anlamıyorum ne yapmalıyım.”
“Fatma ile
çalışacaksan çeneni sıkı tutacaksın dostum olay bu.”
“Haklı ama o kadar
erkeğin arasında nasıl dursun? Küfür sevmez. Saygısızlık sevmez. Üsturuplu
davranacaksın ona karşı. En basit küfürleri bile yanında yapma sakın. Kahretsin
falan bu kelimelerde anında cezayı yersin.”
“Sen hiç yedin mi?”
“Yok bizim evde de
babam kızardı. O yüzden hiç ceza yemedim”
“Desene efendi
çocuksun anladım. Sokma gözüme gözüme .” Demir oldukça bozulmuş onun bu tepkisine
İbrahim gülmüştü. Fatma geri dönüyordu. Ibrahim hemen düzelmişti. Demir’ in bu
hareketi dikkatinden kaçmamıştı.
“Tamam bu kadar
yeter. Yarın Demir seninle sizin evde çalışacağız. Gençler burada çalışacak.
Azad ve İbrahim gelecekler bir tek.”
“Tamam Fatih alır
seni o zaman. görüşürüz.” Demiş ve Demir ile İbrahim duş için içeri
geçmişlerdi. Fatma çoktan hazırlanmıştı.
Ertesi sabah
yalnızca İbrahim, Azad ve Demir vardı. Ibrahim ve Azad’ ı eşleştirmiş Fatma da
Demir’ i kendisine almıştı. Bu sefer yumruk çalışmasını Demir FAtma’ nın
tuttuğu yastıklara yapacaktı.
“Bugün daha ağır
olacak şampiyon hazır mısın?”
“Sabahın beşinde
hiç olmadığın kadar bebeğim.” Demiş ve suratına yastığın sert yanından bir
yumruk yemişti. Gözünde yıldızlar belirmiş ağzı uyuşmuştu. Eldivenleri ile
ağzını ovuşturmaya çalışıyor ama hiçbir etki sağlamıyordu. Ağrı geçene kadar
öylece kalmıştı.
“Zevzeklik yapıp
durma Demir.”
“Sadece şaka
yapmıştım.”
“Burada kasları
güçlendiriyoruz Demir. Gevşeklik yapmanı istemiyorum. kaya gibi sert vücuda
sahip olman lazım.”
“İyi de böyle tüm
gün va va yumruk atarak mı?” Elleriyle havaya dalga geçer bir tiple yumruk
atmıştı.
“Evet böyle.
Anladın mı böyle. Daha irade sahibi bile değilsin. Nasıl güçlendireceksin bu
kasları? Benim tarzım bu genç adam. Ister kabul et ister etme.”
“Ediyorum ediyorum.
Sorun o değil. Sadece neden böyle yaptığımı öğrenmek istiyorum.”
“Sormamayı
öğrendiğinde neden yaptığını da öğrenmiş olacaksın. Doktor seni ameliyat
ederken sen boğazındaki hortumu çıkartıp soruyor musun? Neden böyle yapıyorsun
diye. Ama vücudun rahatladığında hangi noktanın iyileşmiş olduğunu anlıyorsun.
Kendini bana teslim ettin. Sorgulamayı bırak. Sadece sana söyleneni yap.
Anlaştık mı? Kendinde hissettiğin değişimler sana cevap olacaktır.”
“Peki tamam. Soru
yok, şaka yok, yemek yok, su yok. herşey sen istediğin zaman olacak.”
“Süper şimdi
başlayalım. Vur!”
Demir konuşmanın
gazıyla tüm kuvvetiyle vurmuştu. Fatma’ dan beklemediği bir tepkiyle
karşılaştı. Tüm gücüyle bağırmıştı.
“Aferin! Işte böyle
vur!” demir daha güçlü vuruyordu. Güneş ağarmış sabah omak üzereydi. Vurmaların
ardı sırası kesilmiyordu. Demir daha sert daha sert vurmaya çalışıyor, fatma
her defasında daha sert bağırıyordu. Sabahın sessizliği horoz sesleri ile değil
“Vur!” sesleri ile bozuluyordu. Fatma milim milim geriye gidiyor Demir onunla
beraber aynı hizada ilerleyerek vurmaya devam ediyordu.
“Vur!” vur sesleri
beynine işlenircesine inliyordu. Öğlen olmuş, akşam olmuş hava kararmıştı.
Bahçenin ışıkları yakılmış bu şekilde aydınlatılıyordu. Evdeki çalışanlar ara
ara gelip onları izliyordu. Tek yaptıkları vurmaktı. Ibrahim ve Azad
çalışmalarını sonlandırmışlar ama Demir henüz daha devam ediyordu.
Gece yarısı
olmuştu. Demir azimli bakışları ile durmaya hiç niyetli görünmüyordu. O çok
zorlandığı iki günden sonra bugün sanki zincirlerini kırmış ve sonu olmayacak
kadar kendisini devam etmeye hazır hissediyordu. Bacak kaslarının güçlendiğini
hissedebiliyordu.
“Vur!” Her vur
deyişinde Demir artık güçlendiğini hissediyordu. Bir ara tüm çalışanlar bahçeye
toplandılar ve izlemeye koyuldular. Kendi aralarında boyna fısıldaşıp
duruyorlardı.
“Sence kaç saat
böyle dayanacak?” Balık etli genç adam korkulu gözlerle Fatih’ e sormuştu bu
sorusunu.
“Şu bakışlara
bakılırsa hiç yılacak gibi durmuyor.”
“İddiaya girmek
isteyen var mı?” Cılız orta yaşlardaki adam olaya keyif katmak istiyor gibiydi.
“Kaç saat oldu?”
Balık etli genç adam sormuştu.
“Şuan tam yirmi iki
saat oldu.” Dedi mutfakta çalışan oğlan. Başka bir çalışan adam cebindeki parayı
elinde sıkıştırarak
“Ben iddiaya varım
haydi nesine?”
“Ben de varım
beyler bence dayanamayacak.”
“Bence dayanacak.”
Demişti cılız orta yaşlardaki adam.
Heyecan doruklara
tırmanmıştı. Kadınlar geriden seyrediyor. Beyler daha bir öne çıkmış heyecanla
sanki maç yorumluyorlardı. Demir esen rüzgarda ter akıtıyordu. Fatma keskin
gözleriyle ona bakıyor ve sesinden bir ton bile kaybetmeden “Vur!” demeye devam
ediyordu. Demir her defasında sanki bedeninden sıyrılmışcasına daha bir
güçlendiğini hissederek gayretle vuruyordu.
“Şuandan itibaren
tam yirmidört saat oldu beyler haydi var mı arttıran?”
“Durun sanki
bitiriyorlar gibi.” Çok ileride ara vermiş gibi görünüyorlardı. Fatma ellerini
indirmiş ona bir şeyler söylüyordu. Demir de başını onaylar şeklinde sallayıp
duruyordu.
“Haha beyler ben
kazandım. Paraları alayım.”
“Oo haksızlık ama.
Ne biliyoruz belki Demir durmak istedi.” Cılız adam paraları cebine
sokuştururken;
“Baksana Demir’ in
duruşuna yorulmuş gibi bir hali var mı kartal gibi dimdik duruyor. Haydi haydi
yatalım artık sabaha az kaldı.” Diğerleri suratlarını asmış hayal kırıklığı
içinde mırın kırın ederek içeri geçiyorlardı. Bayanlar da içeri geçmişti.
Herkes içeriye
girmiş Demir ve Fatma yalnız kalmışlardı.
“Hemen gidip yatma
biraz yürüyüş yapmanı isteyeceğim.”
“Olur. Aslına
bakarsan kaslarım zonkluyor ve kurt gibi açım.” Fatma, Demir’ in eldivenlerini
söküyordu.
“Nasıldım sence?”
Fatma eldivenleri çıkarmış bağlarını çözüyordu. Demir’ in yorgun ama heyecanlı
sesine gülümsemişti.
“Biliyor musun
Demir? Üçüncü gününde yirmidört saate tamamlayan ilk öğrencim sensin.”
“Şaka yapıyorsun!”
Demir çoşkuyla havalanmış parmaklarını saçlarına geçirmişti.
“Ama İbrahim Azad
onlar da yanımızdaydı.” Fatma göl kenarına doğru yürümeye başlamıştı. Demir de
heyecanla ona bakıyor ve aynı zamanda onunla yürüyordu.
“Evet onlar da bu
süreye ulaştılar ve hatta aç susuz uykusuz bir şekilde ara vermeden bundan çok
daha uzun sürelerde de boks çalışması yaptılar. Ama ilk yirmi dört saate
çıkmaları neredeyse bir haftayı bulmuştu.”
“Peki ya İbrahim?
Onu dövüşürken de izledim. Çok güçlü o niye hemen çıkamadı anlamadım.”
“İbrahimle kendini
yarıştırma Demir. O boks hayatına herkesten bir adım önde başladı. Boks onun
kanında geninde var. O kendi kardeşlerinden bile daha özel Yakup da öyle.”
Demir içten içe kıskanmıştı. Kendisiyle yarıştırma tenezüllünde bile
bulundurmuyordu.
“Nasıl yani sen
genetik faktörlerin böylesine bir sporda etkin olduğuna mı inanıyorsun?”
“Spor olarak bakma
Demir. Vücut olarak bak, kas yapısı olarak bak. Vücut ölçüleri senden düşük
olmasına rağmen görüntüsü bile nasıl farkediyor. Bunu ancak aynı ölçülerde olan
kişilerle yan yana getirdiğinde anlayabilirsin. Ibrahim yapılı ve güçlü bunu
asla inkar edemezsin. Zaten dövüş ortağın Azad değil İbrahim. Azad yedek
boksör.” Demir affallamıştı.
“Şaka yapıyorsun.
Gerçekten beni aşağılamadığından emin misin? Beni hakikaten hafife alıyorsun ne
yani alt sikletle dövüşeceğim. Azad ile aynı sikletteyiz.”
“Azad seni
zorlamayacaktır. Iki roundda işini halledersin. Sence bu düşüncem seni
küçümsediğimi mi gösteriyor?” Demir ağzını bile açamamış öylece ona bakarak
yürüyordu. Fatma ona bir bakış atmış ve anlaşılmış olmanın verdiği rahatlıkla
devam etmişti.
“İbrahim özel bir
çocuk. Doğuşsal özellikleri, çocuk yaşta spora başlamış olması ona hep artı
kazandırmış. Aynı zamanda teknikleri adı gibi biliyor. Lise çağına gelmeden bu
işin okulunu bitirmişti. Insanları dövüş tekniği ile karakterize edip onları
analiz edebiliyor. Senin veya hayatında ilk defa dövüşeceği kişinin dövüşme
tekniğini yalnızca iki rounda çözüp ona göre dövüşebiliyor. Iki elini de
kullanabiliyor. Istediği an yalnızca elini değil bacaklarını da
değiştirebiliyor. Yani anlayacağın zirveye çöktüğü an yıllarca oradan inmeyecek
biri. Geleceğin şampiyonu. Seninle çalışmayı kabul etmiş olması senin için
büyük bir avantaj. Bunu ileride anlayacaksın. Sana sadece şunu söyleyeyim
Demir, onu nakavt yaptığın an. Artık Dünyaya açılmak için hazırsın demektir.”
“Anladım. Peki ya
sen? Benimle çalışırken bir kere olsun adımların bile aksamadı. Yüzünün ifadesi
değişmedi. Sen ne zamanda yirmi dört saati tamamladın?”
“Önce şunu
söyleyeyim. Daha iyisi de olabilirdi ama sen beni çok yargılıyorsun. Önce
aklından onu silmelisin. Tekniklerimi küçümsüyor ve gerekli bulmuyorsun. Kadın
olmam sendeki inancı kırıyor. Önce bu meseleyi içinde çözmen lazım. Benimle
çalışmak senin gururunu incitmemeli.” Demir yürümeyi bir an için durdurmuş ve
ona ciddi bir yüz ifadesi ile bakarark;
“Gerçekten seninle
çalışmak beni incitmiyor. Ilk başlarda haklısın kadın olman ben de itici bir
etki yaratmıştı. Ama zamanla senin benden ve daha bir çok boksörden çok daha
yetenekli olduğunu anladım. Hatta artık sana saygı duyuyorum. Ama yalnızca
neyle karşı karşıya olduğumu bilememek beni huzursuz ediyor.”
