13. ROUND


                                                                               GİRİŞ


                Iceriye girdiğinde yoğun bir plastik kokusu burnunu yakmıştı. Böylesi yerlere hayatta alışkın değildi. Mevzu bahis arkadaşı Fatma olunca bu derme çatma spor merkezine gelmek durumunda kalmıştı. Fatma' nın bu hallere düşeceği hiç aklına gelmezdi. Lisenin en gözde en uzun boylu güzel kızı ve onun da ilk aşkıydı. Hoş o hep boydan kaybediyordu ama yine de ona beslediği duyguları söndürmeye gücü yetmiyordu. Kendisi diğer erkeklere göre normal bir boya sahipti ama Fatma 1.78 cm gibi endamlı bir boya sahip olunca kendisi onun yanında bir nebze kısa kalıyordu. Bir süre sonra Fatma' ya boks dalında lisans verilip şehir dışına burslu okumaya gidince Selçuk' un da artık kendisine bir yol çizmesi gerekmişti.
                İyi bir üniversiteyi başarıyla bitirdikten sonra köklü bir şirketin muhasebe müdürlüğünü yapmaya başladı. İşe başladıktan çok kısa bir süre sonra iyi bir aile kızı ile evlenip düzenini kurmuştu. Fatma’ yı ise televizyonlarda şampiyonalarda izliyordu. Artık onun için tatlı bir anıdan başka bir şey değildi.
                Şimdi yıllar sonra ilk defa onunla karşılaşacaktı. İstemsizce yüreğinde bir heyecan oluşmuştu. Salonun kapısına yaklaşmıştı ama hiçbir ses gelmiyordu. Açtığında küçük çocukların sıra halinde ayakta Fatma’ yı dinlediklerini gördü. Onlara bir şeyler anlatıyordu. Kapının ucunda sessizce beklemeye başladı. Dersi bölmek istemiyordu.
                Fatma uzun saçlarını tepesinde topuz yapmıştı. Üzerinde siyah kapri taytı ve sporcu atleti vardı. Muhtemelen dersleri bitmiş ve çocukların yapmış olduğu teknik hataları onlara anlatıyordu. Vaktinde geldiğine sevinmişti. Konuşacağı mevzu öyle ayaküstü konuşulacak cinsten değildi.
                Selçuk, Fatma’ ya öylesine dalmıştı ki Fatma’ nın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Fatma onu görünce önce bir afallamış sonrasında hemen kendisini toparlayarak konuşmaya devam etmişti. Cümlelerini hızla toparlayarak dersi bitirmiş ve boks ringinin iplerinde asılı olan havluyu alarak yanına gelmişti. Oldukça sakin ve kendine has mesafeli tavrıyla:
                “Selçuk bu ne güzel sürpriz hoşgeldin.” Dedi. Selçuk hemen kendisine uzatılan eli sıkarak;
                “Hoşbulduk Fatma hiç değişmemişsin. Nasılsın?” Fatma nezaketen gülümsemiş ve onun nazik tavrına karşılık olarak;
                “Sen de çok iyi görünüyorsun. Hadi içeri gel sana büromda bir kahve ikram edeyim.” Selçuk hafifçe başıyla onaylamış ve büroya doğru yol almıştı. Fatma odaya kadar ona eşlik etmiş ve kendisinden müsaade isteyerek üzerine kıyafetlerini giymek için yanından ayrılmıştı.
                Selçuk masanın önünde duran misafir koltuklarından birisine oturarak bu küçük odayı incelemeye başlamıştı. Fatma gibi odadaki eşyalarda oldukça sadeydi. Duvarda birkaç fotoğraf ve dolapların üzerinde bulunan plaketler dışında çok bir şey yoktu. Fatma’ nın yanında kendisi gibi aynı eşofman takımını giymiş bir erkekle fotoğrafları vardı. Onun da kendisi gibi antrenör arkadaşı olabileceğini düşündü.
                Fatma, elinde kahve tepsisiyle beraber içeri girdiğinde Selçuk’ un fotoğrafları dikkatle incelediğini fark etti.
                “Arkadaşım Onur, burayı beraber işletiyoruz.” Diyerek tepsiden bir kahve fincanını Selçuk’ un önündeki sehpaya koydu.
                “Evet ben de onu anlamaya çalışıyordum. Güzel bir salon sanırım çocuklara yönelik. Gençlerde geliyor mu?”
                Fatma tepsiyi masaya bırakmış Selçuk’ un karşısında duran misafir koltuklarından birine oturarak kahvesinden bir yudum almıştı.
                “Yok 15 yaş altı çocuklara yönelik çalışıyoruz.” Selçuk düşüncelere dalmıştı. Fatma onun neden böyle olduğunu biliyordu. Hemen söze devam etti.
                “Malum duymuşsundur başıma tatsız bir olay geldi. İftiraya maruz kaldım ve lisansım elimden alındı. Hem de kazandığım altın madalyam da.” Selçuk dudak kıvırmıştı.
                “Evet duydum ve çok üzüldüm. Senin asla doping alacağına inanmam. Haberlerde duyduğum an reddettim. Ama ne yazık ki üzülmekten başka elimizden bir şey gelmedi”
                “Teşekkür ederim. Düşünmen bile yeterliydi. Arayan arayamayan herkesin yeri bu olaydan sonra ben de çok özel artık. Sevdiklerimin kıymetini daha iyi anlıyorum şimdi. Ülke genelinde yoğun bir sevgi seline kapıldım. Yanımda olanlar çok oldu. Bak buraya da anneler babalar gözü kapalı yolluyorlar. Benim ne kadar doğru bir insan olduğumu halk biliyor. Bu benim için yeterli. Gerisi kadermiş diyorum.” Fatma gülümseyerek bir iç çektikten sonra;
                “Boşver beni, ben böyle bu küçük salonumda mutlu bir şekilde geçinip gidiyorum. Asıl sen nasılsın, nerelerdesin? Üzerindeki takım elbiselere göre güzel bir yerde çalışıyor olmalısın.” Selçuk mütavizi bir şekilde gülümseyerek istemsizce kendisini kısa bir süzmüş ve tekrar Fatma’ ya bakarak;
                “Evet, İstanbul’ un en gözde şirketlerinden biri olan Karamoğlu Holding’ in muhasebe müdürlerinden biriyim.” Fatma kendisini çok az geriye atarak;
                “Ooo! Harika tek kelimeyle muhteşem. Senin adına çok sevindim.”
                “Teşekkür ederim. Üniversitede okuduğum zamanlarda staj yapma hakkı kazanmıştım. Çok zor şartlarda kendimi kabul ettirebilmiştim. Sonrasında meyvesini de yedik tabi.” Fatma başını hafifçe sallayarak;
                “Öyle, insan üzerinde emek verdiğinin karşılığını bekliyor elbet.” Selçuk bir anda oturduğu yerden doğrulmuş ve yüzünü bir ciddiyet kaplamıştı.
                “Fatma ben seninle bir şey konuşmak için geldim. Tam da söylemek istediğim noktaya değindin.” Fatma kaşlarını istemsizce çatmıştı.
                “Benim çalıştığım şirketin sahibi Tuğrul Karamoğlu’ nun oğlu. Yani şirketin tek sahibi kendisi değil tabi. Köklü bir aileden kalma şirket. Tabi içerisinde başka ortaklar da var. Her neyse benim asıl anlatmak istediğim Demir. Yani Tuğrul Karamoğlu’ nun tek evladı. Kendisi bir zamanlar boksördü. Senin gibi onun da başına tatsız bir olay gelmiş ve lisansı askıya alınmış.” Selçuk konuya değinirken sıkıldığı oldukça belli oluyordu. Bir ara kravatını bile gevşetme gereği duymuştu. Fatma onun bu bedensel mesajından hiç haz almamıştı. Kaşları daha bir çatılmış ve anlatılanları daha bir pür dikkat dinliyordu.
                “Yakın bir zamanda Lisansının tekrar değerlendirilmesi için komisyon karşısına çıkacak. Ancak hem tatsız olaylar yüzünden hem de mevzu bahis Karamoğlu Şirketi’ nin sahibi olunca antrenörlüğe kimse yanaşmaz oldu. Böyle olunca bırak Demir’ in eski performansının geri kazandırılmasını, ekip bile kurulamadı. İşin ilginci Tuğrul Bey antrenörün bu sefer bayan olmasını istiyor. Sanırım antrenör seçim aşamasında haddini bilmez birkaç kişi ileri geri konuşunca Tuğrul Bey böyle bir karar almış olmalı bilemiyorum. Uzun zamandır Tuğrul Bey bayan antrenör arıyor lakin bir türlü bulamıyor. Benim de aklıma sen geldin. Hem Demir’ i anlayacak biri olarak hem de senin de yolunun tekrar açılması açısından büyük bir fırsat olarak düşündüm.” Fatma biraz istemsizce düşünüyor gibi yapıp vakit kaybetmeden konuşmaya devam etti.
                “Çok iyi düşünmüşsün Selçuk teşekkür ederim. Ama ben burada çalışıyorum. Burayı da bırakıp gidemem. Zamanında bu salonu şu hale getirebilmek için o kadar çabaladık ki. Şimdi nasıl bu kurulu düzeni bırakıp da o çocuğu çalıştırmaya başlayayım ki?”
                “Öyle haklısın ama bak seni idare edebilecek arkadaşın da varmış. Hem kısa bir süreden bahsediyoruz. Lisansı kazanmak için kaç maç gerektirir ki? Eminim o kadar zaman seni idare edebilir. Ayrıca Tuğrul Bey çok zor günler geçiriyor. Ciddi manada maddi kayıplar yaşadı. Özellikle Demir’ in lisans olayı şirketi bütünüyle etkiledi. Hem bu konuda onlara büyük bir iyilik yapmış olacaksın hem de Tuğrul Bey böylesine büyük bir iyiliğin karşılığını elbette büyük mebrağlarla ödeyecektir.” Fatma bir an için duraksamıştı. Çünkü paraya kimsenin olmadığı kadar çok fazla ihtiyacı vardı. Çok kararsız kalmıştı. Böylesine büyük bir fırsatı ayağı ile tepecek miydi?
                Öylesine düşüncelere dalmıştı ki Selçuk’ u bile unutmuştu. Selçuk onu ikna ettiğini düşünüyordu. Yüzünde hafif bir zafer gülümsemesi oluştu. Bu kadar ivme kazanmışken pedalı bırakacak değildi.
                “Hadi ama emin ol iyi olacak.” Dedi ve eliyle salonu göstererek;
                “Hem kazandıklarınla bu salona da güzel bir bakım yaptırırsın. Hatta tamamen değiştirebilirsin.” Fatma koyu kahve gözleriyle salona şöyle bir baktı. Böylesine güzel bir teklif bir daha önüne gelmezdi. Geri çeviremezdi.
                “Peki tamam. Ama önce Onur ile konuşmalıyım. Onun da onayını almam lazım. Selçuk bir an ayaklanmıştı.
                “Vaktimiz yok. Arabada telefonla konuşursun. Haydi gidelim. Tuğrul Bey yurtdışına çıkacak gitmeden önce onunla görüşmelisin.” Fatma şok olmuştu.
                “İyi de bu çok hızlı oldu. Şu üstüme baksana, saçımın dağınıklığına.” Selçuk koluna girdiği gibi onu sürüklemeye başlamıştı bile.
                “Tuğrul Bey tahmin ettiğin gibi burjuva bir adam değildir. Asla seni kıyafetinle ve saçınla yargılamaz. Yarın bile bizim için çok geç olabilir. Hemen şimdi gidip görüşelim. Gereken hazırlıklarını yapmak için zaten yeterince vaktin olacak.” Selçuk’ dan zorla kurtulan Fatma çantasını ve anahtarını almıştı.
                Kapıyı kitledikten sonra anahtarını çantasına atan Fatma gönülsüzce Selçuk’ un kaldırım kenarındaki arabasına bindi. Bir yandan dağıttığı saçlarını elleriyle düzeltmeye çalışıyor bir yandan kendi kendine söyleniyordu. Ama Selçuk halinden çok memnundu ve gülümsüyordu.
                Salon alt düzey bir mahalledeydi. Şirket ise İstanbul’ un en gözde semtlerinden birindeydi. Ama yine de mesafe çok uzun değildi. Yarım saat ya olmuş ya olmamış şirketin önüne varmışlardı bile. Fatma kendisini hiç hazır hissetmiyordu. Selçuk çoktan arabadan çıkmış ve anahtarı valeye uzatmıştı. Ona otoparkta kapıya yakın bir yerlere park etmesini söylüyordu. Fazla kalmayacaktı. Fatma ise hala arabada soluk alıp verişlerini düzene sokmaya çalışıyordu. Selçuk eğilip ona gel işareti yaparak; 
                “Hadi neden bekliyorsun?” Fatma bir an irkildi. Selçuk da korktu;
                “Ne oldu?”
                “Onur’ u aramayı unuttum.” Selçuk rahat bir nefes almıştı. Hala ona eğilerek konuşuyordu.
                “Tamam hele bir Tuğrul Bey ile konuşalım ararsın sonra.” Fatma hayal kırıklığı ile istemsizce arabadan çıkmıştı. Nedense bu iş hiç içine sinmiyordu. Tamam demişti ilk başta bu iş çekici gelmişti ama içinde anlam veremediği bir tedirginlik vardı. Ayrıntılarını sorgulamamıştı. Bahsedilen Demir kaç yaşındaydı? Neden lisansı askıya alınmıştı? Kendisi gibi demişti Selçuk. İyi de kendisi için çok ağır bir iftira atılmıştı. İdrar tahlil sonucu ile oynanmıştı. Böylesine ağır bir iftira öyle kolay da atılmıyordu. Belki Demir gerçekten doping almıştı. Ama o zaman lisansı direk iptal edilirdi. Muhtemelen maç esnasında bilinçli kafa atmış ve rakibinde anlık bilinç kaybı gelişmişti. Eğer böyle ise çok korkulacak biri değildi.
                Bu düşüncelerle boğuşurken asansörle çoktan yönetim katına çıkmışlardı. Her holdingde olduğu gibi burada da her yer çok şık duruyordu. Fatma böylesine ihtişamı oldum olası sevmezdi. Her zaman mütavazi seçimler tercihiydi. O ihtişamlı deri bekleme koltuklarından birine oturmuş ve geldiklerini haber vermek için içeri giren sekreterin geri gelmesini bekliyorlardı. Çok geçmeden sekreter gelmiş ve beklemelerini söylemişti. Fatma sağ bacağını titretmeye başlamıştı. Selçuk bunu fark edince onunla sohbet ederek rahatlatmaya çalıştı.
                “Yurt dışına çıkmadan önce geride bırakacağı işleri asistanı ile planlıyorlardır.” Fatma istifini bozmadan ileriye bakarak;
                “Hm.” Dedi sadece sonra aralarında yine bir sessizlik baş gösterdi. Fatma stresten kendisini dış ortama tamamen kapatmıştı. Selçuk sessizce onu izlemeye devam ediyordu. Fatma bir süre sonra sanki şimşek çakar gibi geri dönüvermişti.
                “Demir kaç yaşında?” Selçuk havaya şöyle bir bakmış ve;
                “25 sanıyorum.” Dedi.
                “Hm o zaman profesyonel boksör değildi.”
                “Evet henüz daha amatörde oynuyordu. Aslında profesyonel olmaya ramak kalmıştı. Yani daha doğrusu genç erkeklerde de yıldız erkeklerde de şampiyon olmuş ve artık büyük erkekler şampiyonasına katılabilecekti. Yeteneği yaşından önce ilerliyordu. Herkes onu imrenerek ve hayretler içinde izliyordu.” Fatma bu hikayeyi şimdi daha dikkatli dinlemek için Selçuk’ un olduğu tarafa doğruldu. Sekreter sözlerini bölüvermişti bir anda.
                “Tuğrul Bey sizi bekliyor.” Selçuk sesin olduğu yöne başını çevirmiş ve başıyla sekreteri onaylamıştı. Ardından ayağa kalkarak Fatma’ ya baktı. Fatma sakince ayağa kalkmış ve derin bir nefes alıp öyle yürümüştü.
                İçeri girdiklerinde duruşuyla oranın patronu olduğunu belli eden bir adam duruyordu karşılarında ama bir o kadar mütavizi ve sıcak bir gülümsemesi vardı. O kadar güzel gülümsüyordu ki baba sıcaklığı Fatma’ nın yüreğine oturuvermişti. Kır saçları ve genç görünümü ile oldukça karizmatik de duruyordu hani.
                “Fatma Hanım hoş geldiniz. Buyurun lütfen şöyle oturun.” Fatma Tuğrul Bey’ in uzattığı eli sıkarak kendisine gösterilen yere oturmuştu. Selçuk da kısa bir tokalaşma yapıp direk Fatma’ nın karşısına denk gelen koltuğa oturmuştu. Tuğrul Bey henüz daha söylemeden kapıdan içeri bir bayan çay getirmişti. Bayanın çayları bırakmasını bekleyen Tuğrul Bey kapının kapanma sesiyle beraber konuşmaya başladı.
                “Fatma Hanım teklifimizi kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ederim.” Fatma bir an heyecan yapmış ve öne atılmıştı.
                “Ama ben henüz tam kararımı vermedim. Yani Selçuk Bey biraz anlattı ama.” Tuğrul Bey sakin ama kıvrak bir hamlesi ile söyleyeceği sözleri Fatma’ nın ağzına tıkmıştı.”
                “Korkularınızı anlıyorum en başta da resmi antrenörlük işi kafanızı karıştırıyor olabilir. Her şeyi halledeceğimizden emin olabilirsiniz. Kanun boşluklarla dolu ve biz o boşlukları kullanacağımız yerleri iyi biliriz siz merak etmeyin.” Fatma’ nın en çok aklına takılan kısmı bir anda Tuğrul Bey söküp atıvermişti. Tuğrul Bey daha ciddi bir ses tonu takınarak;
                “Fatma Hanım oğlum Demir çok zor günler geçiriyor. Onu en iyi anlayabilecek tek kişi sizsiniz. Ayrıca zamanında sizin hayranlarınızdandım. Sizi oldukça yakın takip ediyordum. Demir de sizin gibi erken yaşta parladı. Ama erken söndü. Boks hayatı neredeyse bitmek üzere. Oğlum ise hiç kimse ile çalışmak istemiyor ama sizin durumunuzu bildiği için sizle çalışacaktır. Gerçekten bir hayat kurtaracaksınız.” Fatma ne diyeceğini bilemiyordu. Tuğrul Bey ise kendisini hafifçe oturduğu koltuktan geriye alarak rahat bir nefes aldı.
                “Maddi sorunları düşünmeyin. Yeter ki oğlum lisansını geri kazansın. Menajerliğini yakın bir dostum yapacak. O her şeyi ayarlayacak. Evimiz antrenmanlar için çok uygun. Başka bir yer aramanıza gerek yok. İster gel git yapın ister sizin için özel bir oda hazırlayalım. Evimiz şehirden oldukça uzakta.”
                “Geliş gidiş yapsam daha iyi olacak şimdilik en azından.”
                “Peki siz bilirsiniz. O zaman oğlumla çalışacaksınız yani.” Fatma gülümsemiş ve Selçuk’ a bakarak;
                “En azından lisansını geri alması için elimden geleni yapacağım. Sonrasında salonuma geri dönmem gerek. O esnada siz başka bir antrenör de bakabilirsiniz.”
                “Aynen benim için önemli olan lisansını geri alması. Oğluma lisansını bana kazandırın yeter. Sizden inanın başka hiçbir şey istemiyorum.” Fatma artık Demir ile çalışmaya kesin karar vermiş ve gitmek için ayaklanmıştı. Tuğrul Bey ile samimi bir tokalaşmanın ardından kapıya doğru yönelmişti. Selçuk hemen arkasındaydı. Tuğrul Bey Fatma’ nın ardından son bir şey demek için seslendi.
                “Ha bu arada Fatma Hanım ilk başlarda sizi zorlayabilir. Aslında hamuru iyi bir çocuktur ama bu son yaşadığı olaylar onu oldukça agresif birine döndürdü. Sizden ricam ne olur hemen vazgeçmeyin.” Bu sözlerin yüzüne değil de ardından söylenmesi Fatma’ da soğuk duş etkisi yaratmıştı. Açmak üzere olduğu kapının tokmağında eli öylece kalıvermiş bakışları donuklaşmıştı. Kendisini çok kısa bir sürede toplayarak Tuğrul Bey’ e tekrar döndü.
                “Nasıl yani Tuğrul Bey Demir istekli değil mi?” Tuğrul Bey bir elini masaya dayamış diğer eliyle alnını ovuşturmaya başlamıştı. Ardından kravatını hafifçe gevşetip;
                “Aslı Hanım çok az bir süresi kaldı. Üç ay kadar çok kısa… Oğlum büyük bir travma yaşıyor. Neler kaybedeceğinin farkında bile değil. Onun kendisini toparlamasını beklersem kariyeri sonlanacak ve benim oğlumun bokstan başka yapabileceği hiçbir şeyi yok. Bakın bir baba olarak ve bir çok eve sıcak ekmek götüren işçiye sahip olan bir patron olarak ne yapacağımı artık şaştım. Demir’ in başına gelenler yalnızca onu etkilemedi bu şirketin en üst düzey kişisinden kapı görevlisine kadar ciddi derecede zarara uğradılar. Şirketi bıraksam burada yüzlerce hayat mahvolacak, oğlumu zaten bırakamıyorum ama yanında da olamıyorum. Böylesine bir ikilemin içinde kalmak nasıl bir şey bilir misiniz?” Bu son söz Fatma’ nın yüreğine yumruk gibi oturmuştu. Bunu en iyi o bilirdi. Yere dalmış olan gözleri şimdi bu adamın gözlerinin içine bakıyordu. Tuğrul Beyse devam etti:
                “Bakın Fatma Hanım sizden gerçekten çok şey istemiyorum. Oğlumu yalnızca komisyonun uygulayacağı maçlardan ve sınavlardan geçmesine ikna edin ve lisansını geri alın başka hiçbir şey istemiyorum. Ömrünüzce çalışmayacaksınız ya sadece birkaç maç sonrasında istediğiniz kadar benden para alıp gidebilirsiniz.” Fatma içinden “Yalnızca birkaç maç.” Diyerek kendisini ferahlatmaya çalışmıştı:
                “Peki elimden geleni yapmaya çalışacağım.” Dediği an Tuğrul Bey rahat bir nefes almıştı.
                “İyi öyleyse anlaştığımıza sevindim. Benim yarın ilk uçakla yurtdışına çıkmam gerekiyor. İnanın gözüm arkada kalmayacak size ne kadar teşekkür etsem azdır. En kısa sürede dönmeye çalışacağım. Ama merak etmeyin arkadaşım sizle her konuda ilgilenecek. Selçuk Bey’ e adresinizi bırakırsanız yarın sizi almaya gelirler ve tanışmış olursunuz.”
                “Söylerim. Size iyi yolculuklar şimdiden.” Diyerek Fatma düşünceler içerisinde koridora çıkmıştı. Selçuk arkasından hızla gelmiş onunla aynı tempoda yürümeye çalışıyordu. Selçuk bir yandan konuşmaya başladı:
                “Açıkcası ben de Demir’ in istekli olmadığını bilmiyordum. Bana kızmadın değil mi?” Fatma umursamaz görünür bir tavırla başını sallayarak:
                “Yo! Neden kızayım ki? Hem ne kadar zor bir çocuk olabilir ki? Hallederim taş çatlasın bir hafta.”
                “Oh! Sevindim buna. Doğru senin salona böyle kaç çocuk geliyor değil mi? Sen yapamayacaksın da kim yapacak?”
                “Aynen.” Demiş ve yürümeye devam etmişti.        
                               
   
        

1.    BÖLÜM ( DEMİR İLE TANIŞMA)

                Israrla çalan telefona eliyle bir kez daha uzanıp arayan kişiyi meşgule atmıştı. Ne zamandır böylesine ağır ama uzun bir uyku çekmemiş o yüzden bölünmesini de istemiyordu. Oysa gece geç saatlere kadar bu işi nasıl kabul ettiğine kafa yormuş kendisine kızmış sırf bu sebepten ötürü de kötü bir gece geçireceğini düşünmüştü. Ama başını yastığa koyduğu an nasıl bir hayat yorgunluğu varsa derin uykulara dalıvermişti. Şimdi ise ısrarla defalarca arayan bu kişiye oldukça sinir olmuş ve inatla cevap vermek istemiyordu.
                Bir anda kapı çalmıştı. Telefonun sesinden kaçmak istercesine başını yastığın altına gömmüş olan Fatma tavus kuşu gibi başını yastığın altından kurtarmış ve sanki kapıyı görüyor gibi o yöne başını çevirmişti. Tekrar çalan kapıyla beraber yataktan fırlayarak düşünce artık uykusunu dağıtmayı başarabilmişlerdi. Yere kapaklanan Fatma, gözüne inen saçına üfleyerek ayağa kalkmış ve ısrarla kapıyı çalan kişiye;
                “Geliyorum.” Diye seslenmişti. Kapının deliğinden baktığında karşısında siyah takım elbise giyinmiş Hollywood filmlerinden fırlama bodyguard tipli bir adam görmüştü. Yüzünde kırık bir gülümseme oluşmuş direk kim olduğunu anlamıştı. Kapıyı hızla açarak;
                “Buyrun FBI’ dan mı?” diyerek adamı tokat atmaktan beter etmişti. Neye uğradığını şaşıran adam öylece bakakalmıştı. Fatma bu adamın espri anlayışı olmadığını anında çözmüş ve bir anda sönüvermişti:
                “Tuğrul Bey gönderdi değil mi seni?” deyince adamın motorları normele dönüvermişti:
                “Aslı Hanım günaydın evet Tuğrul Bey sizi almamı söylediler.” Aslı tıslamış ve:
                “Biraz hazırlanmam vakit alır. Aşağıda beklemenizde bir sakınca var mı?”
                “Hayır beklerim efendim.” Diyerek anında aşağıya inmek için merdivenlere yönelmişti. Aslı ise kapıyı ardından kapatık durgun bir ruh hali ile hazırlanmaya başladı. Içerisinde bir gram heyecan yoktu. Ne giyineceği telaşı bile yoktu. Bu ruh hali ona bile hayra alamet gibi gelmemişti. Önce telefonuna bir baktı. Dün Onur’ u arama fırsatı bulamamış mesaj atarak durumu anlatmıştı. Onur anlayışlı bir arkadaştı. Kısa süreliğine onu idare edebileceği konusunda mesaj atmıştı. Bunu okuyan Fatma’ nın morali yerine gelmişti.
                Ilk gün tanışma merasimi olacağına göre klasik bir model giyebilirdi. Ya da daha sıcak bir iletişim kurma adına güzel bir elbise giyebilirdi. Dolabında herbir kıyafetini askıdan çekip bakmış ve geri askıya asmıştı. En mantıklısı elbise giymekti. Resmi görünmek ya da sert görünmek istemiyordu.
                Dizden yaz mevsimine hitap eden çiçekli elbisesini giydikten sonra saçlarını da salmıştı. Yaz mevsimine girildiği söylenemezdi ama yine de bu elbise bugünki havayı kaldırabilirdi. Elbisesine uygun toz pembe ayakkabısını giydikten sonra artık kendisini bekleyen adamların yanına gidebilirdi.
                Kapının önünde siyah spor model bir araba bekliyordu. Arabadan hızla kır saçlı takım elbiseli ileri yaşlarda bir adam inmişti. Hemen elini uzatarak kendisini tanıttı;
                “Fatma Hanım merhabalar ben Tuğrul Bey’ in arkadaşı Savaş, ekip ve program ile ilgili tüm ihtiyaçlarda size ben yardımcı olacağım.”
                “Tanıştığıma memnun oldum Savaş Bey.”
                “Buyrun isterseniz arabaya geçelim yolumuz uzun giderken rahatça konuşabiliriz.”
                “Tabi elbette.” Diyerek bana açılan arka kapıdan arabaya binmişti. SAvaş Bey FAtma’ nın hemen yanına oturmuştu. Şoförden başka kapıyı çalan adam da vardı. Fatma onları incelemeye dalmıştı ki Savaş Bey hemen yarım kalan konuşmasını sürdürmeye devam etti;
                “Fatma Hanım neredeyse tüm ekibi tamamladım sayılır. Sadece diyetisyenimiz eksik. Diyetisyen bulunana dek şirketimizin diyetisyeni bize yardımcı olacak. Bir de yedek çalıştıracak hocamız yok ne yazık ki. Bir tek siz varsınız.”
                “Yanımda spordan anlayan birkaç kişi olsun yeterli. Ekstra bir hocaya gerek yok. Ben zaten lisans durumu sonuçlanana kadar burdayım. Sonrası için eminim Tuğrul Bey başka bir hocayı bulmak için yeterince zamana sahip olmuş olacak.”
                Savaş Bey memnuniyetini hissettirecek bir gülümseme takıvermişti yüzüne;
                “Size bu konuda gerçekten minnettar. Uzun zamandır Tuğrul Bey antrenör arıyor. Lakin bu olaylardan ötürü kimse Demir’ le çalışmak istemedi. En nihayetinde normal düzey bir ailenin çocuğu olsa lisansını kaybetse bir sporcu mağdur olur. Ama Demir’ in lisansının ucunda koca bir şirket olunca haliyle kimse elini taşın altına koymak istemedi.”
                “Evet haklılar. Çünkü küçük bir puan kırılmasında bile hesaplar öyle oynuyorki kaldı ki böyle bir durumda kaybedilen değerin haddi hesabı olmaz.” Fatma uzun konuşmanın ardından dışarıyı izlemeye başladı. Savaş Bey hemen;
                “Tuğrul Bey’ in konağı şehrin dışında. Yolumuz o yüzden uzayacak. Demir spora başlayınca ve hızlı bir yükseliş sergileyince Tuğrul Bey burayı aldı. Gördüğünüzde anlayacaksınız herşey bir boksör için dizayn edilmiş. Dilerseniz bu yolu hergün çekmek zor gelecekse size bir oda ayarlayabiliriz.”
                “Görmeden bir şey diyemeyeceğim. Demir’ in lisansı neden askıya alındı?” Savaş Bey bu ani soru karşısında ne diyeceğini bilememişti.
                “Hım, Fatma Hanım bu konu hakkında Demir size bilgi verse daha iyi olur. Açıkcası boks teknik ve kurallarını çok iyi bilmiyorum. Finansal işler daha çok ilgi alanım oluyor.”
                “Anladım.” Diyebilmişti Fatma lakin bu cevap onu hiç de tatmin etmemişti. Hatta hiç samimi gelmemişti. Bu kadar yakın bir dost, şirketin çalışanı ve her an içlerinde olan biri nasıl bilmezdi. Bunda bir iş vardı. Ama ne yazıkki araştırmak için yeterli zamanı da olmamıştı. Ne olursa olsun değişen bir şey olmazdı. Sonuçta bu paraya ihtiyacı vardı. Gidecek Demir’ i çalıştıracak ve lisansını geri kazanmasını sağlayacaktı. Parasını da alıp gidecekti. Durum bu kadar basitti.
                Uzun bir yolculuk sonrası etrafı yüksek duvarlarla çevrili ve yüksek demir kapısı olan bir konağın önüne gelmişlerdi. Kapıdaki sensör sayesinde araba yaklaştığı an bu devasa demir kapılar iki yana açılmaya başlamıştı. Içeriye girdiklerinde geniş bir yol onları karşıladı. Konak oldukça ileride ve ağaçların arasında sadece bir kısmı görünüyordu. Etraf yemyeşil yol kenarları çiçek ve ağaçlarla doluydu. Daha ileride devam eden yeşil sahayı görünce burasının minyatür bir çiftlik olabileceğini tahmin etmişti.
                Araba evin tam önüne geldiğinde durmuş ve hemen öndeki adam arabadan hızla çıkıp Fatma’ nın kapısını açmıştı. Fatma teşekkür ederek çıkmış ve bu ne kadar olduğunu sayamayacak kadar çok camı olan eve bakakalmıştı. Tüm akrabalarını toplayıp getirse yine boş odası kalırdı be evin. Hayır ne gerek vardı böylesine büyük bir eve?
                Savaş Bey, Fatma’ ya biraz zaman vermiş ve sükunetle onun evi sindirmesini beklemişti. Fatma ona doğru döndüğünde misafirperver bir yüz ifadesiyle eliyle kapıya doğru buyur etmişti. Fatma ile beraber içeri girip hole en yakın olan merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya başlamışlardı. Holde yankılanan boğuk bir müzik sesi vardı. Savaş Bey bu sesten biraz rahatsız olmuş ve;
                “Fatih!” diyerek aşağıya doğru seslenmişti. Aşağıda onları bekleyen genç adam;
                “Buyrun Savaş Bey.” Dedi.
                “Demir’ e geleceğimizden söz etmedin mi?”
                “Evet söyledim Savaş Bey.”
                “Peki yalnız mı?”
                “Hayır Savaş Bey, arkadaşları var. akşam gelmişlerdi. Henüz daha gitmediler.” Bunun ardından Savaş Bey’ in yüzünde bir gerginlik oluşmuştu. Fatma’ nın sabahtan beri yüreğinde hissettiği tedirginlik şimdi göğsünde yumruk etkisi yaratmış ve kalbini tekletmişti.
                “Bir sorun mu var Savaş Bey? Bu ses de nedir?” Savaş Bey bozuntuya vermek istemezcesine kafa sallayarak;
                “Yo Yo Fatma Hanım sorun yok buyrun biz yukarı çıkalım ben Demir’ i çağırırım.” Yukarı doğru çıkmaya devam etmişlerdi. Her basamakta ses daha çok artar olmuştu. ama nasıl bir ses olduğu anlaşılmıyordu. Fatma bu seslere anlam vermeye çalışıyordu. Kavga ediliyormuş gibi ya da çok kalabalık gibi ama arkadan gelen bir müzik sesi de vardı.
                “Demir, lisansının askıya alınmasından sonra biraz depresyona düştü. Arkadaş grubu değişti. Değişik tarz müzik dinlemeye başladı. Böyle olunca Tuğrul Bey ona ait olan suit odasına ses yalıtımı yaptırdı. Buna rağmen sesler bazen yine dışarı çıkabiliyor.”
                “Ne yani bu kadar mı yüksek seste dinliyorlar? Hayır nasıl bir tarz arkadaş bunlar?” Savaş Bey ortamı yumuşatmayı hedefliyordu ancak anlaşılan Fatma dişli biri çıkmıştı. Ve eğer Demir’ i bu şekilde görürse çalışmaktan vazgeçebilirdi. Yüzü kızarmış ve gözleri dalmaya başlamıştı;
                “Savaş Bey!” suit odanın kapısının önüne gelmişlerdi. Savaş Bey kapıyı tam açacaktı ki Fatma kolunu tuttu.
                “Savaş Bey cevap verir misiniz?” Savaş Bey kapının tokmağını bırakıp karşı tarafa yöneldi.
                “Fatma Hanım isterseniz buradaki televizyon odasına geçebilirsiniz. Ben Demir’ i buraya getireyim. Arkadaşlarını görmeseniz daha iyi olur. Sonuçta onlarla bir alakanız olmayacak.” Fatma bu duruma oldukça sinirlenmişti. Ne demek arkadaşları ile bir alakası olmayacak? Hızla kapıya doğru yöneldi ve kapıyı sertçe açarken;
                “Savaş Bey atalarımız ne demiş bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” Dediği gibi içeri dalmıştı.
                Bir anda Bloodspot’ un Volcanos şarkısının içinde kendisini buluvermişti. Öylesine yüksek ve tüm odayı kaplayan bir gürültü vardı ki karnının içinden bağırıyordu sanki. İlk defa içinde var olan organlarını hissetmişti. Davula vurulan her tokmak sanki kalbinin damarlarına pompaladığı kan gibiydi. Kendisini toplamak istiyordu ama midesinden boğazına yükselen boğuk ses kusma hissi veriyordu. Gözlerini açmak istediğinde tüm duvarlarda yansıtılmış klibi ile karşılaştı. Nasıl bir dünyaya inivermişti böyle bir anda tüm hayatına deprem etkisi yaratıvermiş dünyası kararıvermişti. Kapkaranlık bir oda duvarlarda siyah beyaz yansıyan görüntüler arada aydınlatıyor. Görüntülerde bazen saç baş sallayan resmen kendini parçalayan insanlar arada joplarla insanları döven polisler…
                Böylesine bir ortamda nasıl kalınabilir diye insanlara baktığında; insanın içini kaplayan karamsarlık yerine erkeklerin karşılarında kucak dansı yapan üstü başı darmadağın olmuş kızlar ve ellerinde biralar. Sigara dumanı ve bilmediği daha ne maddelerin dumanı ile birbirine karışmışlar öylece gülüşüyorlardı. Fatma’ nın midesi bulanmış ve kendisini odadan dışarı atmak istemişti. Tam bu esnada Demir olduğunu sandığı çocukla gözgöze gelmişti. Çünkü aralarında kaslı vücuda tek sahip kişi oydu. Ama onu daha fazla incelemek dahil istemiyordu.
                Hızla oradan uzaklaşırken Savaş Bey onu tutmak istedi. Fatma sert bir hamle ile koluna uyuşma etkisi bırakmıştı. Savaş Bey böylesine bir hamle ile karşılaşacağını ummuyordu. Kolunu ovuştururken;
                “Fatma Hanım bir dakika lütfen bekleyin. Acele karar veriryorsunuz. Demir öyle biri değil.” Ikisi de merdivenlerden hızla iniyordu. Bu cümle karşısında Fatma bir an duraksamış ve oldukça gerisinde kalmış Savaş Bey’ e tekrar dönerek;
                “Siz çocuk mu kandırıyorsunuz? Kedi kesme ayini de yapıyor musunuz? Ya da Kristal geceleri?  Hayır düzgün bir yaşantımız var diye death metalden de haberimiz yok mu sandınız?”
                “Fatma Hanım çocuk bunlar, geçici bir süreç yaşıyor. Sizin desteğiniz ile herşey yoluna girecektir.”
                “Çocuk mu?” Fatma aşağıya koşar adım inerken sesli bir şekilde gülmüştü.
                “Küçülsün de cebime girsin adam olmuş hala ergen takılıyor. Söyleyin babasına adam olmaz bu. Boşa gücünü de parasını da tüketmesin lisansı geri alamaz. Çoktan kaybetmiş. Ona kendi şirketinde bir temizlik görevi falan versin tabi onu da becerebilirse!” dediği an merdivenler bitmiş ve son dört basamaktan atladığı anda Demir’ in önüne inivermişti.
                Fatma şok olmuş ama dimdik karşısında istifini bile bozmadan kaşlarını çatmış ona bakıyordu. Demir ise duyduğu son söze gülüyordu.
                “Bak sen dünki kız gelmiş bana efgam kesiyor. Ne o yemedi mi? Korktun mu? Benim kızlarım bile senden daha cesaretli. Ya! bula bula babam seni mi bulmuş? Hadi şimdi kuyruğunu kıstır ve çık git bu evden bir daha gelme!”
                Fatma, gaza gelen bir insan asla değildi. Duruşu bunu zaten gösteriyordu. Hele de böylesine karaktersiz birinin lafına düşecek bir insan hiç değildi. Dünyanın en mükemmel hocasının elinden çıkmıştı. Aldığı eğitim onu yalnızca güçlü kılmıyordu aynı zamanda irade sahibi de yapmıştı. Dahası ringlerde olduğu gibi sosyal ilişkilerinde de insanların gözlerindeki zayıf bakışları anında yakalayabilirdi ve Fatma’ yı şimdi geri çeviren Demir’ de gördüğü o kısacık zayıf bakışıydı. Demir bir an için kendisini ele vermişti. Kaçıyordu. Neyden keçtığını elbette Fatma şuan için bilmiyordu ama o bir anlık bakış onun bu sahip olduğu hayatı kaçma yolu olarak seçtiğini gösteriyordu.
                Belli ki gerçekten elinden tutup kaybolduğu yerden çıkarılmaya ihtiyacı vardı. Bırak Demir onun gaza geldiğini sansın. O bu esnada onu geri döndürmenin yolarını bulabilirdi.
                “Sen her blöf yapanı gitti mi sayıyorsun o zaman geri çekilen çok yumruk suratına iner genç adam. Şimdi antrenman için kullanılan yerleri gezeceğim. Derhal arkadaşlarını yolluyorsun. Akşam yemekte görüşürüz.” Deyip kendisini kapıdan dışarı atmıştı. Içine dolan oksijenin memnuniyetle ciğerlerine ulaşmasını bekledi. Gözlerini kapatmış ve geniş alana dolduğunu hissediyordu.
                “Fatma Hanım.” Ardından koşarak gelen Savaş Bey konuşmak istiyor ama soluk soluğa kaldığı için bir türlü konuşamıyordu.
                “Çok teşekkür ederim. Bırakmadığınız için.” Aslında Savaş Bey o anda ne olduğuna bir türlü anlam veremiyordu. Ne olmuştu da Fatma fikir değiştirmişti. Hala nefes nefese iki büklümdü. Fatma ona kaşları çatık bir şekilde bakıyordu.
                “Buradan otobüs geçer mi?” Savaş Bey affallamış ama hemen kendisini toplamıştı.
                “Geçmez biz sizi nereye gidecekseniz bırakalım. Tuğrul Bey bu aracı size özel tahsis etti.”
                “Tamam o zaman araç müsaitse beni bir yere bırakabilir mi?” Savaş Bey hemen kapıda bekleyen hizmetçi kadına işaret etmişti. Çok beklemeden biraz önce Fatih diye seslendiği bodyguard tipli adam gelmişti.
                “Fatih Fatma Hanım’ ı istediği yere bırak aynı zamanda telefon numaranı ona ver kaydetsin.”
                “Tabi Savaş Bey.” Diyerek Fatma’ ya kapıyı açmıştı.
                Fatma deniz kenarında bir balıkçı dükkanının yerini tarif etmişti. Arabadan inip Fatih’ in telefon numarasını aldı.
                “İsterseniz sizi beklerim Fatma Hanım.”
                “İşim uzun sürebilir. Siz başka işleriniz varsa onları halledin ben sizi ararım.” Demişti. Fatih ısrarcı olmamış başıyla onaylayıp arabaya tekrar binerek oradan uzaklaşmıştı.