“Her müsabakada
farklı insanlarla dövüşeceksin. Yeri gelecek kimliği aynı ama bambaşka bir
insan karşına çıkacak tekniklerini değiştirerek. Neyle karşı karşıya olduğu hiç
bir zaman bilemeyeceksin. Böyle bir hayata artık hazır olmalısın.” Demir soğuk
kanlılıkla başını sallamıştı. Fatma yürümeye devam etmeye başladı;
“Peki ya sen Fatma,
söylemedin ilk yirmi dört saate çıktığın zamanı.” Fatma acı bir tebessümle
karşıladı bu soru tekrar kendisine yönelince.
“12 yaşındaydım
Demir. Yusuf Baba ilk antrenmanımız bu irade güçlendirme tekniğiydi. O bana dur
diyene kadar asla durmamıştım.” Demir’ in tüyleri diken diken olmuş ve o soruyu
sormaya çekinmişti. Boğazında anında bir kuruma hissi oluşmuş ve o histen
sıyrılmak için yutkunmuştu;
“12 yaş ha. Vay be
çocukmuşsun eminim Yusuf Hoca seni çok zorlamamıştır değil mi?” Göl kenarına
gelmişlerdi. Gölün kıyısında sallanan büyük bir salıncak vardı. Fatma oraya
yöneldi. Salıncağa oturdu. Demir de hemen ardından salıncağın diğer tarafına
oturdu. Gökyüzü hafif turunculaşmış güneş karşıdan doğmak üzereydi. Sessizce
güneşin ne taraftan doğacağına bakınıp tahmini yerini belirledikten sonra o
yönde gözleri takılı geçmişe dalıp gitti. Demir sessizce onu izliyordu. Sakin
sakin sallanan salıncak vesilesiyle oluşan rüzgar yüzünü okşayıp geçiyordu. Sonra
Fatma aniden derin bir nefes aldı.
“Tamam dur
demeseydi ben vurmaya devam edecektim Demir. Durduğumuzda bana uzun bir baktı
şöyle. Bense hala yumruklarımı kaldırmış hazır bekliyordum. Dövmeye daha
doymamıştım.” Bir an yüzü ağlayacak gibi olmuş sonra gülümsemeye başlamıştı.
“Dövülecek o kadar
çok kişi vardı ki hayatımda listeyi daha yarılamamıştım bile. Yusuf Baba ise
kolundaki kronometreye bakmış sonra da öylece bana bakıyordu. Bense ne
yapacağını bilmiyordum. Başını salladı. Ve ardından otuzaltı saat dedi.”
Demir’ in gözleri
yuvalarından çıkacaktı neredeyse;
“Otuzaltı saat mi?”
Fatma umarsızca onun tepkisine gülüyordu. Onun için bu saat dilimi hala
yetersizdi.
“Demir, ben
antrenman yapmıyordum. Ben dövüyordum. Içimdeki öfkemi atmak istiyordum. Ama ne
yazıkki bu fayda vermiyordu. Bense daha çok daha çok vuruyordum. Böyle
dineceğini sanıyordum. Boks benim için hiçbir zaman spor olmadı. Rahatlamam
için yalnızca bir araçtı.” Demir şaşkınlıkla başını sallıyordu;
“Şuan sonraki
antrenman saatlerini sormaya korkuyorum.” Fatma gülmüştü.
“Bencede sormasan
iyi edersin.” Aralarında sessizlik hüküm sürmüştü. Yalnızca gökyüzüne doğan
turuncu güneşin verdiği huzura dalmışlar öylece izliyorlardı. Turuncu rengin
göle yansıması ile hareket halindeki su sanki altına bulanmış da öyle parıl
parıl parlıyordu.
“Demir ilk dövüşünü
kimle yapmak istiyorsun aklında bir isim var mı?” Fatma arlarındaki sessizliği
bozmuştu.
“Aklıma kimse
gelmiyor. Eskilerden kimse ile dövüşmek istemiyorum. Ibrahim ile aynı takımdayız.
Yenilerde de kim var bilmiyorum.”
“Peki o zaman
etrafa bir haber salalım. Sosyal medya üzerinden lisansın kesinleşmedikçe
aslında duyurmak istemiyorum. hemen hedef haline gelme. Seninle daha çok işimiz
var.”
“Ama sonuçta
dövüşmek için sahadayım değil mi? yani sosyal medyada duyurmanın bir sakıncası
olduğunu sanmıyorum.” fatma ona kararsız bir şekilde baktıktan sonra;
“Peki sen
bilirsin.” Dedi aklına kötü bir şey gelmiyordu. Hayır sosyal medyada geri
döndüğü duyulsa ne olacaktı ki? Ama kendisinin de sahalara döndüğünün
duyulacağını hesap etmemişti. Başına geleceklerden habersiz Fatma başıyla
onayladı.
“Kahvaltıyı
hazırlamışlardır.Gitsek iyi olur. Kahvaltı sonrası duş alıp iyice dinlen. Amman
diyeyim uyurken üstüne üsturuplu şeyler giy. Her an odana geleceğim ve seni
ansızın antrenmana çağıracağım.” Demir kahkaha atmıştı.
“Ah Kalbim ah! Ama
seni nasıl keklemişti.” Fatma ona çatık kaşlarıyla bakıp ardından salıncaktan
inmişti. Demir arkasından koşarak gelip;
“Hayır ne var
arkadaş olsak senle. Neden aramıza duvar örüyorsun?”
“Çünkü biz arkadaş
değiliz. Öğretmen ve öğrenci gibiyiz.”
“Onlar da arada
şakalşıyorlar.”
“Biz de gevşeklik
kasları da gevşetir. Amacımız kasları taş gibi sert yapmak değil mi? Gülerken
nasıl olacak bu iş ha? Bu arada sevgililerinize ne cins lakaplar takıyorsunuz.
Kalbim de ne söylesene?” Demir onun hızlı yürümesine yetişemiyordu. Kasları
şimdiden hamlamıştı. Neredeyse topallar gibi koşarak gerisinden geliyordu. Beli
de tutulmuştu.
“Kalbim onun kendi
adı.”
“Ne ciddi misin? Bu
daha kötü.” Demir gülüyordu.
“Eski kuşaklar ne
yaparsın işte.” Fatma kendisine gelen taşı farketmiş ama ardına bakmadan
gülümsemişti.
“Bir ara beraber
dışarıda takılalım mı? Tüm takım beraber yani.”
“Hele bir hakkını
verelim o günlerde gelecek?”
“Yani senin
istediğin yerler olacak ya da film izleyelim ne dersin? Hangi filmi seviyorsun?
Malum biliyorsun ses sistemli biro dam var.” fatma kahkaha atmıştı.
“Evet evet
biliyorum kalite kontrolünü beraber yaptık.” Demir bozulmuştu. Ses bile
çıkaramadı. Fatma ise gülmeye devam ediyordu.
“Tamam tamam
bozulma hemen. Rocky’ yi çok severim. Küçüklükten beri izlerken en keyif
aldığım filmdir. Zaten Rocky’ nin filmleri sayesinde boksör oldum. Ne yalan
söyleyeyim. Siz güzelim ses sistemine o saçma sapan müziklerle işkence ederken
aklımdan rocky’ i izlemek geçmişti. Yazık o kadar güzelim sistemi heba
ediyordunuz.” Demir affallamıştı.
“Sahi bu geçti mi
aklından?”
“Ooo hem de nasıl.
Düşünsene görüntü efektlerinin o kadar kuvvetli olduğu bir odada dört bir
yanından seyirciler tezahürat yaparken sen sanki sahnenin içindeymiş gibi
dövüşü izliyorsun. Vay be nasıl da güzel olurdu.” Demir şaşkınlığını hala
üzerinden atamamıştı.
“Tamam peki
izleriz. Yani senden de böylesi bir şey beklenirdi.”
“Ne demek şimdi
bu?” Demir kırmak istemiyordu ama içindekini de söylemese patlardı.
“Hakikaten kuşak
atlamışsın. O demek.” Fatma gözlerini kısmış ona sinirli sinirli baktı.
“Akşam görüşeceğiz
senle.” Diyerek yanından ayrılıp mutfağa yöneldi. Demir ardından öylece
bakakalmıştı.
18. BÖLÜM (SIKI ÇALIŞMALAR BAŞLADI)
Yatak mı
sallanıyordu yoksa deprem mi oluyordu? Bir anda yatağından fırladığında ayağı
ile karnını itekleyip duran Fatma’ yı karşısında buldu.
“Hadi be ne kadar
derin uykun varmış. Uyan gidiyoruz.”
“Ne! Ne var! Ne
oldu! Saat kaç?”
“Saat üç.”
“Oo ne kadar çok
uyumuşum. Bir gün geçti mi ne çabuk ya?” Diye söylenerek yatağından fırlayan
Demir hızla lavaboya koşmuş ve geri gelmişti. Fatma’ ya bir bakış atıp perdeyi
aralayıp dışarı baktı. Fatma iki elini göğsünde bağlamış öylece bekliyordu.
“Sakın bana gecenin
üçü deme.”
“Hayır değil tabiki
sabahın üçü. Hadi hızlı hazırlanman için otuz saniyen var.” Demir telaşla elini
yüzünü yıkıyor dişlerini fırçalıyor bir yandan da Fatma’ ya laf yetiştiriyordu.
“Ya yuh tuvalete bari
gireyim. Malum sen başladın mı ona da müsaade etmiyorsun.” Fatma çoktan odadan
dışarı çıkmış koridorda onu bekliyordu. Demir hala kendi kendine söylenerek
odaya geri gelmiş ve bomboş odayla karşılaşmıştı. Demir umudu kırılmış başını
iki yana sallayarak dışarı çıktı.
“Tamamım.” Dedi ve
ikisi evden dışarı çıkıp koşmaya başladılar. Demir kendisi ile beraber çalışan
bir antrenöre hiç alışkın değildi. Hele de bu bir kadın olunca kendisine bir
çeşit meydan okuma gibi algılıyordu. Ama Fatma’ nın böyle bir niyeti yoktu. Fatma
bu hallere oldukça alışkındı.
Beraber hiç bir şey
konuşmadan sadece koşuyorlardı. Heryer karanlıktı. Demir temiz havayı
ciğerlerini doldururcasına içine çekti. Kimseler yok, sessizliğin hakim olduğu
karanlıkta yalnızca kendini dinliyordu. Kendisine keyif verdiğini farkettikçe
Demir, daha bir sarılmıştı antrenmanına. Ahırların yanından geçerken
hayvanların bile uykulu homurdanma sesleri geliyordu. Bu çiftlikte güne erken
başlamak demek onlarla beraber uyanmak demekti. Ama Fatma ve Demir bugün bu
zaman dilimini bile kırmışlardı. Demir kendisinde hissettiği başarı hazzını
doyasıya yaşıyordu.
Dağ, tepe demeden
hiç durmadan ayın ışığında koşuyorlardı. Tepelerden gelen kurt sesleri ne kadar
ürkütse de sert vuruşları ile yerden çıkardıkları ses hayvanlar için daha bir
ürkütücüydü. Tempolu bir şekilde sabahın ilk ışıklarına kadar koştular. Bu
kilometrelerce koşmak demekti.
Fatma da hiç bir
ses ya da tempo değişikliği yoktu. hala rahat ve dingin bir görünüşü vardı.
demir biraz zorlanıyor olsa da iç dünyasında dalarak yorgunluğunu düşünmemeye
çalışıyordu. Her ne kadar geçmişine yönelmeye çalışsa da Fatma’ nın sağa sola
sallanan uzun saçları dikkatini dağıtıyor ve dikkatini ona doğru çekiyordu.