2.    BÖLÜM ( YUSUF BABA )




                Fatma deniz kenarında bulunan etrafı kalın naylonla çevrilmiş olan bu balıkçı dükkanını çok seviyordu. Yaz geldiğinde bu naylonları kaldıracaklar gelen müşteriler deniz kokusunu içine çekerek balık ekmeklerini afiyetle yiyeceklerdi. Gülümseyerek içerisinde telaşla çalışan işçileri seyredaldı. Buraya gelmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Dükkandan çöp atmak için çıkan genç çocuk onu hemen farketmişti;
                “Aaa! Fatma Abla hoşgeldin!” çöpü attığı gibi ona koşarak sarılmıştı. Fatma kaç şampiyonluk görmüş bir kadındı ama yine de çöpten tiksinmeyecek kadar mütavaziydi. O yüzden genç çocuk ona sarılırken hiç tereddüt etmedi.
                “Nasılsın Süleyman”
                “Teşekkür ederim abla artık hiç uğramıyorsun buralara seni özler olduk. Özellikle de Yusuf Amcam seni çok özlüyor.”
                “Ben de onu çok özledim. Burada mı? onunla görüşmem gerek.”
                “Yarın balığa çıkacaktı. Onun için ağlarını ayarlıyordur. Teknenin yerini biliyorsun değil mi?” Bu esnada onları farkeden Muhammed koşarak yanına geldi. Onu kardeşi kadar çok seviyordu. Neredeyse beraber büyümüş sayılırlardı.
                “Fatma! Hoşgeldin. Neden burdasın gelsene içeriye.” Diyerek kocaman ona sarıldı. Fatma da karşılıksız bırakmamıştı.
                “Teşekkür ederim Muhammed nasılsın?”
                “İyi çok şükür. Seni gördüm daha iyi oldum. Gel sana bir balık ekmek yapayım özlemişssindir.” Fatma kahkaha atmıştı.
                “Hem de nasıl ama önce Yusuf Babayla görüşmem lazım.”
                “Hım tamam o limanda şuan Süleyman sana eşlik etsin mi?”
                “Gerek yok ben bulurum o zaman onu.”
                “Tamam dönüştte mutlaka uğra bak bekliyorum.”
                “Tamam Muhammed geleceğim görüşürüz.” Diyerek yanlarından uzaklaşmıştı.
                Liman çok uzak değildi buraya bir kaç yüz metre yürümesi yeterliydi. Ama o kendine has tarzıyla koşmaya başlamıştı. Beş adım koşuyor ardından havaya iki yumruk savuruyordu. Hem de elbisesi ile. O her zaman standartların dışında bir kadındı. Insanların kendisine kurduğu engelleri o hep kendisine yükselmek için basamak yapmıştı. Bunda en çok yardımı olan kişi ise Yusuf Babaydı.
                Yusuf Baba, ağlarını açmış tek tek kopan yerleri onarıyordu. Fatma tam dibinde durmuş ve yukarıya uzanır şekilde ellerini gerip aşağıya indirerek nefes egzersizi yapmıştı. Onun bu sesiyle Yusuf Babanın dikkatini çekebilmişti. Yusuf Baba karşısında Fatma’ yı görünce bir sevinç çığlığı atmıştı;
                “Fatma! Kızım hoşgeldin!” tekneden indiği gibi Fatma’ ya doğru koşmuş ve ikisi beraber kocaman sarılmışlardı.
                “Yusuf Babam!” Yusuf Baba Fatma’ nın uzun saçlarını eliyle avuçlayabildiği kadar almış ve burnuna götürüp kokusuyla ciğerlerini doldurmuştu. Ne kadar büyürse büyüsün o küçüçük bir kız çocuğuydu onun gözlerinde. Şimdi ise minik minik damlıyordu gözlerinden hayali. Fatma da dayanamamış bir kaç damla yaş akıtmıştı gözlerinden.
                O ise masum kalan çocukluğuna ağlıyordu. Onu masumca bırakan ise biricik Yusuf Babasıydı. Sonrası ise Fatma için tam bir kabustu. Yaşadıklarına ağlamıyordu. Çünkü Yusuf Baba ona önce kendisine acımaması gerektiğini öğretmişti. O yalnızca kalan tek masumiyetine hasret çektiği için ağlıyordu.
                “Nerelerdesin? Neden hiç gelmedin?”
                “Herşey üst üste geldi babam. Gelemedim.” Üşümüş ellerini tutunca bir anda irkildi;
                “Kızım hava soğuk sen üşümüşsün hadi gel dükkana gidelim orada sıcak bir çay içelim.”
                “Vaktin var mıydı?”
                “Olmaz mı olmaz mı? O zaman gel hadi eve geçelim. Rahat rahat laflarız hem Nimet Annen sarma yapmıştı. Özlemişsindir onun sarmalarını.” Fatma sarmayı duyunca çocuklar gibi zıplamıştı.
                “Aman Allahım özlemez miyim vallahi gidelim o zaman babam. Hem senle konuşmam gereken önemli mevzular var.” Yusuf Baba ona uzun uzun bakmış ve o heybetli bedenine yaslarcasına Fatma’ yı sarmalamıştı. Beraber bu şekilde yolun karşısındaki evlere doğru yürümüşlerdi.
                Nimet Hanım çalan kapıyı açtığında karşısında selvi boylu Fatma’ sını görünce sevinç çığlığını basıverdi. Uzun uzun sarılmışlardı. Salona geçtiklerinde duvarın baş köşesinde Fatma’ nın altın kemeri asılıydı. Fatma gurur duymuştu ama altın kemerinin asılı olmasına değil Yusuf Baba’ nın o kadar çok kemeri olmasına rağmen Fatma’ nın kemerini asmış olmalarına gurur duymuştu. Kemerine inceden dokunuyordu. Nimet Anne ve Yusuf Baba ona sevgiyle bakıyorlardı.
                “Buraya mı koydun baba?”
                “Evet yavrum baş köşeyi hakediyor kolay mı?”
                “Değil mi ne günlerdi?” Fatma derin bir iç çekmişti.
                “Gel otur böyle hele anlat nerelerdesin kardeşin nerde bulabildin mi?” Fatma şimdi daha bir içerlenmişti. Camın önündeki küçük masaya iki sandalye çekti Yusuf Baba. Deniz manzarasına yüksekten sahip olan şanslı nadir evlerdendi. Şimdi İstanbulda bu eski yapıların kalmasına hayatta müsaade etmezlerdi ama burası göçmenlere ait olan arsalardı ve hiçkimse dokunamıyordu. Hoş güzel de teklif gelmişti hani bir inşaat sektörüne vermeleri için. Ama diğer ev sahipleri ile bir türlü ortak karar alınıp da verilememişti. Ama olsun Fatma yeşil ve denizle iç içe duran bu müstakil evleri daha çok seviyordu. Tek hayali bolca paraya sahip olduğunda tadilat yaptırmaktı ama nasip olmamıştı. Yusuf Baba’ nın Muhammed ve diğer çocukları da Yusuf Baba’ nın istediği gibi bir yerlere varamamışlardı. Kendilerini zor geçindiriyorlardı. Hoş hepsi üniversite bitirmişlerdi ama kariyer sahibi olmak bu zamanda oldukça zordu.
                “Kardeşim hala o adamın elinde baba. Benim lisansım elimden alındıktan sonra otomatikmen ona çalışmayı da bırakmış oldum. Her ne kadar elimde olmayan sebeplerden ötürü bu ortaklık son bulmuş olsa da kardeşimi bana geri verir diye düşünmüştüm ama vermedi. Çok aradım o pisliği ama o da ortalarda yok. Kardeşimden de bir haber yok.” Fatma’ nın hüznü yüzünü kaplayıvermişti. Yusuf Baba da içlenmişti.
                “E polise gitmedin mi? Önceki bağlı olduğunuz sosyal hizmetlere başvurmadın mı?”
                “Gitmez miyim her yere gittim. Zaten bu soysuzdan tüm polisler korkuyor. Adını duydukları an masadan kalkıp gidiyorlar. Elbet helal süt emmiş güçlü kuvvetli bir makam sahibi bulacağım bununla baş edebilecek ama şu an o da yok. Ben de Onur var ya hani?” Yusuf Baba hemen atılmıştı;
                “He biliyorum Onur’ u, milli antrenör olmuştu en son.”
                “Evet evet onun salonunda çalışıyorum. Yani çalışıyordum.” Yusuf Babanın kaşları çatıldı bir anda
                “Hayırdır bir sorun mu yaşadın? Ne oldu da kaldı o iş?”
                “Yo yo öyle değil. Ben başka bir iş buldum. Kısa süreliğine burada işim bittiği an tekrar Onur’ un yanına döneceğim tabi.”
                “Ha öyle olsun tek.”
                “Ben de seninle o işi konuşmaya geldim.”
                “De hele nasıl bir iş bu?” Fatma derin bir nefes almıştı. Anlatacakları uzundu. Nereden başlasa bilemiyordu. Bu esnada Nimet Anne sarmaları önüne getirmiş yanına da çay ve kek koymuştu. Fatma yiyecekleri görünce midesinin kazındığını hissetti ve çocuksu tavrıyla ağzına lokmaları alırken konuşmaya başladı. Bu haline Yusuf Baba gülmeden edememişti. Gülümseyerek onu izliyordu.
                “Karamoğlu şirketinde çalışan bir arkadaşım beni buldu. Şirket sahibinin oğlu zamanında boksörmüş bilmediğim sebeplerden lisansı askıya alınmış. Kurul’ un önüne çıkmadan önce ekibi toplamaya çalışıyorlar antrenör bulamıyorlar, aslında eksik elemanları çok bir tek antrenör de değil yani. Bu yüzden antrenörlüğü bana teklif ediyorlar. Buraya kadar bir sıkıntı yok. ben de kısa süreli olacağı için kabul ettim.”
                “Tamam peki seni düşündüren ne?”
                “Ha baba asıl olay bundan sonra başlıyor. Şirket sahibinin oğlu olacak Demir, yaşını başını almasına rağmen daha bir baltaya sap olamamış, ipsiz sapsız serserinin teki. Aynı zamanda antrenmanları da istiyor gibi bir hali yok. Hatta sanki geri dönmek bile istemiyor gibi.”
                “Baba parası yiyecek yani.”
                “Sanki.” Fatma düşüncelere dalmıştı.
                “Ama zamanında çok hızlı parlamış. Şampiyon gözüyle bakıyorlarmış.”
                “Neden bu duruma gelmiş peki?”
                “Onu da sır küpü gibi saklıyorlar. Kaçtır ağız yokladım kimse söylemeye yanaşmıyor. Sen tanır mısın Demir Karamoğlu diye bir sporcuyu?” Yusuf Baba umutsuz bir şekilde yine de hafızasını zorlamaya çalıştı ama nafile tanımıyordu.
                “Yok tanıyamadım.”
                “Zaten amatörde oynamış. Anladığım kadarıyla da ring hayatı kısa sürmüş. Ne yapacağımı bilmiyorum baba. Ilk başta olur dedim ama gözümle görmeyince çocuk gibi düşündüm. Hem böylesine zıvanadan çıkmış birini de beklemiyordum.”
                “Dediğin durum ne kadar kızım çok mu kopmuş çok mu tehlikeli?”
                “Yani bilemedim baba sonuçta arkadaşımın çok düzgün bir hayatı var. Şirkette öyle düzgün işlerle uğraşıyor anladığım kadarıyla. Zaten arkadaşım öyle uç noktada bir yerde çalışmaz. Babasıyla da tanıştım o da efendi birine benziyordu ama bu çocuk onlardan çok uzakta kalıyor. Hayır gençliğinde nasıldı bilemedim ki? Hep mi böyleydi? Ama eskiden beri tanıyan yakın dostları Savaş Bey, Demir’ in daha önceden böyle biri olmadığını söyleyip duruyordu. Ben de bu yüzden kararsız kaldım. Sanki daha yolun başında.”
                “Nasıl yolun başında anlamadım?”
                “Diyorum ki baba oğlan hayattan kopmaya başlamış sapmak üzere sanki bu yollara yeni giriyor. Eğer daha önceden böyle biri değilse ve daha yeni yeni bu yollara düşüyorsa onu kurtarabilir miyim? Bilemiyorum. Sanki onda kendimi gördüm.” Son söylediği cümleyi masaya doğru bakarken çok uzaklara dalarak söylemişti. Bu cümle Yusuf Baba’ yı da derinden etkilemişti. Bir anda gözlerine Fatma’ nın hayatında hiçbir çıkış noktası bulamayıp çaresizce kaldığı o günleri aklına geldi. O zamanlar Yusuf, genç bir babaydı ve hiç kızı yoktu. Oğlan evlatlarını çok seviyordu ama hep bir kız çocuğuna hasretti. Bu kadar kız çocuğuna hasret olmasına rağmen Fatma’ yı ilk gördüğünde onu kızı gibi seveceği ihtimalini aklının ucundan bile geçirmemişti. Çünkü hayatında aniden ve büyük yıkımlar baş göstermiş ve onu hırçın bir kız çocuğuna çevirmişti.
                Çalışma salonunda kum torbasına savurduğu yumrukların altında yalnızca öfke vardı. Ayakta en yakın arkadaşı ile beraber onu izleyerek Fatma’ yı konuşuyorlardı. En yakın arkadaşı aynı zamanda okullarda spor öğretmenliği yapıyordu. Fatma henüz ilköğretimin son sınıfındaydı lakin öğretmeni onu mezun edeceği için takip edemeyecekti;
                “Yusuf, okulda dövmediği erkek kalmadı. Bu yumrukların bir hedefi olmalı diye düşünüyorum.”
                “Oldukça sinirli birine benziyor dostum bu kız ele avuca gelmez hem de kız çocuğu.”
                “Onun yaşında annesini babasını kaybedince kim olsa hayata öfke kusardı değil mi? İki kız kardeş kaldılar ortada. Gidecek hiç kimsesi yok Yusuf. Kardeşi ile beraber yurda alındılar. Hayatı bir günde değişti be Yusuf.”
                “Daha önce nasıl biriydi?”
                “Normal kendi halinde bir çocuktu. Dersleri normal seviyedeydi. Öyle öğretmenlere ya da okuldaki kurallara karşı bir uyumsuzluğu yoktu. Ailesinin maddi durumu da normaldi. Anne ve babası zamanında kaçarak evlenmişler. Şimdi iki yavrucak ortada kalınca bir inat uğruna iki tarafın ailesi de çocuklara sahip çıkmadı.”
                “Cahiller! Buncağız çocukların ne günahı varmış?”
                “Öyle ama hayat onlara gülümsemek yerine sert bir tokat attı. O da hıncını insanlardan alıyor.”
                Yusuf ve arkadaşı öfke kusan kıza bakıyorlardı. Her attığı yumrukta boğazından çıkan nefret sesi salonu inletiyordu. Yusuf şimdi ona değil içindeki derin kuyuya bakıyordu. Sanki çıkardığı ses onu bir ip gibi bağlamış ve karanlık kuyunun içine çekiyor gibiydi. Ama bu duruma engel olmayacaktı. Bu yavruyu o karanlıktan çıkarmak için önce kendisi de içine düşmeliydi.
                Bir anda davrandı ve kum torbasına giderek onu sertçe kavradı;
                “Daha sert!” tüm salon bu sesle inlemiş ve orada çalışma yapan genç adamlar oldukları yerde hocaya bakakalmışlardı. Fatma öfkesini bir an için duraksatmış ve şaşkın bir yüz ifadesiyle ona bakakalmıştı. Çünkü bu son zamanlarda o kadar çok “Dur” kelimesine mağruz kalmıştı ki bu sözü bir an için benliğine sindirememişti.
                Yusuf bunun çok iyi farkındaydı. Bu anı bozmak istemiyordu. Kendi bakışlarını onun ağlamamak için zor tuttuğu ve öfkesine giydirdiği alevlerine kitlemişti. Yusuf şimdi sadece karanlık bir kuyuya düşmemişti hiç görmediği yangınında yanıyordu.
                “Yusuf baba!” Yusuf Baba olduğu yerde irkilmişti.
                “Ha?”
                “Baba diyorumki onun bakışlarında kendimi gördüm. Korkuyordu ve kaçıyordu bir şeylerden bilemiyorum. Eğer gerçekten iyi biriyse onun da elinden tutulmaya ihtiyacı var.”
                “Eğer iyi biriyse kızım. Sen kendin söyledin. Senin sağlam bir karakterin vardı. Şunu asla ve asla unutma; Sen savaşmaya direnmeye hazırdın. O ise kaçıyor. Seni tekrar ayağa kaldırmak zor olmadı çünkü sen yüksekten zaten boşluğa bırakılmayı bekliyordun. Atın da uçmak ne demek size göstereyim der gibiydin. Kaçmaksa kişiye kolay yardımcıya eziyet. Sen onun elinden tutup onu kaldırayım derken seni aşağıya çekmesin?”
                “Kendin dedin ya Baba, benim uçmaya hazır kanatlarım var.” İkisi de gülmüşlerdi. Ardından tekrar Yusuf Baba ciddileşerek;
                “Eh sen kararını vermişsin. Sen zaten bu çocuğun elinden tutmuşsun peki benden ne istiyorsun ki?” Fatma düşünüp kalmıştı çünkü gerçekten kararsız olduğunu sanıyordu.
                “Bilmiyorum ki Baba belki bu yola girdim ve senden destek mi bekliyordum.”
                “Ben senin her girdiğin yolda arkandayım her zaman destekçinim. Sen varsan ben varım yavrum.” Fatma içini dolduran huzuru derin bir nefes alarak karşılamıştı. “Hoşgeldin yüreğime.” Der gibi… Yüzünü sıcacık bir gülümseme kapladı.
                “Peki Baba ben bu çocuğu nasıl antrenmanlara ikna edebilirim. Kolay olmayacak.” Yusuf baba bileğinden kavramıştı.
                “Güç uygulamak yok aklını kullanacaksın. Önce onu iyi tanı aynı rakibin gibi. Zaaflarını yakala. Unutma.” Eliyle havaya sert bir çizgi çizmişti.
                “O ön duvar kazandığın gücün değil zaafların ve zaaflar adamı şampiyonda eder mağlup da eder. Kendi zaaflarını da onun zaaflarını da kullanmayı iyi bil.” Fatma, Yusuf Babanın ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Bu cümleleri nerede kullandığı daha dün gibi aklındaydı.
                “Hatırlıyor musun Avrupa şampiyonasında neredeyse seni katlayan zenci Pumza’ yı? Bir türlü puan alamıyordun. Son roundlardı nakavt yapmaktan başka şansın yoktu. Eğer okkalı bir nakavt gelmezse şampiyonluk ondaydı. Sana zaafını bul demiştim. Normal hayatta insanları tanıyıp ona göre ilişkinde başarılı olman beklenilen bir şey ama hayatında ilk defa gördüğün bir insanı bir kaç saniyede tanıyıp bir de onu alt etmen üstün dikkat ve zeka gerektirir. Yoksa boks bilek işi değil akıl işi. Herkes o ringe çıkmadan önce bir kaç milyon kez yumruk sallayıp da geliyor.” Fatma o roundu hatırlayıp gülmüştü çünkü hiçkimsenin kolayca farkedemeyeceği bir hatayı o anda kartal gibi keskin bakışlarıyla yakalayıvermişti.                  
                Pumza’ nın bir önceki müsabakasından kalan bir kırığı vardı. Sağ alt kaburgası kırılmış ve bu durumdan ötürü kendisi ile yapılacak olan karşılaşması ertelenmişti. Tam olarak iyileşene kadar… Bir kaç doktorun imzası ile sağlam raporu kesinleşmiş ve artık Pumza ringe çıkabilicekti. Lakin Pumza, iki nefes alışından birini belki kendisi bile farkedemeyecek kadar kısa alıyordu. Böylesine profesyonel bir sporcunun nefes alışverişleri de elbet daha kontrollü olmalıydı. Pumza’ nın alıp verdiği iki nefes arasında belki saniyeler değil saliseler oynuyordu ama Fatma’ nın keskin bakışı ve yoğun dikkati o bir anlık kısa nefesi yakalamıştı. Belli ki Pumza’ nın yaralı kaburgası o bölgede bir hasar bırakmıştı. Fatma bunu anladığı an yumruklarını Pumza’ nın sağ karın bölgesine savurmaya başladı. Tek yapması gereken bir adet yumruğu kendisine engel olan yumrukların arasından geçirebilmekti ve bunun için seri ataklar yapması gerekiyordu. En nihayetinde bir adet yumruk karnına ulaşmış ve o hasar oluşmuş bölgeye inivermişti. Anında nefesi kesilen Pumza’ ya şimdi Fatma yükleniyordu her biri neredeyse 1000 kilo eden vuruşlar Pumza’ da kaya etkisi yapıyordu ve en sonunda yere yığılıp kalmıştı.
                Artık nefes alamayacak vaziyetteydi. Hakem ona kadar saymış ve Pumza yerde bir tık bile hareket edememişti. Sadece nefes almak istiyordu. Fatma şampiyon olmuştu.
                İnsanlardaki zayıf noktayı yakalamak kendisini gaddarmış gibi hissettirse de içindeki yangına da bir nebze olsun su serpmiş gibi rahatlıyordu da. Ama bu hep böyle süregelecek değildi ya elbet birgün biri ağır basacak ve kalbi o tarafa ait olacaktı.
                “Baba benim gitme vaktim geldi. Senin desteğine ihtiyacım var. ne olur bu yolda beni yalnız bırakma.”
                Fatma ayaklanmıştı. Yusuf Baba ayağa kalkıp ellerini sıkıca tuttu.
                “Her zaman yanındayım kızım. Ne gerekiyorsa beraber hallederiz.” Fatma onun geniş omuzlarına kollarını dolamış ve gözlerini yummuştu. Her zaman hasret olduğu aile kokusu şimdi yalnızca Yusuf Babanın boynundaydı. Içine dolu dolu kokusunu çekti.
                “Sağol babam iyi ki varsın. Baba senin küçük oğlan İbo hala boks yapıyor mu?”
                “Tabi Yıldız erkeklerde dövüşüyor.”
                “Onu benim yanıma versen olur mu baba?”
                “Ne demek kızım seve seve senin gibi hocası olacak daha ne isterim.”
                “Sağol babam.”



3.    BÖLÜM ( AKŞAM YEMEĞİ TATSIZLIĞI)      
                     
                             


                Fatma, Fatih’ le beraber villaya geri dönüyordu. Demir’ i nasıl discipline edeceği hala muammaydı. Onu iyi tanıması gerekiyordu. Sevdikleri, yedikleri, giydikleri, arkadaşları ve en önemlisi de geçmişini bilmesi gerekiyordu ama nedense şimdiye kadar tanıştığı herkes kapalı bir kutu gibiydi.
                Villaya geldiklerinde Demir ve arkadaşları çoktan sofraya oturmuşlar ve yemek yemeğe başlamışlardı. Hizmetli kızlardan biri sanki suç işlemiş gibi mahcup bir şekilde Fatma’ nın etrafında dönüyordu.
                “Abla beklemelerini söyledim ama beklemediler. Ben hemen sana servis açacağım.” Fatma onun omzunu sıcak bir dokunuşla okşayarak;
                “Tamam ablacım sıkıntı değil. Ben çok aç sayılmam sadece Demir’ in yemek düzenini görmek istiyorum o kadar.”
                “Ama ben yine de sana bir servis açsam abla hem aşçı ablam senin için özel bir yemek yaptı.” Fatma’ nın bu kıza karşı kanı ısınmıştı. Ona sıcacık gülümsedikten sonra masanın neresine servis açabilir diye baktığında hiç hoş bir manzaranın olmadığını farketti. Kızların kimisi oğlanların kucağında kiminin ayakları masaya çıkmış yayılarak oturuyordu. Fatma böylesine seviyesiz insanların arasında nasıl oturacaktı aklı almıyordu. Bunlara nasıl bir düzen sağlayacak hiç bilemiyordu.
                Demir’ in sevgilisi olduğunu sandığı bir kız onun hemen dibindeki bir sandalyede oturmuş ve bacaklarını Demir’ in dizlerine uzatmış öyle yayılmış bir şekilde telefona bakıyordu. Demir gülerek arkadaşları ile muhabbet ediyor ve sanki Fatma’ yı önemsemiyormuş gibi bir uslüp takınmaya çalışıyordu ama Fatma bir anlık da olsa ona doğru bir bakışını yakalamış ve Demir’ in içten içe rol yaptığını anlamıştı. Ama madem boksu önemsiyordu o zaman neden zırhını indirmiyordu. Bu kadar zor olan neydi? Çalışmak mı? Ringe çıkma korkusu mu? Yoksa yenilmek korkusu mu? Neden kaçıyordu? O ringed ne vardı?
                Fatma ayakta öylece onları izlerken hizmetçi kız telaşlı hareketlerle masanın bir köşesine servis açmaya çalışıyordu. Fatma artık bir atak yapma vaktinin geldiğini hissetmişti. Ellerini sert bir şekilde şaklatarak;
                “Haydi beyler ve bayanlar bu kadar eğlence yeter şimdi dağılın evlerinize de biz de Demir’ le çalışmalarımıza başlayalım!” Masada ki uğultunun yerini bir anda sessizlik aldı. Herkes bir Fatma’ ya bir Demir’ e bakıyordu. Demir’ in sevgilisi olacak kıza bu tavır yeterince sert gelmişti ki mini eteklerinden sarkıttığı bacaklarını Demir’ in dizlerinden toplamaya yeltendi. Bir anda Demir durdurmak için bacaklarını sağ eliyle tuttu. Fatma olanları soğuk kanlılıkla izliyordu. Edebi düşmüş kişilere edepli davranmayı; zengine sadaka vermek gibi gereksiz görüyordu.
                Demir’ in bu hareketinden biri cesaret almış olacak ki;
                “Kakalak kalkın dedi beyler ne duruyorsunuz?” deyince hepsi kahkahayı basıverdi. Demir ise yalnızca dalga geçer tarzda sırıtmıştı. Fatma’ ya göre böyle ağırdan alıyormuş tavrı onun lider konumundan kaynaklanıyordu. Kendince onlardan daha seviyeli hareket ediyordu. Gözünde Demir şimdi daha çok küçülmüştü. Nasıl olur da gelecek vaad eden bir sporcu gün gelir ve böyle ipsiz sapsiz tiplerle arkadaş olur aklı almıyordu.
                Hele sevgili olduğu kız neredeyse Demir’ in yarısı kadar, çelimsiz, tipsiz, koyunun budanmamış tüyleri gibi tiftik saçları, tırnakları bakımsız ama siyahlı tonlarda ojeler, vücudunda neydüğü belirsiz dövmeler, gözlerinde sabahtan kalmış dağılmış siyah farı resmen sokak kedilerine benziyordu. Diğer kızların da bundan farkı yoktu. hayır acaba bu kızlar en son ne zaman banyo yapmışlardı? Parfümlerine sinmiş alkol ve sigara kokusu onları ekşimiş yemek gibi kokutuyordu. Midesi sağlam olmasa burada bir dakika bile durmazdı ama belliki Demir’ in burada durası yoktu. bir anda ayaklandı ve;
                “Haydi beyler madem kakalak sizi istemiyor ben de sizle geliyorum.” Hazır asker tayfaları hemen ayaklanmış ve Demir’ in ardından salondan çıkıp gitmişlerdi. Fatma olduğu yerde öylece arkalarından bakakalmıştı.
                Hizmetçi kız da şaşkın bakıyordu;
                “Abla kakalak ne demek?” Fatma, dalgın gözleriyle boş hole bakarken rahat bir edayla;
                “Kara Fatma demek.” Deyivermişti. Kız, Fatma’ nın bu rahat tavrına daha çok şaşırmıştı;
                “İyi de abla resmen sana hakaret etmişler.” Fatma dalgın gözlerini ovuşturmuş ve bu sefer hizmetçi kıza gülümseyerek bakmaya başlamıştı;
                “Bu benim duyduğum en üsturuplu lakaptı. Ben nelerine şahit oldum. Bu arada senin adın ne ablacığım.” Fatma’ nın bu rahat kendinden emin halleri bu sefer hizmetçi kızı çok güldürmüştü.
                “Selvi abla benim adım. Desene Demir Bey senden çok çekecek.” Fatma bakışlarını keskinleştirerek;
                “Çekecek hem de çok çekecek ama bir bu adamı yakalayabilsem. Kim bilir nereye gittiler?”
                “Ben biliyorum abla.”
                “Öyle mi söylesene nereye gittiler?”
                “Karaköy taraflarında bir clup var. sana mekan atarım. Telefon numaranı versene.” Fatma hemen telefonunu çantasından çıkararak numarayı söylemeye başlamıştı.
                “Lakin abla mekan sert. Malum az çok tanıdın bunları. Öyle seviyeli bir yer bekleme. Black metal takılıyor bunlar. Biliyorsun değil mi?” Fatma bozulduğunu belli edercesine;
                “Oradan yaşlı görünüyor olabilirim ama siz bebekken dinlerdik biz metali.”
                “Yok ablacığım çok genç bir kadınsın ben yaşlı demek istemedim. Ne olur yanlış anlama beni. Hani çok hanımefendi karakteri düzgün birisin. Böyle serserilerin ortamını bilmezsin diye demek istemiştim.”
                “Merak etme. Evet haklısın böyle serserilerle hiç işim olmadı. Ama ben ne ortamlar gördüm be Selvi. Ben Demir gibileri iyi tanırım. Bizim zamanımızda bunlara ağzı süt kokan derlerdi. Öyle efelendiğine sokak serserisiymiş gibi takıldığına bakma sen. Öyle sokakların kralı olmak için sokakların köpeği olman lazım. Babasının sıcacık aşını içip, yorganına sokulup sokak kralıyım diyenler buranın yollarında ancak asfalt olurlar.”
                “Sen nasıl konuştun ablacım öyle. Vallahi şampiyon olduğunu bilmesem sokaklarda yaşadın diyeceğim.” Fatma’ nın gözleri dolmuştu.
                “Kalmadık mı sanıyorsun ablacığım?” Diyerek Fatma gitmek için kapıya doğru davranmıştı. Selvi hemen ona eşlik etmek için elindekileri masaya bırakarak ardından koşturdu. Bir yandan da konuşmaya devam ediyordu;
                “Abla sen yine de dikkat et kendine. Belalılar çok orada.”
                “Tamam merak etme. Biliyorsun ben boksörüm.” Selvi’ nin bu korumacı tavrı Fatma’ yı çok hoşnut etmişti. Böyle düşünülmek her zaman gördüğü bir muamele değildi. Bu yüzden hem sindirmeye çalışıyor hem de şımardığı yanını dizginlemeye çalışıyordu. Yüzünde oluşan gülümsemeyi zorla da olsa silebilmişti. Selvi ise elleri ağzına gitmiş;
                “Ah evet doğru ya sen bir boksörsün. Aman Allah’ ım abla hiç bir erkeği dövdün mü? Yani bilmiyorum ne kadar boksör olsan da onlar daha güçlüdür.”
                “Merak etme başımın çaresine bakarım ben.”
                “Ama sakın böyle güzel elbiseler giyme. Yoksa çok dikkat çekersin biraz metalciler gibi giyinmelisin.” Fatma dış kapıdan çıkmak üzereydi;
                “Merak etme onu da halledeceğim.”
                Fatih onu kapı önünde hazır bekliyordu. Fatma arabaya binerken önce eve uğrayacağını söylemişti. Eve gelene kadar dolabındaki tüm kıyafetleri aklından geçirdi ama metalciler kadar uç kıyafetleri yoktu. hem olsa ne yazar hayatta o tarz giyinmezdi. Aklına streç taytı geldi. Üzerine de siyah askılı giyecek ve bir iki kalın kolye takarsa bu iş hallolmuş olacaktı.




4.    BÖLÜM (CLUB)


                Fatih, Fatma’ yı bahsedilen clubun önüne kadar getirmişti. Arabadan çıkması için hemen koşarak kapısını açtı açarken de;
                “Fatma Hanım gelmemi istemediğinizden emin misiniz?”
                “Evet Fatih Bey teşekkür ederim.”
                “Peki yine de yakınlarda olacağım. Ne olur bir sorun yaşarsanız hemen bana telefon edin.” Fatma onaylar tarzda başını sallamış ve clubun kapısına yönelmişti. Sesler dışarı kadar geliyordu. Kapının önünde iki adet izbandut gibi adam bekliyordu. Onlar kenara çekilmese hayatta aralarından sıyrılıp da kapıdan geçemezdi. Siyah kıyafetleri en azından ortama uyum sağlamıştı. Dağınık saçları ve aceyip dövmeleri olmadığı için bu ortamın kızı olmadığı aşikardı. Gözünü alan ve tüm ortamı kaplayan bu yanarlı dönerli ışıklar dışında çok da korkutucu görünmüyordu hatta ses Demir’ in odasına göre daha sindirilebilir yükseklikteydi. Tıka basa insan doluydu ve adım atmakta güçlük çekiyordu. Bu kadar kalabalık ve yanan sönen ışıklar arasında Demir grubunu nasıl bulacaktı aklı almıyordu.
                Slipknot grubunun meşhur Psychosocial şarkısı çalıyordu. Insanlar boyna kafasını sallıyor, alkolden kendinden geçmiş insanlar çarptıkları kişilere aldırış etmeden bağırıp başlarını sallayarak saçma sapan figürlerde dans ediyorlardı. Fatma’ ya göre bu dans bile sayılmazdı. Kendisini evladını buralardan kurtarmak isteyen bir anne gibi hissetmişti. Çok dip taraflarda birkaç koltuk vardı. Oralara yığılmış insanlar sigaraya sarılan maddelerden içiyorlardı.
                Biraz daha ilerlediğinde o koltuklardan birine Demir ve grubunun oturuyor olduğunu gördü. Aralarında tek sağlam kafa kalmış Demir karşıdan gelen Fatma’ yı hemen farketmişti. Sevgilisini sarmaladığı kolunu hemen öne alarak doğruldu. Fatma’ nın ne yaptığını anlamaya çalışıyordu.
                Fatma ile Demir göz göze gelmişlerdi. Fatma gözlerini onun gözlerinden ayırmadan onlara doğru yürümeye devam etti. Demir doğrulmuş ama başka da kıpırdamamıştı. Uzun süre spor yapmamış olmasına rağmen göğüs kasları siyah tişörtünden fırlayacak gibi duruyordu. Kolları da oldukça kaslıydı. Uzun bacakları koltuk standartlarını ihlal etmişcesine karnına kadar çekilmişti. Neredeyse yanındaki üç adamı da katlayacak kadar iri duruyordu. Siyah saçları ve beyaz yüzü hala çocuksu duruşunu koruyordu. Buraya ait değildi. Şu manzara tablo edilse Demir tablodan fırlardı. Fatma ona üzülerek bakıyordu. Ikisininde içinde geçenler yüreklerine çarpıyor gibiydi. Demir Fatma’ nın üzüntüsünü sanki yüreğinde hissetmiş gibi canı yanmış ve istemsizce yüzü buruşmuştu. Ama bu hali Fatma’ ya suçlu çocuk ifadesini andırmıştı. Demir’ in elinden tuttuğu gibi çekerek buradan çıkartası vardı ama nafile o kocaman bir adamdı. Çocuk değildi öyle kulağından çekesin de adam edesin.
                Onun mayasına inmek lazımdı. Onu anlamak, dinlemek ve onun gibi yaşamak ve bu yüzden de şimdi Fatma buradaydı. Ona senin gibi olmaya çalışıyorum mesajı veriyordu.
                Bir anda sert şarkının havası değişmiş yerine daha yumuşak ve ritimli bir şarkı çalmaya başlamıştı. Audioslave’ ın Like a stone şarkısı çalıyordu. Daha şarkının ilk başında ritim tutan gitarın yumuşak sesi Fatma’ nın kıvama gelmesini sağlamış ve gülümseyerek parmak şıklatıp ritim tutmaya başlamıştı. Demir de gülümsemiş ve onu seyredalmıştı. Demir okul eğitimini elbette en iyi okullarda almış ve ingilizcesi oldukça iyiydi. Belki Fatma bilmiyordu bu şarkıdaki mesajları ama Demir görmediği güçlerden sanki mesaj alıyor gibiydi. Şarkının sözlerinde sorgulanmak için ölümünü ve melekleri bekleyen hatalarından dolayı pişmanlıkları olan birini anlatıyordu. Demir zoraki gülümsediği belliydi.
                Fatma ise şarkıya kendisini kaptırmış ve ona işaret ederek dans ediyordu. Biraz sempatikliğe vurarak Demir’ le arasında sıcak bir bağ kurmaya çalışıyordu. Diğer arkadaşları da Fatma’ yı Demir’ in dikkatli bakışlarından farketmişlerdi. En çok da Demir’ in sevgilisi neredeyse kollarını kendisinden çektiğinden beri onların farkına varmış ve derin bir kıskançlıkla onları izliyordu. Artık ne kadar içmişse algıları yoğun çalışıyor ve sanki Fatma’ nın Demir’ i elde etmek istiyormuşcasına sapkın bir düşünceye kapılmış nefretle Fatma’ ya diş biliyordu.
                Fatma dans konusunda çok başarılı sayılmazdı ve Demir’ in arkadaşlarına yine dalga konusu olacak vaziyete gelmek üzereydi. Arkadaşları hafiften gülmeye başlamışlar ve Demir’ i de aralarına katmaya çalışıyorlar boyna koluna vurup Fatma’ yla dalga geçmesini umuyorlardı. Demir nedense gözlerini Fatma’ dan alamıyordu. Evet arkadaşlarını tasdikler şekilde sırıtmaya başlamıştı ama neden içinde engel olamadığı bir kuvvet onun gözlerine kitlemişti. Fatma’ nın hiç alakası olmadığı bir tarza bürünüp kendisi için ta buaralara gelmesi onu yumuşatmış olabilir miydi? Fatma başarıyor muydu? Bu ihtimal Fatma’ nın kafasında yer etmiş ve dalga geçen arkadaşlarını duymazlıktan gelmişti. Israrla onu dansa davet ediyor eliyle gelmesini işaret ediyordu.
                Bu tabloya daha fazla dayanamayan Demir’ in sevgilisi oturduğu yerden fırladığı gibi sarhoşluğun etkisiyle yere kapaklandı. Demir onu tutmak adına hemen fırladı ve Fatma ile arasında var olan o büyülü hava bir anda uçup gidiverdi. Fatma çenesini istemsizce sinirden sıkıyordu. Bu kıza aceyip sinir olmuştu. Diğer arkadaşları fazlalıktı ama bu aşüfte çok daha fazlaydı hem de çok.
                Kız Demir’ in destek olmak için tuttuğu kolundan sıyrıldığı gibi ileriye doğru yürümeye çalıştı. Demir, onu daha fazla tutmamış ne yapmak istediğini geriden seyretmişti. Kız, Fatma’ ya bir hamle yaparak omzuna vurmaya çalışmış ama sarhoşluktan herhalde Fatma’ nın boyunu hesap edememişti. Fatma, onun bu aptalca hareketini görmezden gelmişti. O yüzden herhangi bir karşılık vermeden kenara çekildi. O ise ilk bulduğu erkeğin omzuna dokunarak işaretle dans teklif etmişti. Bu teklif karşısında çok memnun olan adam onunla dans etmeye başladı. Fatma Demir’ in tepkisini merak etmiş ve ona başını çevirmişti. Demir’ in çene kasları sıkıldığı ta buradan belli oluyordu. Fatma nedense hiç temiz kokular almıyordu. Ama ne yapacağını da bilmiyordu. Kız zivanadan çıkmıştı. Ne kadar da basitti. Ama bunu düşünecek zaman değildi. Demir’ i bu pis ortamdan çekmenin tam vakti diye düşünerek ona doğru yöneldi ve hızlı bir hamleyle kolunu kavradı. Demir o kadar dalmıştı ki kolu kavranınca olduğu yerde irkildi.
                “Yürü gidelim buradan.” Fatma’ yı duymamış gibi sert bakışlarını yine sevgilisine çevirdi. Kız arada Demir’ i kesiyor ve onun bu bakışlarıyla zafer elde ettiğini düşünerek ağzı kulaklarında dans ettiği adama daha çok sokuluyordu. Elbette adam kızın bu hareketini yanlış anlamış ve kendisinin nasıl bir oyuna alet edildiğini farketmemiş olduğu için o da kızı sarmalamaya başlamıştı. Adam dans ettiği kızı daha çok kendine çekmek üzereydi ki havadan uçan bir yumruk tam da suratına inmişti.
                Fatma böylesine ani bir hamle beklemiyordu ama kendini toplaması da kısa sürmüş ve Demir’ i tutmak için atak yapmıştı. Dayak yiyen adamın Demir’ e karşılık vermesi olanaklarda bile yoktu. Fatma, Demir’ in ceza almasını hele de böyle bir süreçte karakola düşmesini kesinlikle istemiyordu. Bu yüzden onu tek tutabilecek kişi Fatma olduğu için çoktan adamla arasına girmiş ve karnına nefesini kesici bir yumruk indirmişti. Demir bu yumruğun Fatma’ dan geldiğini anlamamıştı bile çünkü o izbandut gibi adamlar Demir’ e çoktan çullanmışlardı. Demir, gereksiz bir karın ağrısı çekmişti ama Fatma bu kadar çabuk gelebileceklerini de düşünememişti.
                Ite kaka kapıdan atılırlarken Fatma karakolluk olmaması adına;
                “Tamam sıkıntı yok sarhoşluktan yanlış kişiye çarptı o kadar. Sıkıntı yok beyler.” Demirse hala söylenip duruyordu ama neyseki çok anlaşılmıyordu. Fatma bu sefer ağzını kapatmaya çalışıyordu. O afüşte ise arkadaşlarına sarılmış ağlaya ağlaya çıkıyordu kapıdan. Fatma ona tiksinerek bakıyordu. Tabi mırıldanarak küfrüde basmıştı. Demir bunu farketmiş ama çok oralı olmamıştı. Fatma hızla telefonuna sarılıp Fatih’ i aradı. Yol kenarında Demir’ in kolunun altına girmiş onun ağır cüssesini yüklenmişti. Demir’ in gereksiz tayfası hala yanlarında aval aval bakıyordu. Fatma gergin akşamın etkisiyle haykırarak
                “Hadi yaylanın ayak altından bugünlük bu kadar yeter!” Demir sinirden onları görecek hali yoktu. Demirden güç alamayanlar sessizce dökülmeye başladı. Tiz sesiyle Demir’ in sevgilisi söylenmeye başladı.
                “Ben hiçbir yere gitmiyorum.” Fatma, zaten sebep olduğu olaylar yüzünden ona bayağı bilenmişti. Lafını ağzında tıkarcasına;
                “Yaylan dedim sinirimi tepeme çıkarma defol.” Daha hala kendisinin nasıl bir cüsseye sahip olduğunu göremeyen cahil cesaretli afüşte el kol hareketi yaparak Fatma’ nın üzerine yürüyordu ki Demir, yükünü Fatma’ ya vermiş bir şekilde boşta kalan eliyle kızı kolundan tutup ileriye savurarak;
                “Kalbiiim! Yürü git evine hadi!” dedi. Fatma, kendisine takılan lakabı şimdi daha çok sevmişti. Kız, daha falza uzatamadan sinirli bakışlarla oradan arkadaşlarının desteği ile uzaklaştı. Fatma şaşkın bir ses tonuyla;
                “Kalbim ha! Şimdiki nesili de aşkım falan kesmiyor herhalde?”
                “O onun kendi ismi.” Demir’ in gırtlağından sesi tok çıkmıştı. Ilk defa maskesiz bakıyor ve sesine ton katmadan konuşuyordu. Soğuk, yorgun, bitkin ve yenik… İçinde hissettiği buydu. Şuan var olduğu Demir buydu işte. Fatma ona öylesine derinden bakıyordu ki kızın adının Kalbim olduğunu hala idrak edememişti.
                Uzun bir sessizlikten sonra;
                “Arabam kaldı.” Dedi.
                “Ama sen sarhoşsun kullanamazsın. Fatih birilerini çağırır. Hele bir gelsin.” Demir hala ona yüklenmiş şekilde duruyordu. Bunu anca şimdi farketmiş ve bakışlarını kollarının altında duran kadına çevirmişti. Bir anda gülmeye başladı.
                “Ne oldu ne var!” diye tepki vererek Fatma rahatsızlığını dile getirdi.
                “Ya çok kötü dans ediyorsun kimse sana dans etmeyi öğretmedi mi?” Fatma da sinirleri boşalmış ve kahkahayı başmıştı.
                Onlar güldükleri bu esnada Fatih gelmişti. Fatih ve Fatma’ nın yardımı ile Demir’ i zar zor arabaya bindirmişlerdi. Fatma da binmiş ve Fatih’ e kendilerini güzel bir çorbacıya götürmesini söylemişti. Bu kadar yakınlaşmışken Fatma anı kaçırmak istemiyordu hem bu kadar sarhoş olmuş adamı ancak işkembeci paklardı. Demir hiç itiraz etmemişti. Yolda giderken;
                “Bu arada o güvenlik görevlilerinden biri karın boşluğuma fena geçirdi. Ortam karışık olmasa onun haddini bildirirdim ama hangisinden geldiğini de göremedim.” Fatma’ nın yüzü kızarmış ve yüzünde bir tebessüm oluşmuştu.
                “Ne sen gördün mü kimin vurduğunu.” Fatma hemen kendisini toparlamış ve telaşla başını iki yana sallamıştı.
                “Hayır, hayır ben görmedim. Ama neyse iyi ki o yumruk gelmiş yoksa on kişi de olsak seni hayatta tutamazdık. Neyse buna da sevindim. En azından kasların sönmemiş. Çalışmamıza hızla başlarsak iyi toparlayacaksın.”
                “Off! Yine döndü bizim kakalak. Ne güzel şurada muhabbet ediyorduk. Nerden çıktı şimdi bu boks.” Fatma affallamıştı. Ona bakıp öylece kaldı. Anlaşılan bu adamı ikna edememişti. Doğru ya daha ne yapmıştı ki? Daha ilk gün, böylesine inat bir adam kolay pes eder mi?
                Çorbaciya gelmişlerdi. Deniz kenarında küçük bir esnaf dükkanıydı. Fatma böyle yerleri çok severdi. Fatma oturur oturmaz gelen genç garsona hemen bol sirkeli, bol sarımsaklı, bol ekşili iki kelle paça söylemişti. Demir şok olmuş gözlerle ona bakıyordu. Yanına da bol turşu istemişti. Fatma bunları söylerken bile dudaklarını yalamış heyecanını bassırmaya çalışıyordu.
                “Yuh, sen nasıl bir kadınsın ya? Bol sarımsaklı hem de ağzının suyunu akıta akıta söylüyor.” Fatma gülmüştü.
                “Yani senin sarhoşluğunu anca o paklar. Hem yarın erken kalkacağız. Dinamik olman lazım.”
                “Yarını unut kakalak. Işim var.”
                “Ne işin var peki?”
                “Arkadaşlarla şehir turuna çıkacağız.”
                “Başka zamana bıraksan. Ne bileyim. Bak Demir, çok az zamanın kalmış. Seni toplamamız uzun sürecek. Kurula yetişemeyeceksin belki. Neredeyse herşey imkansız görünürken sen neden umursamıyorsun?” çorbalar önüne gelmişti. Demir rahat bir tavırla bir kaşık çorbadan alarak;
                “Kendin de dedin. Imkansız. Bitti artık benden o işler. Ring falan.” Fatma bu sohbetin bir yere varamayacağını anlamıştı. Onu tanımak için kendisinin de zamana ihityacı vardı.
                “Söyle bakalım sen neden lisansını kaybettin?” Fatma ona derin derin bakmıştı. O da çorbasından bir yudum alarak konuşmaya başladı;
                “Benimkisi iftira. Idrar numunemi bir şekilde değiştirmişler.” Demir gülmüştü;
                “Palavra. Öyle kolay mı kızım o işler.” Fatma bir an duraksamış ve onun bir şeyler bildiğini düşünmüştü. Ama ardından kendi tahminlerinden yola çıktığını anlayınca rahat bir nefes alarak onu zırvalamasını dinledi.
                “İşerken neredeyse seninle tuvalete girecekler. Laf. Almışsın iki doping belli. Kadın kısmı işte hep aynı. Yaparlar ortaya çıkmazsa dayılanırlar. Ortaya çıkarsa da çocuk gibi ağlarlar. Neymiş iftira atmışlar.” Gece belli ki Fatma için oldukça can sıkıcı geçecekti. Onun gibi elit bir aileden doğma, elit okullardan çıkma bir adam ve ne bir mesleği var ne de konuşması seviyeli. Yazık. Selçuk bile ondan daha üstündür. Babası bir de buna mirasını emanet edecek. Bir ömür biriktirdiğini bu adam bir günde heba ederdi. Keşke kendisini dinleme gibi bir durumu olsa mirasını Selçuk’ a bırak derdi. En azından torunları kurtulurdu.
                “Senin durumunu sormak isterdim Demir ama sormayacağım.” Demir işte böylesine bir atak beklemiyordu. Fatma lafına noktayı koyarken ona son bir bakış atmış ve çorbasından keyifle yudumlanmıştı. Demir söyleyecek hiçbir söz bulamamıştı.
                “Ne demek şimdi bu?”
                “Merak etmiyorum demek.”
                “Biliyor musun?”
                “Biliyorum demedim. Merak etmiyorum dedim. Yani burdan nasıl bir sonuç çıkar?” Sessizce bekliyordu Demir.
                “Bilmiyorum Demir. Merak etme rahat ol. Henüz öğrenmedim. Ama merak da etmiyorum.” Stres olduğunda dudağının köşesini bir kere ıssırıyordu Demir, Fatma onu tanımanın başka yollarını deniyordu ve işe yarıyordu. Maskesini düşürmek için, beklemediği yerlerden vurmayı Fatma da öğreniyordu.
                “İyi merak etme o zaman ne diyeyim.”
                “Önemli değil Demir. Nasıl kaybettiğin önemli değil. Kimse nasıl kaybettiğini önemsemez. Insanlar nasıl kazandığına bakarlar. Bak etrafına. Kazandıklarında var olanlar kaybettiğinde yanındalar mı? Şimdi yanındalar mı? hoş ben birkaç çabulcu görüyorum seni yolmak için arkandan ayrılmıyorlar. Ama bir gün tükeneceksin. Çünkü koyvermişssin. Hoş bunu önemseyen kim varki?” Fatma öylesine muhabbet ediyor havasıyla lafları bir yumruk gibi suratına indiriyordu. Dövse ancak bu kadar acıtırdı. Demir, umursamaz görünüyordu. Ama nereye kaçsa beyninde terkedilmişlikleri boyna karşısına çıkıp duruyordu. Başka bir şey düşünmek istiyor ama Fatma öyle bir atış yapmıştı ki sanki başka bir çıkış yokmuş gibi terkedilmişliklerinin ortasında kalıvermişti.
                “Eee anlat bakalım sen daha önce ne yapıyordun yani spora başlamadan önce hangi okul mezunusun mesela?” Demir laf değiştirmek istemişti. Konuyu aşamayınca gözleri dalıyordu. Fatma bir özelliğini daha yakalamıştı.
                “Sabah erken kalkacağız haydi kalkalım artık.” Demir hoşnutsuz bir yüz ifadesi takınarak;
                “Kakalak yine muhabbeti batırdı.” Fatma onun bu sinir edici hareketini hiç tınlamıyordu. Demir daha başka yöntemler bulup bu kadını kendisi ile çalışmaktan vazgeçirmeliydi.




                                                                              5.BÖLÜM (SABAH ANTRENMANI)


                Fatma, erken kalkacakları için villada kendisine özel olarak hazırlanmış olan odada kaldı. Oda denmesi yetersiz olurdu. Neredeyse villa içinde küçük bir ev gibiydi. Odanın içinde merdivenlerden çıkılan ayrı bir odası daha vardı. Aşağıda ise iki ayrı oda vardı. Kapıdan ilk girince karşısına televizyon ve oturma grubunun olduğu oda gelmiş ve yukarı odaya çıkan merdiven vardı. Salon olarak tasarlanmış odanın köşesindeki diğer kapı yatak odasına açılıyordu. Tuvalet ve banyoya yatak odasından bağlantı oluşturulmuştu. Yatak odasının tam ortasında ise jakuzi vardı. fatma kendisini lüks bir otele gelmiş gibi hissetmişti. Yatak odasının ve salonun devasa camları vardı. Belli ki manzarası da güzeldi ama henüz karanlık olduğu için sadece ışıklandırmalar görünüyordu.
                Sabah denmeyecek kadar vakit erkendi. Fatma, kendisini neredeyse hiç dinlenmemiş gibi hissediyordu. Demir planlamaya uyumlu olmadığı için uzun bir süre yorgun hissedeceklerdi. Fatma, evden getirdiği bir kaç eşyanın arasından spor kıyafetlerini çıkararak giyinmiş ve saçlarını tepeye toplamıştı.
                Kimseyi erkenden rahatsız etmemek için geceden Demir’ in odasını öğrenmişti. Kapının önüne geldiğinde hafifçe kapıyı tıklattı ve “Demir!” diye seslendi. Geceden kalma bir adamın böyle bir sese uyanması mümkün değildi. Bu sefer kapıyı biraz daha sert bir vuruşla vurdu. Sesini yükselterek “Demir! Haydi kalk.” Dedi. Ama ses yine yoktu.
                Bu sefer yumruklarını daha sert vurarak; “Demir! Haydi uyanma vakti. Kalkman gerekiyor.” Diyerek neredeyse bağırdı. Sonra aklına kendi odası gelince belki daha iç odalarda ise yatağı sesinin duyulmadığını düşünerek hızla kapıdan içeri girdi ve düşüncesizce bir hamle yaptığını geç olsa da anlamıştı. Kulağını tiz bir kadın çığlığı doldurmuş ve elleriyle kulaklarını kapatmasıyla gözlerini yumması da bir olmuştu.
                “Hey senin burda ne işin var?” Fatma, yaptığı hatanın vermiş olduğu telaşla ağzından böylesine bir söz çıkmıştı. Dünki afüşte yine karşısına çıkmıştı. Hayır daha sabah bile olmamışken bunun burada ne işi vardı. Belli ki burayı kendi evi gibi benimsemiş ve dün gece ev diye buraya gelmişti. 
                “Asıl senin ne işin var öyle pat diye giriyorsun? Çık hemen odadan!” Bir de haddi olmadan kendi odasıymış gibi Fatma’ yı kovmaya yeltenmişti. Fatma çıkıp çıkmama arasında kararsız kalmıştı. Bu ses Demir’ den çıkmış olsa hiç düşünmeden çıkmıştı ama nedense basit ve bu evde hiçbir vasfı olmadan ona emrediyor olması gururunu incitmişti. Bu yüzden ayakları kendisini daha bir içeri çekiyordu. Yaptığının saçma olduğunu içten içe farkındaydı ama hocalığın vermiş olduğu ağırlığı da kaybetmek istemiyordu. Hata olmuştu bir kere geri adım atmayacaktı. Hayır ne kadar aptaldı, nasıl düşünemedi kapıyı açtığında direk yatak odasına girme ihtimalinin de olabileceğini;
                “Demir benle gelecek. Ne bu ya sabah sabah beni kapı önünde bekletiyorsunuz. İki saattir kapının önünde ağaç oldum. Burada sizin uşağınız yok Demir Bey. Şimdi hemen giyinip benle spora geliyorsun.” Fatma hala bir eliyle gözlerini kapatıyordu. Sertliğini vurgulamak adına da diğer elini etrafa savurup duruyordu. Kızın nedense sesinden Fatma’ nın anlam veremeyeceği şekilde minicik bir kıkırdama çıkmıştı. Merak ediyor ama ne yazık ki gözünü de açamıyordu. Odanın biraz daha içine girdiği için kendisini riske de atamıyordu.
                “Sana çık dedim. Utanmadan bir de mahrem odamızın içine giriyorsun. Demir çıplak hemen çık odadan. Bu ne saygısızlık ve terbiyesizlik.” Bu afüştenin daha fazla saygısızlığına maruz kalmamak adına gözleri kapalı bir şekilde geri geri kapıya doğru yöneldi. Bir yandan ona laf yetiştirmekten de vazgeçmiyordu.
                “Söyle o üsturupsuz sevgiline çabuk giyinip aşağıya gelsin.” Demeye kalmamıştı ki sertçe bir yere toslamıştı. Kız dayanamayıp kahkahayı patlatmıştı. Fatma, kapıya çarptığını düşünerek gözlerini açmıştı ki kapıyı tamamiyle kaplamış olan Demir’ i karşısında gördü. Pekala dış kıyafetiyle giyinik olan Demir öylece karşısında duruyor ve ona dalga geçer gözlerle bakıyordu. Fatma oldukça bozulmuş bir şekilde;
                “Sen, odada değil miydin?”
                Demir umursamaz bir tavırla onu sıyırarak içeri girmiş ve ardına bile bakmadan konuşmaya devam etmişti;
                “Uyku tutmadı dışardan geliyorum. Şimdi iznin olursa dinleneceğim. Tabi odadan çıkabilirsen.” Kız yine kahkahayı patlatmıştı. Fatma şimdi ona dişlerini sıkarak bakıyordu.
                “Nasıl yuttun ama.” Diyerek daha bir gülmüştü. Fatma ona hiçbir şey diyemeden öylece bakakalmıştı. Kendisini salak gibi hissetse de şuan onu sindirecek kadar vakti yoktu.
                “Demir sana sabah erken kalkacağımızı söylemiştim. Neden dinlenmedin?” Demir ses vermemiş üzerindeki çeketi koltuğa fırlatmış onu umursamadığını Fatma’ ya hissettirmişti. Fatma’ nın izlenimine göre cevap gelmeyecekti o yüzden konuşmaya devam etti;
                “Saat kaçta uyanırsın en azından benle çalışabileceğin bir saat ver. Bu şekilde olmaz.”
                “Sana çalışma yok dedim. Boşuna uğraşıyorsun öğretmen!” fatma burnundan solumaya başlamıştı.
                “Tamam yorgunsun, uyu öğlen konuşalım bu mevzuyu ben de senle çalışmaya meraklı değilim. Çocuk da değilsin. Ben de seni zorla çalıştıracak değilim. Ama lisansını sana aldırmak zorundayım. En azından sen de almak zorundasın.”
                “Zorunda olduğumu nereden çıkardın?”
                “Bir gram emek harcamadan hala baba evinde pineklediğinden çıkardım.” Demir, taş yemiş gibi başında bir darbe hissetti. Ona çatık kaşlarıyla bakmaya başlamıştı ama diyecek bir laf da bulamadı.
                “Babanın seni belli bir süre daha çekeceğini biliyorsun. Eğer o lisansı geri almazsan seni kapı dışarı edeceğini de. O yüzden senden istediği lisansı geri alma mevzusuna itiraz da edemiyorsun. Çünkü gidecek bir yerin yok. Öyle değil mi? Belki şu cüssene rağmen taşı sıkıp da ekmek parası  çıkaracak becerin de yok. Bravo! Ama böyle kızlarla baba evinde fingirdemeyi biliyorsun.”
                “Haddini aşıyorsun ama!” Kız o ciyak sesiyle yine ötmeye başlamıştı. Bu artık Fatma’ nın umrunda değildi;
                “Kes sesini sen.” Diyerek Fatma çıkışmış ama bu lafı derken bile çene kaslarını sıkmış olan Demir’ e cüretkar bir şekilde bakmaya devam ediyordu.
                “Ne o beni babana şikayet mi edeceksin? Neden biraz önceki gibi beni kovmuyorsun? Babana, bu kızın burada geceyi geçirdiğini söylersem neler olabileceği hakkında sanırım fikirlerin var.” Fatma, ellerini birbirine bağlayarak bedenini daha bir gererek;
                “Şimdi iki saat uyu ve iki saat sonra kahvaltı için aşağıya gel. Beraber kahvaltı yapacağız. Ondan sonra beraber spor yapabileceğimiz yerleri gezeceğiz.”
                               Ardından sertçe kapıyı çarparak odadan çıkmıştı. Fatma yüreğinin sıkıştığını hissediyordu. Böylesine inat bir adamla daha ne kadar yapacaktı bilmiyordu. Zor kullanmak yoktu. Yusuf Baba öyle demişti ama bu adamla ancak böyle iletişime geçebiliyordu. Yola girene kadar bu yöntemi kullanmasında her hangi bir sakınca yoktur diye düşünerek villanın bahçesini dolaşmaya geçti.
                Bahçede görevli olan adam Fatma’ yı görünce hemen yanına koşarak;
                “Günaydın Hocam erkencisiniz.” Dedi. Eli büklüm yanına gelen babacan bu adama Fatma gülümseyerek baktı ve omzuna dokunarak elini sıktı.
                “Günaydın nasılsınız.” Adam böylesine sıcak bir karşılık beklemiyordu. Bir an için affallamış ve bir an konuşamamıştı. Fatma bu durumun farkındaydı ve adamı biraz daha rahatlatmak adına;
                “Bu güzel çiçekleri siz mi buduyorsunuz. Ne kadar da güzel görünüyorlar hem de daha bahar gelmemiş olmasına rağmen.” Adamcağız sevinçle gülmüştü;
                “Teşekkür ederim hocam evet ben buduyorum işimi çok severek yapıyorum. Ama yağmur vakti gelince biraz küsecekler.”
                “Öyle mi solacaklar mı yani?”
                “Hayır solmayacaklar sadece yağmurun etkisiyle açmış olan çiçeklerin yaprakları dökülecek. Ama merak etme tomurcuk vermeye devam edecek.”
                “Oo ne güzel yani onlar da bir nevi yaşam savaşı veriyor ama vazgeçmiyorlar.” Fatma bir yandan çiçekleri içtenlikle okşayıp kokluyordu. Adamcağız ona şimdi içi ısınmış bir şekilde bakıyordu.
                “Ne kadar güzel konuştun hocam.” Fatma adamcağıza tekrar bakarak gülümsemiş ve;
                “Siz benim adımı biliyorsunuz ama ben sizin adınızı bilmiyorum.” Adamcağız mahcup bir şekilde;
                “Kusura bakma hocam söylemeyi unuttum benim adım Cemal hocam.”
                “Tanıştığıma çok memnun oldum Cemal amca.”
                “Ben de öyle hocam hakikaten Tuğrul Beyler neden sizi Demir’ in hocası olmak için ısrar etmiş şimdi daha iyi anlıyorum.” Fatma, yanına giderek merakla;
                “Çok ısrarcı olmamışlardı ama?”
                “Yooo! Tuğrul Bey bir dönem çok antrenör aradı Hocam. Sonra aniden senin ismin çıktı ortaya herkes seni bulmaya çalıştı. Sonra duyduk ki şirketin biri seni tanıyormuş.”
                “Ya hiç bana anlatmadılar. Peki neden illaki ben olmuş olabilirim ki?” adamcağız biraz üzülerek;
                “Ya bu yavrucak anasız büyüdü belki ondandır bilemeyiz. Buranın en eski çalışanlarından biriyim. Demir Beyi küçüklükten tanırım. Çok zor günler geçirdi. Sizin gibi anaç bir hoca ancak onun yaralarını sarabilir.
                “Öyle mi bilmiyordum. annesi var sanıyordum.”
                “Yok Hocam yıllar önce kaybetti. Uzun bir süre onun yokluğunun acısını yaşadı sonra kendisini boksa verdi.”
                “Aynı benim gibi.” Diyerek mırıldanmıştı Fatma. Demir’ i şimdi daha iyi anlıyordu. Ama Fatma, hiçbir zaman kötü biri olmamıştı. Demir ise kötü biriydi.
                “Nasıl Hocam anlayamadım?”
                “Yok Cemal Amca bir şey demedim siz devam edin.”
                “Öyle işte hocam.”
                “Peki Demir neden lisansını kaybetti.” Adamcağız bir anda ellerini karnında kavuşturup başını bükerek;
                “Bilirim Hocam ama ne olur bana sormayın. Kimse size bunu anlatamaz. O konuların Tuğrul Bey tamamen kapatılmasını istiyor hatta unutulmasını siz de boş verin. Açıkcası Tuğrul Bey böyle yapmakta çok haklı.”
                “Anlıyorum. Bu yüzden internette olsun federasyonda olsun bu bilgiler tamamen silinmiş.” Adamcağız boynu bükük hala öyle duruyordu.
                “Cemal Amca buraları bana gezdirecek biri var mı? biraz bakmak isterim.”
                “A! Tabi hocam istersen ben de dolaştırayım.”
                “Yok sen yorulma. Hem işinden de alakoymayayım seni. Bitkiler güneş görmeden sulanmak ister.” Fatma’ nın bu lafı adamcağızın o kadar çok hoşuna gitmişti ki gülümsemesinden bile bu hoşnutiyeti farkedilebiliyordu. Müsaade isteyerek hemen içeri çalışanların dinlenme odasına geçerek güvenlik görevlilerinden bir genci alıp geri dışarı gelmişlerdi. Fatma oğlanı süzdüğünde bayağı çevik bir vücuda sahip olduğunu görmüştü. Tuğrul Bey belliki tüm çalışanları özenle seçiyordu. Adamı bir kere görmüş olamasına rağmen kendi ortamında onu daha iyi tanıma fırsatına nail olmuştu.
                “Günaydın Hocam buyrun ben sizi gezdireyim.”
                “Teşekkür ederim.” Diyerek genç oğlanın gösterdiği yerden evin arka tarafına doğru yürümeye başlamışlardı.
                Arka taraf aynı zamanda arka odaların gördüğü manzaraya aitti. Geniş bir yeşil alan ve etrafı bodur ağaçlarla kaplıydı. Bu ortamdan geçtikten sonra ucu neredeyse sonsuz bir genişliğe sahip bir alan vardı. İleride sol üst tarafta kenarına şezlonglar kaldırılmış bir bölüm gördü. Oldukça yüksekte bulunduğu için görünmüyordu ama belli ki orada bir havuz vardı.
                Ileriye doğru yürümeye devam ediyorlardı. Sanki yüksekten hafifçe aşağıya eğimli gibiydi alan. Çok ilerlerde bir çok tek katlı yapılar vardı. kimisi betonarme kimisi tahtadandı. Tahtadan olanlar muhtemelen ağıllardı. Böylesine geniş bir alana sahip olan villanın elbette hayvanları ve bahçede yetiştirdiği ürünleri de olur diye düşünüyordu. Yanılmamıştı da çalışna bir iki kişi ağılın kapısı açmış ve koyunları otlatmak için dışarı çıkarıyorlardı. Çok uzakta olmasına rağmen düzlük olduğu için buradan görünebiliyorlardı.
                “Alan böyle devam ediyor Hocam yorulmak istemezsiniz. Isterseniz geri dönelim.”
                “Yok daha hava yeni aydınlanıyor vaktim var. Eğer sen yorulmayacaksan devam etmek istiyorum.”                   
                “Tabi hocam ne demek. Yorulsam bile siz istemişseniz değil burayı tüm şehri size dolaştırırım.” Bu açık sözlülük Fatma’ da ilgi uyandırmıştı.
                “Maşallah bu evde tüm çalışanlar bana oldukça saygılılar bunun özel bir açıklaması var mı?” genç oğlan gülümsemişti.
                “Savaş Bey bizi uyardı hocam. Sizin istediğiniz herşey yapılacak. Yoksa Tuğrul Bey sizi dinlemeyeni gözünün yaşına bakmadan kovacağını ve hiçbir yerde iş de bulamayacağını söyledi dedi. Bu yüzden hepimiz sizin emirlerinizi yerine getirmekle mükellefiz.”
                “Anlıyorum.” Demişti Fatma. Ve düşüncelere dalmıştı. Bir de Demir bu kadar güzel söz dinlese işi ne de güzel olacaktı.
                “Demir’ in spor salonu nerede peki? Savaş Bey böyle bir yerden bahsetmişti.”
                “O villanın zemin katında. Daha önceden otopark olarak kullanılıyormuş. Demir Bey boksa başlayınca otoparkın bir bölümü salona çevrilmiş. Ayrıca o katta hamam ve sauna da var. onlar en baştan beri varmış.
                “O gerçekten inanılmaz donanımlı bir ev sanki butik bir otel.” Oğlan gülmüştü.
                “Evet normalde burası otel için inşaa edilmiş. Daha sonrasında Tuğrul Bey’ in eşi çok beğenince onlar buraya yerleşmiş.”
                “Gerçekten şaşırdım. Hiç beklemiyordum.”
                “Hocam bundan sonra arazi daha devam ediyor. Daha ileride at çiftliği de var.
                “Öyle mi kim bilir bu evden daha neler çıkacak?”
                “Dedim ya Hocam küçük bir tatil köyü olarak tasarlanmış. Şu en uç noktada ağaçların ardında yapay bir göl var. Aynı zamanda yapay bir kumsal.”
                “Yok artık şaka yapıyor olmalısın.”
                “Hayır hocam tümüyle samimiyim. Sizi daha çok dolaştırmak isterdim ama nöbeti devralmam lazım diğer arkadaşım çoktan geçmiştir. Benim de kapıya gitmem gerekiyor.”
                “Anlıyorum. Gerçekten dolaşmak isterdim. Ama madem sen işe dönmelisin ne yapalım bu sefer bu kadar olsun.” Fatma düşünceler içerisinde eve geri gidiyordu. Insanlar nasıl hayatlara sahipti şok olmuştu. Şimdi o çapulcu arkadaşları neden Demir’ i bırakmıyordu iyi anlamıştı. Bu oğlanı resmen tavuk gibi yoluyorlardı. Ama Demir akıllı birine benziyordu. Neden bu niyeti görmezden geliyordu. Neden böyle bir arkadaşlık ilişkisini ısrarla sürdürüyordu. Belli ki o afüşte kız Demir’ e çok aşık olduğu için değil onu yemek için buradaydı.
                Villaya gelmişlerdi. Genç oğlan Fatma ile vedalaşarak yanından ayrıldı. Fatma kahvaltı için yemek salonuna geçmişti. Herkes Fatma’ nın erken uyandığını öğrenmiş ve bir telaş içine girmişlerdi. Selvi hızla masayı hazırlıyor, diğer bayanlar ise sürekli mutfaktan malzemeleri getiriyorlardı. Fatma’ nın geldiğini farkettiklerinde suçlu bir çocuk edasıyla özürdilemeye başladılar. Fatma ne kadar önemli değil dese de onlar bu hallerinde ısrarcı davranıyorlardı. Fatma en sonunda onlara kahvaltının ve hatta tüm öğünlerin hergün hazırladıkları saatte hazırlanmasının uygun olabileceğini söyledi. Böylece bu konuda onlar da Fatma da kendisini rahat hissedecekti.
                Fatma, kahvaltı masasının başına oturmuş ve kendisinin önüne koyulanları izlemeye dalmıştı. Demir’ in gelmeyeceğini biliyordu. Ama bu sefer kapısını çalmak için gitmeyecekti. Saat daha henüz sekiz oluyordu. Uyanmayacağını biliyordu hele de o afüşte varken keyiflerini bozup aşağıya inme zahmetinde bulunmayacaklardı. Yavaştan kahvaltısına başlamıştı. Selvi bunu farkedince hemen yanına gelerek çayını koydu. Herşey muhteşem görünüyordu. Masada baldan kaymağına, yumurtasından peynirine tüm kahvaltılıklar vardı. Dumanı üstünde sıcacık ekmeğini bile getirmişlerdi. Fatma uzun zamandır hiç böyle krallara layık bir sofrada kahvaltı yapmamıştı. Hoş Onur ona her zaman dışarda güzel bir kahvaltı teklifinde bulunuyordu ama dışarıda erkek arkadaşlarıyla şahsi görüşmeler onun şahsına uygun kaçan bir hareket sayılmazdı. O yüzden her zaman reddederdi.
                Kahvaltısını hızla bitirmiş ve odasına gidip kıyafetlerini ve eşyalarını alarak gitmek için yola koyulmuştu. Selvi telaşla arkasından koşturdu;
                “Fatma Abla ne oldu? Yoksa kahvaltımızı beğenmedin mi?”
                “Hayır canım benim olur mu öyle şey. Herşey muhteşemdi. Ellerinize sağlık. Lakin benim çıkmam lazım.”
                “Ama bana Demir Bey’ le çalışacağınız söylenmişti. Bir sıkıntı mı var abla.” FAtma yukarı doğru bakmış ve sıkılmış bir yüz ifadesi ile;
                “O şimdi uyuyor. Sabaha karşı uyudu. Ben gelene kadar hayatta uyanmaz. O esnada ben işlerimi halledeyim.”
                Fatma, Fatih ile beraber şehir merkezine inmiş ve kendisini salona bırakmasını istemişti. Onur daha henüz gelmemiş, salonun kapısı kilitliydi. Çantasından çıkardığı anahtarla kapıyı açıp içeri geçti ve ışıkları açtı. Hızla salondaki dağınık eşyaları toparlayıp, süpürge makinası ile içerinin tozunu çekti. Ardından yerleri silerek salonu hazır hale getirdi. Normalde kendisi akşamdan temizler bırakırdı ama Onur her zaman sabaha bırakır ve günün yorgunluğu ile bazen işe geç kalır salonun hazırlanması da yine Fatma’ ya kalırdı. Bu yüzden işe her zaman erken gelen Fatma’ nın bazen erken çıkmasıyla durumu eşitlemeye çalışırlardı.
                Onur kapıyı açtığında, burnuna ferahlık veren kokular gelmiş ve Fatma’ nın gelip işleri de çoktan bitirdiğini anlamıştı. Istemsizce gülümsemeye başlamıştı. Fatma’ yı gözleri aramış ama bir türlü onu görememişti. Acaba salonu temizleyip çıkmış olabilir mi diye düşünmeye başlamıştı ki elinde çayla mutfaktan çıktığını görmüştü;
                “Haha! Her zaman ki Fatma güne erken başlamış, işleri bitirmiş ve hatta çayı bile demlemiş.”
                “Evet ortak ve sen de her zamanki gibi salonu pis bırakmışşsın.” İkisi beraber kocaman sarılmışlardı.
                “Ne o Demir’ i de pert ettin anlaşılan böyle buraya da yetişebildiğine göre.” Fatma dertleşecek birini arıyordu ve Onur da damarına basmıştı.
                “Of! Sorma Onur daha başlamadık bile.” Onur duydukları karşısında affallamıştı.
                “Nasıl yani seni bir günde apar topar aldılar anında evini taşıdılar, neredeyse dört gün oluyor ve sen daha bir kere bile antrenman yapmadık mı diyorsun. Boy kilo, sağlık kontrolleri, ya da boşver onları ekip tamam de bari.” Fatma dudaklarını bükerek umutsuzca başını iki yana sallamıştı.
                “Yok artık. Ben hemen kendime çay alıp geliyorum. Öğrencilerin gelmesine daha çok var. iki laflasak iyi olacak.” Onur hızla mutfağa gitmiş, özentisizce demli bir çay koyup telaşla geri Fatma’ nın yanına gelmişti. Ikisi de büroda misafir koltuklarında karşılıklı oturuyorlardı. Bardağını sehpaya koyduğu gibi Onur sorularını sıralamaya başladı.
                “Fatma nasıl ya? Sen bana kısaca askıya alınan lisansını geri kazanmak için az bir süresi kalmış bir gence ders vereceğim dedin. Daha sonra ayrıntılı konuşmadık sen de aramadın ben de zaman kısıtlı diye yoğunluktan aramıyorsun sandım.”
                “Aslına bakarsan evet yine yoğunluktan arayamadım. Demir Bey’ in peşinde koşturmaktan kendime vaktim kalmadı ki? Neden lisansı askıya alındığını bilmiyorum. Herkes bir sır gibi saklıyor. Demir kesinlikle çalışmak istemiyor. Ama babası istiyor. Iyi de neden babası bu adamı zorla boksa geri döndürmeye çalışıyor. Anlamıyorum Onur bir türlü anlamıyorum. Belki anlasam Demir’ i öyle ikna ederim. ”
                “Huyuna git ne bileyim arkadaş gibi olmaya çalış. Sonuçta lisans bu. Basit bir sertifika değil öyle burası olmasa da gider başka yerden alırım diyeceği. Ona da bir iyilik yapmış olacaksın.”
                “Ergen bir genç olsa dediklerin de haklısın ama bu yaşına gelmiş yirmi beş olmuş bir adam için bu söylediklerin hafife kaçmıyor mu?”
                “Demek ki yaşadığı nasıl bir travma ise o çok sevdiği spordan bile soğumuş.”
                “Yani benim de aklıma gelmiyor değil. Insanlara sorduğunda köşe bucak kaçmasından bile insan işkillenir. Zaten Onur ben de sadece bu yüzden diretiyorum. Eğer gerçekten bu Demir, vaktinde parlayacak bir yıldızdı sonrasında başına bir şey geldi ve söndüyse onun meşalesini yakacak yine ben olurum. Asla vazgeçmem.”
                “Bence öyle Fatma. Eğer kararlıysan bu konuda da şüphe etme. Bizim mesleğimiz diğer meslekler gibi temelinde ailenin iteklemesi ile yapılan mesleklerden değil. Genç yaşta hevesle hatta tutkuyla bu mesleğe adım atarlar. Isteseler de kopamazlar. Sen biliyorsun. Benim bu konuda daha çok konuşmama gerek yok. benim diyeceğim; bu adamın huyuna suyuna git. Takıldığı yerlere git, onunla mümkün olduğunca sosyal hayatında da görüşmeye çalış.”
                “Evet denemedim değil ama anlaşılan kuşak farkı yaşıyorum.” Fatma ironi yapmak istemiş Onur geç de olsa anlamış ve gülebilmişti.
                “Bazen düşünüyorum da biz bayanlarda kendini sevdirmek daha kolay sanırım.”
                “Neden öyle düşündün?”
                “Eh çünkü bir kaç tatlı muhabbet ve özel hediyelerle bir kaç alşamadan sonra bence sıcak bir iletişim kurulabilir. Bir de bize karmaşık dersiniz.”
                “Demir’ le de dene. Neden ona özel bir hediye almıyorsun?”
                “Of! Onu tanımıyorum bile.”
                “Acele ediyorsun. Biraz sakin ol. Olayları akışına bırak. Eski bir sporcu, temeli var, eğitim görmüş ve çok soğumamıştır da. Sen en önce aceleci davranmadan kendi haline bırakarak aranızda sıcak bir dialog olmasını sabırla beklemek. Ardından…” Fatma onu pür dikkat dinliyordu. Neredeyse gözlerini kırpmadan Onur’ un taktiklerinden bir şeyler yakalamaya çalıştı.    