Kendisine bu kadar yakın boya sahip tanıdığı bir kadın yoktu annesi hariç.
Şöyle bir baktığında annesine de benziyordu hani. Yalnızca annesi daha bir
sarışındı. Fatma saç rengi olarak daha koyu tonlara sahipti ama yüzünün
beyazlığı annesini anımsıtıyordu. Yüzüne çarpan kokusu ise kendine has bir
çiçeği andırıyordu. Boynundan sarkan kolyesi ise Demir’ in yeni hediye etmiş
olduğu lotus çiçekli kolyesiydi. Demir’ in yüzünde bir tebessüm belirmişti.
Fatma’ nın dikkatini çekince bakışlarını kaçırmıştı. Tekrar karşısındaki engin
çimenliğe baktı.
İnsanoğlu ne kadar da
sahtekardı. Daha dün bu dünyadan kopup gitmek isterken şimdi hayata sıkıca
tutunmuş gelecek kuruyordu. Insan bitti dediği yerde bir kez daha durup
beklemeli. Vakit geldiğinde görecek ki yaşam bitmediği sürece hayat da
bitmiyordu. Nefes aldığın her an hayata bir çivi daha çakıyormuş insan.
Sabahın ilk
ışıkları ufuklara vurduğu anda artık koyunlar inekler tepelere dağılmıştı.
Onların arasından kovalar gibi keyifle koşmaya başlamıştı Demir. Fatma ise ona
bakarak gülüyordu. Tüm köylüler Demir’ i tanıyordu. Yakın köylerin içinden
geçerken yeni yeni uyanıp hayvanları ile yola düşen köylüler Demir’ e selam
veriyordu. Geri dönüş yoluna çoktan geçmişler gölete yaklaşmışlardı. Demir
biraz daha dikkatli baktığında İbrahim, Azad ve doktorun göl kenarında
beklediklerini farketmişti. Ibrahim ve Azad sanki ısınmışlar soğumamak için
durdukları yerde esnetme hareketleri yapıyorlardı. Salıncakta Savaş Bey
telefonla oyalanıyordu.
“Parti var
sanırım.” Dedi Demir tedirgin ses tonuyla. Fatma;
“Artık sen buna
parti diyorsan ben de öyle diyeyim.” Diyerek onlarla selamlaştı. Demir öylece
bakıyordu. Nasıl bir şey onu bekliyor merakla bakıyordu.
“Evet doktor bey
size zahmet bir yaşamsal fonksiyonlarını değerlendirelim ve not edelim.” Dedi
Fatma. Demir olduğu yere çökmüş sağlık personeli ile doktorun kendisini muayene
etmesini bekliyordu. Değerleri kaydedildikten sonra Fatma eliyle göleti işaret
ederek;
“Hadi bakalım
yüzmeye başla.” Dedi. Demir nasıl bir soğuk suyun onu beklediğini biliyordu.
ama reddetme gibi bir şansı da yoktu. tedirgin bir yüz ifadesi ile;
“Şortum yok.” dedi
ve İbrahim elinde tuttuğu bez çantayı Demir’ e uzatarak;
“Hizmetçi kızlar
sağolsun bulup bana verdiler.” Dedi Demir dudaklarını büzerek ağaçlığın
arkasına gitti. Geri geldiğinde İbrahim ve Azad’ ı gölde buldu. Kendisine o
zaman bir cesaret gelmişti. Ayaklarını soktuğu an tüm vücudunu bıçak keser gibi
soğukluk sarmıştı. Yavaş yavaş ilerlerken Fatma;
“Bu sefer benden
talimat bekleme. Dayanamadığın yerde çıkabilirsin. Kalp krizine sebep olmak
istemem.” Dedi. Demir titreyerek gülüp;
“Sağol ya ne kadar
düşüncelisin.” Diyerek ilerlemeye devam etti.
“Ortak atla direk.”
Diye seslendi İbrahim. Demir ona sert bir bakış attıktan sonra erkeklik
gururunu daha fazla yerler altına almamak için kendisini gölete fırlatıverdi.
Tüm vücudu soğukluğa kavuştuğu an içindeki nefesi istemsizce salıvermişti.
Hemen su yüzüne çıkmaya çalıştı. Allahtan yüksek değildi. Ayakları yere basınca
başını sudan çıkardığı gibi derin bir nefes aldı.
“Nasıl vücudun
alışıyor mu?”
“Ah! Ne demezsin
tam bir bordo bereli gibiyim.” Diye haykırdı Demir. Herkes gülüyordu. Demir bir
süre sonra artık dayanamayıp sudan çıkmıştı. Bir saat kadar dinlendikten sonra
Fatma tekrar denemesini istedi. Demir tekrar gölete girmiş ve bu sefer daha
uzun kalmıştı. Hizmetçilerin getirdiği kahvaltı ile biraz daha soluklanmışlar
ve tekrar gölete grime çalışması yapmışlardı.
“Kesin yazın bu ilk
vakitlerini üşüttüğüm için yatakta geçireceğim.”
“Bir şey olmaz.
Direncin artar.” Diye Fatma moral vermişti. Demir söylene söylene suda yüzmeye
devam ediyordu. En son aşamada uzun bir süre suda kalmayı başarabilmişti. artık
alışmış mıydı yoksa güneş suyu ısıtmış mıydı bilinmez su daha çekilir gelmişti.
“Su çalışmasının en
son aşaması buzlu suya girmek bilgin olsun Demir.” Demişti. Demir gözleri
büyüyerek etrafındakilere bakmıştı.
Yüzme işlemi
bitmesiyle eve geri dönüyorlardı. Fatma, at çiftliğinin yanından geçerken
aklına bir fikir gelmişti.
“Demir, dinlenmiş
olduğunu düşünüyorum. Haydi at çiftliğini temizleyelim. Bugün çalışanlara bir
güzellik yapmış olalım.” Demişti. Demir şaşırmış olsa da yanındakilerin hemen
çiftliğe yönelmesi ile o da bu fikre karşı çıkamamıştı.
Atlar dışarıdaki
çitlerin içinde koşturulurken Demir, İbrahim ve Azad at pisliklerini yerden
kürekle topluyorlardı.
“Fatma hep size
böyle cins işler mi verir?” İbrahim önündeki işe tüm ciddiyeti ile odaklanmış
bir şekilde cevap verdi;
“Hemen hemen bu tür
işler yaparız.”
“Sizin için zor
olmalı.”
“Yoo ben alıştım.
Hem böylece bir çok işi öğrendim. Hayat bokstan ibaret değil. Mesela bir köy
okulunun boyanması ve çatısının tamir edilmesi gerekiyordu. Sosyal medyada
karşısına çıkmış duyurusu. Hemen atlayıp gittik oraya. O zamana kadar badananın
b’ sini bilmem. Hem onların işi görüldü hem de biz kaslarımızı çalıştırmış olduk.”
“İlginç doğrusu.”
Fatma çitlerin
gerisinde atları içini çeke çeke izliyordu. Onu geriden farkeden Atakan
heyecanla yanına geldi. Onun geldiğini Fatma farketmemişti.
“Atları çok seviyor
olmalısın.” Fatma kulağını ıssıran bu sesin sahibini görmek için sesin geldiği
tarafa doğru yöneldiğinde Atakan’ ı görünce sevinçle;
“Ah merhaba
nasılsın?” Atakan üzerindeki kahverengi beyaz tonlarındaki binici kıyafetiyle
gülümseyerek yanına geldi.
“Teşekkür ederim.
Sen nasılsın bu sefer kaybolmamışsın bakıyorum da?” Fatma gülmüştü.
“Evet.” Fatma
tekrar atlara dalmıştı. Atakan;
“Ah bu arada benim
adım Atakan. O akşam kendimi çok tanıtma fırsatım olmamıştı.”
“Evet
tanışamamıştık ben de Fatma.”
“Tanıştığıma memnun
oldum. Denemek ister misin?” Fatma affallamıştı;
“Neyi?”
“Yani ata binmek
ister misin?” Fatma duygularını öyle kolayca belli eden biri değildi. Heyecanı
yalnızca yüzünde bir tebessümle belirmişti.
“Çok sevinirdim ama
uzun boylular ata binemez derler.” Atakan çoktan kendisine en yakın olan atın
üstüne çıkmıştı.
“Haydi gel. Sen
kendin karar ver.” Demişti. Fatma çitlerin üzerinden atlamış ve Atakan’ ın
uzattığı eli tutarak Atakan’ ın arkasına binmişti. Fatma istemsizce gülüyordu.
At hafif irkilmiş Fatma çığlıkla Atakan’ a daha bir sarılmıştı. Bu esnada
dışarı çıkan Demir onları görmüştü.
“Sakın korkma ben
varım tamam mı?”
“Peki tamam. Şimdi
ne yapmalıyım?”
“Yalnızca bana
sarıl.” Dedi ve Atakan atı hafiften koşturmaya başlamıştı. Fatma heyecanla
çığlık atıyor etrafındaki çalışanlar onları gülerek izliyordu.
“Hey bak sürmeyi
biliyorsun değil mi?”
“Araba mı bu
süreyim. Rahat ol. Bana güven. Gözlerin açık değil mi? Bak çok şey
kaçırıyorsun.”
“Aaa! Uzaktan hiç
bu kadar korkutucu görünmüyordu.”
“Sen de bu kadar
korkak görünmüyordun.”
“Ya ben jumping
yapmış insanım. Ama bu başka bir şey.” Atakan gülüyordu.
“Sen adrenalini
boşuna uzaklarda aramışsın. Bana sıkı tutun asıl heyecan yeni başlıyor.”
Demesiyle atı hızla koşturtmaya başlamıştı. Fatma parmaklarını Atakan’ ın
çeketine iyice kenetlemişti. Gözlerini hala açamıyor dahası sımsıkı
kapatıyordu. Başını onun sırtına yaslamış sanki karşıdan gelecek tehlikelerden
böyle korunacakmış gibi arkasına sinnenmişti. Atakan bu durumun farkındaydı ama
onu heyecanlandırmak hoşuna gitmişti. Atını son sürat koşturtarak çalışanın
açmış olduğu kapıdan dışarı çıktılar. Hafif bir yükseltiden atını atlatmış
Fatma yüreği duracak gibi olmuştu. Tokası saçlarından düşmüş artık saçları
özgürlüğe uçuşuyordu.
Fatma’ nın
binmediği araba denemediği motor cinsi kalmamıştı. Ama ata binmenin böylesine
keyifli olacağı aklının ucundan geçmezdi. her zaman hayaliydi. Ama nerede
binebilirdi ki. Kısmet bugüneydi.
“Açtın mı
gözlerini? Bundan daha hızlı koşamaz. Artık açabilirsin.” Fatma yavaştan
gözlerini açmış ve alıştıkça manzaranın keyfine varmıştı. Yüzüne esen rüzgar
gözlerini yakmıyor dahası içini ferahlatıyordu. Atakan sağ elini tutmuş ve
kendisine yakın olan tarafından ata dokundurtmuştu.
“Araba değil
sürdüğüm şey gördüğün gibi kanlı canlı bir at. Onu hissetmeni istedim.”
“Bu muhteşem bir
duygu.”
“Kesinlikle.”
Geri döndüklerinde
ikisi de hala gülüyordu. Demirse onları bekliyordu. Atakan, Demir’ i farketmiş
ve onun önüne kadar gelmişti. Fatma’ yı tek eliyle desteklemeye çalışmış hemen
Demir davranarak Fatma’ yı belinden kavrayıp inmesine yardımcı oldu. Atakan da
ardından inip atın yelesini okşadı.
“Merhaba Demir
nasılsın?” Demir nedense gülümseyememişti.
“İyi Atakan sen
nasılsın?”
“İyi uzun zaman
oldu.”
“Öyle. Gelmiyordun
uzun zamandır villaya.”
“Evet bizim işçiler
hallediyordu. Atları özledim. Bir göreyim dedim.”
“İyi etmişsin.”
“Bu arada
instagramda gördüm hayırlı olsun. Ringlere dönmüşsün.”