6.       BÖLÜM (KAÇIYORDU AMA ONA DOĞRU)

           
                                                  


                Fatma, yeniden villanın yolunu tutmuştu. Arabada bu şekilde daha ne kadar mekik dokuyacak merak ediyordu. Oysa çoktan spor kampına başlamış ve villaya kapanmıştı ama artık acele etmek yoktu. Onur ve Yusuf Baba iki farklı insan olmalarına ve farklı mekanlarda bulunmalarına rağmen benzer cümleler kurmuşlardı. Acele etme, zor kullanma, kısaca sabret diyorlardı.
                Sabredecekti. Hem yalnızca Demir’ in geleceği için değil, Fatma’ nın kardeşi için de bu lisansı geri almalılardı.
                Fatma, villaya geldiğinde elbette Demir çoktan gitmişti. Fatma, artık bunu sorun yapmayacaktı. Gülümseyerek evin içinde dolaşmaya başladı. Bu sefer direk ses yalıtımlı odaya geçiyordu. Çünkü o gün sesin ve duvarlara yansıyan görüntülerin yoğunluğundan odayı tam olarak inceleme şansı bulamamıştı.
                Odaya geldiğinde, yumuşak bir müzik çalıyordu. Hayret etmişti, bu nasıl olurdu derken odanın ayrıntılı bölmelerin birinden bir bayan çıkmıştı. Ilk başta korkmuş sonra onu görünce rahat bir nefes almıştı. Kız buraya temizliğe gelmiş ve her temizlik yaptığı günlerde bu ses sisteminden hoşlandığı müzikleri açıyordu. Fatma bunu duyunca müthiş heyecanlandı. Sevdiği müzikleri kıza ileterek odayı incelemeye başladı. Yumuşak tarz müziklerin yerden yukarıya doğru bir vurgu yapma özelliği vardı. fatma ayaklarına vuran sesin gıcıklandırma hissine karşı duramamış ve gülümsemekten kendini alamamıştı.
                Gözlerini kapatarak sanki müziğe ayaklarıyla dokunuyormuş gibi parmak uçlarında kendi etrafında dans etmeye başlamıştı. Temizlik yapan kız bir yandan onu gülümseyerek izliyor bir yandan da işine devam ediyordu. Metallica Nothing Else Matters çalıyordu. Fatma ise tabanlarına vuran bulutların üstünde saçlarını geriye doğru savurarak dans etmeye devam ediyordu. Temizlik yapan kız onun boksör olduğunu bilmese balerin olduğunu düşünecekti. Vücudu o kadar esnekti ki geriye doğru ellerini aldığında saçları yere değiyordu. Kendi etrafında havalanarak dönüp parmakları üstüne düştüğünde dengesini asla şaşmıyordu. Sanki bu hareketleri defalarca yapmış gibiydi.
                Şarkının çıkış yaptığı esnada oturma gruplarından birinin üstünden atlayarak havada takla atmış ve dizi ile elleri yere değdiğinde öylece kalmıştı. Saçları tüm yüzünü kapatmış uzunları yeri öpüyordu.
                Neredeyse en başından beri onu kapının ardından izleyen Demir, onun bu şekilde kalmasına anlam verememişti. Onu bozmak istiyor ama bu mükemmel dansın esrarından kurtulamıyordu. Nefes bile almadan seyrettiğini şimdi anlamış ve tıkanan ciğerlerine bir tomar hava yollayarak sertçe alkışlamıştı.
                Fatma, korkulu bir rüyadan uyanır gibi sıçrayarak ayağa kalkmasıyla Demir ile göz göze geldi. Demir ona hiddetle bakıyordu. Fatma biraz bozulmuştu. Istemsizce üstünü düzelterek odadan çıkmaya yeltendi. Demir bedenini önüne kırarak;
                “Ooo keyif de yapıyoruz artık maşallah. Ben sizi rahatsız etmeseydim.”
                “Geldin mi? Geldiysen bugün spora başlayalım artık.” Diyerek bozuntuya vermeden Fatma yanından canı sıkkın bir şekilde ayrılmıştı. Demir bu sefer yalnızdı. Ardından öylece bakakaldı.
                Bir saat kadar sonra Demir, bahçeye inme tenezzülünde bulunmuştu. Sanki çok havasındaymış gibi tempolu bir şekilde yanına koşarak;
                “Evet, haydi başlayalım ne yapacağız şimdi.” Fatma, balkondan kendilerini izleyen o gereksiz arkadaşlarını görmüştü. Yine gelmişlerdi. Fatma onlardan gözünü alıp Demir’ e çevirirken dudak bükmekten kendisini alamamıştı.
                Fatma hızla kendisini toparlayarak, motiveli bir ses tonu kullanarak;
                “Haydi önce bir ısınma turu atalım.” Diyerek yanında tempolu koşmaya başladı. Villanın gerisindeki o araziye doğru koşmaya devam ettiler. Biraz daha koştuktan sonra Demir;
                “Sen yorulma istersen ben turumu atıp geleyim.” dedi. Fatma kararında kesin bir tavırla;
                “Olsun ben de ısınmış olurum.”
                “Bana ne kadar daha bu şekilde koşacağımı söyle ben mesafeyi ayarlar gelirim. Hadi çocuk değilim ya?” Fatma bu durumdan hoşnut olmayarak kabul etmek zorunda kaldı ve arazinin belli bir kızmına kadar uzanan çitlerin bir yerine dayanarak;
                “Tamam hadi ben burada bekliyorum. Ter atmaya başladığında geri dön.” Demir arkasına bile bakmadan başından tamam dercesine bir el arkaya savurarak uzaklaştı. Fatma onun gidişini izliyordu. O çok ilerideki ağaçlıklara kadar gözünü kırpmadan onu izledi. Sonrasında oradan kaybolup gitti. Artık öylece etrafı izliyordu. Arazinin dışı da içi de belli bir alana kadar düzlük sonrasında bodur ağaçlarla devam ediyordu. Elleriyle gözlerini ovuşturup biraz gözlerini yumdu. Telefonu yanında olmadığı için telefonla da vakit geçiremiyordu. Sonra hızla gözlerini açıp çitlere bacağını uzatarak gerinme hareketleri yapmaya başladı.
                Zaman geçmek bilmiyordu. Fatma; bacak, el, kol derken neredeyse tüm uzuvlarını germiş ve stresten her tarafı gerim gerim gerilmeye başlamıştı. Akşam çökmek üzereydi ve ne kadar yanında saat olmasa da rahat en az iki saat burada Demir’ in ısınmasını bekliyordu. Hayır kış da değil ki soba olsa ateş olmuştu.
                “Ne ısınmaymış arkadaş.” Diyerek söylenmeye başladı. Artık gerinme hareketlerini bırakmış bir o yana bir bu yana gelip gitmeye başlamıştı. “Bu adam beni atlatmış olmasın. Yok yok ergen mi canım bu. Ne yani hababam sınıfı mı oynuyoruz burada. Yo yo yapmamıştır. Hıh! Ya başına bir şey gelmişse? Sonuçta uzun zamandır spor yapmıyordu ayağını burkmuş ve geri dönememiş olabilir mi? Ne yapsam acaba ardından gitsem mi? Ama hiçbir yeri bilmiyorum ki. Telefonda yok yanımda, ya ben kaybolursam. Karanlık da çökmek üzere. Çabuk karar vermeliyim. Hıh ya acil müdahale gerekli ise. Ya baygınlık geçirip başını taşa vurmuşsa ve kanaması varsa? Bilinicini kaybetmişse? Yok yok ben eve gidene kadar vakit kaybetmiş olabilirim. Belki Demir’ in telefonu da vardır. En iyisi ben karanlık çökmeden bu oğlanı bulayım. Hay aksi inşallah başına kötü bir şey gelmemiştir.”      
                Fatma, hızla koşarak bodur ağaçları geçti. Ardında alabildiğine yeşillik ve bodur ağaçlar devam ediyordu. Koşmaya devam etti. Aklında yalnızca Demir vardı. etrafın güzelliğne dalacak vaziyette değildi. Güvenlik görevlisi gencin bahsettiği yapay gölete kadar koşmaya devam etti. Demir buralarda değildi. Selvi ağaçları kıyılardan dallarını suya doğru sarkıtmış, saçlarını yıkayan kadınlara benziyordu. Ama bunları seyredalmak aklına bile gelmemiş, aklına gelen ilk yönlere saparak koşmaya devam etmişti. etrafa “Demir!” diye bağırmaya başlamıştı. Kim bilir böyle koşmaya ne kadar daha devam etmişti. karanlık çökmüş ve Fatma artıknereye gittiğini bilmeden yürümeye devam ediyordu. Kafasındaki soruların hangi birine cevap vereceğini şaşmıştı.
                Demir’ in başına bir şeyler mi gelmişti. Demir kaçmış mıydı? Ona oyun mu yapıyordu? Kameradan onu izliyor olabilir miydi? Arsa gerçekten bu kadar geniş miydi? Arsanın bitmiş miydi yoksa başka yerlere mi gidiyordu? Bu sorular kafasında dolaşırken bir yandan hızlı hareket etmek ve karanlıkta sağlam adımlar atabilmek hiç de kolay değildi. Geri dönmek istiyor ama yolu hatırlamıyordu. Bir ara tökezlemiş ve düşmüş çamura batmıştı. Eli yüzü gözü çamura bulanmıştı. Dizi yaralanmıştı. Artık soğuk da baş göstermeye başlamıştı.
                Hala Karamoğlu çiftliğindeyse neden bir kişi bile karşısına çıkmamıştı. Baykuşlar ağaçlarda ötmeye başlamış. Fatma artık korkar olmuştu. Karanlıkta önünü zor görüyor ayın ışığını kullanmaya çalışıyordu. Yön tayinini asla iyi yapamazdı. Bu konuda çok iyi bilgisi yoktu. Yusuf Baba, denizde kutup yıldızını kullanırdı ama o nedense onunla çok balık tutmaya gitmemişti. Sadece kutup yıldızını takip etmeye karar verdi. En azından aynı yeri dönüp durma riskini sıfırlamış olacaktı. Yürümeye devam ederken bir yandan da karşısına düzgün bir insanın çıkması için dua ediyordu.
                Böyle yürümeye devam ederken, farları yanan bir arazi aracı yakınında durdu.
                “Hanımefendi iyi akşamlar yardıma ihtiyacınız var mı?” Fatma yorgun ama korkan gözlerle kendisine yardımcı olmaya çalışan bu gence bakıyordu. Işık yüzüne vurduğu için yüzünü net olarak göremese de güvenilir birine benziyor gibiydi. Fatma arkasına baktı. Sanki “Başka bir seçenek daha var mı?” der gibi. Genç adam, Fatma’ nın korkmasını anlıyordu. Ama haline de bakılınca bayağı perişan görünüyordu.
                “Sizi buralarda ilk defa görüyorum. Arabanızın benzini falan mı bitti?”
                “Yok ben buralarda bir çiftliğin misafiriyim. Dolaşırken yolumu kaybettim.” Adam düşünceli bir şekilde etrafına bakarak;
                “Buraya en yakın çiftlik Tuğrul Bey’ e ait.” Fatma bir an sevinçle sıçramıştı;
                “Tuğrul Bey’ i tanıyor musunuz?”
                “Tabi, ona yem satmışlığım çoktur. Bir dönem atlarını ben yetiştirdim.”Fatma rahat bir nefes almış ve yüzünde bir gülümseme oluşarak gökyüzüne bakmıştı. Genç adam onun bu haline gülümsemiş ve;
                “Haydi arabaya binin. O çiftlik buraya oldukça uzak.” Fatma arabaya binmiş, genç adam arabasını güney istikametine çevirmişti.
                “Siz buraya kadar yürüyerek mi geldiniz?”
                “Evet.” Demişti Fatma. Bir ara göz göze gelmişler ve Fatma, genç adamın koyu yeşil gözlerini görmüştü. Hiç köylü tipi yoktu.
                “Tuğrul Bey’ in atlarını yetiştirdim dediniz, atçılık mı yapıyorsunuz?” Genç adam gülmüştü;
                “Hayır, ben aslında veterinerim ama babam çiftçilik yapar bende küçüklükten beri bu işlerle uğraştığım için aynı zamanda onun işlerine yardımcı olurum.”
                “Babanızın köyü buralarda mı?”
                “Evet evet Tuğrul Bey’ in çiftliğine en yakın köy bizim köyümüzdür. Ben de buralardan kopamadım. Kendime küçük bir ev yaptım işte.”
                “O zaman siz Tuğrul Bey’ i çocukluktan tanıyorsunuz.”
                “Elbette. Demir’ le biz çocukluk arkadaşıyız.”
                “Ya!” Fatma heyecanını bassırmak istiyordu. Ama buna engel de olamıyordu. Kolay mı Demir’ i çocukluktan tanıyan eski bir dostu karşısındaydı.
                “Peki ne zamana kadar beraberdiniz? Ya da hala görüşür müsünüz?” Bu soru karşısında adamın yüzü düşmüştü.
                “Eskisi gibi değiliz. Önceleri çok iyi iki arkadaştık. Üniversiteye kadar beraber okuduk.”Fatma faltaşı açılmış gözleriyle;
                “Ne yani Demir, devlet okulunda mı okudu?” Adam, bozuk bir surat ile Fatma’ ya kısa bir bakış atmıştı.
                “Hayır, Demir tabiki de özel okulda okudu. Babası, ona çok değer veriyordu ve eğitimini en üst düzeyde alması için elinden geleni yapıyordu.”
                “Hım o zaman sizin de babanızın durumu iyiydi. Çiftçilikte gelir düzeyi yüksekmiş demekki?”
                “Babamın gelir durumu yeterince iyiydi ama özel okula evladını gönderecek kadar da iyi değildi.” Fatma, o zaman yanında oturan bu adamın ne zenginlerin paralar dökerek gittiği okullara aklı ile kazandığını anlayabilmişti. Ona şimdi daha bir saygı duyarak bakıyordu.
                “Anlıyorum. Peki sonra ne oldu da Demir’ le irtibatınız koptu. Boksa başlaması mı?”
                “Yo Demir’ i öyle şeyler asla değiştirmez.” Bir anda gözleri dalar gibi olmuştu.
                “Yani öyle sanırdım. Hiç bir kuvvet Demir’ i değiştirmez sanırdım. Ama hayat işte. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil.”
                “Ne oldu peki. Demir’ e ne oldu da bu hale geldi.”
                “Sen bilmiyor musun? Nasıl olur hiç mi duymadın?” Adam affallar bir şekilde Fatma’ ya bakmış ve onun gerçekten bilmediğini anlayınca içine bir kurt düşmüştü. Daha Fatma’ nın kim olduğunu sormadan ailenin özelini anlatıyordu. Hemen kendisini toparladı.
                “Neyse boşver. Bu arada sen Demir’ in nesi oluyorsun?” Fatma, artık aynı tepkiye alışmıştı. O yüzden üsteleme gereği duymadan değiştirilen konuya cevap vererek ayak uydurdu. Kendisini tanıttıktan sonra da atlar hakkında merak ettiklerini sordu. Bu genç adam, Fatma ile hoş sohbet ettikçe onu daha çok tanımak istemişti. Elinde olsa yolu daha çok uzatırdı ama üstü o kadar çok ıslanmıştı ki üşütmek de istemedi. Nasıl olsa o buralardaydı ve daha çok görüşme fırsatı olacaktı. Samimi bir tebessümle Fatma’ nın elini sıkarak Içi rahat bir şekilde onunla vedalaştı.
                Selvi, kapıyı açtığında çamurlar içinde kalmış Fatma’ yı görünce dehşete düştü. Elleriyle ağzını kapatmış şaşkınlığına yenik düşmüş bir halde bakakalmıştı. Fatma, hızla içeri girerek;
                “Demir nerde Selvi? Geldi mi?” dedi.
                “Evet abla. Geleli çok oldu. Arkadaşlarıyla film izliyor. Fatma hızla merdivenlerden çıktı ve tek solukta odaya dalıverdi.
                Herkes oturduğu yerde zıplamış, bir tek Demir istifini bozmamıştı.
                “Nerdesin sen? Kaç saattir seni bekliyorum.” Demir onu takmaz bir tavırla koltuğuna yayılırken;
                “Oooo kakalak hanım sonunda teşrif ettiniz mi? Ben sporu bitireli çok oldu.”
                “Kaç saat seni bekledim. Belli ki başka yoldan kaçmış eve gelmişsin. Yazık ben de sana bir şey oldu diye korkarak arazi arazi seni aradım. Belki düştü, başını vurdu, yardıma ihtiyacı var. Nasıl kendimi yollara attım bilemedim. Sense burada benimle dalga geçmenin fırsatını kollamışsın.”
                Demir, o zaman Fatma’ ya bakmayı akıl etmiş ve onun perişan olmuş halini görmüştü. Yanındakiler üstü başı ile dalga geçmeye devam ediyordu. Demirse ne geri adım atıyor ne de onlar gibi dalga geçebiliyordu. Sonuçta onu önemsemişti.
                Fatma diyeceğini demiş ve odadan çıkmıştı.





7.       BÖLÜM (NEDEN GİTMİYORUM?)



                Sabah hiç olmadığı kadar parlak ışığıyla yüzüne vuruyordu aynı acıları gibi. Herkes onu taşlamıştı, herkes onun canını yakmıştı ama o her zaman olduğu gibi dik durmayı yine başarmıştı.
                 Gözlerinin karanlığında; gençliğe henüz adım attığı zamanları canlanıyordu. Nefretle attığı yumruklar sanki aynı kuvvetle suratına çarpar gibi canını daha da yakıyordu. Ama o her duyduğu acı da daha bir kuvvetle vuruyor ve hayata olan kızgınlığını bu şekilde içinden söküp atmak istiyordu. Etrafında gülüşen çocuklar bahçede doluşmuş onun yere serdiği oğlana “yuh” çekiyorlardı. Fatma hiç yere düşmemişti. Hayat onu ne kadar düşürmek istese de o dövüşte yere düşmeyerek asla yenilmeyeceğini böylece ispatlıyordu.
                 Gözlerinin perdesi aralandığında açılmış olan pencereden içeri esen o yumuşak ama serin rüzgarın beyaz perdeyi havalandırdığını görüyordu. Sonra karanlığına tekrar kapanıyor ve o bahçede dövüştüğü ana geri gidiyordu. Bu çocuk Fatma’ yı durdurmak için sunulan son umuttu. Ama onlar için artık herşey bitmişti. Fatma yenilmezdi. Kulaklarını dolduran bağırmalar Fatma’ ya tezahürat değil yerde kanlar içinde yığılıp kalmış olan oğlana yapılan yuhlardı.
                Herkesin ortasında kulağını çeken ise beden eğitimi öğretmeniydi. Onu sürükleyerek idare katına götürüyordu. Fatma, “Artık olacağı ne varsa olsun.” Modunda hayattan bezmiş ve bitap düşmüş bir haldeydi. Fatma, yenilmişliği bile kazanarak kabul ediyordu. Çok özel bir çocuktu. Vazgeçmekten anlamaz, kaybederken bile geride bir galibiyet bırakan, durmaktan vazgeçtiyse ve gidecekse gidişi bile olay olan Fatma… başını eğmiş öğretmeninin keseceği cezayı kabullenmiş bir halde beklerken o beklemediği tepki;
                “Şampiyon olabilecekken yumruklarını neden böyle boşa sarf ediyorsun?”
                Fatma, bitkin bir halde yine o hayatını değiştiren öğretmenin yüzünü görmek istercesine perdelerini aralamış ve perde yine gözlerine uçuşarak onu bir bebek gibi karanlığına geri gönderivermişti.
                “Neden konuşmuyorsun? Vurmak seni rahatlatıyor öyle değil mi?”
                “…”
                “Bak Fatma, seni bıraksam bugün o çocuğu kıyma yapacaktın. Belli ki yalnızca okul hayatını değil tüm geleceğini kafanda silmişsin.”
                “…”
                “Senin için nelerle mücadele ettiğimi bir bilsen. Diğer öğretmenlere göre boşa vakit harcıyorum. Diğer öğrencileri harcıyorum. Sen artık iflah olmazsın. Bitti. Kabul et. Bana nelerle baskı yapıldığını bir bilsen. Şuradan çıktığında seni ben korumasam kaç kez islah evine gidecektin hiç saydın mı?”
                “…”
                “Madem bu hayatı gözden çıkardın o zaman bu hayatı bana ver. En azından bana direnme. Bu yumrukların yeri parmaklıklar ardı değil. Iplerin ardı olmalı.”
                “İpler mi? O da ne?”
                Fatma gözlerini yine aralamıştı. Heyecanı daha o gün ki gibi kalbine vurmuştu. Bir anda iplere serildiği an gözlerinin önünde canlandı. O maçta daha kaç kez yüzüne yumruk yiyecekti bilemiyordu. Iplerden çıkmak istiyor ama bir yanı da onu ısrarla ringe çekiyordu. Zilin çalmasını umuyor ama sanki saniyeler daha bir öteye çekiyordu. Sonunda zil çalmış ve Fatma, gözleri şişmiş kendi tarafını şaşmış zor ayakta duruyordu. Takımın elemanları onu kendi tarafına destekleyerek getirmişlerdi. Köşeye koydukları tabureye ceset yığını gibi yığılıvermişti. Doktor tamponlarla yüzünden akan kanları siliyor, Yusuf Baba dişliğini çıkarmış mataradan su içiriyordu.
                “Son round, dayanmalısın. En azından kaybetme anladın mı beni? Zorlandığını görüyorum. Ama seni bir daha Avrupa’ ya taşıyabilmem için ayakların üstünde durmalısın. Anladın mı beni?
                Ağzından kelimeler dökülüyordu ama anlaşılmıyordu. Yedikleri dayakların acısından olmalı Fatma’ nın algısı çok başka bir yöne kaymıştı;
                “Ne diyorsun anlamıyorum!” diye bağırarak Yusuf Baba kulaklarını ağzına kadar dayadı.
                “Beni hapisten kurtarıp kafese soktunuz. Kuş yine uçamıyor.” Yüzüne düşen dehşet gözlerinin önünde büyüyordu. Yusuf Baba kalbinden vurulmuş gibi donmuş kalmıştı. Gerçekten Fatma’ ya yaptığı bu muydu?
                “Uçmak mı ben seni gezegenlere çıkardım! Daha hala alçakta mı kalmaktan söz ediyorsun? Görmüyor musun? Yıldızlar bile senin gerinde kaldı! Kafes burası değil Fatma senin kalbin. Sen hala kendini aşamamışsın. Uçmak mı istiyorsun o zaman git ve şu sarı çiyanın üstüne uç!”
                “Küt!” yataktan sıçramasına sebep olan aldığı yumruk değil kapı çarpmasıydı.
                “Hıh afedersiniz hocam sessizce ortalığı toparlayıp çıkacaktım bir anda kapı çarptı.”
                “Fatma yüzüne gelen saçlarını arkasına toparlarken gözlerini deminden beri alıştıramadığı ışığa alıştırmaya çalışıyordu.
                “Yok önemli değil. Zaten şu güneş bir türlü uyutmadı. Saat kaç acaba biliyor musun?”
                “Saat on oldu hocam.” Fatma hayal kırıklığı yaşamıştı.
                “Gerçekten mi? o kadar olmuş demek saat?”
                “Dün çok perişandınız hocam. Ben olsam değil saatler haftalar olsa uyanamazdım.”
                “Basit bir arazi taramasıydı o kadar. Bunu zamanında Afad ekibiyle de çok yaptım.”
                “Bu arada kahvaltınız hazır hocam. Selvi en son Demir Bey’ in kahvaltısını topluyordu.”
                “Demir kahvaltı yapacak kadar erken mi uyandı?”
                “Evet bugün erkenciydi.”
                “O zibidi arkadaşları da var mı?”
                “Evet hiç gitmiyorlarki.”
                “Off!” diyerek Fatma yatağından kalkmış ve hazırlanmak için banyoya geçmişti.  
                Yemek salonuna geldiğinde kahvaltısı o kızın dediği gibi aynen hazırdı ama Selvi ortalarda görülmüyordu. O zibidilere hizmet veriyor olabileceğini düşünerek ses sistemli sinema odasının yolunu tuttu. Bu sefer gürültü yoktu. Kapıyı açtığında tahmin ettiği gibi Selvi onların önüne atıştırmalıklar koyuyordu. Kimisi ayakta kimisi oturuyordu. Demir de aralarında oturuyordu. Ayakta olanlar Selvi ile dalga geçip duruyorlar oturanlar da sanki seyirci gibi çekirdeklerini çitletirken keyifle gülüyorlardı. Demir’ e baktı o da onlardan geriye kalır bir yanı yoktu. En azından kızlar onlara katılmaz diye düşünüyordu ama onlarda kızcağızla geçtikleri dalgalara keyifle kahkaha atıyorlardı. Bu manzara Fatma’ nın çok ağırına gitmişti. Erkekler tarafından bir kızın ezilmesine asla tahammülü yoktu tam müdahale edecekti ki hergelelerden biri kızcağızın kalçasına bir şaplak attı. Fatma hiddetle bağırdı;
                “Sen ne yaptığını sanıyorsun ahmak herif! Bir bayana nasıl böyle davranırsın!” diyerek hiddetle o adama doğru yürümeye başladı. Yanından geçtiği adamlardan biri sigaradan sararmış pis dişleriyle sırıtarak;
                “Ne o sana da mı yapalım istiyorsun?” demesiyle ona da şaplak atması bir oldu. Fatma fişek hızıyla kolunu kavradığı gibi adamı iki büklüm yere serdi. Büktüğü kolu ısrarla hala bırakmıyor ve diğer eliyle ton ağırlığındaki yumruğunu tam indirmek üzereyken Fatma kendisine geldi.
                Adam inim inim inliyor Fatma’ nın elinden kurtulmaya çalışıyordu. Ama güç sarfetmeyi bırak kendisini ona teslim olmuş vaziyette yüzü yere kapaklanmış bir şekilde boylu boyunca yatıyordu. Bu adamlar için daha fazla ezilmeye ve karaktersizleşmeye gerek olmadığını içinde hissetti. Dahası böylesine tavırlara göz yuman seviyesiz bir zengin zübbesi için asla kılını bile kıpırdatmayacağının kesin kararını vererek kolunu bıraktı.
                Adam duyduğu rahatlığın verdiği hazla yerde öylece durmaya devam ediyordu. Demir ise Fatma’ ya öylece donmuş gözlerle bakıyordu. Ne bir şey demiş ne şaşırmış ne de bu olaylarda memnundu. Yüzünde hiçbir duygu ifadesi yoktu.
                Fatma, Selvi’ yi narince kolundan tutarak dışarı çıkardı. Merdivenlerden neredeyse koşar adım iniyorlardı. Nedense Fatma giderken onu orada bırakmaya içi razı olmamıştı.
                “Abla takma kafana bunlar hep böyle alıştım ben.” Fatma bir an için affallamıştı. Hızla indiği merdivende bir an için duraksadı;
                “Nasıl yani bunlar sana hep böyle davranıyor mu?”
                “Ne yapayım ablacığım?”
                “Peki hiç Tuğrul Bey’ e söylemedin mi?”
                “Söylesem ne değişecek? Yine evde bunlar kalacak Tuğrul Bey gidecek. Ben belki daha kötü tavırlara mağruz kalacağım. En iyisi susmak benim için.”
                Fatma bu olayı onaylamazcasına başını sallayarak merdivenlerden inmeye devam etti.
                “Selvi, en azından senin için burada kalmayı düşünebilirdim ama benim seni korumamla çözülecek işler değil bunlar. Ne yazık ki sen de bir şeyler düşünmelisin. En azından geri planda çalışmayı teklif edebilirsin.”
                “Abla, bu konuşmalar bana hiç de iç açıcı gelmedi. Sanki veda konuşmaları gibi.” Selvi, korkan gözlerle kapı önüne gelmiş Fatma’ ya bakıyordu.
                “Burada kalmam için bir sebep kalmadı. Demir, yaşını başını almış bir adam ben de çocuk bakıcısı değilim. Ben bir antrenörüm yaşam koçu ya da psikolog değilim. Ona yardımcı olamam Selvi. O yüzden benim işim bitti. Seni tanıdığıma çok memnun oldum. Yerimi Fatih biliyor gelmek istediğin her zaman gelebilirsin.” Diyerek Selvi’ ye kocaman sarıldı.
                Kapıdan çıktığında Fatih bahçede çalışanlarla sohbet ediyordu. Fatma’ yı farkedince koşarak yanına geldi. Fatma henüz daha yolu yarılamamış olan Fatih’ e yüksek sesle;
                “Fatih! Beni Tuğrul Bey’ in şirketine götür.”
                “Tabi hocam!” Fatih, tatsız olayların kokusunu almıştı. Derhal kapıyı ona açmış ve hışımla şoför koltuğuna geçmişti.
                Uzun bir süre yol boyunca ikisi de sessiz kalmışlardı. Fatma düşüncelere dalmış etrafı izliyordu. Fatih dikiz aynasından arada ona bakıyor ve tekrar yola bakmaya devam ediyordu. Konuşmak için açık olmasını bekliyordu ama o hala dalgın gözlerle uzaklara bakıyordu.
                Sabah, uykusunda gözlerine düşen ana geri döndü. Kendisini bir kafeste gibi hissediyordu. Sanki tüm dünya onu sarıp sarmalamış ve nefes aldırmıyor gibiydi. Aynı şimdi hissettiği gibi. Tekrar o anlara dönmek istemiyordu. Geçmişinde onu nefessiz bırakan o kadar çok olay vardı ki. Herbirinden sıyrılmışken şimdi bir anda kendisini o günlere çeken bir ortama bir daha girmek istemiyordu.
                Bazen yaşadığın olaylar değildir sana geçmişi çağrıştıran bazen hissettirdikleridir. Artık, Demir ona nasıl bir acı verdiyse geçmişinde ki perdeler tekrar açılmıştı. O yaşadığı en zorlu roundlar birer birer gözlerinde canlanıyordu.Demir aralarında en hafifiydi. Ama bir zamanlar o roundlar da hayatın vurduğu kadar acıtmıyordu. Yüzüne her yediği yumruk sanki kaderin yüreğinde bıraktığı dikenleri söküyor gibiydi. Arkadan Yusuf Baba’ nın sesi geliyordu;
                “Neden yumruk yiyorsun kaldır ellerini kaldır!”
                “Dikenlerim dökülüyor hoca!” demeyi ne kadar çok isterdi. Ne kadar çok canı yanmıştı. Ne kadar çok ağlamıştı. Ona sırık diye dalga geçtikleri için değil, ona erkek Fatma dedikleri için değil, erkekler tuvaletine sıkıştırıp üstüne çullandıkları için değil… Onu acıtan ne bir yurt müdürünün bağırmalarıyla kestiği oda cezası ne de öğretmenlerin ona sokak kızı gözüyle baktığı bakışlarıydı. Onu en çok acıtan anne ve babasıyla kahkahalar içinde ısınan sıcacık yuvalarının bir günde sadece bir günde elinden alınmasıydı.
                Kız kardeşi ne kadar şanslıydı. Hiçbir şeyi hatırlamayacaktı. Ne o güzel yuvayı ne de o felaket kazayı. Ama o her an içindeydi. Dış Dünya ne kadar canlıysa Fatma’ nın iç dünyası da an ve an o kadar canlıydı. Etrafında uçuşan o gri duman hala yüzünden sıyrılıyor, kazanın kalıntıları hala gözlerinin önüne geliyordu. Bacağındaki yara hala acıyor başından sıyrılan kan hala yanaklarına sızıyordu.
                Kim derdi ki yerli yerine oturmuş bir bina bir anda çöker işte bir aile böyle yıkılmıştı. Bir anda.
                Gözlerinden sızan yaşı elinin tersiyle sildi. Ne beline takılan madalyalar, ne savurduğu yumruklar ne sevinçle havaya kalkan eller hiçbiri içindeki acıyı söküp atamadı. Çünkü hayat hep onu yarım bıraktı. Bir bütün olamadı. Ne zaman ayağa kalkıyorum dese bir çelme daha yedi hayattan. Kazandığı maçları kardeşiyle kutlamak varken onu da çekip elinden alıvermişti hayat. Ama bu sefer toprak değildi alan. Ve elbet birgün kardeşini geri alacaktı. Hep bu umutla yaşadı. Hep bu umutla dövüştü. Şimdi ise Demir yine kardeşi için bir umut olmuştu. Ama o da yarım kaldı.
                Oysa silmişti aklından herşeyi oluruna bırakmış ve çalışma salonuna kendisini kapatmıştı. Alışmıştı bu hayata. Para kazanma vaadi bir anda içinde sönen umut ışığını yakıvermişti. Ama o da söndü işte hem de çok kısa bir sürede. Artık kabul etmeliydi. Hayatı kendi haline bırakmayı kabul etmeliydi. “Bu son.” Dedi kendi içinden “Artık umut etmek yok.”   



8.       BÖLÜM (SÖZLEŞMEYİ SONLANDIRIN)



                Şirketin otoparkı önüne geldiklerinde Fatih, Fatma’ yı burada indirdi. Fatma arabadan indiği gibi bir seferde gittiği idare katını kendi eliyle koymuş gibi buluverdi. Bayan sekretere;
                “Tuğrul Bey yurtdışından ne zaman döner acaba?”
                “Tuğrul Bey dün yurtdışından döndüler efendim?” Fatma affallamıştı.
                “Ama dün ben onların evindeydim. Geldiğini duymadım.”
                “Eve çok uğramaz efendim. Dün kendi otellerinde kaldılar.”
                “Ya anladım. Ben derhal onunla görüşmek istiyorum. Bir de arkadaşım Selçuk’ u çağırabilir misiniz? Odasını bilmiyorum.”
                “Siz buyrun böyle geçin ben hemen haber veriyorum.”
                Fatma bekleme koltuklarından birine oturmuş ve burnundan soluyarak etrafı seyredalmıştı. Sekreter neredeyse girmesi ile çıkması bir olmuştu. Kendisi ile beraber iki adam daha odadan çıkmışlardı.
                “Buyrun Tuğrul Bey sizi bekliyor.” Fatma hışımla kalktığı gibi tek solukta kendisini odaya attı. Adam kendisine doğru hışımla gelen kadıncağıza sıcak bir gülümseme ile elini uzatmış ama masasına çarpılan sözleşme ile karşılığını almıştı;
                “Fatma Hanım, ne oldu? Bir sorun mu yaşadınız?”
                “Sözleşmeyi karşılıklı olarak derhal feshediyoruz Tuğrul Bey. Tek taraflı geri çekilmenin yaptırımları var. Tabi geçerli mazeret yoksa. Ama isterseniz sorun çıkarabilir ve ben derhal mahkemeye başvurur ve boksörün antrenmanlarda sürekli sıkıntı çıkardığını, evin çalışanlarına sarkıntılık yaptığını ayrıca bana yapıldığını iddia eder ve ispatlarsam bu sefer yaptırımı size daha pahalıya patlar. Hatta anlaştığımız mebrağnın oldukça üstünde ama artık ben sizden ne antrenman parası ne de sözleşme feshi tazminatı istiyorum.”
                “Fatma Hanım ne istiyorsanız yapacağım. Sizi temin ederim. Lütfen buyrun şöyle oturun.” Adam o kadar ılıman yaklaşmıştı ki Fatma itiraz edememiş ve olduğu yere çöküvermişti. Tuğrul Bey telefonla hemen iki adet rahatlatıcı bir bitki çayı istemişti. Tuğrul Bey önüne atılan sözleşmeyi çevirip sayfalarını karıştırmaya başladı. Fatma az çok Tuğrul Bey’ i çözmüş ve çaylar gelene kadar konuşmayacağını öğrenmişti. O yüzden kendisi de beklemeye başladı. Çok geçmeden bayan içeri girmiş ve çayları önlerine bırakıp gitmişti.
                Tuğrul Bey derin bir nefes almış ve çayından yudumlamıştı. Oldukça sakin ama bir o kadar durgun görünüyordu.
                “Fatma Hanım, sizin gibi güçlü ve yılmaz bir kadını nasıl bezdirmişse siz bile oğlumla çalışmaktan vazgeçiyorsunuz. Sizden yaptıkları için ne kadar özürdilesem azdır, telafisi yoktur bilirim. Yaşadıklarınız göz ardı yapın diyemem ama inanın Demir’ den çok başka bir kişiyle dialog içerisindesiniz. O gerçek Demir değil. O benim eski oğlum değil. Çok uğraştım çok çabaladım onu geri kazanabilmek için. Gitmediğim doktor danışmadım eş dost kalmadı. Ama olmadı. Kabullenmeye çalışıyorum ama böyle nereye kadar gidecek? Ne onu bırakabiliyorum ne de ona yardım edebiliyorum. Elim kolum bağlandı. Sonra sizi duydum. El altından bir dostum sizi önerdi bana. Yaparsa bir Fatma yapar dediler. O da bu çukurdan çıktı.”
                “Oğlunuz çocuk değil Tuğrul Bey. Bu yaştan sonra değişeceğini sanmıyorum. onu tanıdım. Hayatta değişmez. Sizin adınıza üzgünüm. Ama kabul etmekten başka şansınız yok.” Fatma konuşmayı bitirmiş gibi koltuğundan hafifçe doğruldu.
                “Size bir şey izletmek istiyorum.” Tuğrul Bey bilgisayar ekranını Fatma’ ya doğru ikisinin de görebileceği şekilde çevirdi. Masaüstünden bir kaç dosyaya tıkladıktan sonra bir video ekrana düştü. 12 yaşlarında bir oğlan çocuğu kum torbasını dövüp duruyordu. Klasik bir geçmiş izleyeceğini anlayan Fatma sırtını koltuğa yaslayıp sıkkın bir yüz ifadesiyle izlemeye başladı. Geri plan çok görülmese de salonun villada bahsedilen salon olduğu anlaşılıyordu. Kamera ayaklarına doğru indiğinde emzikli sarı saçlı bir kız çocuğu oğlanın bacaklarına yapışıyordu.
                “Bu videoyu yıllar önce müsabakalara nasıl hazırlandığını göstermek için hazırlatmıştık. Anneleri bu zamanda henüz daha hayattaydı. Kanser olduğunu bilmiyordum. Hayatımın en güzel günleriydi. Karım hayatta, kızım hayatta. Şimdi ki zenginlik ne ki asıl ben o zaman zenginmişim, şimdi tüm varlığımı alsalar ve bana o günleri verseler başka ne isteyebilirim ki?” Adamcağız gözlerinden akan yaşı masadan aldığı bir peçete ile silmiş ve konuşmaya devam etmişti.
                Video sanki oynamıyordu, ateşten bir nehir gibi Fatma’ nın içine akıyordu. Annesinin o canlı halinden çok daha zayıf ve saçları dökülmüş, başının bir kısmını kaplamış bandanası ile yanyana oldukları bir an geldi. Çocuklarına sıkı sıkı sarılmış ve gülümsüyordu. Onun annesi ölmeden bir gün önce gülüyordu; öleceğini bilmeden. O da gülümsüyordu öleceğini bilirken.
                Zaman geçiyordu. Demir’ in yüz hatları şimdikini biraz daha andırıyordu. O küçük kız çocuğu hala minicikti ama emziğini atmıştı. Ama bu sefer anneleri yoktu. siyah takımlar içinde Demir cenaze namazının en ön safında durmuş annesinin namazını kılıyordu. Yalnızca aile kamerası yoktu gazetecilerin de kameraları vardı. Flaşlar durmadan patlıyordu. Küçük kız çocuğu bir kadının kucağında hiçbir şeyden habersiz yeşillere sarılmış annesinin tabutunu öpüp duruyordu.
                Fatma, akan yaşlarına engel olamıyordu. Ama aile kopmamıştı, yıkılmamıştı ve hayatına daha sağlam tutunuyordu. Demir çalışmalarına artık daha sert devam ediyordu. Minik kız çocuğu ağabeysinin yanından bir an bile ayrılmıyordu. Boks onlar için bir yaşam kaynağı olmuştu. Annelerini boksla bağdaştırmışlardı. Belliki bunun böyle olmasını en çok da anneleri istemişti. Bu yüzden oradan aldıkları her bir başarı onlar için çok daha başka anlamlar ifade ediyordu. Kazandıkları her maçta minik kız çocuğu Demir’ in kucağına veriliyor ve madalya yerine kardeşini havaya kaldırıyordu. Neredeyse tüm antrenmanlarında yanındaydı ve sürekli “Vur abi! Vur abi!” diyerek tezahürat yapıp duruyordu.        
                Yalnızca antrenmanlar da değil doğum günlerinde, bayramlarda ve akla gelen tüm özel günlerinde o sarı saçlı minik kız çocuğu Demir’ in kollarındaydı. O kadar dalmıştı ki videonun bittiğinin farkına bile varmamıştı. Tuğrul Bey’ in sesiyle oturduğu yerde minicik sıçramıştı.
                “Karım, eğer yaşasaydı ve tanışmış olsaydınız ne kadar özel bir kadın olduğunu anlardınız. Herkesi severdi. Sevgi doluydu. Sanki dünya bile son bulacak ama o hiç sonlanmayacak kadar sevecen ve tatlıydı. Kanserin kendisini yok etmesine izin vermedi. Bedenen demiyorum kastettiğim o sevecenliği ve mutluluğu. Bir an bile olsun onu üzgün görmedim biliyor musunuz? Bir an bile yüzü düşmedi. Hatta karşısındaki insana hissettirecek kadar yaşama karşı doyum almış bir tavrı vardı. çocuklarına doymuş, yaşına doymuş bana doymuş… keşke tanısaydınız keşke. Ve birgün yenik düştü. Ama öylesine güzel bir ölümdüki size anlatamam. Melekler bile böyle güzel ölebilirler mi ölselerdi eğer? Çok olmuştu yatak örtülerini beyaz taktırmayalı çünkü ara ara burnundan ya da herhangi vücut boşluklarından kan sızabiliyordu. Bir gün öncesi özel olarak istemiş beyazlar içinde olsun diye hatta kızlar da şaşırmışlar neden böyle istedi diye. Çok özledim beyazlar içinde uyumayı demiş. Bugün bir kere olsun beyazlar içinde yatayım, temizliği hissedeyim demiş. Pijamalarına kadar beyaz giyinip de yatmış. Belki özel olacak ama hocam rahatsızlığından itibaren odasını benimkiyle ayırmıştı. O bizim onun perişan haline seyirci kalmamızı istemezdi. Hoş ne yalan söyleyeyim doğrusu ben de kaldıramazdım. O son zamanları yaşayan bilir. Ve sabah odasına gittiğimde inanır mısınız bembeyaz örtüler içinde beyaz bir gül kadar güzel kokuyordu. Odaya girer girmez böylesine bir hoş koku burnuma yayıldı. Hasta olduğunu bilmesem her defasında uyandığında kanlar içinde olduğunu bilmesem olağan bir şeymiş gibi üstüne düşmezdim belki hatta huzur bulurdum. Ama ben dehşete kapıldım. Karım kanlar içinde değildi. O zaman yüreğime sert bir yumruk çöktü o anda. Ne ona doğru yürüyebiliyor ne de geri gidip evdekilere bağırabiliyordum. Yalnızca bakıyordum ve gözlerim beni nefes alıyormuş gibi yanıltıyordu. Sanki göğsü inip kalkıyordu. Ama biliyordum o çoktan göçüp gitmişti.
                Yine de çok sarsılmadık. Annemiz hastaydı ve hepimiz biliyorduk. Bu yüzden ertesi gün hayata uyanışımız daha güçlü oldu. Daha çok gülüyor ve daha çok seviyorduk birbirimizi. Çünkü yetiştirmemiz gereken küçük bir kardeşimiz vardı; Açelya.
                Fatma dehşetle gözlerini açmış ve “Açelya mı?” diyerek öylece kalakalmıştı.
                “Evet Açelya benim küçük kızım.”
                “Ya ne güzel bir ismi varmış.” Diyebilmiş ama neredeyse bu cümlesi anlaşılmayacak kadar sessiz söylemişti. Dikkati üstüne çekmemek adına hemen;
                “Peki nerede şimdi ona ne oldu? Ben hiç görmedim.”
                “İşte Demir’ i bitiren o kaza oldu. Kimsenin öğrenmesini istemediğim ve bilenlerin de ağzını mühürlediğim o elem kaza.” Tuğrul Bey anlından akan terleri peçetesi ile silerek derin bir nefes almıştı. Yüzü kıpkırmızı pancar gibi kızarmış ve nefes almakta zorluk çekiyordu.
                “Ah Açelya’ m benim güzel kızım. Bahtı kara ömrü kısa kızım benim. Annesi gittikten sonra biz sırf onun için güldük, onun için oynadık, dövüştük… Ne yazıkki yasını bile tutamadım. Off!” BAşını geri doğru yaslamış ve uzaklara dalmıştı.
                “Demir, kendisini çok suçluyor. Oysa hepimizin ihmalkarlığı. Bir sabah Açelya ortadan kayboluyor. Ev büyük ara ara kaybolması çok normal geliyordu bize. Yalnızca onunla ilgilenen özel bir bakıcısı vardı. Artık on yaşında bir kız çocuğuydu ve bu kadar üstüne düşülmesini istemiyordum. Biraz ayakları üstünde durmayı öğrenmeliydi. Yalnız başına evdeki işlerle de meşgul olabilmeliydi.”   




9.       BÖLÜM (DEMİR’ LE ÇALIŞAMAM)


  

                Odadan çıktığı gibi sekretere tuvaletin nerede olduğunu sordu. Karnını tutarak tuvaleti zor eden Fatma, girdiği an kusmaya başladı. Duvarı zor bulup, düşmeye ramak kala zor tutunan Fatma hem ağlıyor hem de içi sökülürcesine kusuyordu. Ne kadar bu duruma engel olmak istese de engel olamıyor ve hem hıçkırıyor hem de kusuyordu.
                Odadan çıkmasını bekleyen Selçuk, onun hızla tuvalete gittiğini görünce o da peşinden koşturarak gelmişti. Ne yazıkki bayanlar tuvaleti olduğu için içeri girmemiş ama Fatma’ nın öğürme seslerine daha falza dayanamamış ve içeri dalmıştı. Direk duvardaki peçeteye saldıran Selçuk, eline tomarla peçete doldururken bir yandan da kapısı yarım açık olan kabine bakıyordu;
                “Fatma, iyi misin ne oldu böyle!”
                Fatma konuşmayı bırak kusma ve yoğun hıçkırıklarından nefes bile alamıyordu. En sonunda kabinden çıkmak için davrandığı esnada Selçuk hemen kolundan destek olmuş ve neredeyse baygınlık geçirecek olan Fatma’ yı lavabonun başına getirebilmişti. Elindeki peçetelerle yüzünü ve elbisesini sildikten sonra musluktan yüzüne birkaç kez su çarptı. Fatma, ağlamaya devam ediyordu. Hem de öylesine ağlıyordu ki içindeki acıyı dışarı atmak istercesine. Selçuk, ne olduğunu anlayamamış ama öğrenmenin peşini de bırakmıştı. Arkadaşının rahatlamasına ihtiyacı vardı. Omzunu sakinleştirmek istercesine sıvazladı. Fatma, Selçuk’ un boynuna sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti. Selçuk, sımsıkı sarılmış onu teselli ediyordu.
                Tuvalet koridorundan geçerken, bayanlar tuvaletinin içerisinden gelen yas tutarcasına ağlama sesini duyunca bir an duraksadı ve içeriye kulak kabarttı. Tam bu esnada elinde dosya ile yanına yaklaşan avukat duyulmasını istemiyormuşcasına yanağına kadar yaklaşıp;
                “Sözleşmeyi sonlandıralım mı efendim?” dedi. Çatık kaşlarının altından bakışlarını bir an dosyaya kitledi. Ve o çatık kaşları bir anda salınıverdi.
                “Ah! Yo şimdilik bekleyelim.” Avukat çeketinin iki yanını buluşturmak için tuttuğu elini salarak dosyayı kapattı ve tekrar el kıvraklığı ile çeketinin iki tarafını tekrar buluşturarak;
                “Peki efendim. Izninizle büroma geçiyorum.” Tam arkasına dönüp gidecekti ki Tuğrul Bey kolundan yakalayıp kulağına doğru eğildi;
                “Ha bu arada! Sen Demir ve tüm çevreye sözleşmenin sonlanmış olduğunu duyur. Herkes öyle bilsin.”
                “Tabi efendim nasıl arzu ederseniz. O iş bende.” Diyerek gülümseyip yanından ayrıldı. Tuğrul Bey tuvaletin önünde daha fazla dikkat çekmemek için oradan hızla ayrıldı.
                Selçuk, Fatma’ nın hava alması için şirketin teras katına çıkardı. Orada oturma kamelyalarından birine karşılıklı oturdular. Selçuk, sessizce Fatma’ yı izliyordu. Fatma ise ağlaması kesilmiş, yüzü gözü şişmiş ve kıpkırmızı olmuş suratıyla etrafı inceliyor ve yüzüne vuran serin havayı ciğerlerine çekiyordu. Öylece uzun bir müddet konuşmadılar. Fatma zaten oldum olası konuşmayan içine kapanık bir kızdı. Bu yüzden ondan bir hamle beklemiyordu. Yalnızca bir kez olsun kendisine bakmasını bekliyordu. O zaman kendisi konuşmaya başlayacaktı. Ama Fatma, uzaklara dalmış bir şekilde mırıldandı;
                “Teşekkür ederim.” Selçuk, heyecanla masaya kollarını dayararak;
                “Ne teşekkürü Fatma, bunlara seni ben bulaştırdım. Şimdi nasıl pişamnım bir bilsen. Çok özürdilerim. Sana ne yaptılar bilmiyorum ama inan Tuğrul Bey, çok efendi bir adamdı.”
                “Yo yo! Tuğrul Bey gerçekten de bahsettiğin gibi çok iyi çok babacan bir adam.” Selçuk affallamıştı;
                “Eh! Peki o zaman seni bu kadar inciten ne oldu?”
                Fatma, bir an için Selçuk’ un gözlerine kısa bir bakış attı. Nasıl bir bahane uyduracağını düşünüyordu. Kulaklarında Tuğrul Bey’ in son dediği cümleler yankılandı;
                “Fatma Hanım sen halden anlarsın diye bu yaşadıklarımızı sana anlattım. Demir’ in sağlığı için Açelya’ yı ne olur kimseye anlatma.Ne olursa olsun. Sana bu konuda güvenebileceğimi biliyorum.” Fatma, yaşlar içinde konuşamamış sadece başını onaylar şeklinde sallamıştı. Sanki yine o andaymış gibi bir anda iç çekmiş ve göğsünü eliyle bassırmıştı. Selçuk, telaşla “İyi misin Fatma?” deyince Selçuk’ un yanında olduğunu anlayarak titremiş ve olduğu ana gelivermişti.
                “Aa!” diyerek başını sallamış ve;
                “Sadece Demir beni çok yordu Selçuk. Çok zor biri. Ben de Tuğrul Bey ile dertleşince biraz sarsılmış olduğumu hissettim. Küçük bir patlama yaşadım özür dilerim seni kokuttuysam.”
                “Hayır hayır hiç önemli değil. Yeter ki sen iyi ol. Ama o zaman ne yapacaksın Demir’ i bu şekilde nasıl başa çıkacaksın.” Fatma, rahat bir tavır sergilercesine başını iki yana sallayarak;
                “Çok şükür sorun çözüldü. Sözleşmeyi sonlandırdık.”
                “A! öyle mi? O zaman buna sevindim.”
                ….

                Fatma, şirketin önünden uzaklaşırken Tuğrul Bey’ in dediklerini düşünüyordu;
                “Sadece bilmenizi istedim. Sözleşmeyi sonlandıracağım. Siz hiç merak etmeyin.” Korna sesiyle Fatma, olduğu yerde sıçradı. Şoför camı açarak bağırmaya başladı;
                “Dikkat etsene! Sanki parkta yürüyorsun.” Fatma şaşkın bir şekilde nerede olduğuna baktı. Kendisini yolun ortasında görmese kimse onu, yürüdüğüne inandıramazdı. Şok olmuş bir şekilde kendisini geriye attı ve arabanın gitmesine müsaade etti. Etrafına şaşkın şaşkın bakıyordu. Kafasını toplamak için sağa sola şöyle bir salladı. Ama gerçekten etrafı görmüyor gibiydi. Kafası bir kaya kadar ağır gözleri şişmiş olduğu için net göremiyordu. Zar zor yol kenarında kalmaya çalışarak karşıya geçmiş ve kaldırımın en dibinde yürümeye başlamıştı. Nereye gittiğini bilmiyor dahası nereye gideceğini de bilmiyordu. Duraklarda rastgele bir otobüse bindi ve havadaki tutmaçlara tutunarak halk otobüsün onu istediği yere götürmesine izin verdi.
                Onca insan olmasına ramen kimseden çıt çıkmıyordu. Kimisinin kulaklarında kulaklık vardı. çocuklar bile ses çıkarmıyordu. Nasıl bir zamanda yaşıyorlardı artık. Eskiden böyle miydi? Saçma da olsa kadınların gün muhabbetlerini dinlerdi en azından. Ya da gençlerin hocalarla nasıl dalga geçtiğini. Ama şimdi yaşayan ölüler gibi sadece yer kaplıyorlardı. Herbirini tek tek izledikten sonra camdan dışarıya daldı. Her ne kadar anlatılanları hatırlamak istemese de kulaklarında yankılanıyordu. Tuğrul Bey’ in yüzünden sürekli terler akması, gözlerinden yaşların akması ve sürekli alnını ovuşturuyor olması içini kemiriyordu.
                Bir baba için minicik evladını kaybetmek ne kadar da zordur. Kim bilir ne acılar çekti. Ama diğer evladı için bu acıları sürekli yüreğine gömdü. Nasıl bir yürek taşıyordur şimdi sol yanında kim bilir. Nasıl ağır geliyordur. Nasıl çökertiyordur içten içe kendisini. Bilir bu acıyı en çok Fatma bilir hem de anne baba acısı olmasına rağmen ne kadar ağır olduğunu bilir. Oysa bu evlat acısı. Hele ya Demir, kardeşinin cesetini o halde gördüğünde kim bilir nasıl bir travma yaşadı oğlancağız. Annesinden tek yadigar kalan, onu anımsatan ve tek acısını paylaşabileceği ortağı, kardeşi… onu o halde görmek nasıl da bir acıdır, kim bilir?
                Otobüs bir an sert bir manevra ile durdu ve Fatma dahil tüm ayakta olanlar sarsılmış neredeyse birbirlerinin üstüne yığılır hale gelmişlerdi. Fatma’ nın burada inesi gelmişti. Yollarda öylece yürümeye devam etti. Aslında hiç de kendinde değildi. O kadar dengesiz yürüyordu ki dıştan gören onu sarhoş sanıyordu ama İstanbul buna çok alışıktı. Hatta madde içip yol kenarında sızanlara bile duyarsız kalacak kadar alışkındı. Bu yüzden kimse ona yardım etmek için yanaşmıyordu. O ise öylece yürüyor ve yürüyordu. Kim bilir ne kadar yürümüş nereye gelmiş o sadece Tuğrul Bey’ in odasında izlediği videoyu, annelerini ve en çok da Açelya’ yı düşünüyordu.
                “Demir, kendisini çok suçluyor. Oysa hepimizin ihmalkarlığı. Bir sabah Açelya ortadan kayboluyor. Ev büyük ara ara kaybolması çok normal geliyordu bize. Yalnızca onunla ilgilenen özel bir bakıcısı vardı. Artık on yaşında bir kız çocuğuydu ve bu kadar üstüne düşülmesini istemiyordum. Biraz ayakları üstünde durmayı öğrenmeliydi. Yalnız başına evdeki işlerle de meşgul olabilmeliydi. Ben o gün işe erken çıkmıştım. Bakıcı kız bir kaç yere bakmış ve ardından onun odasını toplamaya geçmiş. Demir, o gün yarım gün çalışacaktı. Yarım gün çalışacağı günler sabah uykusunu bölmezdi. Sabah uykusunu çok sever…”
                Fatma, yüzüne vuran ışıkla beraber nereye geldiğine baktı. Apartmanda bir çocuk ayna ile onun gözüne ışık tutuyor ve ardından balkonda yere saklanıyordu. Fatma, gözleri dolarak onun çocukluğuna daldı. Nasıl da yaramazlık yapıyor, korkuyor ama yine gülüyor ve bundan keyif alıyordu. Yürümeye devam etti. Sanki ağaçların arasında kutu gibi kapatılmış olan mezarlığa ulaşmış ve öylece bakakalmıştı. Aslında aklında hiç anne ve babası yoktu. sadece sığınacak bir yer arıyordu. Ama öyle ya bu dünyada sığınacağın başka kimsen var mı ki, ona gidesin.
                Daha kapıda yaşları boncuk boncuk yanaklarından dökülmeye başladı. 33 yaşında bir kadındı ama hala içinde bir çocuk vardı. Öyle koşan, yaramazlık yapan ve gülenlerden değil karanlığın içinde korkularından büyüyememiş olan bir çocuk. Bedenini sonsuz bir uçurum kapladığında düşmeyeyim diye annesine yaslanan bir çocuk. Kim bilir kaç kez yurttan kaçıp da annesinin toprağında yatarak uyuyup kalmış ve bu sebepten kaç kez oda cezası almıştır sayısını bile bilmez. Ama o yine gelmiş ve yine gelmiştir. Çünkü korktuğunda tek dayanağı annesi onu yatağında sımsıkı sarardı da Fatma öyle uykuya dalabilirdi.
                Yurtta ne zaman Fatma kaybolsa artık öğretmenleri onu nerede bulacağını bilirlerdi. Gecenin karanlığında, derin uykulardan çeker alırlardı onu annesinin koynundan ve o daha bir hırçınlaşır. Onların kollarından kurtulmak ister ve tüm hayata nefretini kusarcasına haykırır, çağırır bağırırdı. Bir kez değil onu annesinden milyonlarca kez koparıp aldılar. Ama o yılmadı. Yine geldi ve yine geldi. Şimdi ona engel olanlar yoktu artık. Kimse onu koparıp almıyordu annesinin elinden. O ise istediği gibi geliyor ve doya doya sarılıyordu anneciğine ve babasına.
                “Anne… Baba… Ben geldim. Size geldim.” Dizlerinin dibine çöker gibi mezarlarının başına çöktü. Elini mermere koyup başını yasladı. Toprağı eliyle karıştırıp okşamaya başladı. Öylece sessizce. Saçları neredeyse yere değiyordu.
                “Demir, sabah uykusunu çok severdi. Onun katında o saatlerde kimse gürültü yapmazdı. Bu sebepten o katlarda arayamıyorlar Açelya ağabeyinin huyunu bilirdi. Güvenlik görevlisi kamera ile bakıyor hiçbir yerde görünmüyor. Villanın herhangi bir yerinde olabilir diye çok üstüne düşmüyorlar. Yeri gelir haber vermeden bahçeye iner hatta çiftliğe bile gittiği olurdu. Sonradan çıkar gelirdi. Öyle olmasını umarak ara ara kendi işlerine dalıyorlar. Öğleden sonra Demir uyanmış, kahvaltısını yapmış ve ısınma koşusuna çıkmış. Açelya’ nın ortadan kaybolması çok sık yaşanan bir olay olduğu için Demir’ e söylemek de akıllarına gelmiyor. Demir bahçeden direk spor salonuna geçiyor ve o dehşet manzara ile karşılaşıyor.”
                Fatma’ nın o an aklına düşünce kabustan uyanır gibi titreyerek olduğu yerden fırladı. Sürekli gözünde o sahne canlanıyordu. Ağırlık sehpasında dambıl altında boğularak ölmüş bir kız çocuğu cesedi. Hem de kendi kız kardeşi. Fatma görüntüyü aklından silmek istercesine başını sallayıp gözlerini yumup parmaklarıyla ovuşturup duruyordu. Ama o sahne bir türlü aklından çıkmıyordu. Onun da çocukları hep on yaşlarındaydı. Böylesine bir olayla karşılaşmak asla istemezdi. Her zaman ürperdiği ve korktuğu bir olaydı.
                Fatma, anlatılanları duyduğunda dehşete kapılmış kendisinden geçmişti. Ama Tuğrul Bey konuşmaya devam ediyordu. Fatma aslında onu hiçbirr şekilde dinlemiyor hatta duymuyordu. Ama şimdi o konuşmalar bile kulaklarında yankılınıyordu;
                “Demir, tüm villayı inletircesine haykırıyor ve hızla dambılı kardeşinin üzerinden çekiyor. Çalışanlar deprem oldu zannettik diyorlar öylesine haykırmış. Kendilerine geldikleri an hepsi bodrum kata koşuyor. Demir, kardeşini yere yatırmış suni teneffüs ve kalp masajı yapıyormuş. Derhal 112’ yi arayın diye haykırmış. Hemen hepsi telefona sarılmışlar. Olayın ne olduğunu idrak edemeyen görevliler aynı adres için aranmış olsa da iki ambulans göndermişler ve bir çok polis ekibi. Demir’ in elinden Açelya’ yı aldıkları gibi müdahale etmişler. Sağlık görevlilerinden biri ne olduğunu anlatmasını istemiş o ise sürekli kapıyı açık unuttum lanet olsun bana diyerek sayıklayıp duruyormuş. Sonra Demir’ i bir daha toparlayamadık.
                Hergün sokaklarda orda burda sürtüyor eline ne geçerse çekiyor, içiyor kendinden geçiyordu. Daha o anda boksu bıraktı aslında ama biz hayata tutunsun diye zorla maçlara götürüyorduk. Maçlardan birinde madde almış. Bugüne kadar hiçbir yerde gücümü kullanmamıştım. Bu seferliğine araya tanıdıkları sokup lisansının en azından iptal edilmeyip askıya alınmasını sağladım. Zaten güç kullanmasam durumunu anlatsak, rapor alsak da heyet anlayış gösterecekti. Böylesine hazin bir olay kimin başına gelse yıllarca ondan sağlıklı hareket etmesi beklenemezdi. Bu yüzden çok da usulsüz bir harekette bulunmuş sayılmayız. Onu anlayın. Ve lütfen onu bu çukurdan kurtarın Fatma Hocam.”
                Fatma, koltuktan destek alarak zar zor ayağa kalkmış ve son cümlelerini sanki midesinden gelen baskıyla kusuyormuşcasına ağzından savuruvermişti;
                “Demir’ le çalışmam artık mümkün değil.”
                “Anneee… Anneeem. Daha neler göreceğim bu dünyada. Daha neler yaşayacağım. Yoruldum. Göçmek istiyorum artık sizin yanınıza kardeşimle beraber. Ama o da yok. Onu da aldılar elimden anneee. Ben kendi ellerimle verdim. Gençliğimden salaklığımdan verdim annem bilemedim böylesine koparacaklar. Ah şimdiki aklım olsa evlenir ve kardeşimin vekaletini üstüme alırdım ama toydum bilemedim. Açelya’ m canım kardeşim. Ahh! Bu nasıl kader bu nasıl bir oyun bana annem?” 




10.   BÖLÜM ( AKLINI KAÇIRMIŞ OLMALI )


                “Annenin mezarına tüküreceğim!” Kanlı dişlikleri ile boğazını bassırarak suratına tükürdüğü an kendisini maçta zanneden Fatma, fırlayarak uyandı. Bu tepkisinden korkan mezar görevlisi adam irkilerek geriye kaçtı.
                “Yavrum iyi misin? Sana bir şey olmuş sandım?” Fatma, doğrularak yere oturdu ve gözlerini sımsıkı kapatıp tekrar açtı. Başını sağ yana çevirip gözleri kapalı bir kaç saniye öyle bekledikten sonra adama bakarak;
                “İyiyim beyamca sağol. Iyiyim.” Deyip ayaklandığı an adamcağızı bir anda yarılamıştı. Onun endamına şaşıp kalan adam daha bir kelime bile edememiş Fatma da uzaklaşıp gitmişti. Adamcağız uzun bir süre onu arkasından izlemiş ve mezar taşlarının ismini okumuştu.
                Dünki perişan halinden eser yoktu. Şimdi daha güçlü, şimdi daha emin bakışlarla hızla yürüyordu. Fatih’ i telefonuyla arayıp gelmesi gereken yeri söyledi. Fatih affallamış olsa da kendisine söylenen yere gitmek için arabasına atladı.
                Fatma, kendisinin vermiş olduğu adrese hızla yürürken eline aldığı usb cihazını sıkı sıkı tutuyordu.
                Fatih, Fatma’ yı derme çatma bir internet kafenin önünden almıştı. Burada ne işi olduğunu merak etse de ona sormayacaktı elbet. Aynı işi bırakmış olmasına rağmen ne oldu da şimdi geri dönmüştü onu sormayacağı gibi. Fatma’ yı villanın önüne getirmiş ve kapısını açmak için davrandığı an Fatma çoktan arabadan inmiş ve hızla villaya girmişti.
                “Demir evde mi?” Selvi karşısında duran Fatma’ ya aval aval bakıyor ve cevap veremiyordu. Fatma’ nın kaşlarının çatılmasıyla kendisine gelen Selvi,
                “Hayır çıktı abla.” Dedi. Memnun bir yüz ifadesi ile;
                “Süper. Şimdi Selvi, hemen Demir’ in odasına çıkarken kullandığı tüm yollara beyaz çarşaflar asıyorsunuz. Ne bileyim merdiven korkuluklarına, hollerdeki koltukların üstüne hani böyle çamaşır kurutmak için yerin olmaz da oraya buraya atı atıverirsin. O şekilde. Ses sistemli odanın tüm siyah döşemelerini beyaz yapmanızı istiyorum. Ve bana elektrik ve elektronikten anlayan bir adam lazım.” Selvi şaşırmış ve dudakları bükülmüş bir şekilde başını onaylar gibi salladı. Itiraz edemeden hemen söylenenleri yaptı.
                Fatma ise hızla sinema odasının yolunu tuttu. Çok geçmeden istediği adam da gelmişti.
                “Ha sen anlıyor musun bunu çalıştırmayı?”
                “Evet efendim.”
                “Tamam o zaman sana vereceğim bu usbdekini bana sürekli çalmasını istiyorum. Görüntüsünü de aktar. Yapabilir misin?”
                “Evet seçtiğin videoyu tekrar ettirme özelliği var.”
                “Süper. Bir de görüntünün hem net hem de beyaz ışık ağırlıklı olmasını istiyorum.”
                “Hemen efendim yapıyorum.” Fatma yanında sessizce bekliyor adam ayarlamaları yapıyordu. Çok geçmeden hem video oyantıcıyı ayarlamış hem de ekran ışığını halletmişti.”
                “Oldu efendim.”
                “Tamam görüntüyü aktar şimdi tüm odaya.” Tüm oda şimdi görüntü ile kaplanmıştı. Kızlarsa arkalarında sürekli koşuşturup ellerindeki beyaz örtüleri koltuklara giydirmeye çalışıyorlardı.
                “Tamam bir ses denemesi yapalım. En yüksekten istiyorum.”
                “Tabi efendim.” Diyerek adam hemen son sese açıp videoyu oynattı. Neredeyse tüm villaya yayılan ses bir anda tüm çalışanların kulaklarını doldurmuştu. Ne duyduklarını anlamak isterken bir anda duydukları karşısında dehşete kapıldılar. Duydukları ses o kadar kuvvetle yankılanıyordu ki sanki sesin sahibi yanlarındaymış gibi. Herkes ellerindeki işi bırakıp yanındakilerle bakakalmışlardı. Gözlerindeki korku duydukları karşısında değil olacaklar karşısında ne yapacaklarının korkusuydu. Fatma hoca çıldırmış olmalıydı. Nedense herkes aynı kişiyi düşünüyordu. Demir’ i… Demir bu sesi duyduğu an kim bilir bu evde ne gibi felaketler olacaktı. Ses çoktan bitmiş ama insanlar kendisini toparlayamamıştı. Öylece birbirlerine korku dolu gözlerle bakmaya devam ediyorlardı.
                Fatma ise sesin bu kadar kuvvetli çıkmasına oldukça memnun görünüyordu. Duvarları izleyerek kendi etrafında dönüyor ve;
                “Güzel, güzel.” Diyordu. Adam iki elini birbirine kavuşturmuş ondan talimat bekliyordu.
                Fatma, ses sistemine ilk maruz kaldığı anı hatırlamış ve acaba bu sesin Demir’ de de aynı etkiyi yaratacak mı onu düşünüyordu. Bu sesin midelerine kadar dolmasını ayaklarına tokmak gibi sert sert vurmasını istiyordu. O şarkının içine dolduğu anı hatırlıyordu da ne kadar kulaklarını doldurmuş olsa da ses sanki karnının tam içinden ağzına doğru çıkıyor gibiydi. Yüreğinden kan yerine şarkı pompalanıyordu. Aslında müzik efekti olmadığı için bu ses öyle bir izlenim vermez diye umut etmeden buraya gelmişti ama anlaşılan teknoloji sınır tanımıyordu. Şimdi hoparlörden çıkan bu ses duyduğu şarkıya göre çok daha tok çok daha kuvvetle insanın içine işliyordu.
                Fatma gözlerini kapatmış sesi damarlarında hissedercesine yaşıyordu. Öylece yürüyor ve Demir’ de de nasıl etki edebileceğini kendisi yaşamaya çalışıyordu. Ses karnından midesine ve kalbine tokmak gibi vurdukça sanki bu ses içinden doğuyor gibi oluyordu. Fatma’ nın başarma hazzı yüzüne yansımış gözleri kapalı gülümseyerek elleri havada yürüyüp duruyordu. Bir anda durup;
                “Kapatabilirsin.” Dedi.
                Ve kendi kendine söylenmeye başladı;
                “Yeniden doğacaksın Demir Karamoğlu. Yeniden doğacaksın.”          



11.   BÖLÜM (BEN BÖYLE GİDERİM)


                Fatma, oturduğu yerde Demir’ in gelmesini bekliyordu. O adam hala gitmemiş ve yanında duruyordu. Elindeki telsizden haber geldiği an videoyu çalıştıracak ve odadan dışarı çıkacaktı. Videoyu durdurması gerektiği yerde Fatma kendisine öğretilen tuşa basması yeterli olacaktı. Herşey tam takır hazırdı. Yalnızca Demir eksikti.
                Villadaki çalışanlar ise merakla neler olacağını bekliyordu. Herkes nefesini kesmiş bir şekilde yerlerinde oturmuş bekliyorlardı. Fatma ne yapmaya çalışıyor akıl sır erdiremiyorlardı. Gerginlik tüm villayı kaplamıştı.
                Fatmaların beklediği telsiz haberi aniden gelivermişti. Fatma’ nın kalbi yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Adam ondan talimat bekliyordu. Fatma onun gözlerinin içine bakıyordu. Derin bir nefes aldı ve Allah’ a dua etti. Yüzüne elini sürdükten sonra;
                “Başlat!” dedi ve adam başlatma tuşuna bastı. Bir anda odanın dört bir yanını kaplayan video görüntüleri sanki Fatma’ yı sarıvermişti. Fatma, yaşadığı heyecandan kalp krizi geçirecekmiş gibi hissetti. Bu yaptığı, müsabakalarda dövüştüğü öylesine bir maç değildi. Ne avrupa ne de dünya şampiyonası onda böylesine bir heyecan yaşatmıştı. Elleri dudakları ve burnunda öylece Demir’ in kapıdan içeri girmesini bekliyordu. Aklından geçen tüm duaları bir anda unuttu sadece içinden “Allah’ ım yardım et.” Diyebiliyordu. Artık onun için ve kendisi için dua etme zamanı bitmiş ve ona karşı beslediği öfke duygularını hareketlendirme zamanı gelmişti. Demirden nefret ettiğini hatırlamazsa bunu başaramayacaktı.
                Demir, kapıdan girdiğinde bir anda ne dediği anlaşılmayan sesin her tarafı kaplamasına şaşırmıştı. Selvi tirtir titreyerek karşısında iki büklüm duruyor ama konuşmuyordu. Demir, kaşları çatılmış ve yavaş yavaş yükselen sesi anlamlandırmaya çalışıyordu. Ses bıçak keser gibi bir anda net çıkmaya başladı ve Demir, aniden böceklerin tüm bedenini istila etmesine maruz kalmış gibi titremeye başlamıştı.
                Merdivenlerden üçlü beşli fırlayarak koşmaya başladı. Arkasından korku dolu gözlerle bakan kadınlar Fatma için dua ediyorlardı. Fatma kendi ölüm fermanını imzalamıştı.
                “Vur abi vur! Hadi bir daha vur! Vur abi vur! Abi vur!” Tüm villayı Açelya’ nın sesi kaplamıştı. Her yer inim inim Açelya inliyor, sesi tüm dünyaya bir güneş gibi parlayarak doğuyordu. Demir gözyaşları içinde merdivenlerden kıoştukça sanki ona doğru koşuyor gibi oluyordu. Sanki Açelya mezardan çıkmış ve ona doğru koşuyordu. Ama biliyordu bu asla olmayacaktı. Ve bu acıyı ona yaşatmak isteyen patavatsız da kimse birazdan boyunun ölçüsünü alacaktı. Neden ona bunu yapıyordu? Niye? Onunla alıp veremediği de neydi? Her kimse onun ümüğünü sıkacaktı. Önüne gelen ayağına takılan çarşafları yırtarcasına tutup yanlara atıyor ve koşmaya devam ediyordu.
                Açelya ise ısrarla vur diye haykırıyordu. Fatma ise gözyaşları içinde videodaki mutlu Demir’ in kum torbasını nasıl dövdüğünü ve Açelya’ nın o son halini izliyordu. Bu Demir’ in son maçı olacaktı ve son antrenmanı. Açelya’ nın ise abisine son haykırışı. Fatma kendinden geçip bir an için hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Bu ana daha fazla yüreği kaldırmayacaktı. Sanki Demir’ in hissettiklerini o şimdiden hissediyor ve acısına katlanamıyor gibiydi. Elleriyle dizlerine dayandı. Saçları bir selvi ağacının ince dalları gibi aşağıya sarkıyordu.
                Demir nefes nefese odaya daldı. Fatma hemen kendisini topladı. Ama o Fatma’ yı farketmedi bile. O yukarıdaki, duvardaki Açelya’ sına bakıyordu. Yukarılara bakarak içeriye doğru girdi ve arkasını farkında olmadan Fatma’ ya döndü. Demir ağlayarak ve özlemle kardeşine bakıyor ve onu doya doya izliyordu. Ne kadar da çok özlemişti. Ne kadar da güzeldi.
                Görüntüye alışana kadar sesin verdiği hissi henüz daha farkedememişti. Kendisine gelmeye başladığı an Açelya’ nın midesinin içinden bağırdığını farketti. Tüm bedenini sesi kaplıyordu. Tir tir titremeye başladı. Sanki Açelya içinden doğuyor gibiydi. Bedenini, karnını tuttu. Etrafına bakınmaya başladı ve döndüğü an karşısında bir gölge gördü. Ama yaşlar içinde olduğu için ve yoğun ışıktan kim olduğunu seçemiyor ve ona doğru yürümeye çalışıyordu. O ise gerim gerim geriye kaçıyordu.
                “Ne o çok güçlü duran adama ne oldu böyle?” Demir tanıdık sesi hatırlamış ve affallamıştı. Hiçbir söz söyleyemedi.
                “Dalga geçip hadi eziklesene ha! Ne oldu ha! Öğrenemeyeceğimi mi zannettin?” Fatma etrafında yavaş yavaş dönmeye başlamış ve bir yılan gibi zehrini akıtıyordu.
                “Bu muydu zayıflığın bundan mı korkuyordun ha? Ne o sende mi ölmekten korkuyorsun! Ringde yığılıp kalıp bir daha uyanamamaktan mı korkuyordun! Kaçtın! Korkaksın çünkü!”
                “Kees! Yeter!”
                “Korkak! Annesinin kanatları altından sıyrılamamış ezik herifin tekisin. Sana o kadar dövüş demelerine rağmen sen kaçmayı seçtin. Bak dinle ne diyor kardeşin!”
                “Yeter dedim! Kees!”
                “Hayır susmayacağım! Busun sen Demir busun! Kızların kanatları altına saklanan asalak herifin tekisin! Anneni de Açelya’ yı da bahane ediyorsun!”
                “Yo! Asla! Asla!”
                “Yalan! Sen tam bir asalak yalancısın! Vursana hadi vur! Benden bile korkuyorsun. Seni nakavt etmemden korkuyorsun!”
                “Sana şimdi göstereceğim!” diye haykırarak rastgele havaya yumruk savurduğu an Demir, suratının tam ortasına bir yumruk yedi. Daha ne olduğunu anlayamadan tekrar yüzüne, karnına, yüzüne ve tekrar yüzüne makina gibi savrulan yumruklar ardı ardına iniyordu. Kendisini kurtarmaktan başka çaresi yoktu ve kenara atarak yumruklardan kurtuldu. Şimdi gözüne aldığı bir darbe ile şimdi hiç göremiyordu.
                Etrafta milim milim adım atarak bir şeyler arıyor ama herhangi bir hareketlilik ya da ses alamıyordu. Tek duyduğu Açelya’ nın tezahüratlarıydı. Onun vur ağabey diye inlemeleri gözlerinin ferini açmıştı bir anda. Ve bedenini daha da dikleştirerek uykudan uyanmışcasına gerinerek dövmeye odaklandı. Kendini hiç olmadığı kadar dövüşe hazır hissediyordu. Içinde sönmüş olan bir köz alev almış gibi kalbi pır pır atıyordu. Adımlarını daha da açarak yan yan yürümeye devam ediyor ve artık bir kaç defa havaya boş yumruklar atıyordu.
                Çok sessiz dediği anda omzuna bir yumruk yedi ve “Hıh” diye bir hamle yaparak hem yumruk savurdu hem de kenara kaçtı. Ama ne yumruk isabet edebildi ne de Fatma’ dan kaçabilmişti. Şimdi Fatma, yumruklarını en ağır basınçlarıyla indiriyor ve her vurduğu noktayla onu nakavta zorluyordu. Demir, darbelerin geldiği yöne doğru bir kaç kez başarısız yumruklar savurmuş belki bir iki adet kollarına ve bacağına denk getirebilmişti. Ama Fatma’ nın vurduklarının yanında sinek ıssırığı gibi kalırdı. Fatma artık yüzüne tam isabet vurmaya başlamış ve en sonunda tavan yaptığı yumruklarında öyle bir haykırmıştı ki Demir yanından kuvvetli bir kartalın haykırarak geçtiğine neredeyse yemin edebilirdi.
                Sesin uzaklaştığını duyan Demir bir anlık uykuya dalmış gibi hissetmiş ve yerden yüzüne vuran sesi ağzının içinde duymaya başlamıştı.
                “Nakavt!” diye haykıran Fatma’ ya şaşırmış, dürüst bir kız olmasa saymadığını bile düşünebilirdi ama muhtemelen yediği yumrukların etkisiyle bayılmıştı. Bir anda her taraf karanlık olmuş ve ses kesilmişti. Fatma videoyu kapatmış. Ayaklarının ağzına kadar geldiğini anlamıştı. Kendisine doğru eğildiğini hissedebiliyordu. Doğrulmak istemiş başaramamış, burnundan akan kanı eliyle silmeye çalışmış ama bunda bile zorlanmıştı.
                “Son yumruğu atmadan asla gitmem Demir Karamoğlu. Şimdi artık gidiyorum ve seninle işim bitti.” Demiş ve yüzüne soğuk bir havlu düşmüştü. O soğukluğun verdiği etkiyle yığıldığı yerde uykuya dalmıştı.
                Fatma ise odanın normal ışıklarını açmış ve geride bıraktığı enkaza son defa bakmıştı. Odanın bir çok yeri ise kan içindeydi.
                Fatma, gözlerinden akan yaşı silerken merdiven basamaklarını bitirmek üzereydi. Kadınlar ve diğer çalışanlar hayretler içinde ona bakıyordu. Herbiri şok olmuştu. Bu merdivenlerden Demir’ in inmesini beklerken Fatma inmiş ve dahası burnu bile kanamamıştı. Hatta dayak yemiş bir kadın profile de çizmiyordu. Sanki yorucu bir iş dönüşü saçı başı dağılmış kadın vardı karşılarında.
                Fatma yere bakarken son basamaktan inerken onlara eliyle bir bay işareti yapıp kapıdan çıkarak uzaklaşıp gitti.         
                Fatih arkasından arabaya atlayarak ona yetişti. Ne kadar binmek istemese de sonunda ısrarına dayanamamıştı.