“Evet öyle oldu
şimdilik.”
“Peki yine Kobra’
yla mı çalışıyorsun?”
“Hayır Fatma’yla
çalışıyorum.” Diyerek eliyle FAtma’ yı gösterdi. Atakan Fatma’ ya doğru bakmış
ve affallamıştı.
“Nasıl yani sen
boksör müsün?” Fatma gülümsemişti.
“Evet.” Demir,
Atakan’ ın yüz mimiklerinden buradan da muhabbet çıkaracağını anlamış hemen öne
atılarak Fatma’ nın kolundan çekiştirerek;
“Ne o sana manken
gibi mi geldi? Neyse dostum biz kaçarız daha çalışmamız gereken çok antrenman
var. Vakit kısıtlı.” Fatma ne olduğunu anlayamamış ve Atakan’ a bir şeyler
söylemek istercesine kekelememişti.
“Oldu peki vakit
darsa ne diyeyim. Fatma görüşürüz. Bir dahakine ata binmeyi de öğretirim.”
“Ah! Tabi çok
sevinirim. Bugün herşey için teşekkür ederim. Muhteşemdi.”
“Ne demek!” diyerek
uzaklaşan Fatma ve Demir’ e el salladı. Demir hala mırıldanıp duruyordu.
“At binmeyi de
öğretecekmiş miş.” Fatma bozulmuştu.
“Hayır ne var bunda
neden sinirlendin? Hem Atakan senin eski dostun aranızda bir şey mi geçti?
Neden anlatmıyorsun?” Demir, Fatma’ nın tuttuğu kolunu sertçe kendine çekerek;
“Ata binmeyi sana
ben öğretirim. Onunla fazla diaolog içinde olma.” Fatma anlayamamıştı.
“İyi tamam sen
öğret. Ama neden ona karşı böyle tavırlısın.” Demir söyleyecek bir şey
bulamamıştı. Başını dudaklarını bükerek sallamış;
“Ne bileyim.
Güvenemedim bir an. Hadi boşver biz bitirdik burayı şimdi ne yapacağız?” Fatma
hala ona aval aval bakıyordu.
“Bugün yeterli
dinlenebilirsin.” Demişti.
“Tamam istersen
bugün sana at binmeyi öğreteyim.” Fatma hala üstünden şaşkınlığını atamamıştı.
Başına iki yana sallayarak bu teklifi reddedip villaya doğru yol aldı.
Ertesi günler daha
sıkı görevler vermeye başlamıştı. Havuzu diş fırçası ile temizletmiş, villanın
tüm çamaşırlarını Demir’ e ütületmiş, odunları kestirmiş, tek tek taşıtmış,
karnında kütük varken mekik çektirmiş, sırtında kendisini taşıtmış ve daha
birçok değişik tekniklerle hergün kaslarını güçlendirme çalışması yaptırmıştı.
Ama teknik çalışmaya dair daha hiçbir girişimde bulunmamıştı. Bunlar yalnızca
kaslarını güçlendirme aşamasıydı. Fatma en son bahsettiği buz dolu su
meselesini gerçekleştirmişti. Özel olarak aldırdıkları su dondurma makinası ile
su dolu havuzu buz gibi soğutmuşlar ve Demir’ i bu havuza sokmuşlardı. Bu
aşamayı da geçtikten sonra Fatma teknikler üzerine çalıştıracak en sonunda
dövüşlere başlatacaktı.
“Birkaç gün ara
verelim. Sen koşmalara devam et. Ve temel sporunu yap. Onun dışında dinlen. 1
hafta sonra bana gel. Anlaştık mı?”
“Peki tamam. Onun
dışında bana bir film sözün vardı.”
“Onu sonraya atalım
olur mu? Gerçekten bu hafta ben de çok yoruldum.” Demir ısrar edememişti. Öylece
arabaya binişini izlemişti.
19. BÖLÜM(ESRARENGİZ MEKTUP)
Dinlenme vakti
bitmiş ve Demir’ in çalışmak için bu sabaha karşı evin önüne gelmiş olması
gerekiyordu. Fatma, geçkalmamak için daha erken uyanmış ve mutfakta kendine
hafif kalorili atıştırmalıklar hazırlıyordu. Koridordan terliğini almak için
mutfak kapısından çıktığında kapının ardından içeri atılmış bir zarf gördü.
Biraz önce kapının önünden geçmiş ama bu beyaz zarfı farketmemişti. Fatma
kaşlarını çatmış ve merakla yerdeki zarfa uzanmıştı. Önüne arkasına çevirdi
herhangi bir isim yazmıyordu. Zarfı açmış ve içindeki kağıdı okumaya
başlamıştı.
“Öğrendiğime göre
şampiyon geri dönmüş. Ama bize haber vermemiş. Çok kırıldım doğrusu. En azından
bir abla olarak bu güzel haberi kardeşine paylaşmanı beklerdim. Neyse
meraklanma ona bir şey demedim. Belki sen kendin ona söylemek istersin. Seni
rıhtımda bekliyor olacak. Güneş doğduğunda çok geç kalmış olursun. Ona göre
çabuk davran.”
Fatma, dehşete
kapılmış ve titreyen vücudunu elleriyle ovalayarak stabilleştirmeye
çalışıyordu. Ama sanki buz dolu bir suyun içine düşmüşcesine tüm vücudu
titriyor ve dişleri zangırdıyordu. Üzerine kapıdan aldığı çeketi giydiği gibi
dışarı çıktı. Elindeki kağıtla caddeye inmiş ve hiç düşünmeden koşmaya
başlamıştı.
Demir yol kenarında
onu bekliyordu. Bir anda yola çıktığı gibi koştuğunu görünce şok olmuş
arabasına bile gitme vakti olmayacağını farkettiği gibi o da arkasından koşmaya
başlamıştı.
“Fatma! Dur neler
oluyor?”
“Demir, güneşin
doğmasına ne kadar var!” fatma koşmaya devam ediyordu. Demir ona yetişmişti.
“Kırk, kırkbeş
dakika kadar. Nereye gidiyorsun söyle. Kötü bir şey mi oldu?”
“Demir kardeşim!
Kardeşim!”
“Ne oldu
kardeşine?”
“Bak bu uzun hikaye
şuan rıhtıma güneş doğmadan yetişmeliyim.” Fatma tüm hızıyla koşuyordu. Demir
de onunla koşuyor ve artık bir şey sormuyordu.
Rıhtıma
geldiklerinde Fatma, kardeşini gözden kaçırmamak için sürekli etrafında dönüp
duruyordu. Demir, onu sıkıca kavrayıp onunla göz teması kurana kadar kendisini
sarstı;
“Fatma! Fatma bana
bak.”
“Efendim.”
“Sakin ol. Ne oldu
bana baştan anlat.”
“Kardeşim Demir,
kardeşim. Çok uzun hikaye sana nasıl anlatayaım?” Bir yandan gözleri yine
etrafı taramaya başlamıştı.
“Ben boks
kariyerimde ilerlediğim bir dönemde kardeşime kanser teşhisi kondu. Daha
çocuktu. Birileri çıktı karşıma. Kardeşimi evlatlık edinmek istediklerini ve
onu iyileştirebileceklerini söylediler. Karşılığında onlar için dövüşmemi
istiyorlardı. Kabul ettim, sonuçta tedavi masraflarını karşılayacak durumum
yoktu. Bu kadar parlayacağımı bilememiştim. Bu teklif o zamanlarda bana çok
cazip gelmişti. Lisansımı kaybedene kadar da onlar için dövüştüm. Eğer
lisansımı kaybetmemiş olsaydım hala onlar için dövüşüyor olacaktım.”
“Sana süresiz
kontrat mı imzalattılar yani?”
“Evet öyle bir
şeydi. O zamanlarda ben de küçük sayılırdım. Bu yasaları kanunları bilmiyordum.
Toyluğuma denk gelmişti.”
“Peki böylece
kardeşinle görütürüyorlar mıydı?” Fatma üzgün bir şekilde başını sallamıştı.
“Hayır beni hiçbir
zaman yüz yüze görüştürmediler. Sadece onunla ilgili bana video atarlardı. Ben
onun iyi olduğunu bilirdim ama. Bu bile benim için yeterliydi. Yaşıyor olması
benim için yeterliydi.” Demir tereddüt içinde Fatma’ nın gözlerinin içine
baktı.
“Bu çok ilginç
değil mi Fatma? Seni bir ömür boyu kendisine köle etmiş olmasına rağmen kardeşinle
bir kez olsun görüştürmüyor olmaları benim hiç aklıma yatmadı.”
“Zaten bu da beni
yıpratıyordu ya.”
“Nasıl yani?”
“Yıh! Demir İşte
işte kardeşim. Açelya, Açelya!” Fatma bir anda heyecanla Demir’ e tutunmuş ve
ona kardeşini göstermeye çalışıyordu. Kıyıdan oldukça uzakta bir yatta Fatma’
nın rahatça görebileceği yerde masada karşısında oturan orta yaşlarda bir kadınla
sohbet ediyordu.
Kıyıdaki sesi
duyması mümkün değildi. Fatma, içinde yaşadığı heyecan, özlem ve sevgi karışımı
bir duygu patlaması yaşıyordu. Ağlamamak için kendisini tutmuş bu yüzden boğazı
düğümlenmiş bağırması boğuk boğuk çıkıyordu. Ama o sesini duyuramamanın vermiş
olduğu duygu yüzünden daha çok bağırmaya gayret eder olmuştu.
Kollarını sıkıca
tutmuş çekiştirip durduğu Demir nasıl tepki vereceğini bilememişti. Fatma’ yı
sakinleştirmeye mi çalışsın yoksa duyduğu isim karşısında yüreğinde hissettiği
acıyı mı sindirmeye çalışsın bilememişti. Içinde sürekli bir yerlerde “Açelya”
diye yankılanmaya devam eden Fatma’ nın sesini bedeninden atmak istercesine
titreyerek kollarını Fatma’ nın ellerinin arasından kurtararak bu sefer Fatma’
nın kollarını o tutmuş ve sarsmaya başlamıştı.
“Fatma dur sakin
ol.” Fatma onun sakinleştirme çabasını görmezden gelmiş ve;
“Demir! Bak! Bak
kardeşim!” gözlerinin önünden yat geçmeye devam ediyordu. Fatma, Demir’ in
elleri arasından kurtulup kıyıda uzaklaşan yatın ardından koşmaya başlamıştı.
Tam o esnada Fatma’ nın yanına takım elbiseli bir adam elinde telefonla
yaklaştı. Demir o adamın nereden geldiğine bakınca yol kenarında duran siyah bir
transitin iri yarı takım elbiseli adamlarla dolu olduğunu gördü. Demir’ in gözü
hiç bu herifleri tutmamıştı. Kaşlarını çatmış kendilerine doğru yaklaşan adamı
inceliyordu. Fatma hala “Açelya!” diye bağırıp duruyordu.
“Fatma Hanım!”
fatma yanındaki adamı yeni farketmişcesine titreyerek geri adım attı. Adam
elindeki telefonu ona doğrultmuş bekliyordu;
“Telefon size.”
Fatma tedirgin bir şekilde telefonu alıp kulağına dayadı.
“Merhaba Fatma,
doğrusu sana çok kırgınım. Kardeşini bu kadar görmene bile müsaade etmemeliydim
ama ben zalim bir adam değilim bilirsin kalbim merhamet doludur.” Fatma’ nın
yüzü sinirden gerilmişti. Demir’ in gözlerinin içine bakıyordu. Demir, Fatma’
nın gözlerindeki öfke ateşini görebiliyordu.
“İskender. Evet senin
ne kadar yumuşak kalpli bir adam olduğunu benim kadar kimse iyi bilemez.
Kardeşimi bana geri ver İskender.” Adam dolu bir kahkaha atmıştı.
“Hahaha! Çok
alındım şimdi. Senin yaptıklarının karşısında ben oldukça yumuşak davrandım.
Hakkımı yiyorsun.”