12.   BÖLÜM (BENİMLE YENİDEN DÖVÜŞ)



                Fatma, kendi salonuna gitmiş ve Onur’ la biraz sohbet etmişti. Onunla karşılıklı kahve içmek ona her zaman iyi geliyordu. Öğrenciler salonu boşalttığında Fatma, üzerindeki kıyafetleri değiştirip salonu temizlemeye başladı. Akşam çoktan olmuş hava kararmış ve Onur da eve gitmek için salondan ayrılmıştı. Fatma’ nın canı o kadar çok sıkkındı ki eve gidesi gelmiyordu.
                Tüm işleri bitirdikten sonra eline bir bez alıp boks sahasını kare kare silmeye karar verdi. Içten dışa tüm sahayı silmek onu ancak rahatlatacaktı. Ringin tam ortasına kadar gelmişti ki kapının açılma sesi duyuldu. Fatma başını kaldırdığında şişmiş gözüyle içeri giren Demir’ i gördü. Hiçbir tepki vermeden başını eğip yeri silmeye devam etti.
                Demir ilk defa geldiği bu yeri biraz inceledikten sonra Fatma’ yı izlemeye başladı. Fatma konuşmuyor ve ona bakmıyordu. Sadece yeri siliyordu. Demir konuya nereden gireceğini çok iyi biliyordu ama yine de Fatma’ nın kendisini sindirmesini bekledi. Sonra ağzından ilk cümlesini savuruverdi;
                “Hile yaptın!” Fatma bir an için yeri silmeyi durdurup;
                “Mor sana yakışmış.” Dedi. Demir sinirle sırıttı ve başını sağa çevirdi.
                “Sen hep böyle mi dövüşürsün ha? Hile yaptın. Sen bana ısrarla vur dediğinde bile ben görmüyordum. Ta aşağıdaki kapıdan beri serdirdiğin beyaz çarşaflar ve duvardaki yoğun beyaz ışık gözlerimi yorarak bir süre sonra geçici olarak kör etmişti. Hile yaptın benimle tekrar dövüş.” Fatma istifini bozmadan yeri silmeye devam ediyordu. Kovadaki suya bezi daldırıp bir iki salladıktan sonra sudan çıkardığı bezi sımsıkı sıktı ve yere atıp silmeye devam etti.
                “Sana söylüyorum bu mu senin taktiğin ucuz numaralar mı? Böyle mi yeniyorsun hep rakiplerini. Peki bu insanlığa sığıyor mu?
                “Teknik kuralları çiğnemediğin sürece her türlü taktik kabuldür.”
                “Hıh!” diyerek sırıtıp dudağının kenarını baş parmağı ile silerek;
                “Zayıflığını böyle ört pas ediyorsun işte. Bu adaletli bir dövüş değildi. Seni tekrar dövüşe davet ediyorum.”
                “Yenilen pehlivan güreşe doymazmış.”
                “İspatla o zaman hadi benden iyi olduğunu ispatla!”
                “Yine dövüşsek yine yensem yine mi dövüşmek isteyeceksin? Ne yani böyle sürüp gidecek mi?”
                “Hayır bu sefer şartlar ikimiz içinde aynı olacak. Sen adaletsiz bir dövüş ortamı sundun bana.” Fatma sırıtmış ve sırıtma sesi salonda kısacık yankılanmıştı.
                “Hukuk kafası da yok. Ben de bunun kafası çalışıyor sanıyordum. Meğersem tam bir aptalmış. Ne yani kendini böyle mi savunacaksın? Bahanen bu mu? Sen şartları zorlaştırılmış bir ortamda dövüştün ben de özel olarak ısılandırılmış bir saha da mı? Bu mu yani? Ben nerdeydim sen o odada iken maldivlerden mi sana yumruk savuruyordum sıcak sıcak. Özel bir güneş gözlüğü mü takmıştım?” Fatma bezini elinde oraya buraya savururken konuşuyordu. Son cümlesinde Demir’ le göz göze geldi ve öylece bakmaya devam etti. Demir Fatma’ nın ciddiyetini şimdi idrak etmişti;
                “Nasıl yani sende mi görmüyordun?” Fatma onu küçümseyerek gülmüştü. Demir affallamış ve şaşkınlıkla topallayarak ileriye bir iki adım atmış ve yaylanarak;
                “Bir dakika sakın beni görmeyerek dövdüğünü söyleme.” Fatma keyifle gülüyordu şimdi ve elindeki bezi keyifle yere çarparak;
                “Bence bunu kimseye söyleme. Aramızda kalsın. Zaten yetirince benden dayak yediğin için alay konusu olacaksın, saf saf orda burda anlatma bari.”
                “Nasıl yani anlamıyorum. Ben göremezken, sana doğru bir adım bile atamazken nasıl oluyor da sen beni kum torbasına çeviriyorsun?”
                “Bu ilk defa yaptığım bir şey değil.”
                “Anlamıyorum nasıl yani? Sakın bana maçlarda da bu şekilde dövüştüğünü söyleme. Orada da mı hile yaptın?”
                “Ne sanıyordun? Iki gözümüz patladı diye koca avrupa maçlarından, koca dünya şampiyonasından geri mi kalacaktım? Bir şekilde özel taktiklerimizle sağlık kontrolünden geçip maçlara devam ediyorduk. Bunun için özel olarak yetiştirildim ben. Ne daha önceki dövüştüğüm sahada ne de senin karşında idmansızdım.”
                “İnanamıyorum. Bu imkansız. Nasıl olur da beni onca sesin arasında duymadan ve hissetmeden dövebildin? Söyle bana.”
                “İnan bana benim için çok basit oldu.”
                “Tamam tekniğini söyle bana. Nasıl beni hiç şaşmadan yakaladın.”
                “Çok basit oldu dedim ya parkelerden.”
                “Nasıl anlamadım.” Demir affallamış. Fatma, onun şaşırmasına daha çok affallamıştı.
                “Nasıl yani sen kendi odanın parkelerini nasıl bir sistemle döşenmiş bilmiyor musun?”
                “Yooo.” Fatma tam bir hayal kırıklığı ile oflamış ve;
                “Gerçekten sen tam bir aptalsın. Yıllardır üstünde yaşadığın odanın özelliklerini bilmiyorsun helal olsun. Yani hiç sorgulamadın mı; bu ses ayaklarıma vuruyor acaba bu adamlar sistemi döşerken bunu nasıl başarmışlar diye?” Demir ona aval aval bakıyordu. Fatma sorgulamadığına şaşmamış ve konuşmaya devam etmişti;
                “Yani ben şu ses sistemi zımpırtısını hayatta anlamam. Ama ilk defa odaya girdiğimde sesin ayaklarıma vurması ilgimi çekmişti. Sonra üstünde yürüdükçe sesin aşağıdan da bu vurguyu yapması için; döşemeler ile beton arasında boşluk bırakıldığını anladım. Böylece ses yerden de dağılabilecekti.  Ama bu sadece boğuk bir ses çıkaracaktı. Sonuçta ses titreşimlerle oluşur değil mi aptal? Yani bunu da biliyorsundur. Diğer standart sertlikteki parkelere göre bu parkeler muhtemelen özel malzemeden yapılmıştı ve yaylanma özelliğine sahipti. Böylece ses dalgaları ile beraber o da titreyecek ve ayaklardan yukarıya o sesi vurgularıyla sana hissettirecekti. Ses bile vurduğunda hissedilir derecede titriyorsa elbet her adım atışta daha çok yerler titreyecekti. Bu da seni bulmamı kolaylaştırdı. Ayaklarıma vuran farklı titreşimler senin adımlarındı ve geldiği tarafı yakalamam hiç zor olmadı.”
                “Vay be!” diyebilmişti Demir hayranlık ve şaşkınlık karışımı bir duygu içerisinde. Uzun bir süre öyle yere bakarak kaldı. Bir anda cesaretini toplamış gibi öne atıldı;
                “ Çalıştır beni Fatma, sen çalıştır ve tekrar dövüş benimle.”
                “Kakalağa ne oldu?” diyerek Fatma ringden inerek kovasının suyunu değiştirmeye gitti. Demir ise arkasından biraz yürümüş ve;
                “Hadi ne olur? Sadece bir maç istiyorum senden bu kadar.” Fatma içeri girmiş ve bir süre sonra temiz bir bez ve su ile geri gelmişti. Demir onu bekliyordu. Fatma sıkılır bir yüz tavrı ile;
                “Ben son sözümü sana orada söyledim. Benden bu kadar. Bitti.” Demir umutsuzca ona bakmış ve kararından kendisini geri çeviremeyeceğini anlamıştı. Oradan gitmekten başka elinden hiçbir şey gelmiyordu.


  
13.   BÖLÜM (BARDAKİ ESRARENGİZ BOKSÖR)  



                Demir, uzun bir süre sokaklarda yürümüş ve gecenin serinliğinde kendisini düşünmüştü. İçindeki acıyı atmak için aylarca orada burada sürtmüş, girmediği mekanlara girmiş, hiç tanımadığı insanlarla tanışmış ama derdine derman bulamamıştı. Kalbim bile ona iyi gelememişti. Nasıl oluyor da bugün kendisini bir kuş kadar hafif hissediyordu. Tüm acıları son bulmuş gibi kalbi bir su gibi çarpıyordu. Serin ve sakin.
                Kendisini bir bara atmış ve barmenin önüne oturmuştu. Hiç konuşmadan önüne koyulan biradan içiyordu. Zorla aldığı bir yudumda yüzünü yine ekşitmişti.  Yanında oturan ama konuşana kadar hiç farkında olmadığı göğüs kasları tişörtünden neredeyse fırlayacak olan adam;
                “Ne o ilk defa içiyor gibisin.” Diyerek güldü. Demir, muhabbet için kendisine atılan lafı umursamaz bir şekilde; adamın yüzüne bile bakmadan karşıladı;
                “Şu son zamanlarda ilk defa diye o kadar çok şey denedim ki.” Adam onu şöyle bir süzdükten sonra;
                “Yapılı vücuduna ve gözündeki morluğa bakılacak olursa kickbokscu falansın her halde. Ne o maçlar yolunda gitmiyor mu yoksa?” Konuşmasında kendinden emin bir ses tonu duyunca Demir, şöyle bir adama baktı birasından bir yudum daha alarak;
                “Evet sayılır boksörüm. Sen de vücut falan mı geliştiriyorsun?”
                “Ben de boksördüm ama uzun zaman önce bıraktım.”
                “Niye?” Adam kendisine yeni bir sohbet arkadaşı bulduğu için sevinmiş bir şekilde taburesini ona doğru tam çevirerek;
                “ Gençliğimde iyiydim. Senin gibiyken bayağı yükselmiştim. Güzel de para tuttum. Ama sonra bir iki basit rahatsızlıklar yaşadım. Doktor bırakacaksın dedi. Ilk başta kabul etmek benim için zor oldu ama evde seni bekleyen çoluk çocuk olunca değmez dedim.”
                “Ama bayağı formunu koruyorsun belli ki.” Adam bir kahkaha savurdu.
                “Dayak yemeden, kontrollü antrenmanlara devam ediyorum ara ara. Sen hangi salonda çalışıyorsun? Demir birasından zar zor bir yudum daha alarak yüzünü ekşitip şişeyi ileriye doğru itip;
                “Hey barmen bana bir limonlu soda ver. Bu meret bu gece hiç tat vermiyor.” Onu şaşkın bakışlarla inceleyen adam yüksek bir kahkaha savurarak;
                “Sen bayağı ağzının tadını almışsın bugün. Hiçbiri kar etmez.”
                “Salonum yok kendim çalışıyorum.”
                “Halla halla. Salonsuz çalışanı ilk defa duyuyorum. Hocan var mı?” Yine ona bakmadan Demir önüne gelen sodasından yudumlayarak;
                “Var! Kakalak.” Adam ilk defa duyduğu bu lakabı sindirmeye çalışırken kaşlarını çatarak;
                “Kakalak mı?” dedi. Demir umursamaz ve uzaklara bakarak;
                “Fatma yani.” Adam bir an durmuş ve heyecanla;
                “Pulsar Fatma mı yoksa?” diye heyecanla haykırmıştı. Demir bu adamın tepkisine şok içinde bakarak onu bir süre inceleyip;
                “Hayır Pulsar Fatma değil, kakalak Fatma.” Adam bozularak;
                “Lan oğlum dalga mı geçiyorsun sen yoksa ciddi misin? Bu camiyanın bir Fatma’ sı var o da Yusuf Hoca’ nın yetiştirdiği anlı şanlı Dünya Şampiyonu Pulsar Fatma. Hoş allem edip gullem edip aldılar kızın elinden madalyasını ama olsun o bizim gönlümüzün şampiyonu.” Demir affallamıştı.
                “Sanmıyorum. Aynı Fatma’ dan bahsetmiyoruz.” Adam cebindeki telefona hızla atılmış ve internetten Fatma’ nın şampiyonluğu ilan edildiği andaki fotoğrafını bulup ekranı büyülterek Demir’ e uzatmıştı. Demir, şok içinde ekrandaki Fatma’ ya bakıyordu. Onun bu kadar yükseklerden indirildiğini bilmiyordu. Lisans sahibi bir sporcu gözüyle bakınca Fatma’ ya yapılan ihanetin nasıl da yaralayıcı ve kırıcı olduğunu herkes görebilirdi. Telefonu tekrar uzatırken şaşkın yüz ifadesiyle;
                “Evet beni çalıştıran bu.” Diyebildi. Adam sırıtarak;
                “Hey yavrum hey! Şimdiden yarıladın şampiyonluğu. Aferin nasıl ikna ettin onu? Hayatta kimsenin antrenörlüğünü kabul etmezdi. Öyle para ile satın alanacak biri de değil hani.” Demir şok içinde ona bakmaya devam ediyordu. Kadın antrenörü duyunca dalga geçerler; “Artık çamaşır temizlikçisi olursun.” diye duymayı beklerken daha ilk tepkide adam kendisini şampiyon ilan etmişti.  Adam ondan cevap gelmeyince çok da önemsemedi. Anlatacakları, içinde kalacak korkusuyla hemen atıldı;
                “Ya ben Yusuf Hoca’ yı tanırım. Fatma’ nın antrenörü olur. Bu kızı küçücükken aldı yetiştirdi. Yazık bu kızcağız yetimhanede büyüdü. Kimsesi yok anlayacağın. Bir kız kardeşi var. O. başka yok. Yusuf Hoca bunu çalıştırmak için benim çalıştığım salona getirirdi. Ama of gör! Kum torbasını öyle bir döverdi ki yüzüne inse o yumruklar gözünde yıldızlar uçuşurdu.” Adam sırıtarak;
                “Yusuf Hoca biraz bundan biraz da hızlı parlayıp, aralarında en küçük yaşa sahip yıldızlarda dövüşmeye başlayınca Pulsar koydu adına. Yazık! Sahipsiz olunca çabuk yediler kızı. Her yerde olduğu gibi buralarında ağaları var. Kapaklandı kıza namussuz. Kendisine çalıştırdı yıllarca.”
                “Hayret nasıl yaptı o işi? Fatma dik kafalı biri.”
                “Öyle zaten. Herkesin zaafı var işte. Onun da vardı. Kardeşi. Aldı kardeşini. Bir de hastamıymış neymiş. Göstermedi buna. Boyna dövüştürdü kızı. En son düşmanlarından biri Fatma’ ya böyle bir oyun yaptı. Kardeş de gitti. Fatma da bitti.”
                “Nasıl ya nasıl bir düşmanı olur da dünya şampiyonasında ta oyun kurar işi bozar? Nasıl bir iş bu anlamadım?” Adam dudağını bükerek geriye doğruldu;
                “Vallahi bilmem bunlara akıl sır ermez.” Demir düşünceli bir şekilde çenesini ovuşturdu. Içine kurt düşmüştü bir kere. Nasıl olur da ta dünya şampiyonasında o kadar güvenlik önlemlerini aşar da Fatma’ nın tahlillerini karıştırır. Mümkün değil. Bunda başka bir iş vardı.
                “E bu Fatma’ nın kardeşini alan adam kim? Ne derler ona?” Adam elini savurarak;
                “Ooo! Ooo! Ooo! Kim bilir kim. Öyle basit sokak mafyası değil bunlar koçum. Rezidans bebeği bunlar. Iti köpeği dolaşır etrafta bunlar bebekler gibi yaşarlar. Kim bilir kim! Holding sahibi mi? Büyük kumarhanelerin sahibi mi bilinmez.”
                “Eh! Köpeği iti var dersin. Onu da mı bilmezsin.” Adam uzaklara dalarak çenesini ovuşturdu. Sonra bir anda heyecanla işaret parmağını ona doğrultarak;
                “Buralarda dolaşırdı yıllar önce. Çoban derdik ona. Böyle neydi adı ya? Çobannn? Ha Çoban Kazım. Boyna “Koyun mu güdüyom lan ben?” Dediği için biz artık buna Çoban Kazım derdik. Herkes öyle bilir onu?”
                Demir bir anda oturduğu yerden atlayıp, masaya cebinden para fırlattı. Adamın omzuna dokunarak;
                “Sağol kardeş. Iyi oldu senle konuştuğum. Gitmem lazım.”
                “Eyvallah kardeşim. Yine uğra buralardayım. Ararsan beni benim adım Cengiz. Kime sorsan bilir.”
                “Eyvallah. Hadi görüşürüz yine.” Deyip oradan ayrılmıştı.        



14.   BÖLÜM (UYANIŞ)


                Uyanırsın, bazen tertemiz bir güne bazen karanlık bir geceye açarsın gözlerini. Her sabah uyandığın ise rastgele bir gün değildir. Öyle sabahlar vardır ki işte o anlar kaderine uyanırsın. Seni hiç olmadığın kadar farklı hissettiren ne bir sınav ne bir müsabaka ne de herhangi bir tören olur. Seni artık bambaşka yapan işte o uyanıştır. Kendine uyanış.
                Demir, gözlerini açtığında bambaşka bir hava soluduğunu ansızın hissetmişti. Geceyi geçirmek için rastgele girdiği bir otelde öylesine uyumuş ve buraya çok yakın olan salona gitmek için yataktan adeta fırlamıştı.
                Kendisini hiç olmadığı kadar dinç ve dinamik hissediyordu. Sanki üstünde bir yığıntı gibi duran yaşlıyı atmış içerisinden bambaşka bir genç ortaya çıkmıştı. Damarlarından akan kanın sıcaklığını  bedeninde yayıldığını hissediyordu.
                Otelden çıkmış ve karşısına çıkan ilk spor mağazasına girmiş kendisine yeni kıyafet ve malzeme almıştı. Spor kıyafetlerini direk kabinde değiştirmiş ve üzerindekileri yeni aldığı spor çantasına koymuştu. Hiç oyalanmadan spor salonuna gitti.
                Salonu doldurmuş olan genç tayfalar çoktan çalışmaya başlamışlardı. Demir onları gülümseyerek izliyordu. Salonda herbirinin hayırması yankılanıyor ve salona ayrı bir ahenk katıyordu. Demir kısa bir süre çocukları izledikten sonra, gözleri Fatma’ yı aradı ama görünürlerde yoktu. çantası sırtında tek koluna takılı köşede öylece bekliyordu.
                Havanın aydınlık olması salonu daha bir aydınlatmıştı. Anlaşılan tek uyanan Demir değildi. Canlılar kış uykusundan uyanmış, güneş buğulu dünyasından sıyrılmış ve toprak yeniden canlanmıştı. Baharın getirmiş olduğu bu yaşam enerjisi sanki her yere nüfus etmiş gibiydi. Doğanın hareketliliği çocuklara da yansımış ama bir tek mutfaktan çıktığı an Demir’ i gören Fatma’ ya yansıyamamıştı anlaşılan.
                Demir’ i gördüğü an tüm yaşam enerjisini yitiren Fatma, suratı asılmış bir şekilde ringe çıkmıştı. Belliki ringte çocukları çalıştıracaktı. Demir hemen ona doğru hamle yaptı:
                “Günaydın Fatma, nasılsın?” Fatma ona sinirli bir yan bakış attı. Ardından hiçbir şey söylemeden ringteki malzemeleri kenarlara koymaya devam etti. Demir, geri çevrilmiş olmanın yıkımıyla dudak büktü. Ardından tekrar canlanarak;
                “Fatma, biliyorum bak bana sinirlisin ama belki bugün sinirin biraz daha hafiflemiştir diye geldim.” Fatma sinirlenerek aniden kafasını ona çevirdi:
                “Ne istiyorsun Demir?” demir affallamıştı.
                “Çalışmak… Sadece senle çalışmak.”
                “Sana hayır dedim. Artık ısrar etme.”
                “Bak maç istemiyorum senden. Seninle dövüşmekten vazgeçtim. Sadece beni çalıştırmanı istiyorum.”
                “Sözleşmemiz sonlandırıldı. Artık seni çalıştırmak zorunda değilim.” Savaş konuşurken heyecandan iplere ara ara vuruyordu.
                “Bak bunu biliyorum zaten. Avukat haber verdi. Ama eğer sen kabul edersen sözleşmenin aramızda bir öneminin olmadığını düşünüyorum.”
                “Bu hiçbir şeyi değiştirmez.”
                “Lütfen beni çalıştırmak için bana son bir şans ver.”
                “Neden çalışmak istiyorsun?” Demir, Fatma’ yı neden bu soruyu sorduğunu düşünerek incelemeye dalmıştı. Sözler ağzından tane tane çıkıyordu.
                “Şey… Lisansımı… geri… almak istiyorum.”
                “Tamam o zaman lisansı veren kuruma git. Burası hayır kurumu değil.” Demir tokat gibi yediği lafı sindirmek için kendisini bir adım geriye atmıştı. Fatma bu anı fırsat bilerek iki çocuğu ringe çağırdı. Ikisi arasında bir dövüş başlatmış ve sürekli onlara talimatlar veriyordu. Demir ise onları izlemeye koyuldu. Fatma, yaptıkları hamleleri onlara anlatarak onların kontrollü bir şekilde dövüşmesini sağlıyordu. Bu bir tür karşılaşma değil sanki canlandırmaydı.
                Onları izlerken kendisini hatırlayan Demir bir an için gülümsemiş ve bu gülümsemeyi Fatma yakalamıştı. Demir bu çocuklardan çok daha küçükken dövüşmeye başlamıştı. Yapılı vücudu onun hayata erken atılmasına sebep olmuştu. dövüşmeyi çok seviyordu. Annesinin anlattığına göre konuşmaktan çok yumruk atma derdi varmış. “Ağzından iki kelime savuramazdın ama kroşeleri iyi savururdun.” Annesi gözleri önüne gelince Demir yine bir gülümsemiş sonra gözleri dolmuştu. Annesinin nedense omuzlarına dökülen sarı saçlarını hatırlıyordu onu her andığında.
                Omzunda hissettiği bir vuruş ile kendisine gelen Demir, bir an için irkilmişti. Omzuna sertçe dokunan Onur’ du;
                “Hayırdır birader tanıdık biri mi var?”  demir hemen kendisini tanıtmak için elini uzatarak;
                “Yok ben Demir, Fatma’ nın öğrencisi.” Onur sert duruşunu hiç bozmadan kendisine uzatılan eli sıkarak;
                “Hoşgeldin. Lakin Fatma antrenörlüğü bıraktı diye biliyorum.”
                “Evet, ona karşı biraz düşüncesizce hareket ettim. Bugün ise onunla konuşmak istedim ama sanırım ikna edemeyeceğim.” Onur bir şey söylemeden onaylar şekilde başını salladı. Demir ise Fatma’ ya bakarak düşüncelere dalmıştı.
                Demir, bir an kendisini toplayarak;
                “Affedersiniz! Adınızı bilmiyorum.”
                “Onur.”
                “Ha! Evet Onur Bey. Benim burada çalışmamda bir sakınca var mı?” Onur, Fatma’ ya bakarak nasıl bir cevap vermesi gerektiğini düşünüyordu. Ne diyeceğini bilememişti. Fatma ile bir an için göz göze gelmiş ama Fatma hiçbir tepkide bulunmamıştı. Onların ne konuştuğunu duymuyordu bile. Ama Onur da yanına gidemiyordu. Bir cevap vermesi gerekiyordu;
                “Aaa! Demir Bey, burası çocuklar üzerine dizayn edilmiş bir salon. Sizin için uygun olduğunu düşünmüyorum.” Demir etraftaki standart çalışma aletlerine bakarak;
                “Bence ben de burada bir kaç aletle çalışabilirim. Parası ne ise peşin öderim inanın.” Onur, nasıl bir bahane uyduracağını şaşmıştı. Dahası Fatma’ nın bu konudaki fikrini de bilmiyordu doğrusu. Demir arada ısrar etmeye devam ediyordu ve Onur üzerinde hissettiği baskının etkisiyle;
                “Benim için bir sakınca yok ama Fatma Hoca ne der bilemem.” Demişti. Demir sevincini dizginleyerek;
                “Çok teşekkür ederim. Ben Fatma Hoca’ yı ikna etmek için elimden geleni yapacağım.” Demiş ve yanından ayrılarak yavaştan kum torbalarından birinde çalışmaya başlamıştı. Fatma bunu farketmiş ama herhangi bir tepki de vermemişti. Demir, onun yumuşayacağını sanıyordu. Fatma, ise Demir’in en sonunda cayacağını.
                Demir, kum torbasını döverken birkaç defa daha Fatma’ ya bakmış ve onun oralı bile olmadığını farkedince o da oluruna bırakmıştı. Tüm gün Demir kendisi çalışmış Fatma ise çocukları çalıştırmıştı.
                Fatma, çocukların vuruşlarını ilk başta teorik olarak yönlendiriyordu. Yumruğunu alabildiğince geriye ve göz hizasından ileriye mümkün olduğunca dik çizgide savurması gerektiğini anlatıp deneme yanılma yöntemiyle iyice oturttuktan sonra pratiğe geçiyordu. Neredeyse yirmi öğrencisi olan Fatma, her birine tek tek aynı aşamayı gösteriyordu. Bundan dolayı hiç sıkılmış gibi de görünmüyordu. Bilakis sürekli onların boylarına eğilerek iletişim kurup, onlara bir anne şefkati ile yaklaşıyordu. Elleri eldivenli olan bazı çocukların şortlarını bile düzeltiyordu. Çocukların bu tür hassas muameleye alışkın oldukları her hallerinden belli oluyordu.
                Salondan içeriye esmer tenli genç, kendisi yaşlarında asker traşlı biri girdi ve gerisinde üç genç daha vardı. Salonun duvarlarında duran oturma banklarından birine oturup sessizce beklemeye başladılar. Demir onların bu kadar sus pus olmasına çok şaşırmıştı. Çok geçmeden kapıdan onlar gibi iki genç daha girdi.
                Demir, salondaki hareketliliği izlerken bir yandan das akin sakin kum torbasını dövüyordu.
                Fatma, bir süre sonra çocukları toplamış ve onları düzgün bir sıraya koymuştu. Bu duruma alışkın olan çocuklar hızla önlü arkalı ve yan yana sıraya girip rahat pozisyonuna geçtiler. Demir, Fatma’ nın konuşma yapacağını anlamış ve kum torbasını dövmeyi bırakmıştı. Kenardaki banklardan birine oturup kırık beyaz yeleğini giyip kapşonunu başına geçirerek onu izlemeye başladı.
                Fatma en önde bir sağa bir sola giderek sakin sakin konuşuyordu.
                “Evet, gençler bugün yumruk atmayı öğrendik. Ama nasıl bir yumruk? Doğru teknikte bir yumruk. Mesela annenizin kullandığı mutfak robotu ya da babanızın sürdüğü araba kullanma klavuzuna uygun şekilde kullanılıyorsa yumrukta doğru tekniği ile atılmalı. Yoksa diğer aletler gibi size zararı daha büyük olur. Parmaklarınız kırılabilir. Omzunuz çıkabilir. Yani anlayacağınız attığınız her yumruğun dizginleri sizin elinizde olmalı. Kontrolsüzce ve rastgele atılan yumruğun size geri dönüşü fena olur. Doğru yumruğun bir de doğru yere atılması gerekiyor bunu da yarın öğreneceğiz. Sormak istediğiniz bir şeyler var mı?”           
                Çocuklar, heyecanla parmaklarını kaldırarak Fatma’ yı soru yağmuruna tutmuşlardı. Bankta oturan gençler sabırla dersin bitmesini bekliyordu. Nihayet ders bitmiş ve çocuklar sağdan soldan eşyalarını toplayarak evlerine dağılmışlardı. Aralarında birkaçı oturan gençlere yumruk çakmış ve laf atmışlardı. Belliki birbirlerini tanıyorlardı. Belki de bu mahallenin çocuklarıydı hatta ağabey kardeş bile olabilirlerdi.
                Herkesin gittiğinden emin olan gençler Fatma’ ya doğru yürüdüler. Fatma sevinçle onları karşılamış. Karşılıklı birbirlerine hafif yumruk çakmışlardı. Demir anında değişen iki Fatma’ yı aynı anda şaşkınlıkla izliyordu. Biraz önceki anaç Fatma gitmiş yerine erkeksi onların yaşına hitap eden bir hoca gelmişti.
                “Gençler ben bir kahve molası vereceğim. Ibrahim sen ısınma hareketleri ile başla. Ben sonradan katılırım.”
                “Tamam hocam.” Dedi o esmer olan asker traşlı oğlan. Demir şimdi oturarak onları izliyordu. Gençlerin geldiği saati çözmüştü. Öğlen gençler geliyordu. Tabi saat değişmiyorsa.
                Gençler salonun duvar kenarlarında turlamaya başladı. Koşarken kollarını ve omuzlarını da gerdirme hareketi yapıyorlardı. Demir “Ne kadar aptalım.” Diyerek kendine sövdü. Spordan o kadar çok uzak kalmıştı ki ısınmayı bile unutmuştu. Fatma’ nın gözünde bugün de aptal durumuna düşmüştü.
                İbrahim denilen asker traşlı genç önde koşarken Demir’ i bir iki kez süzdükten sonra yanında durarak;
                “Hey dostum yeni mi başladın?” kapşonunun altından umursamaz bir tavırla geçiştirme bir cevap verdi;
                “Evet.” İbrahim ona doğru elini uzatarak;
                “Ben İbrahim. Bize katılsana. Sen ısınmışsın sanırım ama olsun bacakların açılır.” Acelesi yokmuş gibi bir tavır sergileyen Demir, yavaşça kalkarak elini sıktı;
                “Olur katılırım. Ben de Demir.” Deyince yanlarından geçen gençler bir an oldukları yere çakılı kaldılar. Ibrahim ağzı açık Demir’ e bakıyordu;
                “Demir mi?” demir şok olmuş ve onlardan bir açıklama beklercesine;
                “Evet Demir. Ne oldu ki?” Ibrahim kendi grubuna grubu da ona bakıyordu. Demir ise her iki tarafın cevap vermesini bekliyordu. Bir anda arkadan duyulan el şıklatması ile herbiri çakıldıkları yerden çözülmüştü. Onur onlara sesleniyordu;
                “Haydi beyler başlayalım!” Hepsi Onur’ a doğru giderken Demir geriden onları izliyordu. Gençlerden biri;
                “Hocam, Fatma Hoca nerede?”
                “Onun acil bir işi çıktı. Bugün beraberiz.” Tüm ekip bu duruma aldırış etmeden Onur Hoca’ nın eşliğinde çalışmaya başladı. Demir’ in ise gözleri gerilerde Fatma’ yı aradı. Bir süre sonra o da kum torbasını dövmeye geri döndü.
                Grup gitmiş, salonun kapanma saati gelmiş ama Fatma gelmemişti. Demir son dakikaya kadar çalışmaya devam etmedi.
                Ertesi gün de erkenden gelmiş ve salonda çalışmasına devam etmişti. çalışmaları arasında Fatma ile sürekli göz teması kurmaya çalışıyor ama bir türlü başarılı olamıyordu. Bir hafta boyunca Demir istikrarlı bir şekilde salona gelmeye devam etti. Çocuklar ona o kadar çok alışmıştı ki onunla konuşmaya başladılar dahası eldivenlerini ona bağlatıyor, kıyafetlerini ona düzelttiriyorlardı.
                Aralarda bir kaç meraklı çocuk başına üşüşüp onu soru yağmuruna tutmaya başlamışlardı. Fatma, onların konuşmalarına kulak kesiliyordu.
                “Abi sen milli boksör müsün?” Demir onların eldivenlerini bağlarken;
                “Hayır değilim.”
                “Ama abi sen çok irisin. Neden milli boksör değilsin.”
                “Olacağım az kaldı.” Herbiri heyecanlanmıştı.
                “Hiç maç yaptın mı? Kazandın mı? Nakavt ettin mi?” herbiri bir anda soru yağmuruna tutmuş ve Demir’ i gülme tutmuştu. Etrafını sarmış çocukların arasından bile iri vücudu belli olan Demir, her ne kadar onlar gibi bedene sahip olmasa da çocuklar gibi neşelendiğini hissetmişti. Aynı kardeşiyle güldüğü zamanlar gibi bir anda içi buz gibi olmuş ve soğukluk yüzüne vurmuştu. Nerede olduğunu hatırlayan Demir, başını kaldırıp Fatma’ ya baktı. Fatma, onu gülümseyerek izliyordu. Ama ona soğuk bakışlarla baktığı an Fatma’ nın da yüzündeki gülümseme kayboluvermişti.
                Uzun bir süre öylece bakmışlardı. Çocuklar heyecanlı bir şekilde sorularını ısrarla yönlendirmeye devam edince Demir, kendisini toplayıp onlara tekrar cevap vermeye başlamış ama eski keyfide kaybolmuştu. Fatma, onu üzgün bir şekilde izlemeye devam etti.
                Ama günler geçtikçe Demir’ e salon yetmemeye başladı. Sadece salonda kum torbası döverek gelişemeyeceğini biliyordu. Fatma’ yı bir şekilde ikna etmenin başka yollarını bulmalıydı.
                Salon çıkışlarında onu takibe aldı. Gittiği yerleri hatta evini öğrenmek istiyordu. Yürüdüğü her adımda birine selam veriyor nereden alışveriş etse gülümseyerek çıkıyordu. Ne kadar kaybetmiş olsa da belli ki halkın sevgisini kaybetmemişti.
                Fatma, Demir’ in kendisini takip ettiğini biliyordu ama çabasınında boşa olduğuna emindi. En sonunda vazgeçecekti.
                Demir, artık hergün salonda çalıştıktan sonra şimdi de eve kadar Fatma’ yı takip ediyordu.
                Birgün Fatma, gece yarısı camdan aşağıya bakma hissine kapıldı. Onun orada bekleme ihtimali sürekli kafasını kurcalıyordu. Demir’ in şartları zorlayacağına emindi. Onun orada olduğunu biliyordu. Eğer perdenin aralandığını farkederse bu sefer gece boyunca kapısının önünden ayrılmayacağını da biliyordu. Bu yüzden ona umut vermek istemiyordu. Ama bir yandan da olmama ihtimalini düşünüyordu. Eğer yoksa demek ki hedeflerinin peşinde sandığı kadar ısrarcı biri olmadığını da görmüş olacaktı. Böylece onunla çalışmamış olmanın vicdan rahatlığı ile hayatına devam edecekti.
                Son düşündükleri daha ağır basmış ve bu vicdan azabından hemen kurtulmanın peşine düşüp koyu karanlığın çöktüğü bir saatte ışıklar kapalı iken perdeyi aralamıştı.
                Demir dar caddenin karşısında kaldırıma oturmuş öylece duruyordu. Fatma, bu saate kadar buralarda bekleyeceğine gerçekten şaşırmıştı. Sabaha kadar uyuyamamış yatağında bir o yana bir bu yana dönüp durmuştu. Demir’ i çalıştırmak istemiyordu ama bu şekilde vazgeçmemiş olması içten içe onu sevindiriyordu da. Bir hayat yeniden can bulmuştu. Lakin ringlere döndü demek için henüz daha çok erkendi. Aynı zamanda Demir zor biriydi. Burnu sürtmeden yola gelecek birine benzemiyordu. Onunla çalışmayı kabul etse yine Fatma incinebilir belki yarı yolda bırakılabilirdi. En iyisi bu şekilde kalmak en güzeliydi.
                Salona gitme saati geldiğinde yatağından hiç uyumamış bir şekilde kalkarak hazırlandı. Aşağıya indiğinde Demir hala orada bekliyordu. Kapıdan çıkınca öylece durmuş ve onu izlemişti. Geceleri hala serin olduğu için üşümüş olmalıydı. Çeketine iyice sarınmış ve iki büklüm olmuş bir şekilde kaldırımın kenarında çökmüş yarı uykulu gözlerle Fatma’ ya bakıyordu.
                Fatma, kısa bir süre ona baktıktan sonra yoluna devam etti. O da ardından yürümeye başladı. Caddeler oldukça sessizdi. Vakit daha sabahın çok erken saatleriydi. Karşısına çıkan fırından iki simit ve biraz da peynir almıştı.
                Salona geldiğinde Demir içeri girmekte önce tereddüt etmiş bir süre sonra da dayanamayıp salona girmişti. En fazla kızardı ve o da dışarı geri çıkardı. Ama beklediği gibi olmamıştı. Çoktan mutfağa gitmiş ve orada kahvaltılık bir şeyler hazırlıyordu.
                Demir, banklardan birine oturmuş ve salonun sıcaklığında kollarını ovuşturarak vücudunu ısıtmaya çalışıyordu. Bir süre sonra Fatma elinde bir çay ve kahvaltı tabağı ile içeri geldi. Bürodaki sehpaya koyarak;
                “Bunlar senin için.” Dedi ve mutfağa tekrar geçti. Demir onu izledikten sonra çekinerek sehpanın başına geçti. Çaydan yudumlayarak gözleri kapalı vücudunun ısınmasının keyfine vardı. Kolları ve bacakları kas katı kasılmışlardı. Kaç gündür esnettiği vücuttan eser yoktu. Bugün sıfırdan başlayacaktı. Bu onun canını sıkmıştı. Fatma ise böyle olmasının onu daha çok geliştirdiğine inanıyordu.
                Kahvaltısını bitirdikten sonra mutfaktan gelen Fatma, dünden dağınık bırakılmış bazı malzemeleri toparlamaya koyuldu. Demir ise kahvaltısını bitirdikten sonra ısınmak için koşmaya başlayacaktı ki Fatma’ nın sert bakışlarına maruz kaldı. Bakışları neredeyse şimşek gibi sehpayı delip geçecekti. Tabağını ve bardağını toplaması gerektiğini derhal anlamış ve fırlayarak tabağını ve bardağını toparlayıp mutfağa götürmüştü.
                İçeriye girdiği an böylesine ev havası veren bir mutfak beklemiyordu doğrusu. Ama incelemek için çok da vakit kaybetmeye değer görmedi. Alel acele tabağını ve bardağını tecrübesizce yıkayarak ısınmaya başladı.
                Fatma’ nın en azından bugün birkaç teknik göstereceğini umuyordu ama ne yazıkki umduğu gibi olmamış dahası gençlerle yaptığı çalışmaya dışarda devam etmişti. saatlerce salona gelmemişler Demir öylece salonda boş boş kum torbası dövüp durmuştu. Daha ne yapamsı gerektiğini çözemiyordu. Elinden geldiğinin en iyisini çabaladığına inanıyordu.
                Bir an için hediye mi alsam diye düşündü ama Fatma öyle bir kadın değildi. Gerçekçi bir konuşmaya karnı toktu. Hareketleri ile istikrarlı olduğunu da göstermişti. Daha ne yapmalıydı. Fatma, sporcusundan ne istiyordu.
                O gece barda karşılaştığı adam şaşırmakta ne kadar haklıymış. Şimdi daha iyi idrak edebiliyordu. Dedikleri kulağında yankılanmaya başlamıştı;
                “Onu nasıl ikna ettin?” demişti. Hakikaten nasıl ikna olmuştu? Şimdi kendisi de çok merak ediyordu. Fatma’ ya ne yapmalı da çalışmaya ikna etmeliydi? Hırslandıkça kum torbasına canavar gibi saldıran Demir haykırışlar arasında yumruklarını seri bir şekilde indirmeye başladı. Bedensel olarak da yorulmaya başlamıştı ama en çok aklı zorlanıyordu. Anlından akan artık ter değil fırtınalı bir yağmurdu sanki. Bardaktan boşalırcasına tüm bedenine yağmur yağıyormuş gibi kan ter içinde kalmıştı.
                Bu hayatta aklına gelen herşeyi çok kolay elde etmiş Demir, hangi konuda zorlandın ki? Hayatında kalbini sıkıştıran, baş edemeyeceğini düşündüğün bir an var ki o da annen ve kardeşinin ölümüydü. Kalbine verdiği acı, sanki sonsuza kadar böyle sürüp gidecek gibiydi. Bu acıyla bir ömür boyu nasıl başa çıkarım diye korkuyla inlemişti. Oysa bilmiyordu o acıyla da yaşanacaktı. Belki de ömür sandığı kadar uzun olmayacaktı.
                Kardeşinin vur diye haykırışları kulaklarında, yüzüne hala yumruk atılıyor gibiydi. Haykırarak yumruklamaya devam etti. Son gücüyle son nefretiyle bir daha bir daha bir daha…
                Onur, salona yeni gelmişti. Tüm salonu haykırışlarıyla dolduran ve kum torbasını seri yumrukları ile döven bu adama korku dolu gözlerle bakıyordu. Gözlerindeki ateş kendi vücudunu kavurur gibi damla damla terletiyor ama bir türlü bitmiyordu. Ne haykırması ne vurması bitiyordu. En sonunda tüm nefesiyle haykırmış ve son yumruğu atarak dizleriyle yere çöküp kum torbasına sarılmış öyle kalakalmıştı.
                “Hey dostum iyi misin?” Demir geldiğini hiç farketmediği Onur’ a şaşkın gözlerle bakıyordu:
                “Sadece sinirliyim o kadar.”
                “Hey bak konuşmak istersen terini sil ve ofise gel. Ben oradayım.”
                Demir, konuşmak istercesine Onur’ a şöyle bir baktı ve ardından eliyle onaylar gibi işaret edip teklifi geçiştirdi. Derdine derman olacak bu hoca değildi. Şimdi anlıyordu ki derdine derman olacak tek kişi Fatma’ ydı. Onu, gerçekten çalıştırabilecek tek bir kişi vardı; artık bundan emindi; Fatma.
                Demir, uyanmıştı. Kendine uyanmıştı.
                               
               


15.   BÖLÜM ( SENİ NASIL İKAN EDERİM?)


                Fatma, salona çok geç bir vakitte gelmişti. Demir onu bekliyordu. Fatma affallamıştı. Mırıldanarak; “Yemekte mi yemiyorsun?” deyip sessizce içeri geçti. Ona asla bir kelime bile etmemişti. Ama artık Demir, Fatma’ nın ulaşılmaz olduğunu biliyordu. Yalnızca sabırla bekleyecekti. Kurulun toplanmasına iki hafta kalmıştı. Komisyon onaylarsa kendilerinin seçtikleri bir tarihte ilk maçı yapacaklardı. Belki bir gün belki bir ay belki bir yıl sonra diyeceklerdi. O yüzden bu iki haftayı hem antrenmanlarına hem de Fatma’ yı sabırla beklemeye yoğunlaştıracaktı.
                “Fatma!” boş salonda sesi yankılanmış ve Fatma yaptığı işi bırakmış ona doğru bakmıştı.
                “Lütfen sana yalvarıyorum. Bana çok az zaman ayır söz ne dersen yapacağım.” Fatma umursamaz bir şekilde işine koyuldu.
                “Gördüğün gibi zamanım yok.” Demir bir anda elindeki tükürük dolu kovayı gördü. Hiç düşünmeden kovayı elinden almak için davrandı. Fatma, ondan önce davranmış ve kovayı bir çırpıda kaldırıp taşıyıvermişti. Demir etrafa bakındı. Ringin diğer tarafında da tükürük kovası duruyordu. Hemen koşarak onu aldı ve Fatma’ nın arkasından yürüdü.
                Fatma duş kabinlerinden birinde kovayı köpüklüyordu. Demir, tiksinerek onu geriden izledikten sonra kenara bıraktığı süngeri ve deterjanı alarak diğer kabine gitti. Midesi ağzına gelmişti. Çıplak elleriyle bu kovayı nasıl yıkacağını düşünüyor bir türlü içi el vermiyordu. Gözlerini birkaç defa kapatıp açtı. Suyu yere dökerken o tarafa bakmamaya çalışıyordu. Bir iki kez midesi ağzına gelmiş öğürmek üzereyken kendisini tutmuştu. Zorlandığı için gözlerinden yaş gelmişti. Omzundan yaşlarını silerek kabinin dışından nefes alarak fıskiyeden su açtı ve kovayı yıkamaya başladı. Ilk anda zor görünse de sonradan kovayı yıkamaya alışmıştı.
                Kovayı yıkadıktan sonra bol deterjanla ellerini yıkayıp kabinden çıktı. Başarmanın vermiş olduğu haz ile şimdi işlere daha kuvvetle sarılabilirdi. Daha kötü ne olabilir ki? Diye düşünürken, Fatma’ nın tuvaletleri yıkamaya başladığını gördü. Kötü kullanımdan kokan hele de çocukların utanmasa duvarlara kadar pislediği yerleri görünce Demir, kusmamak için ağzını eliyle kapadı. Ama başka çaresi yoktu. O da boş bulduğu tuvaletlerden birine girip yerleri fırçalamaya başladı. Neredeyse kendi pisliğini temizlemeye aciz olan Demir, başka veletlerin pisliğini hiç yüksünmeden yıkıyordu.
                Her ne kadar söyleniyor olsa da kendisi için bu bile büyük bir gelişmeydi;
                “Şu veletlere bak. Hiç mi terbiye görmemiş bunlar utanmasa yola pisleseymişler. El insaf insan temizliyor bunları insan.” Demir tuvaletleri hem fırçalıyor hem söyleniyordu. Fatma kahkaha atmaktan kendini alamamıştı. Demir duyduğu kahkaha karşısında olduğu yerde çakıldı kaldı. Yüzünde gülümseme oluştu. Doğru yoldaydı. Tuvaletleri temizlemeye daha bir asıldı artık.
                Hızla banyoları da yıkamaya geçmişti. Fatma o esnada salonu toparlıyordu. Demir, seri bir şekilde duşunu almış ve çantasındaki yedek kıyafetlerini giyinmişti. Geri salona geldiğinde Fatma’ nın da işi bitmek üzereydi. Saçlarını kurularken;
                “Beraber yemeğe çıkalım mı?” dedi. Sanırım tuvaletleri yıkamak ona aşırı bir özgüven sağlamıştı. Fatma, umursamaz bir şekilde;
                “Eve gidip uyuyacağım.” Dedi. Demir tokat yemiş gibi oldu.
                “Nasıl yani? O kadar sana yarım ettim. En azından bana bir yemek borçlusun.”
                “İyi de ben sana yardım et demedim ki.” Diyerek Fatma çantasını alıp anahtarını kapıya taktı.
                “Hadi çıkıyor musun?” Demir bozulmuş bir suratla salondan çıktı. Fatma, yolun karşısına geçip uzaklaşıp gidiyordu. Demir arkasından bir süre baktıktan sonra onu yeniden takip etmeye karar verdi. Fatma ev tarafına doğru gitmiyordu.
                Duraklardan birinde durmuştu. Demir de biraz ötede arkasındaydı.
                “Hani eve gidecektin?”
                “Sana açıklama yapmak zorunda değilim.” Demir burnundan soluyarak sakinleşmeye çalıştı.
                “Tabiki de değilsin ama eve gitmiyorum diyebilirdin en azından.”
                “Neden o zaman peşimi bırakacak mıydın?” Demir cevap verememişti. Fatma ise gelen otobüslerden birine atladı. Demir de hemen arkasından atladı. Demir’ in otobüse binmesi ile ödemeyi nasıl yapacağı aklına gelmesi bir oldu. Şoklamış ve yardım isteyen bakışlarla Fatma’ ya bakıyordu.
                  Fatma, ona bakmıyormuş gibi bakışlarını başka yöne çevirdi. Demir şoförün yanında kalakalmıştı. Herkes giyimi oldukça güzel olan bu beyefendinin kartı basmasını bekliyordu. Demir yerin dibine geçmiş bir şekilde ne yapacağını bilemeden öylece bakıyordu.
                “Beyefendi kartınız yoksa bendeki kartı basayım yanınızda bozuk var mı?” Şoför, Demir’ e seslenmiş Demir heyecanla tam cüzdanına sarılmıştı ki bozukluk lafını duyunca olduğu yerde bir kıvılcım gibi sönüvermişti.
                Gözünün bir ucuyla Fatma’ ya bakarken mırıldanır bir şekilde;
                “Ne yazık ki bozukluğum yok.” diyebilmiş sadece kredi kartı kullanıyorum demeyi düşünmüş ama sonrasında çekinmişti.
                Fatma, kocaman bir “Of!” çekmiş ve olduğu yerden geriye dönerek sinirli bir şekilde Demir’ e bakarak kartını basmıştı. Demir derin bir nefes almış ve yüzü gülmüştü. Ama Fatma bu durumdan hiç memnun değildi.
                Uzun bir süre gittikten sonra Fatma inmiş Demir de arkasından inmişti. Fatma nedense bu duruma hiç şaşırmamıştı. Uzun bir süre daha yol da yürüdükten sonra deniz manzaralı eski evlerin olduğu bir yere geldiğinde arkasını dönmüş ve Demir’ i aramıştı. Görünürlerde Demir yoktu. Buna çok şaşırdı. Emin olabilmek için tekrar gözlerini kısmış ve ilerilere doğru bakmış ve hakikaten görünürlerde yoktu. Tam sevinecekti ki hevesi kursağında kalmış ve Demir yanında bitmişti.
                “Hayırdır beni mi arıyorsun?” Fatma, ardından gelen sesle irkilmiş ve karşısında Demir’ i görünce oldukça bozulmuştu. Hiçbir cevap vermeden öylece duruyordu.
                “Neden buraya geldik?” Fatma yine bir of çekmiş ve eliyle düşünceli bir şekilde başını sıvazladıktan sonra;
                “Demir, buraya yakınlarımı ziyarete geldim. Buna da mı katılacaksın ha! Bir zahmet abartma istersen.”
                “Tamam sen benimle çalışmayı kabul et ben seni takip etmeyi bırakayım. Söz veriyorum.”
                “Hayır sana cevabımı verdim. Şimdi git burden.” Demir kısa bir süre onu süzdükten sonra oldukça ciddi görünen duruşundan dolayı gitmesinin daha uygun olacağına karar vermişti. Hiçbir şey demeden oradan uzaklaştı. Fatma, onu gözden kaybolana kadar izlemeye devam etti. Tamamen uzaklaştıktan sonra Yusuf Babanın evinin yolunu tuttu.
                İbrahim, salonda başlayalı hep beraber bir aile toplanması yapıp Fatma’ ya hoşgeldin kutlaması yapamamışlardı. Bugün tüm aile Fatma için toplanacaktı. Fatma oldukça heyecanlı bir şekilde kapıyı çaldı.
                Kapıyı neredeyse çocukların hepsi beraber açmışlardı. Tüm aile sevinçle Fatma’ yı karşıladı. Kapıda uzun bir süre kucaklaşma merasimi gerçekleşmişti. Ardından hepsi beraber salona geçmişler ve Fatma’ yı direk yerde bekleyen sofraya oturmuşlardı.
                Sevinçle ekmekler, tuz ve sürahi elden ele dolaşıyor her biri ağızlarındaki lokmayı zorla yutup boyna laflara yetişmeye çalışıyorlardı. Fatma olsun Yusuf Baba’ nın yedi oğlu olsun çocuklar gibi hareretle bir şeyler anlatıp sonra da anlattıklarına gülüşüp duruyorlardı. Bazen havada yumrukların savrulmadığı da olmuyor değildi hani.
                “Yusuf Baba, evlendiremedin şu oğlanları bir türlü. Ever at kurtul bunlardan. Vallahi kafa kaldırmıyor artık.”
                “Evlendirsem kendilerinden çoğalıp da gelecekler kızım. En iyisi böyle kalsınlar.” Hepsi gülüşüp şakalaşıyorlardı.
                Gülüşmeler kapının çalmasıyla durulmuştu. Fatma, başka bir misafirin daha çağrılmış olabileceğini düşünerek Yusuf Baba’ ya bakmıştı. Yusuf Baba’ nın yüzünde ise şaşkınlık ifadesi vardı. Çocuklardan bir kapıyı açmak için ayaklanıp hemen koştu.
                Kapı açıldığında İbrahim karşısında Demir’ i görünce çok şaşırdı;
                “Demir! Senin ne işin var burada?” Demir, bu evde kimin oturduğunu merakla beklerken karşısında İbrahim’ i görünce soğuk bir duş yemişe döndü. Fatma ile nasıl bir bağlantısı vardı da evine kadar gelmişti?
                “İbrahim! Aa! Merhaba ben Fatma’ ya bakmıştım. Burada mı acaba?” İbrahim şaşırmış bir şekilde ona bakmaya devam etmiş ve uzun süre öylece kaldığını farkedince hemen kendisini toparlayarak;
                “Ah! Evet Fatma Hoca burada. Gelsene içeri.” Demir beklenmedik davet karşısında heyecan yapmış ve nazikçe çevirmesi gereken teklifi terslercesine reddetmişti;
                “A! Yo! Yo! Ben sadece dışarda ona bir şey danışıp gidecektim. Eğer müsaitse dışarı gelebilir mi?”
                Kapıdan gelen heyecanlı konuşmalar ve hala kimin geldiğine açıklık getirilmemesi ile artan merak duygusu ile Yusuf Baba önde olmak üzere Fatma ve diğer çocuklar kapıya gelmişlerdi. Yusuf Baba kapının önünde hiç tanımadığı bu delikanlıya çatık kaşlarla bakmış ve hangi oğlunun tanıyor olabileceğini çözmek için tek tek onlara bakarken ardından Fatma gelmiş ve Demir’ i görünce şaşkınlığı ile haykırmıştı;
                “Demir! Senin ne işin var burada?” Demir, her ne kadar cesaret edip kapıyı çalsa da kapıyı tanıdık bir yüzün açması hele de kalabalık bir ailenin evi olması onda adrenalinini tavan yaptırmıştı. Kalbinin hızlı atmasından neredeyse konuşamayacak durumda olan Demir kekelemekten başka bir şey yapamıyordu. Yusuf Baba, Demir ismini duyunca tepkisini saklayamamıştı;
                “Demir mi? Sen nasıl buldun burayı?” Demir, karşısında duran ve evin babası olan bu heybetli adama nasıl bir cevap vereceğini düşünürken Fatma ile göz göze gelmişti. Bakışları hala Fatma’ ya bakıyorken;
                “Şey! Efendim ben öncelikle rahatsız ettim kusura bakmayın. Şöyle oldu…” Yine Fatma imdadına yetişmişti;
                “Ben ona bir emanetini verecektim baba. Salonda unutmuş da. Ona burayı ben tariff ettim.”  Yusuf baba, bu cevabı duyunca rahatlamış ve;
                “Ha öyle mi o zaman buyur evlat içeri, kızımın misafiri benim misafirim.” Fatma hiç beklemediği bu teklif karşısında hemen önüne atılarak kapıyı da Yusuf Baba’dan kurtarmaya çalışarak;
                “Yok yok babacığım ben dışarda veririm. Zaten Demir’ in de işi vardı dışarıda. Buraya bile zor geldi. Değil mi Demir?” Fatma kaşlarını çatmış ona tehditkar bakıyordu. Demir, bir yandan girmek istiyor bir yandan da bu heybetli adamdan çekiniyordu.
                “Olur mu öyle şey Fatma geçin bakayım içeri. Yemeğin üstüne gelen Allah misafiri kapıdan geri mi çevrilirmiş. Sen de gir içeri bakayım evlat hepimizi kapıda bekletme.” Deyince Demir asker gibi içeri atılıvermişti. Fatma burnundan soluyordu. Demir, başına nasıl bir bela aldığını kendince sorgulasa da merakına yenik düşmüştü bir kere.
                Herkes içeri geçmiş ve tekrar yerdeki sofraya oturmuş Demire de İbrahim’ in yanına yer açmışlardı. Biraz önceki aile atmosferinin yerinde yeller uçuyor herkes sus pus önündeki yemeği yiyordu. Herkes bu şekilde yemeğini bitirmiş ve herkes aynı anda sofradan kalkmıştı. Evin son üç oğlanı yerdeki sofrayı hızlıca kaldırmış ve İbrahim hariç diğer oğlanlar da mutfakta annesine yardım etmişlerdi.
                Önüne gelen çayı getiren genç oğlana Demir şaşkınlıkla bakıyordu. Eline verilen çayı yudumlarken Fatma;
                “Bu evde herkes her işin bir tarafından tutar. Yoksa Nimet annenin yedi oğlan evlada yetişmesi mümkün değil.” Demesiyle Demir, içtiği çayı neredeyse püskürmesi bir olmuştu. Yusuf Baba sertçe öksürmüş Demir hemen kendisini toparlayarak;
                “Çok affedersiniz. Çay çok sıcakmış.” Demiş Fatma ise ona kıs kıs gülmüştü. Demir kendisine yapılan bu alçaklığı asla unutmayacaktı. Muhtemelen Fatma bunu bilinçli yapmış onu Yusuf Baba karşısında rezil düşürmek istemişti.
                “Yusuf Baba benim antrenörümdü Demir.”
                “Nasıl yani ya İbrahim? Yani ne güzel demek istedim. Özür dilerim efendim. Çok şaşırdım şuan” Demir şoktan şoka şekilden şekile giriyordu. Fatma, bu gece onun burada ruhunu teslim etmesine yemin etmişti anlaşılan. Bari alıştıra alıştıra söylese de o da üsturuplu tepkiler verebilseydi. Ama yine aptalca hareketlerde bulunmuş ve Yusuf Baba’ nın sinirli bakışlarına maruz kalmıştı.
            “Yusuf Baba sayesinde ben lisans aldım ve şampiyon oldum. Küçücük yaşımda bana sahip çıktığı için bana yalnızca antrenör değil aynı zamanda bir baba olmuştur. Yani anlayacağın onlar benim ailem.” Demir, artık sakinleşmiş ve şimdi ona imrenerek bakıyordu.
                “Çok yakın bir zamanda İbrahim’ in müsabakası varmış. Yusuf Baba artık öğrenci çalıştıracak güce sahip değil. O yüzden onun antrenörlüğünü artık ben yapıyorum.”
                “Benim de.” Mutfaktan çerez dolu tabağı Demir’ in önüne koyarken atılan evin en küçük evladı olan ve hiç büyümeyen Yakup’ du.” Fatma gülümsemiş. Annesi oradan atılmıştı.
                “Önce okulunu bitir askerliğini yap öyle.” Demir şaşkın bir şekilde bakıyordu. Fatma, bu bakışı bozmak istercesine öne atılarak;
                “Malum Demir hayat şartları zor. Spor karın doyurmuyor. Tabi sen bunu bilemezsin.” Yusuf Baba onun didişir gibi konuşmasına bozulmuş ve hemen araya girerek;
                “Sen neden tekrar dönmek istiyorsun Demir?” dedi soğukça. Demir buz gibi kesilmiş ve ansızın konuya böylece girilmesine affallamıştı. Uzun bir süre cevap veremedi. Fatma da sabırla onu bekliyor cevabı duymak istiyordu. Ama Demir uzun uzun yere bakmış bu soruyu cevaplayamamıştı.
                Araya giren gençlerin muhabbetleri bu soruyu ört bas edivermişti. Demir’ in varlığına alışan gençler muhabbetlerinde biraz daha rahatlamış ve yine eskisi gibi sıcak bir aile ortamı oluşuvermişti. Kahkahaların olduğu, Fatma’ nın maçlarının anlatıldığı hatta o anları yeri gelip Yusuf Baba’ nın bile ayağa kalkıp hamleleri gösterdiği o maçları canlı canlı izleyen ağabeylerin babalarına heyecanla müdahale etmeleriyle geçen dolu dolu bir gece olmuştu. Demir, uzun zamandır böylesine güzel bir muhabbet ortamında bulunmamıştı. Fatma bile ona duvarlarını indirmiş boyna onların yanlış anlattığı hamlelere “Hayır öyle olmamıştı.” Diyerek Demir’ e göstererek ispatlamaya çalışması yüreğinde ferahlığa sebep olmuştu. rahatça gözlerinin içine bakıyor ona sorular sorabiliyor ve karşılıklı muhabbet edebiliyorlardı ve arada asla düşmanlık hissi veren bir gösterge de yoktu.
                Gitme vakti geldiğinde Demir resmen ayağını sürüyerek çıkıyordu. Gitmek istemiyordu. Kapıya geldiklerinde Demir dışarı çıkmış ve Fatma geriden gelince, Demir önden gitmesi gerektiğini hissetmişti. Herkesle vedalaşıp Fatma’ yı ileride beklediğini söyleyerek oradan uzaklaştı. Kapı önünde Nimet Anne ve Yusuf Baba dışında kimse kalmamıştı. Yusuf Baba ona kaşlarını çatarak baktı.
                “Nasıl bir devi uyandırdığının farkında mısın kızım?” Fatma saf saf ona bakarak;
                “Neden Baba?” İki kolunu da tutan Yusuf Baba;
                “Bu adama her ne yaptıysan doğru yapmamışsın. Hedefsiz, amaçsız bu adamı meydanlara atmışssın. Bakışlarında sporcu azmi görmüyorum yavrum ben bu adamda. Bu adam içinde sakladığı gizemlerle bakıyor dövüşmeye.” Fatma’ nın sol göğsüne parmağı ile bassıra bassıra vurarak;
                “Bu adamı sen uçurumun kenarından salıyorsun ve geri tutunmasını bekliyorsun. Bu intihar yavrum. Ya kendisi için son yazar ya da rakibi için. Vicdanına soruyorum sen bu adamı bu halde mi ringe çıkaracaksın.”
                “Ne varki baba anlamıyorum. Ben yanlış hiçbir şey yapmadım. Demir’ in amaçsız biri doğru. Yaşamak için bir sebebi bile kalmamış. Ben ona dövüşmek için yaşaması gerektiğine inandırıyorum. Yani dövüşe amaç bulur ya da bulmaz. Bu adamın önce dövüşmek için yaşadığına inanması lazım.” Yusuf baba başını sertçe sağa sola sallamış;
                “Nıh! Nıh! Yanlışsın kızım. Dilerim canlar yakmazsın. Bırak bu adamı. Bu adam artık ringe dönemez. Dönerse dediğim gibi o maçtan bir ceset çıkar.” Fatma titremeye başlamıştı;
                “Nimet anne bir şeyler söyle. Sende mi böyle düşünüyorsun?” Nimet anne çaresizce kocasına bakmış ve sonra bakışları Fatma’ ya devrilmişti.
                “O sen değil Fatma’ m. Sen yaşama sımsıkı tutunuyordun. Hayatını kaybetmemek için mücadele veriyordun. Evet anlıyorum seni kızım. O da sevdiklerini kaybetmiş hem de çok ağır şekilde. Ama o senin pencerenden bakmıyor. Ben Yusuf Baban gibi düşünmüyorum. Ona yardım edecek biri varsa O da sensin. Senin gibi hayatı acı gerçeklerle tecrübe etmiş biri ancak onu tekrar ayakları üstünde durmasına yardımcı olur. Ama oğlan pamuk ipliğinde bir anda elden kayıverecekmiş gibi duruyor.”
                Fatma, umudu kırılmış bir şekilde onlara bakarak onaylar şeklinde başını sallamıştı. Asla onların önerilierini hiçe sayamazdı. Yedi tane aslanlar gibi erkek evlat yetiştirmişlerdi. Demir’ e de evlat gözüyle bakmışlardı. Ama yine de onlar evlat kaybetmemişti. Kardeş kaybetmemişti. Eğer bir baba ısrarla oğlunun ringe dönmesini istiyorsa bunun da sebebini biliyordur diye düşünerek bekleyen Demir’ in yanına döndü.
                “Ne o ölü görmüş gibisin.” Fatma dalgın gözlerini Demir’ e çevirmiş ve bakışlarında kitlenmişti. Demir cevap beklerken kendisine donmuş bir şekilde bakan korku dolu gözlerin esaretine kapılıvermişti. Bir kaç defa ne var dese de Fatma, transa geçmiş onu duymuyordu. Sonra sakince başını yana çevirmiş ve;
                “Yok bir şey. Haydi artık evlerimize dağılalım.” Demişti. Ondan uzaklaşırken aniden geriye hafifçe dönüp ona bakmadan elini tehditkar kaldırmış ve;
                “Sakın evimin yakınlarında seni bir daha görmeyeyim.” Dedi.    
                Fatma, ardına bakmadan evine gitmişti. Demir ise Fatih’ i aramış ve kendisini almasını söylemişti. Eve geçtiğinde düşünceler içerisinde yatağına uzandı. Günlerdir orada burada sürünmekten perişan olmuştu. Kendi yatağında uyumayı özlemişti. Başına yastığa koyduğunda anında uykuya daldı.  




16.   BÖLÜM (O ZAMAN BAŞLAYALIM)



                Birkaç gün Demir evde kalıp komisyon toplantısı için hazırlıklarını tamamladı. Özellikle tüm sağlık kontrollerini tamamlamış ve bir gün öncesinden sunacağı savunmasını yazmıştı.
                Arkadaşlarını ve Kalbim’ i kendisini rahatsız etmemesi konusunda uyarmış olmasına rağmen Kalbim bugün dayanamayıp Demir’ e ziyarete gelmişti. Baştan tembihlenen çalışanlar Kalbim’ i içeri almamışlar ve çay bahçesine yönlendirmişlerdi. Kalbim buna oldukça bozulmuştu. Demir geldiğinde asık suratıyla masada oturuyordu.
                “Hoşgeldin hayatım.”
                “Hiç de hoşbulmadım Demir. Bu da ne şimdi? Allah aşkına son zamanlarda neler oluyor böyle sana?” Demir yanaklarına öpücük kondurduktan sonra kollarından onu tutarak koltuğa oturttu.
                “Tamam hayatım sakin ol bir sıkıntı yok. sadece kendimi komisyon toplantısına hazırlamak istiyorum.” Kalbim başını iki yana sallamıştı.
                “Hiç iyi görmüyorum bu hallerini hiç.”
                “Merak etme herşey yoluna girecek.”
                “Tamam girsin zaten ben de bunu istiyorum. Ama bizi yanından uzaklaştırma en azından beni.”
                “Lütfen biraz bana zaman ver tamam mı? Eğer paraya ihtiyacın varsa Savaş Amca halleder.” Kalbim paranın lafını duyunca gerginliği hafiflemişti.
                “Para mühim değil. Ben senin yanında olmak istiyorum. Hem Savaş Bey para mevzusunda bana karşı çok katı. O şirkette senin de hakkın var. Nasıl seni hiçe sayabilirler anlamıyorum.”
                “Tamam bu mevzuyu ben konuşurum. Sen onun yanına git şimdi. Beni de lütfen böyle habersiz bir daha rahatsız etme.”
                “Asla hayatım sen yeter ki işine adapte ol.” Yanağına bir öpücük kondurup Savaş Bey’ in yolunu tutmuştu.
                Demir’ in tek bir derdi vardı. O da komisyonun karşısına antrenörüyle çıkabilmek yoksa bırak ekibi antrenör bile bulamamış olmak lisansı baştan kaybetmek olurdu. Eski hocasına gitmeyi düşündü bir an için. Sonra kendince bu düşünceden vazgeçti. Çünkü hocasını da yarı yolda bırakmış sayılırdı. Ona bu iyiliği yapacağını hiç sanmıyordu.
                En güzeli bugün Fatma için hazırlanıp sabah onu gitmeden önce ikna etmekti. Başka da çaresi yoktu. O da gelmezse eli mahkum kendisi gidecekti.
               
                Sabah olduğunda Fatma kapıdan çıktığında, caddenin karşısında koyu laivert takım elbisesi ile Demir bekliyordu. Saç ve sakal trajı kuaförde yapıldığı belli olan Demir’ in komisyonu oldukça ciddiye aldığı açıkca belli oluyordu. Fatma ile kısa bir süre bakıştıktan sonra elinde küçük bir paketle yavaş yavaş yürüyerek yanına geldi.
                Fatma, Demir’ in elinde tuttuğu paketi anlamaya çalışıyordu.
                “Günaydın.” Fatma Demir’ i hiç olmadığı kadar durgun görmüştü. Onun selamına o da sakince cevap verdi;
                “Günaydın.” Demir elindeki paketi olduğu gibi vermek yerine açarak içinden çıkardığı kolyeyi elinde oynarken;
                “Bunu senin için aldım. Seni en güzel anlatan hatta beni de içine alan derin manalara sahip olduğunu düşünüyorum.” Fatma merak etmiş ve yavaşça ona doğru uzatılan kolyeyi alıp incelemeye başladı;
                “Bu da nedir böyle?”
                “Lotus çiçeği. Aslında uzun zamandır sana küçük bir hediye almak istiyordum. Ama doğrusu kolye düşünmüyordum. Daha anlamlı hediyeler bulurum diye düşünüyordum. Ama bugün gezerken bu kolyeyi görünce seni gördüm sanki. Bilir misin bilmem lotus çirkin sularda yetişen ve onların tüm çirkinliklerine rağmen kendisini temizleyen bir çiçek aynı senin gibi.” Fatma dolan gözlerine engel olamamıştı.
                “Sen beni ne kadar tanıyorsun ki?” demir ona uzun uzun bakmıştı. Sonra gözlerini kaçırıp başını sallayarak;
                “Çok iyi tanımıyorum aslında. Ama dünya çirkin değil mi Fatma sen de ben de bu çirkin dünyanın içinde harcanmaya çalışan masum insanlar değil miyiz? Beni gömüldüğüm topraktan sanki yeniden çıkardın. Sayende yeniden doğdum kendime uyandım Fatma. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Bana tekrar kim olduğumu hatırlattın. Bu kolye de yeniden doğuşumun sembolüdür. Eğer bunu kabul edersen mutlu olurum.”
                Fatma elinde incelemeye devam ediyordu.
                “Peki kim olduğumu hatırladım diyorsun. Sen kimsin Demir?” demir affallamış ama bu hali çok kısa sürmüştü;
                “Eğer bugün benimle komisyona katılırsan bunun cevabını orada duyabilirsin.” Fatma’ nın yüzünde minik bir hayal kırıklığı gülümsemesi oluşmuştu. Demir bu gülümsemeyi fırsata çevirmek istiyordu. Hemen atılarak parmağı ile elindeki kolyeyi gösterdi;
                “Ha bu arada lotusun 12 taç yaprağı olur. Aynı bizim round sayısı gibi ve 13 olanları çok nadir görülür. Bu yüzden 13 yapraklı ile karşılaşılmasını uğursuzluk sayarlarmış. Allah bize de 13. Rounddan korusun.” Diyerek gülmüştü. Fatma onun yaptığı ince espiriyi anlamış ve kendini gülmekten alamamıştı. Demir onu yumuşatmayı başarmıştı. Gülmenin ardından;
                “Ee geliyor musun peki?” fatma bir anda ciddileşmişti. Öksürerek boğazını temizledi;
                “Yalnızca komisyonuna katılacağım.”
                “O teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Bu komisyon için çok önemliydi. Teşekkür ederim.”
                “Tamam tamam abartma sadece komisyonda oturacağım. Bu kadar. Öyleyse giyinmeme izin ver. Vakit var mı?” demir hemen telefonuna sarılıp saate baktı.
                “Evet daha var.” Fatma hemen eve geri dönmüş ve siyah pantolon çeket takım elbisesini giyinip tekrar gelmişti. Beraber caddenin sonuna kadar hiç konuşmadan yürüdüler. Demir bu sefer kendi siyah spor arabasıyla gelmişti. Fatma da ilk defa görüyordu. Demir ona ön kapıyı açmış ve arabaya binmesi için beklemişti. o ilk zamanlarda gördüğü şımarık hallerinden eser kalmamıştı.
                Federasyon binasının önüne geldiklerinde kimsenin olmadığını gördüler. Bahçe de ne bir araba ne de insan vardı. Kapıya yakın bir yere arabasını park etti. Belli ki bugün Demir’ in günüydü. Fatma uzun zamandır gelmemiş olsa da buraları adı gibi biliyordu. Zamanında bu binadan neredeyse hiç çıkmazdı. Sürekli değişik müsabakalara başvuruda bulunurdu.
                Binadan içeri girdiklerinde gözleri herhangi birini arıyordu. Odanın birinden çıkan bir beyefendiye Demir hemen atıldı.
                “Afedersiniz disiplin komisyonu kurulacaktı. Acaba nerede toplanılıyor.”
                “5. Katta toplantı salonu var. oradalar.”
                “Peki teşekkürler.” Diyerek asansöre doğru yöneldiler. Demir asansöre bindiğinde biraz daha gergin görünüyordu. Fatma ona hiçbir şey söylemeden bakıyordu. Demir ise karşıya boşluğa bakıyordu.
                Kata gelmişlerdi. Koridorda kimse yoktu. ortama koca bir sessizlik hakimdi. Odaların tabelalarını okuyarak toplantı salonunu buldular. Demir o zaman FAtma’ ya dönüp baktı. Ne yapacağı konusunda kararsızdı.
                “Kapıyı çal istersen.” Dedi. Demir Fatma’ yı başı ile onaylayıp çeketini düğmeleyerek kapıyı çalıp açtı. Içeride uzunlamasına bir masa kurulmuş ve tek tarafına on kadar kişi oturup sohbet ediyorlardı. Demir’ i farkettiklerinde başlarını çevirdiler.
                “İyi günler ben Demir Karamoğlu disiplin kuruluna çıkacaktım.” Ortadaki beyefendi önündeki dosyaya bakarak;
                “Evet Demir Bey sizi bekliyorduk. Dışarıda bekleyin sizi birazdan çağıracağız.”
                “Peki efendim.” Diyerek kapıyı kapattı.
                “Ne oldu?”
                “Çağıracaklar.”
                “Tamam öyleyse bekleyelim.” Dedi Fatma. Demir volta atmaya başlamıştı koridorda. Belli ki gergindi. Fatma hiçbir şey söylemeden duvara yaslandı ve düşüncelere daldı.
                Demir ne soracaklarını bilmiyordu. Kendince söyleyeceği cümleleri aklında toparlıyordu. On dakika ya geçmiş ya geçmemiş içeriden bir bayan çıktı ve Demir’ i içeri çağırdı. Fatma da hemen duvardan doğrulup arkasından içeri girdi. Demir masanın karşısına ortaya doğru bir yerde durdu. Fatma kapı kenarında bekliyordu. Ortadaki beyefendi önündeki dosyayı inceliyordu. Demir sağlık raporunu ve savunmasını incelediğini düşünüyordu. Sonra dosyayı kapatıp önüne kendi not defterini çekti. Elindeki kalemi kağıdın üzerine getirdikten sonra;
                “Evet kendinizi tanıtın.”
                “Ben Demir Karamoğlu.1995 İstanbul doğumluyum. İstanbul teknik Üniversitesi İşletme Bölümü mezunuyum. Karamoğlu Şirketinde kalite departmanında kalite kontrol müdürüyüm.” Fatma Demir’ in şirkette aktif çalışıyormuş gibi gösterilmesine çok şaşırmıştı. Böylesine bir bilgi sunulacağını hiç ummuyordu.
                “Siz antrenörü müsünüz?” Fatma gayri ihtiyari ellerini önünde birleştirerek saygı pozisyonuna geçmişti;
                “Evet efendim. Ben Demir Karamoğlu’ nun antrenörü Fatma Keskin.” Kuruldakiler fısıldaşmaya başlamışlardı. Bir anda masada bir hareketlilik oldu. En köşedeki iri yarma bir adam;
                “Avrupa şampiyonu Fatma Keskin mi?”
                “Evet Efendim.”
                “Demir’ in dosyasında antrenör olmanızda bir sakınca görünmüyordu. Lakin ben sizin lisansınızı kaybettiğinizi duymuştum.” Fatma gerilmiş olsa da bunu belli etmemeye kararlıydı. Demir onun oldukça gergin olduğunu görüyor ama panic yapıp işi berbat etmek istemiyordu.
                “Hepimiz orada bana oyun oynandığını biliyoruz. Benim asla doping kullanmayacağımı beni tanıyan tüm halk bilir. Ben özel hayatını da bu uğurda feda etmiş bir insanım.”
                “Buna şüphe yok hepimiz seni tanıyoruz.” Dedi diğer köşedeki adam. Fatma ona doğru bakmış ve cevap vermemişti. Üzerinde çok durmayacaklardı. Çünkü ortadaki adam başka bir konuyu ele almaya karar vermişti.
                “Burada 6 ay bağımlılık terapisi aldığınız yazıyor. Doktor raporuna göre iyileştiğiniz açık ve net.” Fatma’ nın bu olayın ne kadar gerçek olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Onu son üç aydır tanıyordu. Belki gerçekten tedavi olmuştu ama en son gördüğünde o ipsiz sapsız arkadaşları ile madde aldığına şahit olmuştu. Demir hafifçe ardına dönerek Fatma’ ya bir bakış attı. Bu hareketi Fatma’ ya cevap olmuştu sanki.
                “Evet tedavi gördüm. İyileştim artık madde kullanmıyorum.”
                “Peki Demir Bey spora tekrar dönme konusunda ne düşünüyorsunuz. Fatma Hanımda olduğu gibi bizler sadece kendi ülkemiz içinde dövüşmüyoruz. Sizzler dış ülkelerde de ülkemizi temsil ediyorsunuz. Fatma Hanım’ ın bize yaşattığı tecrübenin bedeli hepimize ağır oldu. Ülke olarak adımız lekelendi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz. Sizle de aynı sorunu yaşamayacağımız ne malum?”
                “Kesinlikle haklısınız. Doğrusu bundan sadece 3 ay önce beni değerlendirmiş olsaydınız bunun garantisini size veremezdim. Yaşadıklarım dosyamda yazıyor ayrıca disiplin kurulu zaten ne denli sarsıcı bir olay yaşadığımı da biliyor. Tekrar tekrar anlatıp hem sizi hem de kendimi yaralamanın bir anlamı yok. Yaşadıklarım beni bilinmez bir karanlığa itmişti. Gözüm değil sporu hayatımı bile görmüyordu. Şu uçurumdan atla deseniz düşünmeden atlardım. Ringe koysanız zarar ziyan verirdim. Ama görmüş olduğunuz bu kadın beni düşmüş olduğum karanlık çukurdan çıkardı. Sanki beni hiç doğmadığım bir aydınlığa ulaştırdı.”
                “Nasıl oldu bu?” sağ taraftaki adam inanmaz gözlerle bakarak sormuştu bu sorusunu:
                “Nasıl mı oldu?” demir önce o adama bakmış ardından Fatma’ ya bakmıştı. Ondan gözlerini almadan;
                “Gerçeklerimi bir yumruk gibi yüzüme indirerek. Öylesine canım yanmıştı ki artık acı duymuyordum. Bundan daha acı ne olabilirdi ki? Ama içime gömdüğüm acılarımdan meğersem ben hep kaçıyormuşum. Kaybettiğim o canımdan çok sevdiğim kardeşimin aslında hala içimde yaşıyor olduğunu bilmiyordum. Onun benden istediği bir şey vardı. O da…” Fatma’ nın gözleri büyüyordu Demir’ in akan yaşları karşısında. Ona doğru istemsizce bir adım atmış ama daha ileri gidememişti. Kurul nefesini tutmuş Demir’ in ne diyeceğini bekliyordu. Demir yanağından akan yaşı parmakları ile silip aniden kurula döndü. Daha sert ve net bakan bakışları ile;
                “Şampiyon olmak. Dünya şampiyonu olmak. O gitmedi. Içimde. Hala beni bekliyor. Ağabeysinin şampiyon olmasını bekliyor. Ben her dövüştüğümde o huzur içinde uyuyacak. Çünkü o zaman hala ayaklarım üstünde dimdik hayata meydan okuduğumu bilecek. Bizim için öyleydi çünkü hayata tutunmak. Bizim varlığımız yumruklarımızla bütünleşmiş. Biz bir boksörsek ve hala dövüşüyorsak yaşıyoruz demektir. Vazgeçmediğimi kardeşime göstermek istiyorum. Lütfen bana bir şans daha verin.”
                “Peki düşüneceğiz. Dışarda beklersen bir saat sonra durumun netliğe kavuşacak. Söylemek istediğin başka bir şey var mı?”
                “Yok efendim.” Demir başını sallamıştı. Sağ taraftaki meraklı adam Demir çıkmak için hazırlanırken tekrar bir soru attı ortaya;
                “Demir Bey. Kardeşinizin vefat ettiğini biliyoruz. Başınız sağolsun. Kolay değil. Kimin başına gelse böylesine bir acıyı kaldıramaz. Ama hepimizin merak ettiği bir konu var. Sizi bu kadar sarsan olay nasıl oldu?” Demir donmuş kalmıştı. Fatma o anda anlamıştı. Daha önce nasıl farketmemişti bu adamın psikolog olduğunu. Başka kimse olsa patavatsız adam derdi. Nasıl da Fatma uyanmamıştı bu adamın meraklı sorularına ama Demir uyanmayacaktı. Belli ki Demir’ i sağlam sınıyorlardı. Adam özellikle kendisini tanıtmamıştı. Bu soruyu herhangi bir kişi bile sorduğunda Demir’ in olağan koşullarda cevaplandırabilmesini umuyorlardı. Bu olayı aşmış olmasını ancak böyle tespit edeceklerdi. Fatma’ nın kalbi yerinden çıkacakmışcasına hızla çarpıyordu. Demir’ in bir kez olsun kendisine bakmasını umuyordu. Ama Demir olduğu yerde donmuş kalmış yere öylece bakıyordu.
                “Hadi Demir” diye fısıldadı. Eğer onunla disiplinli bir şekilde çalışmış olsaydı bu fısıltıyı çoktan duyardı. Ama onunla kurabileceği hiçbir iletişim tekniği yoktu. demir öylesine derin bir soluk aldı ki salon nefesinin sesini dinledi. Başını kaldırdı ve;
                “Kardeşimde beni en çok sarsan olay. Spor merkezimi hergün kitliyor olmama rağmen nasıl olmuştu da kardeşim o salona girip danbılın altında ezilmişti?”
                Fatma olduğu yerde dona kalmıştı. Buzlu bir suyun tepesinden aşağıya döküldüğünü hissediyordu. Kalbi buz olmuş damarlarında akan kan sanki donup kalmıştı.
                Kurul beklediği cevabı almış adam huzurla başını onaylar şeklinde sallamış ve Demir’ in çıkması için işaret etmişlerdi. Demir dönmüş kapıdan çıkmak için FAtma’ nın yanına gelmiş ama Fatma var olduğu mekandan çoktan kopmuş kaskatı kesilmiş öylece duruyordu.
                Demir şaşırmış bir şekilde Fatma’ ya;
                “Fatma? Sen iyi misin?” Fatma kendisine dokunmasıyla irkilmiş;
                “Evet, evet ben iyiyim.” Demiş ama Demir hiç iyi olmadığını çoktan farketmişti. Demir koridora çıktıklarında karşısına çıkan ilk kişiye kafeterya gibi bir yerin olup olmadığını sordu. Gösterilen yere Fatma’ yı neredeyse yüklenerek götürdü. Bir masaya oturtup hemen bir su istedi. Fatma önüne gelen sudan bir kaç kez üst üste yudumlayıp kendisine gelmeye çalışıyordu.
                Olabilir miydi? Böylesine küçük bir ayrıntı gözden kaçabilir miydi? Birisi babası birisi ağabeysi.
                “Fatma neler oluyor? Iyi misin?” Fatma dünyaya gelmiş gibi gözlerindeki dalgınlık bir anda uçup gidiverdi. Demir’ e uzun uzun bakmış ve ne diyeceği konusunda kararsız kalmıştı. Böylesine küçük bir ayrıntıyı Demir’ e paylaşmalı mıydı? Uzun bir süre düşündükten sonra önce kendisinin bu konuya bir açıklık getirmesi gerektiğine karar verdi. Aklını karıştırıp bulandırmak istemiyordu.
                “Korktum sadece o adamın psikolog olduğunu anlayamadığın için yanlış bir cevap vermenden korktum.” Demir rahat bir nefes almıştı.
                “Tek öyle olsun. Sana bir şey oldu diye korktum ben de. Sahi o psikolog muydu? Neredeyse adamı tersleyecektim.”
                “Aman kendini tuttuğun iyi olmuş. Onlar da işin erbabı baksana tam sorgu bitti havası verip son anda hamlesini yaptı.”
                “Öyle değil mi? işi biliyorlar.” Diyerek güldü. Fatma da zoraki gülmüştü. Demir, safa yatıyor Fatma da ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Rol yaptığı her halinden belli oluyordu çünkü.
                Yanlarına bir bayan yaklaştı. Elinde bir evrak tutuyordu.
                “Demir Bey hakkınızda ki karar açıklandı. Resmi olmayan bu evrakı size vermemi istediler. Zaten hukuksal yollarla size tebliğ edilecek ama kurul hemen çalışmalara başlamanız için size küçük bir iyilik yapmak istedi.” Demir ağzı kulaklarına varmış bir şekilde sevinerek evrakı elinden aldı. Fatma heyecanla cevabı bekliyordu.
                “ Lisansımı alabilmem için üç maç yapmam kararı alınmış.” Fatma sevinçle havaya bir yumruk savurdu.
                “İşte bu.”
                “İlk maçı kendim seçtiğim kendi ağırlık sikletimle aynı lisanslı bir boksörle dövüşebileceğimi bu kişiyi kurula üç ay içinde bildirmem gerektiği yazıyor.”
                “Şoktayım Demir bu çok iyi.”
                “Çok ilginç neden kendim seçiyorum.”
                “Sana bir güzellik yapmışlar. Bu çok iyi. Senin için bir avantaj. Kendini psikolojikmen daha hazır hissedersen tanıdığın bir sporcuyu ikna edersek muhteşem olur.” Demir gülümsüyor ama tedirgin olduğu da belliydi. Fatma onu rahatlatmaya çalışıyordu. Bu çok değişik bir karardı. Doğrusu Fatma da beklemiyordu. Hem bir avantaj hem de dezavantajdı. Kural ihlalinde Demir’ i silmek daha kolay olacaktı. Sonuçta kendisinin bulup getirdiği bir sporcu bahane üretemezdi. Ama isterse büyük avantajdı. En azından Demir’ de içten içe var olmuş bir ring korkusu vardı. Tanıdığı bir sporcu ile bunu atlatması daha kolay olurdu. Aklına ilk İbrahim geliyordu. Demir’ in fiziksel özelliklerini bilmiyordu ama görünüşte İbrahim bir siklet aşağıda gibiydi. Ama ortağını kabul etmezlerdi. O kadar da insiyatifli olacaklarını sanmıyordu.
                “Ee ne yapıyoruz?” demir seslenmiş Fatma rüyadan uyanmış gibi olmuştu. umutla ona gülümsedi ve;
                “O zaman başlıyoruz.” Dedi. Demir heyecanla;
                “Nasıl yani beni çalıştıracak mısın!”
                “Evet!” Demir sevinçle ayağa kalkmış ve Fatma’ yı kendisine çekip sarılmıştı.
                “Sakin ol şampiyon!”
                “Ha ha! Artık sakin olmak yok Fatma haydi gidelim ve çalışmaya başlayalım.”
                “Öncelikle şartlarım var. Öyle yok.” Demir hızla asansöre gidiyordu.
                “Tamam herşeyine kabulüm. Söz ne dersen yapacağım.”
                “Bu sefer kontrat yok.”
                “Tamam o da yok. Istediğin zaman gidebilirsin. Kapı açık asla seni kimse zorlamayacak söz veriyorum. Ama ben adım gibi biliyorum seninle gerçek bir takım olacağız. Sen kendin gitmek istemeyeceksin”   
                “Hadi bakalım…”