“Kim kimin hakkını
yediği tartışılır. Kardeşimi geri istiyorum İskender bana kardeşimi ver. Ne
istiyorsun bizden. Yeter artık bak dövüşemiyorum da. Sana faydam dokunmaz
artık.”
“Ben de tam onu
diyecektim. Kardeşini sana vereceğim Fatma. Ama bana çok büyük faydan
dokunabilir. Şu gördüğün saygıdeğer dostumun elinde bir kontrat var. onu
imzalamanı istiyorum.”
“Kontrat yok artık
İskender ben dövüşemiyorum biliyorsun lisansımı kaybettim.”
“Ama duğduğuma göre
artık antrenör olabilirsin. Sana uzatacakları dosyada benim takımımda dövüşen
adamlara antrenörlük yapacağına dair bir kontrat var.”
“Ne kadar süre?”
Demir, telefonun karşısındaki adamın ne teklif etmiş olduğunu hemen anlamıştı.
Gözleri büyümeye başlamış ve Fatma’ ya hayır demesi için başını sağa sola sallıyordu.
“Karşılığında
senelerdir evladım gibi büyüttüğün kızımı istiyorsun. Bu bir baba için ne kadar
kabul edilemez bir durum. Sence böylesine büyük bir takas için sürenin lafı mı
olur?”
“Sen pisliğin
tekisin İskender ama kabul ediyorum.” Deyip telefonu suratına kapatıp adamın
göğsüne sertçe dayamıştı. Adam bir an nefessizlik hissi yaşamış reflex olarak
telefonu iki eliyle yakalamıştı. Fatma çoktan transite doğru yönelmişti. Demir
arkasından dehşet içinde bağırıp kolunu zorla tutmaya çalıştı.
“Fatma hayır! Hayır
Fatma. Sakın sakın bir daha böyle bir aptallık yapma. Dur!” Fatma kolundan
sürekli çekiştirilmesinden ve yürüme hızının kesilmesinden rahatsız olarak
sertçe kolunu çektiği gibi Demir’ e geri döndü. Tam öfkeyle karşılık verecekti
ki göz göze geldiklerinde Demir’ in ona sahiplenmişcesine bakışlarını görmüş ve
öylece donup kalmıştı. Bir kaç saniye susmuş bakışlarını ona kitlemişti. Sonra
başını iki yana sallayarak derin bir nefes aldı ve;
“Bak Demir çok
özürdilerim” Başını yana çevirmiş sonra eliyle anlını ovuşturup tekrar ona
bakmıştı.
“Ne olur seni
ortada bıraktım gibi düşünme. Sana öğrettiğim tekniklerin üzerinden yürü ve
İbrahim’ le çalışmayı asla bırakma. Bak benim başka çarem yok anlıyor musun o
benim kardeşim. Kendini benim yerime koy Açelya şuan yaşıyor olsaydı sen ne
yapardın.”
Demir yüreğine bir
bıçak darbesi almış gibi sarsılmıştı. Ama kendisinden geçme vakti değildi. Dik
durması gerekiyordu. Fatma’ yı göz göre göre bataklığın içine gönderemezdi.
“Fatma, ne olur
akıllı düşün. Adam sana oyun yapıyor. Bunca sene sana göstermemiş, kaç yıldır
dövüşmüyorsun onun bir işine yaramadığın halde Açelya’ yı bırakmamış. Inan bana
bunda başka bir iş var. Gel gitme. Söz veriyorum sana onu kurtarmanın başka bir
yolunu bulacağım. Hem ağır kanserdi diyorsun uzaktan gördün kardeşin olup
olmadığı ne malum? Yaşayıp yaşamadığ ne malum.”
Demir, Fatma’ nın
kollarını sımsıkı tutmuştu. Demir dediklerinde oldukça samimiydi. Fatma bir an
için durmuş dediklerini düşünmek istemişti. Bunu farkeden gözü açık adam Fatma’
nın karar değiştirmesini istemediği için Demir ile Fatma’ nın arasına girip kolunu
kurtarmak istemiş ve o da Fatma’ nın kolunu tutmuştu.
“Fatma Hanım
vaktimiz yok. Haydi lütfen arabaya geçelim. Iskender Bey sizi bekler.”
Demir güçlü
yapısıyla adamın kendisini iteklemesine izin vermemişti. Adam anlık bir bakış
atmasıyla Demir’ in ne kadar güçlü olduğunu idrak ettiğini hissettirmişti.
Demir kararlı duruşundan asla ödün vermiyordu. Bunu anlayan transitteki
adamlarda hareketlenmeye başlamıştı. Demir’ in bu da gözünden kaçmadı.
Kendisine saldırılma ihtimalini düşünerek Fatma’ nın kolunu daha bir
çekiştiriyordu.
“Fatma yürü
gidelim.” Adam arkasından gelen adamlardan güç alarak Demir’ i biraz daha sert
itekleyerek Fatma’ yı elinden almak istemiş;
“Beyefendi bırakın
hanımefendi bizle gelmek istiyor!” Demir sürekli kendisini itekleyen bu adamı
sertçe ittiği gibi;
“Ya bırak be kız
gitmek istemiyor.” Demesiyle adamların üstüne çullanması ve adamın Fatma’ yı
transite çekiştirmesi bir olmuştu;
“Durun ne yapıyorsunuz
siz? Sakin olun!” diye Fatma haykırmaya başladı. Demir üstüne çullanan beş altı
adamı tek tek yumrukları ile devirip aynı zamanda Fatma’ ya bağırmaya devam
ediyordu.
“Fatma gitme!
Gitme!” Fatma ona ağlayan gözlerle bakıyor ve adamın elinde çırpınıp duruyordu;
“Tamam geliyorum
işte bırakın onu.”
“Fatma Hanım
arkadaşınız zor kullanıyor. Hemen binin ve adamlarım da arkadaşınızı rahat
bıraksın.” Fatma, ağlayarak Demir’ e bakıyor ve transite biniyordu. Demir daha
bir direnmeye başlayıp adamlara tekme tokat seri bir şekilde saldırmaya
başlayınca aralarından biri şok cihazını Demir’ e saplamıştı. Karnında
hissettiği dehşet acıyla yere kapaklanması ve adamların hızla uzaklaşıp
transite atlaması bir olmuştu.
Fatma ardından
ağlayarak sayıklayıp duruyordu.
“Özür dilerim, özür
dilerim Demir. Böyle olsun istemezdim. Affet beni özür dilerim.”
Demir, hem karnını
tutuyor hem de çaresiz bakışları ile transite bakıyordu. Sinirden yeri
yumrukluyordu. Fatma onun bu hale düşmesine içi parçalanarak bakıyordu. Transit oradan uzaklaşıyordu. Demir arkalarından bakmaya
devam ediyordu. Fatma' da ona bakmaya devam ediyordu.
20. BÖLÜM ( KİM BU İSKENDER?)
Transit gözden
kaybolana kadar Demir, öfkeyle yerde kapaklanmış bir şekilde bakıyordu. Fatma’
yı göz göre göre büyük bir ihanetin ortasına atmıştı. Adam ona göz göre göre
yalan söylemişti. Iskender’ i tanımıyordu ama daha önce de kardeşini Fatma’ ya
göstermemiş olmasından ayrıca lisansı iptal olmasına rağmen kardeşinin
vekaletini Fatma’ ya geri vermemiş olmasından yine kardeşini bırakmayacağı
aşikardı. Ama neden Fatma akıllı bir kadın olmasına rağmen yine oyuna gelmişti.
Demek kardeşine karşı bu kadar çaresizdi. Kimsesiz olması, bu adama karşı
direnemiyor olması onu boyun eğmeye mecbur bırakıyordu.
Demir’ in aklına
bir an yat geldi ve ne tarafa gittiğini görmek istedi. Başını kaldırdığında
yatın en son ucunda takım elbiseli bir adam gördü. Demir adamın yüzünü
görebilmek için gözlerini iyice kısmış ve ayağa kalkmak için doğrulmuştu.
Adamın kendinden emin bir duruş ile ipe tutunup ayağını yatın burnuna dayaması
ilgisini çekmişti. Kimdi bu adam?
“Sen kimsin
İskender?”
Boğazdan uzaklaşıp
gitmiş gözle görülebilir herhangi bir yerde durmamıştı. Demir yol kenarından
bir taksi çevirip Fatma’ nın evinin önüne gitti. Kendi arabasına binmiş ve bu
adama nasıl ulaşabileceğini düşünmeye başlamıştı. Fatma’ yı kontratı
imzalamadan o adamın elinden kurtarmalıydı. Vaktin dar olması onu oldukça
germiş olmasına rağmen derhal bir girişimde bulunması gerektiğini düşünüyordu.
Hızlı bir çözüm yolu bulmalıydı. Elinde bir tek isim vardı o da Çoban Kazım’
dı. Mekanların adamı olduğuna göre onu en iyi lüks bir clup çalıştıran eski
arkadaşı olan Kutay’ a sorabilirdi. Arabayı çalıştırıp hiç vakit kaybetmeden
işlettiği mekana sürdü.
Sabahın daha ilk
saatleri ve sandalyelerin masalarda ters çevrildiği henüz daha indrilmediği bu
vakitte Demir, servis bankosunun önünde yüksek ayaklı tabureye oturmuş elindeki
su dolu bardağı çevirip duruyordu. Kutay, çalışanlardan birinin arayıp;
“Patron Demir isminde
biri seni arıyormuş. Acil bir durum varmış.” Demesiyle tek nefeste koşup
gelmişti. Şimdi geride durmuş ve ona bakıyordu. Demir çok uzaklara dalmış
öylece düşünüyordu. Ona yaklaştı ve omzuna dostane bir vuruş atarak;
“Vay koçum be
efsane geri dönmüş.” Demir, omzuna aldığı darbe ile kendisine gelmiş ve ayağa
kalkıp bu sıcak karşılamayı o da ona sarılarak karşılamıştı.
“Dostum nasılsın?”
“İyi be oğlum sen
nasılsın asıl? Vay be gelir miydin sen buralara?” demir duygulanmış ve zoraki
gülümseyerek iki elini yanlara açmıştı. Kutay teselli edercesine omzuna
dokunarak;
“Hadi gel ofisime
geçelim.” Demiş ve ofise yönelmişlerdi.
“Hayırdır seni
tekrar buralara atan şey nedir?” ofiste Demir kendisine gösterilen yere oturmuş
ve konuşmaya başlamıştı. Kutay’ da kendi koltuğuna oturmuş ve Demir’ in
yüzündeki ciddiyetin vermiş olduğu duyguyla o da masaya dayanıp kaşlarını
çatarak onu dinlemeye başlamıştı.
“Sana karşı
mahcubum dostum. Uzun zaman seni arayıp sormadım. Sen beni zamanında çok aradın
ama ben o zamanlar ben değildim.”
“Eyvallah kardeşim.
Sıkıntı yapma. Biz çocukluk arkadaşıyız. Annen benim kendi öz teyzem gibiydi.
Açelya desen hepimizi derinden üzdü.” Kutay bu cümlelerden sonra farkında
olmadan dalıp gitmişti. Demir, onu tekrar kendisine getirmişti.
“Çoban Kazım diye
birini duydun mu? Bu mekanlarda otlanırmış.”
“Kardeşim o çok
pislik bir heriftir. Ne işin olur senin onunla?”
“Anlat hele nerede
bulurum ben onu. Ne iş yapar bu.”
“Onun bunun
itliğini yapar. Kendi işi yok yani. Bir iki çapulcu toplamış yanına. Iki kuruş
paraya iki üç ay yatıp çıkacak tiplerden. Onlarla onun bunun pis işlerini
yürütürler.”
“Devamlı takıldığı
bir yer yok mu bunun?”
“Vardır elbet ama
beni bilirsin. Ben temiz iş temiz müşteri ile işletiyorum burayı. Onlar nasıl
bir ayak bilmem. Onlarda uyuşturucu, kumar, kız ne bileyim her ne ararsan var.
Öyle olan mekanlarda takılır.”
“Ben bunu bulamaz
mıyım?” Kutay çenesini ovuşturarak düşünmeye başlamıştı. Sonra bir anda aklında
bir ışık yanmışcasına;
“Vallhi senin işini
görecek sana da çok yakın birini tanıyorum. Bilirse o bilir.” Demir heyecanla;
“Kimdir o?”
“Mirza!” Demir önce
durmuş bir süre düşünmüş ve heyecanla ardından çekimser bir hal takınarak;
“Evet hatırladım.
Ilkokulda bizim sınıftan arkadaştı. O zaman ne çok oynardık onla. Sen ben.”
Kutay, Demir’ in kendi içinde yaşadığı vefasızlık suçluluğu yüzüne yansıyordu.
Kutay, onu anlıyor ve ona teselli olması için.
“Dur hele ben
arayayım. Bu Çoban Kazım bu camiyanın nasıl kara yüzüyse Mirza’ da ak yüzüdür.
Her yerde adamı var aklına gelmeyecek yerlere bile eli uzanır. Hatta zamanında
polisle de çok iş yapmış çok uyuşturucu şebekesini de çökertmiştir. O yüzden
aklına gelen polis, savcı neresi olursa olsun illaki nazının geçtiği insanlar
var. sana kendi eliyle koymuş gibi bulur getirir Çoban Kazım’ ı.”
“Hadi be yap o
zaman koçum bana bir iyilik.”
“Eyvallah kardeşim.
Sana eskisi gibi az portakallı nar suyu hazırlatıyorum. Içerisn değil mi?
bilirim alkol yaramaz sana sporcu adamsın.” Demir gülümsemişti. Ince bir laf
sokmuştu Demir’ e. her ne kadar babası onu magazin dünyasından saklasa da
dedikodu camiyasından kurtaramamıştı. Elbet etraf onun nasıl bir hayata
düştüğünü biliyordu.
“Olur kardeşim
içerim.” Demiş ve telefonuyla Kutay oradan ayrılmıştı.
Çok kısa bir süre
sonra elinde iki bardakla beraber geri dönmüştü.
“Dostum, Mirza’ ya
ulaştım. Buraya gelecek.” Demir başını onaylar şekilde sallamıştı.
“Peki bu Çoban
Kazım’ ı neden ararsın?” Demir Kutay’ a uzun uzun anlatmaya başlamıştı. Kutay
ise onu pür dikkat dinliyordu.
Çok vakit geçmemişti
ki Mirza ve adamları mekana gelmişlerdi. Mirza’ yı ofise buyur ettiler. Kutay
hemen ayağa kalkmış ve dostça sarılmışlardı. Demir’ le karşı karşıya
geldiklerinde ise ikisi de birbirlerine uzun uzun bakmışlar ve duygulanarak
sarılmışlardı. Mirza sarılmasını bitirirken omzuna teselli şekilnde sıkı sıkı
vurmuştu. Kutay;
“Geç otur
kardeşim.” Dedi. Mirza kendisine gösterilen yere oturmuş ve konuşmaya
başlamıştı. Demir şöyle bir süzdüğünde yolda görse tanıyamayacak kadar
değiştiğini farketmişti. Takım elbisesi, ince sakalı ve hafif hareket vermiş
olduğu saçları ile zenginlere çalışan bir avukat gibi duruyor kabadayı gibi
görünmüyordu. Giymiş olduğu takım elbise de zaten herkesin üstünde görülebilir
nitelikte değildi. Belli ki iyi kazanıyordu.
“Vay be Demir
yıllar sonra tekrar yeniden karşılaştık. Telefonda Kutay bahsedince, atladım
geldim. Kutay öyle telefondan görüştürecekti. Olur mu dedim ya bizim Demir’ le
onca hukukumuz var. Herşeyden önce biz aynı evin kızlarına aşık olmuşuz
zamanında. Aynı türküyü sokaklarda söylemiş aynı kaptan su içmişiz.” Mirza
başını sallamış ve o günlere geri dönmüştü sanki. Demir’ in tamamen aklından
çıktığı ilk aşkı hatırlatılınca bir hoş olmuştu kalbi. Anılar bir anda
gözlerinin önünde canlanıvermişti. Yere bakarak;
“Öyle.” Dedi.
“Cama hangisi
çıkacak diye iddiaya girerdik. Nöbetleşe yollarını tutardık. Hele birgün
hatırlıyor musun babası bizim bu kızları dikizlerken yakalamıştı.”
“Ya sorma.” Diye
kahkahayı patlattı Mirza. Hepsi gülüyordu.
“Adam bizi haydar
ile dövmeye kalktı ya nasıl tabanları yağladık aklın almaz.” Diye Mirza Kutay’
a anlatıyordu.
“Bir de bizim peder
çok cimriydi. Demir’ in ki ise bonkör. Yok böyle hergün bize birşeyler
ısmarladı. Hatırlıyor musun Kutay? Ya ne tatlı gelirdi o bize aldıkların
Demir.”
“Valide rahmetli
verirdi bana sürekli para. Yani benim peder de çok hayırlı değildi o konuda.”
Mirza başını sallayarak duygu yoğunluğunu üzerinden atmaya çalışıyordu.
“Yaa! Güzeldi o
günler.” Sonra herkeste uzun bir sessizlik olmuştu. Ardından Mirza tekrar konuşmaya
başladı.
“Demir kardeşim
birini ararmışsın.”
“Evet Çoban Kazım.
Bilir misin Mirza. Benim bu adamı mutlaka bulmam lazım.”
“Bilirim tabi.
Bilmez miyim? Bulurum da sana. O en kolay iş. Hele sen bu adamı niye ararsın
önce onu anlat bana.” Demir, olayları olduğu gibi anlatmıştı. Iskenderden de
söz etmişti. Mirza, İskender’ i tanımıyordu. Ama Çoban Kazım için fikirleri
vardı.
“Belli ki sen Çoban
Kazım aracılığı ile İskender’ e ulaşmak istiyorsun. Vallahi İskender ismini ben
ilk defa duyuyorum. Ben inan duymadıysam bu adam belli ki çok gerilerde ve iyi
kollanan bir adam. İnan bana Çoban Kazım bile bunun pis işlerini yapmıştır ama
bırak nerde olduğunu bilmeyi yüzünü bile görmemiştir. Sen asıl bu adamı bulunca
ne yapmak istiyorsun? Yani İskender’ i bulacaksın diyelim. Kızı vermez kardeşi
belliki hiç vermiyor zaten. Senin başka bir yol düşünmen lazım kardeş.” Demir
uzun uzun yere bakmış ve kendisine sorulan soruları düşünmüştü.
“Ben de biliyorum
bu adamın evini bulsam, Fatma’ nın kaldığı yeri bulsam elinden tutup
çıkarabilecek miyim. Bugün onları az çok tanıdım. Bunlar bildiğin mafia.”
“Yani. Bak ben her
konuda varım. Hatta git Çoban Kazım’ ı bul temizle de onu bile yaparım. Ne elim
kirlenir ne de adamın öldüğü duyulur. Bunlar benim işim.” Demir dehşetle
“Yook! Abi ne
yaptın sen? Adam döveriz eyvallah da öldürmek bize ters düşer.” Mirza bıyık
altı gülümsemişti.
“Hamurundan
temizdin sen be kardeş ve hiç değişmemişsin. Severim temiz kalpli insanları.
Pis işler bana göre değil diyorsun yani. Silahla değil akılla çözelim
diyorsun.” Demir, Mirza’ nın bu sözünde kendini bulmuş gibi oldu. Heyecanla
havaya bir parmak şıklatarak;
“Aynen. Aynen Mirza
kardeşim. Çünkü silah tutan insanların gardını alabileceği bir aklı yoktur.
Böylesine bir durumda en güzel silah akıldır kardeş. Biz onları akıl yoluyla
alt edelim ve Fatma’ yı da kardeşini de hiçbir zarar gelmeden kurtaralım.”
“Peki o zaman ben
etrafta bu İskender’ i bir yoklayayım. El altından bulabilirsem Çoban’ ı
bulayım sorgulatayım. Sen de bu esnada neler yapabileceğine bak. Bana söylemen
yeterli gerisini ben hallederim. Telefonumu kaydet.” Demir Kutay ve Mirza ile
vedalaşıp şirketin yolunu tutmuştu. Savaş Bey ve avukat ile görüşecekti.
Kendisi de antrenörsüz kalmıştı.
Şirkette yöentim
katına geldiğinde koridorda Tuğrul Bey’ le karşılaşmış ve Tuğrul Bey çok
şaşırmıştı.
“Demir? Hayırdır ne
işin var burada?” Demir küçüklükte babası ile hep dertleşir ve sorunlara
beraber çözüm bulurlardı. Demir böyle bir durumu en son ne zaman yaşadım diye
sorguladığında tarihi bile hatırlamıyordu. Ama şuan ona danışması gereken ciddi
bir mesele vardı ve babasını es geçemezdi.
“Fatma’ yı bu sabah
gözümün önünde kaçırdılar baba.” Tuğrul Bey dehşete kapılmıştı.
“Ne diyorsun hemen
polise gidelim.”
“Yok bu böyle bir
şey değil. Tehditle oldu ama aynı zamanda Fatma kendi insiyatifini kullandı.
Onu antrenörlük için kontrat imzalamaya zorladılar. Adamın elinde Fatma’ nın
kardeşi var. Evlatlık almış. Kardeşi elinde olduğu için kendisini zorunlu
hissediyor. Ne yapacağımı şaştım. Adamı arıyorum kimse tanımıyor. Fatma’ yı
ellerinden almak istiyorum ama nasıl yapacağım onu da bilmiyorum.”
“Sen antrenörlük
için kontrat imzalatacak dedin değil mi?” Demir aval aval babasına bakarak;
“Evet.”
Diyebilmişti. Tuğrul Bey hemen sekreterine acil toplanmaları için Savaş Bey ve
Avukat beyi çağırmasını söylemişti.
Hiç vakit
keybetmeden geldiklerinde odanın kapısı kitlenmiş. Telefonlar kapatılmıştı.
Masaya yatırdıkları olay için Tuğrul Bey’ in muhteşem bir planı vardı…
Demir, telefonla
Mirza’ yı aramıştı.
“Alo Mirza
Federasyondan bir bilgi almanı istesem bunu yapabilir misin?”
“Ne demek kardeş,
ben de tüm kurum kapılarını açan tek bir anahtar var gir demen yeter.” Demir
istemsizce sırıtmıştı.
“Fatma Keskin’ in
antrenörlüğünü yapacağı takımın adını bulmak. Başvuru bir iki güne kadar
olacaktır”
“Tamam kardeş
benden haber bekle.”
Demir, iç ferahlığı
ile villaya geçmişti. Kalbim ve arkadaşları her zamanki gibi aynı odada
pineklemeye devam ediyorlardı. Anlaşılan Kalbim dışında herkes hayatından
memnundu. Kalbim ona kırgın bir bakış atmıştı. Demir günün stresinden o kadar
yorgundu ki duş alıp uyumak istiyordu. Ama Kalbim’ in bu bakışı onda vicdan
yaptırmıştı. Onu bu sıralar ihmal ettiğinin farkındaydı. Ama sonuçta bir sporcu
ile beraber olduğunun bilincine de artık varmalıydı. Antrenman zamanlarında
belki onu maçın bitimine kadar göremeyecekti bile.
Kalbim istemsizce
ayağa kalkmış ve odanın dışından kendisini izleyen bu adamın yanına gitmişti.
“Nasıl geçti
antrenman?” Demir buz gibi yüreğine düşen soru karşısında nedense dürüst
olmakta oldukça zorlanacak ve diline kolay geleni seçecekti;
“Güzeldi. Sen ne
yaptın?”
“Hım. Evet mevzu
bahis Fatma olunca antrenmanlarda güzel geçiyordur eminim.” Demir konuşmanın
kavgaya gideceğini hissetmiş ve odasına doğru yönelmişti. Ama Kalbim onun önünü
kesmişti;
“Saçmalama Kalbim.
Diğer kadınlar gibi basitleşme.”
“Niye? O
geldiğinden beri hayatımızda ne kadar çok şey değişti farkında değil misin?”
Demir, odada maddenin etkisinden kafayı bulmuş baygın baygın yatan arkadaşlarına
bakarak;
“Bence herşey yerli
yerinde.” Diyerek eliyle onları göstermişti. Ardından odasına çıktı. Kalbim
daha bir laf bile edememişti.
Demir odasına
geçtikten sonra artık hiç odasından çıkmamış ve yemeklerini dahil odasına
istemişti. Beklediği telefon gelene kadar da Demir dışarı çıkmayacaktı.
Beklenilen telefon
geldiğinde; Demir fişek hızıyla odadan fırladığı gibi kimseyle konuşmdan
arabasına atlayıp gitmişti. Kalbim, onun gittiğini bile farkedememişti.
Demir soluğu Yusuf
Baba’ nın evinde almıştı. Kapıyı açtığında Demir daha merhaba demeden Yusuf
Babanın yüreğine düşen cümleleri ağzından sarf etmişti;
“Yardımına
ihtiyacım var.”
21. BÖLÜM ( BEKLENEN RAKİP BULUNDU )
Fatma’ nın oturduğu
masaya bir anda bir evrak fırlatıldı. Fatma başını kaldırmış ve karşısında
İskender’ i görmüştü. Hiç değişmemişti. Sanki öncesinden çok daha genç duruyor
gibiydi. Estetik ameliyat yaptırdığına dair Fatma iddiaya bile girerdi.
“İmzala.”
“Önce kardeşimin
özgürlük evrakını imzalayacaksın.”
“Ben imzalarım da
acaba sen bunu kabul edebilecek misin? Kardeşin hasta hala tedavi görüyor.
Burada senelerce ona en iyi koşullarda baktım. Sen hangi birini
karşılayabileceksin. Tedavisini mi, okul masraflarını mı, özel doktorların ve
özel hemşirelerin bakım parasını mı ha hangi birini daha sayayım.” Fatma donmuş
kalmıştı. Sahi gerçekten kardeş özlemini dindirmek için onu böylesine bir
hayattan koparmak mı istiyordu? Ama yine de Fatma’ nın inanmayan bakışları
yüzüne yansıyıvermişti. Iskender bunu farkettiği an masadan kolunu tutarak
sertçe boydan cam olan pencereye sürükleyerek getirdi;
“Bak kardeşin orda.
Yine de istemiyorsan kontratı imzalarsın ben de evlatlıktan reddederim gider.”
Fatma gördüğü manzara karşısında sanki güneşe karşı direnemeyen bir buz gibi
eriyip gitmişti.
Her tarafın yeşil
olduğu bu bahçede bir genç kadınla beraber dolaşıyorlardı. Üzerinde diz altında
biten beyaz bir elbise vardı. İskender onu yurttan alırken üzerinde giydiği
beyaz elbiseyi andırıyordu. Ne kadar da güzelleşmiş ve büyümüştü. Onu canlı
kanlı gördüğü en son gündü. Açelya daha on iki yaşındaydı. Fatma ise yirmi
yaşında. Ikisi de çocuktu. Ikisi de savunmasız. Şimdi bir daha döndü baktı
kendisine ne değişmişti bu nankör hayatta. Yine aynıydılar iki kardeş hayata
karşı tüm kötü güçlere karşı yine savunmasızdılar.
“Abla beni
bırakma!” diye ağlıyordu. “Abla beni bırakma.” Fatma’ nın elleri arasından
zorla kopartılarak görevliler tarafından o siyah arabaya bindirilmişti. Fatma
çok anlatmıştı ona sebebini. Iyileşmesi gerekiyordu, masraflar vardı. Birgün
söz vermişti ama mutlaka onu alacaktı. Ne olursa olsun onu onlardan alacaktı.
Kolunun
çekiştirilmesi ile kendisine geldi.
“Haydi Fatma,
imzala şu kontratı. Sonra bahçeye gidebilirsin kardeşinin yanına.” Fatma eline
tutuşturulan kalemle kontratı okumadan imzalamıştı. Sonra elinde kağıdı tutarak
İskender’ e öfkeyle bakıyordu. Iskender gülerek;
“Görebilirsin
kardeşini. Lakin önce özel psikoloğu ile görüşmen lazım.” dedi. Hizmetçiye
işaret etti. Hizmetçi hemen bahçedeki genç kadının yanına gidip kulağına bir
şeyler fısıldadı. Kadın başını onaylar şeklinde sallayıp Açelya’ ya
gülümseyerek bir şeyler söyleyip onların tarafına geldi. Içeri girdiğinde Fatma
artık kardeşine bir adım daha yakın hissediyordu. Iskender elinde tuttuğu
evrakı alıp avukata uzattı. Kulağına sessizce noterden onaylatmasını söyledi.
Genç psikolog Fatma ile konuşmaya başlayınca yanlarıdnan uzaklaştılar.
“Onu görmek
istediğinizi anlıyorum. Ama beklediğiniz gibi bir karşılama ile
karşılanmayabilirsiniz. Buna hazırlıklı olmalısınız. Ne olursa olsun ona
anlayışla yaklaşmanızı rica edeceğim. Mutluluğu bizim için çok önemli. Size
kırgın olabilir…” fatma daha fazla dinleyemiyordu. Artık heyecanını yüzünde
kulaklarında hissediyordu. Sanki nabzı her bir yanından farklı farklı anlarda
atıyor gibi bir çok kalp atımı duyuyordu içinden. Kapıdan çıkmış ve bahçeye
ulaşmıştı. Açelya gülümseyerek çiçekleri suluyordu. Hava hiç olmadığı kadar
aydınlık ve umut doluydu.
Bir anda kendisine
doğru yaklaşan birini gördü. Çiçekleri sulamayı bıraktı. Fatma, ürkek bir
keklik gibi yavaş yavaş ona doğru yaklaşıyordu. Açelya’ nın yüzündeki gülümseme
bir anda kaybolmuştu.
Gözlerine gelen
görüntüler mutlu abla kardeş tablosu değildi. Gözlerinde canlanan Iğnelerle
dolu acı günleri olmuştu. Gün içinde defalarca iğnelere mağruz kalmış dahası bu
senelere çarpınca artık tahammül edilemez işkenceye dönmüştü. Bitmiyordu. Ne
yapsa, ne kadar isyan etse, baş kaldırsa gidebildiği en uzak yer bahçe kapısı
olmuştu. Artık direnmiyordu. Ve o kadar mükemmel doktorların elindeydi de
sosyal hizmetlerin çalışanları geldiğinde ne kadar mutlu olabildiğini onlara
hissettirebiliyordu. Ne yalnız başına parkta oynayabilmiş ne de tek başına
çarşıya çıkabilmişti. On sekizinden sonra sosyal çalışanlar da gelmez olmuştu
artık. Ama o kabullenmişti. Artık kabul etmişti böyle bir hayatı. Çünkü bu
evden kaçış yoktu.
Fatma’ nın yanına
kadar geldiğini farketmemişti bile. Bir anda elinde hissettiği yakan sıcaklıkla
ürkmüş ve bir anda elini kaçırmıştı. Gözlerinden akan yaş FAtma’ nın kalbini delip
geçmişti. Fatma yüreğinde hissettiği acıyı tariff edemeyecekti. Ilk defa
böylesine yaralı hissediyordu kendisini. Tek bir kelime bile edememiş ona daha
fazla acı vermemek adına geri dönmeye karar vermişti. Içeri geri gitmiş ve
camın ardından onu izlemeye başlamıştı. Hıçkırıklar içinde ağlayıp sinir krizi
geçiren kardeşini doktor sakinleştirmeye çalışıyordu.
Fatma, geri dönmüş
ve kendisine ayrılan başka bir evde antrenmanlar için kalmayı kabul etmişti. Artık
kardeşini bir daha rahatsız etmek istemiyordu. Iskender yine bir zafer elde
etmişti.
Bir kaç gün sonra
önüne bir kağıt konmuş ve Fatma’ yı dehşete düşürmüştü. Çalıştırdığı sporcuyla
dövüş için Demir Karamoğlu anlaşma yapmıştı. Yaşadığı şok etkisiyle Fatma
olduğu yere çöküp kalmıştı. İlginç kısmı maç beş gün gibi çok kısa bir süre
sonraya talep edilmiş ve kabul edilmişti. Iskender tepki vermediğine göre
Fatma’ nın çalıştırdığı kişinin Demir olduğunu bilmiyordu.
Tek baskı
yaptıkları nokta boksörü beş günde hazırlayabilmesiydi. Gece gündüz demeden ciddi
bir şekilde Fatma boksörü çalıştırıyordu. Tek korku duyduğu nokta sonradan
öğrenirlerse ve boksör yenilirse bu durumun ucu kendisine ve Açelya’ ya dokunur
muydu? Ama ne olursa olsun Demir’ e bu kadar da ihanet edemezdi. Onun zayıf
noktalarını asla boksöre söylemeyecekti.
Maç öncesi kilo
ölçümlerine Demir bilinçli olarak çok geç bir vakitte gitmişti. Kaşılarına
geçerli bir sebep olması açısından sahte evraklarla düzenlenmiş bir kaza raporu
sunmuşlardı. Mazereti kabul edilmiş ve plan tıkır tıkır işliyordu.
Ölçümleri
yapıldıktan sonra takım ve ringed olacak kişilerin isimleri bildirildi;
“Antrenör olarak
Fatma Keskin görünüyor doğru mudur?” Demir tamamen doğal davranmaya çalışarak;
“Hayır ne yazıkki
kaç gündür kendisine ulaşamıyorum. O yüzden Yusuf Kılıç antrenörüm olacaktır.”
Karşısındaki kişi notunu düşmüştü. Bu aşamayı da sorunsuz atlatmışlardı.
Ertesi gün
geldiğinde en büyük iş Mirza ve adamlarındaydı. Salonda soyunma odasında
hepsinin gözleri telefona kitlenmişti. Telefonun çalmasını bekliyorlardı.
Kalbim ve iki arkadaşı da Demir’ in yanındaydılar ve Kalbim boyna tırnaklarını
kemirip kendi kendine söylenip duruyordu.
“Neyi bekliyorlar.
Hadi ne olacaksa olsun artık.” Ringin canlı bağlantısı televizyon ekranına
verilmiş ses tüm odayı kaplıyordu.
“Evet sayın
misafirler. Bugün çok özel bir maça şahitlik edeceğiz. Biliyorsunuz bu bir
lisans kazanma maçı. Evet Murat neler söyleyeceksin.”
“Evet teşekkür
ederim Serkan deminden beri konuşuyordun bana ne zaman sıra gelecek diye
bekliyordum.”
“Bundan sadece üç
yıl önce Demir Karamoğlu’ nun lisansı
askıya alındı. Kurul onun akıllandığını düşünüyor. Bakalım bugün bize maçta
neler sunacak merakla bekliyorum.”
Bir anda telefon
çalmıştı. Demir telefona atladı.
“Alo Mirza.”
“Kardeş senin
avukat arkadaşın ile beraberiz. Şimdi adliyenin güvenlik kontrolünden
geçiyoruz. Başvurumuzu birazdan yapacağız.”
“Tamam acele edin. Sunucular
konuşmaya başladı.” Yusuf baba tedirgin ama korku salan bakışları ile
bakıyordu. Ibrahim kenarda bekliyordu. Karşı takımın menajeri ile röportaj
yapılıyordu. Sıra Savaş Bey’ e de gelecekti. Adamın uzatması için dua
ediyorlardı. Kalbim boyna söylenip duruyordu. Demir ona keskin bir bakış
atmıştı. Zamanın ilerlemesi için herbiri dua ediyordu.
Telefon tekrar
çaldı.
“Alo Demir evrağı
işlettik. Savcılığa iletiyoruz. Sabredin kardeş.” Demir oturduğu yere bir
yumruk savurmuştu. Telefonu kapatıp hiçbir şey söyleyemeden sinirli bakışlarla
Yusuf Babayla bakışıyordu. Kameramanlar ve spiker Savaş Beyle röportaj için
kapı önüne gelmişti. Savaş Bey kapıdan dışarı çıkarken Demir ona seslendi;
“Savaş Amca göriyim
seni!” Savaş Bey ona başıyla işaret etmiş ve odadan dışarı çıkıp kapıyı
kapatmıştı.
Savaş Bey konuşmayı
uzatabildiği kadar uzatıyordu;
“Demir çocuklukta
başladı bu spora. Onun hayatı burası. Yaşam kaynağı.”
“Peki bu maç için
nasıl iyi hazırlanabildi mi?”
“Zaten Demir asla
ara vermiş gibi olmadı. Dediğim gibi spor onun hayatı. Son üç yıldır hiç
durmadan çalıştı. Yüzmeyle olsun, bisikletle, taş taşımayla, ayaklarına ağırlık
bağlayarak saatlerce koşma tekniğiyle olsun bir çok teknikler kullanarak hiç
durmadan çalıştı…”
Mirza ve avukat
heyecanla kapıda savcıyı bekliyorlardı. Savcı başka bir yerdeydi. Durumun
aciliyetini iletmeleri için sekreteri zorlamışlardı. En sonunda telefon etmeye
ikna etmişlerdi. Mirza koridorda boyna volta atıp duruyordu.
“Peki Savaş Bey
anlıyorum. Vaktimiz çok kısıtlı bu güzel paylaşımlarınız için teşekkür ederim.”
Odada sessizlik hakimdi. Savaş Bey’ in ekrandan sesi yankılanıyordu.
“Ah bir dakika
lütfen bunu söylemeden konuşmamı bitirmek istemiyorum. Taraftarlarımızın
desteği bizim için çok önemli. Bir dövüşçünün tek bir taraftarı bile kalsa
dövüşme sebebidir. Onlara canı gönülden teşekkürlerimi sunuyorum. Bizi maçlarda
bırakmadıkları gibi sosyal medya hesaplarından da bizi takip etmeye devam
etsinler. İnstagram hesabımız;”
“Peki Savaş Bey çok
teşekkür ediyorum. Evet Murat söz sende.”
“Evet Serkan
anlaşılan bugün herkesin fazla fazla konuşası var. Bir türlü bana sıra
gelmiyor. Evet burada seyirciler artık sabırsızlanmaya başladı Murat.
Hakemlerde evraksal hazırlıklarını bitirdiler. Boksörlerimizin eldivenlerini
denetleme vakti geldi. Ayaklandıklarını görüyorum. Sanırım soyunma odalarına
geçiyorlar. Acaba önce hangi boksörün eldivenleri bağlanacak?“
Demir korku dolu gözlerle
telefona bakıyordu.
Savcı koridorda
görünmüş ve Mirza onu farkedince bir tavşan gibi heyecanla zıplamış ona doğru
yürümeye başlamıştı. Sekreterlerden biri savcıya yakşlaşmış ve savcı yön
değiştirmişti. Mirza stresin vermiş olduğu patlama ile Savcı’ ya bağırı şekilde
seslendi;
“Ama sayın Savcım!”
savcı bu tepkiye oldukça sinirlenmişti.
“Başsavcı çağırıyor
ona da mı gitmeyeyim!”
“Özür dilerim sayın
savcım. Sadece durumumuz çok acil.”
“Tamam bekleyin
geliyorum.” Demişti elinin tersini göstererek.
Hakemler karşı tarafın
eldivenlerini imzalamış şimdi Demir’ e doğru geliyorlardı. Kalbim boyna konuşup
duruyordu;
“Ay çok heyecanlı. Ilk
defa boks maçındayım. Hem de soyunma salonundayım. Görüyor musun seyirciler
nasıl bağırıyor. Ay kameramanlar bizi de çeker mi acaba?”
“Kalbim kes artık!”
Demir sinirini şimdi Kalbim’ den çıkaracaktı. Kalbim azarlanmanın vermiş olduğu
sinirle karşı atağa tam geçecekti ki Demir ona kapıyı gösterdi;
“Çıkın ve
koltuğunuza oturup orada bekleyin!” Demir’ i hiç bu kadar sinirli görmeyen
arkadaşları Kalbim’ i kolundan tuttukları gibi dışarı çıkardılar. Demir tam rahat
bir nefes almıştı ki hakemler içeri girdiler. Demir, İbrahim’ e uzun bir bakış
attı.
Hakemler
selamlaştıktan sonra, doktorun hazırladığı malzemelerle Yusuf Baba Demir’ in
ellerini sarmaya başladı. Olabildiğince yavaş sarıyordu. Arada Demir ile göz
göze geliyordu.
Tam bu esnada telefon
tekrar çaldı. Ibrahim hemen telefonu alıp açtı. Demir’ in gözlerinin içine
bakıyordu.
“Alo Demir, savcı
başsavcı ile görüşüyor dayanın be kardeşim. Az kaldı.” İbrahim dudaklarını
büküp başını sallamıştı. Demir stresle artık bacaklarını sallıyor ve ellerini
titretiyordu. Hakemler bu durumdan biraz rahatsız olmuşlardı. Sonuçta Demir
bağımlı tedavisi görmüştü. Yusuf Baba kimsenin anlamayacağı bir şekilde
ellerine sıkı bir baskı uyguladı. O sıra Demir istemsizce Yusuf Baba’ ya baktı.
Yusuf Baba ona hayır şeklinde kaşlarını kaldırdı. Demir derin derin nefes
alıyor sakinleşmeye çalışıyordu. Artık vakti uzatacak bir yöntem kalmamıştı. Gözlerini
kapadı ve Allah’ a dua etmeye başladı. Elinden başka bir şey gelmiyordu.
Yusuf Baba itina
ile eldivenleri geçirip son bantlarını vurdu. Hakemler inceleyip üzerine
imzalarını attılar. Şİmdi Demir ile kuralları konuşacaklardı. Demir ayağa
kalktı ve ritmik zıplayarak kollarını aşağıya sarkıtıyor ve sürekli eldivenlerinin
rahatlığını kontrol ediyordu. Hakem kuralları söylerken Demir onaylar şekilde
başını sallayıp duruyor ve olduğu yerde zıplamaya devam ediyordu.
Telefon tekrar
çaldı. Ibrahim elindeki telefonu hızla açtı. Demir ona bakıyordu.
“Alo Demir, yoldayız
dayan kardeşim on beş dakikaya oradayız.” Ibrahim havaya bir yumruk yapıp
ardından beş parmağını gösterdi. Demir anlamıştı. Ama bu yeterli bir süre
değildi. Bir anda;
“Bir dakika bir
dakika ben boksöre vurduğumda bilinç kaybı olursa, ya orayı anlamadım tekrar
eder misiniz?” Hakemler bir anda böyle bir tepkiyle parlayan Demir’ e aval aval
bakıyorlardı ama ne yazıkki cevap vermek zorundaydılar. Ama Demir’ in soruları
ardı arkası kesilmiyordu. Hakemler neredeyse isyana kalkacaktı ki Yusuf Baba araya
girdi;
“Lütfen hoş görün
oğlan heyecanlı. Kolay değil üç yıldır dövüşmediği gibi bir de bu maç onun
hayatını geri verecek. Şu an omuzlarında büyük bir yük hissediyor. Bir beş
dakika daha izin verirseniz onunla konuşup onu sakinleştireyim.” Hakemler ilk
başta birbirlerine bakmışlar ve sürekli sorulara cevap vermekten bu teklifi
daha cazip bulmuşlardı. Kabul ederek boksörleri ringe çağırmak için biraz ayak
sürüdüler.
Beş dakikayı
kronometrede tutmuşlar ve bir kelime bile etmiyorlardı. Tam beş dakika sonra
karşı tarafın boksörü çağırıldı. Ihtişamlı ve bol müzikli bir giriş
yapmışlardı. Ekrana Fatma’ da düşmüştü. Demir’ i anlam veremediği bir heyecan
sarmıştı. Şimdi nefesini tutmuş ve son oyunu oynama vaktini bekliyordu. Bu saatten
sonra artık herşey Allah’ a kalmıştı.
Sıra Demir’deydi. Demir’
in lacivert beyaz bornozunu giydirdiler. Demir güçlü bir ses tonuyla;
“Haydi Beyler!”
diye onları ayaklanmalrı için çağrıda bulundu. Tüm takım arkasına dizilmiş ve
Demir ritmik koşma hareketi ile koridora çıkmıştı. Kamera şimdi seyircilere
onun tarafını yansıtıyordu. Güvenliklerin arasından geçerek gücü izleyicilerde
bile hissettirecek bir canlı yabancı raple salona girdi. Seyircilerle yumruklaşarak
yavaş yavaş ilerliyordu. Sürekli onlara selam veriyor ve selfie çekmek
isteyenlere müsaade ediyordu. Fazla hakemlerin dikkatini çekmeden oyalanmaya
çalışıyordu. Ringe gelmişler ve Yusuf Babayla ringe çıkmışlardı.
Fatma, Yusuf Babayı
karşısında görünce şok olmuştu. demir Fatma’ ya bakıyordu. Ama Fatma gözünü
Yusuf Babadan alamıyordu. Hakem iki tarafı da ölçüleriyle tanıtmış ve iki
boksörü de kendi taraflarına göndermişti. On saniye sonra ilk roundun zili
çaldı. Iki boksörde ringin ortasına geldiklerinde bir polis ordusu salona
girdi.
Hakemler maçı
durdurmak zorunda kalmıştı. Boksörler ringte öylece kalakalmıştı. Manajerler hakem
masasına polislerin yanına gelmişti. Polislerin elinde savcı emri vardı.
“Siz Ali Taşkın’ ın
menajerleri misiniz?”
“Evet memur bey ne
oldu söyler misiniz?”
“Antrenörünüz Fatma
Keskin’ in elinizde zorla tutulduğuna dair ihbar aldık.”
“Hayır nasıl olur
hangi devirde yaşıyoruz. Fatma Hoca burada size kendisi söylesin.” Fatma geride
duruyordu. Menajerler yolu açmış ve polislerle Fatma göz göze gelmiş ama bir
şey söyleyememişti. Polis memurunun yanında Demir’ in avukatı ve tanımadığı ama
zafer kazanmış gibi bıyık altından sırıtan adam Mirza duruyordu. Fatma herbirini
süzüyordu.
“Fatma Hanım. Siz Ali
TAşkın’ a antrenörlük yapmanız için zorlandınız mı?” Fatma korkan gözlerle
başını hayır şeklinde iki yana sallamıştı. Demir onu yukarıdan izliyordu.
“Fatma Hanım
elimizde bir evrak var. bu evrak Demir Karamoğlu’ na antrenörlük yapmak için
imzaladığınız daha eski tarihli bir evrak. Buradaki imza size mi ait?”
Fatma evrakı
görünce tokat yemişe dönmüştü. bu sözleşme çoktan iptal edilmiş olmalıydı. Şaşkın
bakışlarını Demir’ e çevirmişti. Demir Fatma ile göz göze geldiğinde çatılmış
kaşlarını yumuşattı ve ona gülümsemeye başladı.
“Fatma Hanım imza
siz mi ait.” Fatma affallar bir halde;
“Evet evet bu imza
bana ait.”
“O zaman sizi ve
buradaki tüm menajerleri ifade almak için götürmek durumundayım. Savcılık emir burada.”
Diyerek hakemlere uzatmıştı. Polis, onları götürürken. Takımın diğer üyeleri
hakemlere itirazlar ediyor ve maçın iptal edilmemesi konusunda diretiyorlardı. Fatma’
nın kendi antrenörleri olduğu konusunda ısrar ediyorlardı. Ama hakemler bir
hafta sonraya erteleme kararı almıştı. Demir duyduğu ertleme haberi ile yüzü
daha bir güler olmuştu.
Ringten indiği gibi
Yusuf Baba ile beraber savcılığın yolunu tuttular. Fatma’ yı onlardan kurtarma
vakti gelmişti.
Yorumlar
Yorum Gönder