17.   BÖLÜM (RAKİBİM KİM OLACAK?)



                Demir sabah erkenden salona gelmişti. Savaş Bey, Fatih, İbrahim. Yakup ve İbrahim’ in takımı, doktor, sağlık çalışanları ve Onur. Toplam on beş kişilik bir ekip Demir için hazır bekliyordu. Antrenmanlar için Demir’ e destek olacaklar İbrahim’ in ekibiydi. Eğer ileride Demir başkalarıyla da çalışmak isterse bunu Fatma değerlendirip karar verecekti.
                “Haydi beyler şimdi hepiniz soyunun.” Diye Fatma talimat verdi. Demir affallamıştı. Hayır bunu Onur dese bu kadar irrite olmayacaktı ama bir bayanın ona böylesine ağır bir talimat vermesi onu zedelemişti. Kendisini bir kez daha bir bayanla çalışma açısından sorgulamıştı. Ama düşünmeye vakit bırakmadan Fatma’ dan elindeki evraklarla omzuna bir şaplak yedi.
                Üzerinde şortu olmayanlar soyunma kabinlerine gidip giyinip gelmişlerdi. İbrahim ve yanında getirdiği kendisinden çok daha koyu tende olan zenci arkadaşı dışında hepsi on sekizli yaşlarda çelimsiz ve kassız gençlerdi. Demir hala bakıyordu. Fatma önüne gelip;
                “Hadi seni bekliyoruz. Git soyun gel.” Demir kafasını onaylar şeklinde öne kırıp koşarak soyunma kabinine gitti. Bu esnada Fatma önce en zayıflardan ölçüleri alarak kendi defterine Onur’ a not ettirdi. Ölçümleri doktor yapıyordu. Doktor;
                “İbrahim’ in ölçüsü 1.85 cm boy. 88 kilo.” Tartıya o zenci çocuk çıkmıştı.
                “Azad’ ın ölçüsü 1.90 cm boy. 95 kilo.”
                “Güzel.” Dedi Fatma. Azad’ ın ölçülerini beğenmişti. Demir gelmiş ve izliyordu.
                “Demir sen çık.” Dedi Fatma. Demir hemen tartıya çıktı:
                “Demir’ in ölçüsü 1.88 cm boy. 94 kilo.”
                “Güzel.” Dedi FAtma ölçüleri ağır siklet için uygundu. Şuan için Azad ile dövüşe de uygundu. Fatma memnun bir yüz ifadesi ile Demir’ in etrafında dolanıyordu. Kendi kendine söylenmeye başladı;
                “Kilon çok düşmemiş çok iyi. Kaslar yerinde. Kuvvetlendirmek kolay olacak. Aferin vücudunun hiçbir yerinde  dövme de yok. En sevdiğim vücut tipi aferin.” Demir kızarmaya başlamıştı. Demir’ in yüzü al al olunca gençler ses çıkarmamaya gayret gösteriyor ama gülümsemekten de kendilerini alamıyorlardı.
                Fatma’ nın disiplinli bir hoca olduğunu bildikleri için hayatta gevşeklik yapamazlardı. Bunu bilmeyen tek kişi Demir’ di. Onlar için en büyük ceza ise salonunda çalışmalarına izin vermemek olurdu. Sonuçta onlar çocuk değildi. O da anneleri. Beğenmediği sporcuyu anında kovardı. Gözünün yaşına bile bakmazdı.
                Sert bir el şıklatmasıyla;
                “Haydi beyler hepiniz ısınmaya Demir, Azad ve İbrahim. Sizzler benle.” Diyerek salon kenarında koşmaya başlamışlardı. Diğer gençleri Onur çalıştırıyordu. Savaş Bey aldığı isimleri maaşlandırmak için kenarda çalışanları ile bilgisayar üzerinden kayıtlarını ve sgk işlemlerini yürütüyorlardı. Gençler kazancın yüzde üçünden maaş alacaklardı. Ibrahim ve Azad biraz daha yüksek alacaklardı. Fatma’ nın maaşını ise şirkete düzenli bağlamışlardı.
                Fatma bir iki tur attıktan sonra üçlüyü durdurdu. Ibrahim’ e yumruk yastığı giymesini söylemişti. Üçlü ellerini sarıp eldivenlerini giydiler. Ibrahim ise yastığı takıp hazır bekledi.
                “Azad ben Demir’ e yumruk çalıştırırken sen kum torbasına bin yumruk atacaksın.” Demir affallamıştı. Tehlike çanları alev alev yanıyordu. Kendisinin çalışmasının ne kadar uzun olacağına mı yansın yoksa Azad’ ın bin yumruk atmasına mı yansın karar verememişti.
                “Evet Demir başla.”dedi ve başıyla İbrahim’ e işaret etti. Demir ayak ritimleriyle yumruk dövmeye başladı.
                “Hayır ayakları kullanma sadece yumruk istiyorum.” Demir kendisine denileni dinlemiş ve tekrar yastığa dönerek yumruk çalışmasına başlamıştı. Fatma kendisine en yakın olan banka oturmuş ve onları izliyordu. Diğerlerinden tamamen kopmuş bir şekilde çalışıyorlardı. Azad ise ritimli bir şekilde yumruk çalışması yapıyordu. Demir bu işin ne zaman biteceğini boyna sorgulayarak yumruk atıp duruyordu. Ama sesini de çıkaramıyordu. Soru bile sormaya çekiniyordu.ç
                “Vur!” diyerek arada Fatma talimat veriyordu. Ama yalnızca vur diyordu.
                “Evet vur! Devam.” Demir sıkılgan bir şekilde vurmaya devam ediyordu. Yorulmaktan çok sıkılmışa benziyordu. Yaptığı tek şey vurmaktı. Adım bile atamıyordu. Belinin ağrıdığını hissediyor ve sıkıldıkça İbrahim ile göz göze geliyordu. Ibrahim çatık kaşları ile onun yumruklarını karşılıyordu. Hiç sıkılmışa benzemiyordu. Gözleri etrafı aramıyordu hatta gözlerini resmen ona kitlemişti. Bunu nasıl yaptığını merak ediyordu.
                “Vur! Devam.” Kolları mı düşmüştü. Neden Fatma daha sert bir ses tonu kullanmıştı. Zaman geçmek bilmiyordu sanki. Azad yumruk atmayı bırakıp Fatma’ nın yanına geldi;
                “Hocam bitti.”
                “Güzel. Senden gençleri yumruk çalıştırmanı isteyeceğim.” Dedi. Demir’ e bu görev oldukça hafif gelmişti. Ama Azad gocunmadan koşarak kendisine söyleneni yapmaya başiamıştı. Demir bir an için duraksadı ve terini sildi.
                “Ne oldu?” Fatma şaşırmış bir şekilde soruyordu. Oysa Azad’ a en başta Demir’ i çalıştırırken sen de yumruk at demişti. Azad yumruk sayısını bitirmişti. O zaman onun da bitirmesi gerekmez miydi?”
                “Ara yok mu?” Demir yüzü oldukça ciddiydi. Ellerinde eldiven havaya savurarak sordu bu soruyu.
                “Hayır ben söyleyene kadar sana ara yok.”
                “Su bari içeyim.”
                “İçemezsin.” Şaka olmalıydı. Bu tavrı motivasyonunu dibe indirmişti. İstemsizce yumruk atmaya devam etti. Gün neredeyse bitmek üzereydi. Gençler dağılıyor Demir ise sürekli isyan edip duruyordu. Fatma istediği randımanı alamamıştı.
                Ertresi gün tekrar yumruk çalışmaya başladılar.
                “Vur eller yukarı haydi!” sürekli Demir bu sözleri duyuyordu. Kendisi usanmıştı da FAtma bunları söylemekten usanmamış mıydı?
                “Vur devam!” demir bugün neyle karşı karşıya olduğunu daha iyi biliyordu. bu yüzden suyunu içmiş karnını iyi doyurmuştu.
                “Vur!” etrafında insanlar sürekli farklı teknikler çalışıyor ara veriyor hatta kahve molası bile verebiliyorlardı. Diyet konusunda FAtma’ nın onlara karşı insiyatifi bile varken Demir’ e suyu bile kıskanıyordu. Onunla bu kaderi paylaşan tek bir kişi vardı ki o da İbrahim’ di. Ona bugün sinirli değil hayran bakışlarla bakıyordu. Çünkü Demir ne kadar isyankarı oynasa da İbrahim bir o kadar güçlüyü oynuyordu:
                “Ne oğlum sen çelikten falan mı yaratıldın?” İbrahim gülümsemişti.
                “Konuşma vurmaya devam et. Haydi Vur!” Demir hayal kırıklığı ile başını sallayıp vurmaya devam etmişti. Gün yine bitiyor ve Demir hala vuruyordu. Günü başarmıştı da bu seferde kaç günde bu işin biteceğine takılmıştı Demir.
                “Vur!” kafasına tokmak gibi inen bu vur sesinin sahibi de mi acıkmıyordu. Su bile içmiyordu sanki.
                “Tamam yeterli.”
                “Ohh!” diyerek Demir kendisini banka Fatma’ nın yanına atıvermişti.
                “Ne o Şampiyon mutlu değilsin?”
                “Ya düşünüyorum da bütün gün bu bankta oturmayla basenlerin erimiyor mu senin?”
                “Kalk tekrar!” Demir affallamıştı. Ama Fatma şaka yapmıyordu. Yaptığı şakanın cezası kesilmişti. Kalkmazsa yüzündeki ifade onunla bir daha görüşmeyecek kadar ciddi bakıyordu. Demir korkuyla hemen ayağa kalktı ve FAtma’ ya baktı;
                “Yumrukla!” fatma sinirli bir şekilde eliyle İbrahim’ i göstermişti. Hiçbir şey demeden ynalarından ayrıldı. Demir bu anı fırsat bilmiş ve İbrahim’ e dert yanmıştı;
                “Hayır şaka yapmıştım.”
                “Keşke yapmasaydın dostum al bak kimbilir kaç saatimize mal olacak kim bilir.”
                “Hadi ya. Hayır anlamıyorum ne yapmalıyım.”
                “Fatma ile çalışacaksan çeneni sıkı tutacaksın dostum olay bu.”
                “Haklı ama o kadar erkeğin arasında nasıl dursun? Küfür sevmez. Saygısızlık sevmez. Üsturuplu davranacaksın ona karşı. En basit küfürleri bile yanında yapma sakın. Kahretsin falan bu kelimelerde anında cezayı yersin.”
                “Sen hiç yedin mi?”
                “Yok bizim evde de babam kızardı. O yüzden hiç ceza yemedim”
                “Desene efendi çocuksun anladım. Sokma gözüme gözüme .” Demir oldukça bozulmuş onun bu tepkisine İbrahim gülmüştü. Fatma geri dönüyordu. Ibrahim hemen düzelmişti. Demir’ in bu hareketi dikkatinden kaçmamıştı.
                “Tamam bu kadar yeter. Yarın Demir seninle sizin evde çalışacağız. Gençler burada çalışacak. Azad ve İbrahim gelecekler bir tek.”
                “Tamam Fatih alır seni o zaman. görüşürüz.” Demiş ve Demir ile İbrahim duş için içeri geçmişlerdi. Fatma çoktan hazırlanmıştı.
                Ertesi sabah yalnızca İbrahim, Azad ve Demir vardı. Ibrahim ve Azad’ ı eşleştirmiş Fatma da Demir’ i kendisine almıştı. Bu sefer yumruk çalışmasını Demir FAtma’ nın tuttuğu yastıklara yapacaktı.
                “Bugün daha ağır olacak şampiyon hazır mısın?”
                “Sabahın beşinde hiç olmadığın kadar bebeğim.” Demiş ve suratına yastığın sert yanından bir yumruk yemişti. Gözünde yıldızlar belirmiş ağzı uyuşmuştu. Eldivenleri ile ağzını ovuşturmaya çalışıyor ama hiçbir etki sağlamıyordu. Ağrı geçene kadar öylece kalmıştı.
                “Zevzeklik yapıp durma Demir.”
                “Sadece şaka yapmıştım.”
                “Burada kasları güçlendiriyoruz Demir. Gevşeklik yapmanı istemiyorum. kaya gibi sert vücuda sahip olman lazım.”
                “İyi de böyle tüm gün va va yumruk atarak mı?” Elleriyle havaya dalga geçer bir tiple yumruk atmıştı.
                “Evet böyle. Anladın mı böyle. Daha irade sahibi bile değilsin. Nasıl güçlendireceksin bu kasları? Benim tarzım bu genç adam. Ister kabul et ister etme.”
                “Ediyorum ediyorum. Sorun o değil. Sadece neden böyle yaptığımı öğrenmek istiyorum.”
                “Sormamayı öğrendiğinde neden yaptığını da öğrenmiş olacaksın. Doktor seni ameliyat ederken sen boğazındaki hortumu çıkartıp soruyor musun? Neden böyle yapıyorsun diye. Ama vücudun rahatladığında hangi noktanın iyileşmiş olduğunu anlıyorsun. Kendini bana teslim ettin. Sorgulamayı bırak. Sadece sana söyleneni yap. Anlaştık mı? Kendinde hissettiğin değişimler sana cevap olacaktır.”
                “Peki tamam. Soru yok, şaka yok, yemek yok, su yok. herşey sen istediğin zaman olacak.”
                “Süper şimdi başlayalım. Vur!”
                Demir konuşmanın gazıyla tüm kuvvetiyle vurmuştu. Fatma’ dan beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Tüm gücüyle bağırmıştı.
                “Aferin! Işte böyle vur!” demir daha güçlü vuruyordu. Güneş ağarmış sabah omak üzereydi. Vurmaların ardı sırası kesilmiyordu. Demir daha sert daha sert vurmaya çalışıyor, fatma her defasında daha sert bağırıyordu. Sabahın sessizliği horoz sesleri ile değil “Vur!” sesleri ile bozuluyordu. Fatma milim milim geriye gidiyor Demir onunla beraber aynı hizada ilerleyerek vurmaya devam ediyordu.
                “Vur!” vur sesleri beynine işlenircesine inliyordu. Öğlen olmuş, akşam olmuş hava kararmıştı. Bahçenin ışıkları yakılmış bu şekilde aydınlatılıyordu. Evdeki çalışanlar ara ara gelip onları izliyordu. Tek yaptıkları vurmaktı. Ibrahim ve Azad çalışmalarını sonlandırmışlar ama Demir henüz daha devam ediyordu.
                Gece yarısı olmuştu. Demir azimli bakışları ile durmaya hiç niyetli görünmüyordu. O çok zorlandığı iki günden sonra bugün sanki zincirlerini kırmış ve sonu olmayacak kadar kendisini devam etmeye hazır hissediyordu. Bacak kaslarının güçlendiğini hissedebiliyordu.        
                “Vur!” Her vur deyişinde Demir artık güçlendiğini hissediyordu. Bir ara tüm çalışanlar bahçeye toplandılar ve izlemeye koyuldular. Kendi aralarında boyna fısıldaşıp duruyorlardı.
                “Sence kaç saat böyle dayanacak?” Balık etli genç adam korkulu gözlerle Fatih’ e sormuştu bu sorusunu.
                “Şu bakışlara bakılırsa hiç yılacak gibi durmuyor.”
                “İddiaya girmek isteyen var mı?” Cılız orta yaşlardaki adam olaya keyif katmak istiyor gibiydi.
                “Kaç saat oldu?” Balık etli genç adam sormuştu.
                “Şuan tam yirmi iki saat oldu.” Dedi mutfakta çalışan oğlan. Başka bir çalışan adam cebindeki parayı elinde sıkıştırarak
                “Ben iddiaya varım haydi nesine?”
                “Ben de varım beyler bence dayanamayacak.”
                “Bence dayanacak.” Demişti cılız orta yaşlardaki adam.
                Heyecan doruklara tırmanmıştı. Kadınlar geriden seyrediyor. Beyler daha bir öne çıkmış heyecanla sanki maç yorumluyorlardı. Demir esen rüzgarda ter akıtıyordu. Fatma keskin gözleriyle ona bakıyor ve sesinden bir ton bile kaybetmeden “Vur!” demeye devam ediyordu. Demir her defasında sanki bedeninden sıyrılmışcasına daha bir güçlendiğini hissederek gayretle vuruyordu.
                “Şuandan itibaren tam yirmidört saat oldu beyler haydi var mı arttıran?”
                “Durun sanki bitiriyorlar gibi.” Çok ileride ara vermiş gibi görünüyorlardı. Fatma ellerini indirmiş ona bir şeyler söylüyordu. Demir de başını onaylar şeklinde sallayıp duruyordu.
                “Haha beyler ben kazandım. Paraları alayım.”
                “Oo haksızlık ama. Ne biliyoruz belki Demir durmak istedi.” Cılız adam paraları cebine sokuştururken;
                “Baksana Demir’ in duruşuna yorulmuş gibi bir hali var mı kartal gibi dimdik duruyor. Haydi haydi yatalım artık sabaha az kaldı.” Diğerleri suratlarını asmış hayal kırıklığı içinde mırın kırın ederek içeri geçiyorlardı. Bayanlar da içeri geçmişti.
                Herkes içeriye girmiş Demir ve Fatma yalnız kalmışlardı.
                “Hemen gidip yatma biraz yürüyüş yapmanı isteyeceğim.”
                “Olur. Aslına bakarsan kaslarım zonkluyor ve kurt gibi açım.” Fatma, Demir’ in eldivenlerini söküyordu.
                “Nasıldım sence?” Fatma eldivenleri çıkarmış bağlarını çözüyordu. Demir’ in yorgun ama heyecanlı sesine gülümsemişti.
                “Biliyor musun Demir? Üçüncü gününde yirmidört saate tamamlayan ilk öğrencim sensin.”
                “Şaka yapıyorsun!” Demir çoşkuyla havalanmış parmaklarını saçlarına geçirmişti.
                “Ama İbrahim Azad onlar da yanımızdaydı.” Fatma göl kenarına doğru yürümeye başlamıştı. Demir de heyecanla ona bakıyor ve aynı zamanda onunla yürüyordu.
                “Evet onlar da bu süreye ulaştılar ve hatta aç susuz uykusuz bir şekilde ara vermeden bundan çok daha uzun sürelerde de boks çalışması yaptılar. Ama ilk yirmi dört saate çıkmaları neredeyse bir haftayı bulmuştu.”
                “Peki ya İbrahim? Onu dövüşürken de izledim. Çok güçlü o niye hemen çıkamadı anlamadım.”
                “İbrahimle kendini yarıştırma Demir. O boks hayatına herkesten bir adım önde başladı. Boks onun kanında geninde var. O kendi kardeşlerinden bile daha özel Yakup da öyle.” Demir içten içe kıskanmıştı. Kendisiyle yarıştırma tenezüllünde bile bulundurmuyordu.
                “Nasıl yani sen genetik faktörlerin böylesine bir sporda etkin olduğuna mı inanıyorsun?”
                “Spor olarak bakma Demir. Vücut olarak bak, kas yapısı olarak bak. Vücut ölçüleri senden düşük olmasına rağmen görüntüsü bile nasıl farkediyor. Bunu ancak aynı ölçülerde olan kişilerle yan yana getirdiğinde anlayabilirsin. Ibrahim yapılı ve güçlü bunu asla inkar edemezsin. Zaten dövüş ortağın Azad değil İbrahim. Azad yedek boksör.” Demir affallamıştı.
                “Şaka yapıyorsun. Gerçekten beni aşağılamadığından emin misin? Beni hakikaten hafife alıyorsun ne yani alt sikletle dövüşeceğim. Azad ile aynı sikletteyiz.”
                “Azad seni zorlamayacaktır. Iki roundda işini halledersin. Sence bu düşüncem seni küçümsediğimi mi gösteriyor?” Demir ağzını bile açamamış öylece ona bakarak yürüyordu. Fatma ona bir bakış atmış ve anlaşılmış olmanın verdiği rahatlıkla devam etmişti.
                “İbrahim özel bir çocuk. Doğuşsal özellikleri, çocuk yaşta spora başlamış olması ona hep artı kazandırmış. Aynı zamanda teknikleri adı gibi biliyor. Lise çağına gelmeden bu işin okulunu bitirmişti. Insanları dövüş tekniği ile karakterize edip onları analiz edebiliyor. Senin veya hayatında ilk defa dövüşeceği kişinin dövüşme tekniğini yalnızca iki rounda çözüp ona göre dövüşebiliyor. Iki elini de kullanabiliyor. Istediği an yalnızca elini değil bacaklarını da değiştirebiliyor. Yani anlayacağın zirveye çöktüğü an yıllarca oradan inmeyecek biri. Geleceğin şampiyonu. Seninle çalışmayı kabul etmiş olması senin için büyük bir avantaj. Bunu ileride anlayacaksın. Sana sadece şunu söyleyeyim Demir, onu nakavt yaptığın an. Artık Dünyaya açılmak için hazırsın demektir.”
                “Anladım. Peki ya sen? Benimle çalışırken bir kere olsun adımların bile aksamadı. Yüzünün ifadesi değişmedi. Sen ne zamanda yirmi dört saati tamamladın?”
                “Önce şunu söyleyeyim. Daha iyisi de olabilirdi ama sen beni çok yargılıyorsun. Önce aklından onu silmelisin. Tekniklerimi küçümsüyor ve gerekli bulmuyorsun. Kadın olmam sendeki inancı kırıyor. Önce bu meseleyi içinde çözmen lazım. Benimle çalışmak senin gururunu incitmemeli.” Demir yürümeyi bir an için durdurmuş ve ona ciddi bir yüz ifadesi ile bakarark;
                “Gerçekten seninle çalışmak beni incitmiyor. Ilk başlarda haklısın kadın olman ben de itici bir etki yaratmıştı. Ama zamanla senin benden ve daha bir çok boksörden çok daha yetenekli olduğunu anladım. Hatta artık sana saygı duyuyorum. Ama yalnızca neyle karşı karşıya olduğumu bilememek beni huzursuz ediyor.”
                “Her müsabakada farklı insanlarla dövüşeceksin. Yeri gelecek kimliği aynı ama bambaşka bir insan karşına çıkacak tekniklerini değiştirerek. Neyle karşı karşıya olduğu hiç bir zaman bilemeyeceksin. Böyle bir hayata artık hazır olmalısın.” Demir soğuk kanlılıkla başını sallamıştı. Fatma yürümeye devam etmeye başladı;
                “Peki ya sen Fatma, söylemedin ilk yirmi dört saate çıktığın zamanı.” Fatma acı bir tebessümle karşıladı bu soru tekrar kendisine yönelince.
                “12 yaşındaydım Demir. Yusuf Baba ilk antrenmanımız bu irade güçlendirme tekniğiydi. O bana dur diyene kadar asla durmamıştım.” Demir’ in tüyleri diken diken olmuş ve o soruyu sormaya çekinmişti. Boğazında anında bir kuruma hissi oluşmuş ve o histen sıyrılmak için yutkunmuştu;
                “12 yaş ha. Vay be çocukmuşsun eminim Yusuf Hoca seni çok zorlamamıştır değil mi?” Göl kenarına gelmişlerdi. Gölün kıyısında sallanan büyük bir salıncak vardı. Fatma oraya yöneldi. Salıncağa oturdu. Demir de hemen ardından salıncağın diğer tarafına oturdu. Gökyüzü hafif turunculaşmış güneş karşıdan doğmak üzereydi. Sessizce güneşin ne taraftan doğacağına bakınıp tahmini yerini belirledikten sonra o yönde gözleri takılı geçmişe dalıp gitti. Demir sessizce onu izliyordu. Sakin sakin sallanan salıncak vesilesiyle oluşan rüzgar yüzünü okşayıp geçiyordu. Sonra Fatma aniden derin bir nefes aldı.
                “Tamam dur demeseydi ben vurmaya devam edecektim Demir. Durduğumuzda bana uzun bir baktı şöyle. Bense hala yumruklarımı kaldırmış hazır bekliyordum. Dövmeye daha doymamıştım.” Bir an yüzü ağlayacak gibi olmuş sonra gülümsemeye başlamıştı.
                “Dövülecek o kadar çok kişi vardı ki hayatımda listeyi daha yarılamamıştım bile. Yusuf Baba ise kolundaki kronometreye bakmış sonra da öylece bana bakıyordu. Bense ne yapacağını bilmiyordum. Başını salladı. Ve ardından otuzaltı saat dedi.”
                Demir’ in gözleri yuvalarından çıkacaktı neredeyse;
                “Otuzaltı saat mi?” Fatma umarsızca onun tepkisine gülüyordu. Onun için bu saat dilimi hala yetersizdi.
                “Demir, ben antrenman yapmıyordum. Ben dövüyordum. Içimdeki öfkemi atmak istiyordum. Ama ne yazıkki bu fayda vermiyordu. Bense daha çok daha çok vuruyordum. Böyle dineceğini sanıyordum. Boks benim için hiçbir zaman spor olmadı. Rahatlamam için yalnızca bir araçtı.” Demir şaşkınlıkla başını sallıyordu;
                “Şuan sonraki antrenman saatlerini sormaya korkuyorum.” Fatma gülmüştü.
                “Bencede sormasan iyi edersin.” Aralarında sessizlik hüküm sürmüştü. Yalnızca gökyüzüne doğan turuncu güneşin verdiği huzura dalmışlar öylece izliyorlardı. Turuncu rengin göle yansıması ile hareket halindeki su sanki altına bulanmış da öyle parıl parıl parlıyordu.
                “Demir ilk dövüşünü kimle yapmak istiyorsun aklında bir isim var mı?” Fatma arlarındaki sessizliği bozmuştu.
                “Aklıma kimse gelmiyor. Eskilerden kimse ile dövüşmek istemiyorum. Ibrahim ile aynı takımdayız. Yenilerde de kim var bilmiyorum.”
                “Peki o zaman etrafa bir haber salalım. Sosyal medya üzerinden lisansın kesinleşmedikçe aslında duyurmak istemiyorum. hemen hedef haline gelme. Seninle daha çok işimiz var.”
                “Ama sonuçta dövüşmek için sahadayım değil mi? yani sosyal medyada duyurmanın bir sakıncası olduğunu sanmıyorum.” fatma ona kararsız bir şekilde baktıktan sonra;
                “Peki sen bilirsin.” Dedi aklına kötü bir şey gelmiyordu. Hayır sosyal medyada geri döndüğü duyulsa ne olacaktı ki? Ama kendisinin de sahalara döndüğünün duyulacağını hesap etmemişti. Başına geleceklerden habersiz Fatma başıyla onayladı.
                “Kahvaltıyı hazırlamışlardır.Gitsek iyi olur. Kahvaltı sonrası duş alıp iyice dinlen. Amman diyeyim uyurken üstüne üsturuplu şeyler giy. Her an odana geleceğim ve seni ansızın antrenmana çağıracağım.” Demir kahkaha atmıştı.
                “Ah Kalbim ah! Ama seni nasıl keklemişti.” Fatma ona çatık kaşlarıyla bakıp ardından salıncaktan inmişti. Demir arkasından koşarak gelip;
                “Hayır ne var arkadaş olsak senle. Neden aramıza duvar örüyorsun?”
                “Çünkü biz arkadaş değiliz. Öğretmen ve öğrenci gibiyiz.”
                “Onlar da arada şakalşıyorlar.”
                “Biz de gevşeklik kasları da gevşetir. Amacımız kasları taş gibi sert yapmak değil mi? Gülerken nasıl olacak bu iş ha? Bu arada sevgililerinize ne cins lakaplar takıyorsunuz. Kalbim de ne söylesene?” Demir onun hızlı yürümesine yetişemiyordu. Kasları şimdiden hamlamıştı. Neredeyse topallar gibi koşarak gerisinden geliyordu. Beli de tutulmuştu.
                “Kalbim onun kendi adı.”
                “Ne ciddi misin? Bu daha kötü.” Demir gülüyordu.
                “Eski kuşaklar ne yaparsın işte.” Fatma kendisine gelen taşı farketmiş ama ardına bakmadan gülümsemişti.
                “Bir ara beraber dışarıda takılalım mı? Tüm takım beraber yani.”
                “Hele bir hakkını verelim o günlerde gelecek?”
                “Yani senin istediğin yerler olacak ya da film izleyelim ne dersin? Hangi filmi seviyorsun? Malum biliyorsun ses sistemli biro dam var.” fatma kahkaha atmıştı.
                “Evet evet biliyorum kalite kontrolünü beraber yaptık.” Demir bozulmuştu. Ses bile çıkaramadı. Fatma ise gülmeye devam ediyordu.
                “Tamam tamam bozulma hemen. Rocky’ yi çok severim. Küçüklükten beri izlerken en keyif aldığım filmdir. Zaten Rocky’ nin filmleri sayesinde boksör oldum. Ne yalan söyleyeyim. Siz güzelim ses sistemine o saçma sapan müziklerle işkence ederken aklımdan rocky’ i izlemek geçmişti. Yazık o kadar güzelim sistemi heba ediyordunuz.” Demir affallamıştı.
                “Sahi bu geçti mi aklından?”
                “Ooo hem de nasıl. Düşünsene görüntü efektlerinin o kadar kuvvetli olduğu bir odada dört bir yanından seyirciler tezahürat yaparken sen sanki sahnenin içindeymiş gibi dövüşü izliyorsun. Vay be nasıl da güzel olurdu.” Demir şaşkınlığını hala üzerinden atamamıştı.
                “Tamam peki izleriz. Yani senden de böylesi bir şey beklenirdi.”
                “Ne demek şimdi bu?” Demir kırmak istemiyordu ama içindekini de söylemese patlardı.
                “Hakikaten kuşak atlamışsın. O demek.” Fatma gözlerini kısmış ona sinirli sinirli baktı.
                “Akşam görüşeceğiz senle.” Diyerek yanından ayrılıp mutfağa yöneldi. Demir ardından öylece bakakalmıştı.
    






18.   BÖLÜM (SIKI ÇALIŞMALAR BAŞLADI)

               


                Yatak mı sallanıyordu yoksa deprem mi oluyordu? Bir anda yatağından fırladığında ayağı ile karnını itekleyip duran Fatma’ yı karşısında buldu.
                “Hadi be ne kadar derin uykun varmış. Uyan gidiyoruz.”
                “Ne! Ne var! Ne oldu! Saat kaç?”
                “Saat üç.”
                “Oo ne kadar çok uyumuşum. Bir gün geçti mi ne çabuk ya?” Diye söylenerek yatağından fırlayan Demir hızla lavaboya koşmuş ve geri gelmişti. Fatma’ ya bir bakış atıp perdeyi aralayıp dışarı baktı. Fatma iki elini göğsünde bağlamış öylece bekliyordu.
                “Sakın bana gecenin üçü deme.”
                “Hayır değil tabiki sabahın üçü. Hadi hızlı hazırlanman için otuz saniyen var.” Demir telaşla elini yüzünü yıkıyor dişlerini fırçalıyor bir yandan da Fatma’ ya laf yetiştiriyordu.
                “Ya yuh tuvalete bari gireyim. Malum sen başladın mı ona da müsaade etmiyorsun.” Fatma çoktan odadan dışarı çıkmış koridorda onu bekliyordu. Demir hala kendi kendine söylenerek odaya geri gelmiş ve bomboş odayla karşılaşmıştı. Demir umudu kırılmış başını iki yana sallayarak dışarı çıktı.
                “Tamamım.” Dedi ve ikisi evden dışarı çıkıp koşmaya başladılar. Demir kendisi ile beraber çalışan bir antrenöre hiç alışkın değildi. Hele de bu bir kadın olunca kendisine bir çeşit meydan okuma gibi algılıyordu. Ama Fatma’ nın böyle bir niyeti yoktu. Fatma bu hallere oldukça alışkındı.
                Beraber hiç bir şey konuşmadan sadece koşuyorlardı. Heryer karanlıktı. Demir temiz havayı ciğerlerini doldururcasına içine çekti. Kimseler yok, sessizliğin hakim olduğu karanlıkta yalnızca kendini dinliyordu. Kendisine keyif verdiğini farkettikçe Demir, daha bir sarılmıştı antrenmanına. Ahırların yanından geçerken hayvanların bile uykulu homurdanma sesleri geliyordu. Bu çiftlikte güne erken başlamak demek onlarla beraber uyanmak demekti. Ama Fatma ve Demir bugün bu zaman dilimini bile kırmışlardı. Demir kendisinde hissettiği başarı hazzını doyasıya yaşıyordu.
                Dağ, tepe demeden hiç durmadan ayın ışığında koşuyorlardı. Tepelerden gelen kurt sesleri ne kadar ürkütse de sert vuruşları ile yerden çıkardıkları ses hayvanlar için daha bir ürkütücüydü. Tempolu bir şekilde sabahın ilk ışıklarına kadar koştular. Bu kilometrelerce koşmak demekti.
                Fatma da hiç bir ses ya da tempo değişikliği yoktu. hala rahat ve dingin bir görünüşü vardı. demir biraz zorlanıyor olsa da iç dünyasında dalarak yorgunluğunu düşünmemeye çalışıyordu. Her ne kadar geçmişine yönelmeye çalışsa da Fatma’ nın sağa sola sallanan uzun saçları dikkatini dağıtıyor ve dikkatini ona doğru çekiyordu. Kendisine bu kadar yakın boya sahip tanıdığı bir kadın yoktu annesi hariç. Şöyle bir baktığında annesine de benziyordu hani. Yalnızca annesi daha bir sarışındı. Fatma saç rengi olarak daha koyu tonlara sahipti ama yüzünün beyazlığı annesini anımsıtıyordu. Yüzüne çarpan kokusu ise kendine has bir çiçeği andırıyordu. Boynundan sarkan kolyesi ise Demir’ in yeni hediye etmiş olduğu lotus çiçekli kolyesiydi. Demir’ in yüzünde bir tebessüm belirmişti. Fatma’ nın dikkatini çekince bakışlarını kaçırmıştı. Tekrar karşısındaki engin çimenliğe baktı.
                İnsanoğlu ne kadar da sahtekardı. Daha dün bu dünyadan kopup gitmek isterken şimdi hayata sıkıca tutunmuş gelecek kuruyordu. Insan bitti dediği yerde bir kez daha durup beklemeli. Vakit geldiğinde görecek ki yaşam bitmediği sürece hayat da bitmiyordu. Nefes aldığın her an hayata bir çivi daha çakıyormuş insan.
                Sabahın ilk ışıkları ufuklara vurduğu anda artık koyunlar inekler tepelere dağılmıştı. Onların arasından kovalar gibi keyifle koşmaya başlamıştı Demir. Fatma ise ona bakarak gülüyordu. Tüm köylüler Demir’ i tanıyordu. Yakın köylerin içinden geçerken yeni yeni uyanıp hayvanları ile yola düşen köylüler Demir’ e selam veriyordu. Geri dönüş yoluna çoktan geçmişler gölete yaklaşmışlardı. Demir biraz daha dikkatli baktığında İbrahim, Azad ve doktorun göl kenarında beklediklerini farketmişti. Ibrahim ve Azad sanki ısınmışlar soğumamak için durdukları yerde esnetme hareketleri yapıyorlardı. Salıncakta Savaş Bey telefonla oyalanıyordu.
                “Parti var sanırım.” Dedi Demir tedirgin ses tonuyla. Fatma;
                “Artık sen buna parti diyorsan ben de öyle diyeyim.” Diyerek onlarla selamlaştı. Demir öylece bakıyordu. Nasıl bir şey onu bekliyor merakla bakıyordu.
                “Evet doktor bey size zahmet bir yaşamsal fonksiyonlarını değerlendirelim ve not edelim.” Dedi Fatma. Demir olduğu yere çökmüş sağlık personeli ile doktorun kendisini muayene etmesini bekliyordu. Değerleri kaydedildikten sonra Fatma eliyle göleti işaret ederek;
                “Hadi bakalım yüzmeye başla.” Dedi. Demir nasıl bir soğuk suyun onu beklediğini biliyordu. ama reddetme gibi bir şansı da yoktu. tedirgin bir yüz ifadesi ile;
                “Şortum yok.” dedi ve İbrahim elinde tuttuğu bez çantayı Demir’ e uzatarak;
                “Hizmetçi kızlar sağolsun bulup bana verdiler.” Dedi Demir dudaklarını büzerek ağaçlığın arkasına gitti. Geri geldiğinde İbrahim ve Azad’ ı gölde buldu. Kendisine o zaman bir cesaret gelmişti. Ayaklarını soktuğu an tüm vücudunu bıçak keser gibi soğukluk sarmıştı. Yavaş yavaş ilerlerken Fatma;
                “Bu sefer benden talimat bekleme. Dayanamadığın yerde çıkabilirsin. Kalp krizine sebep olmak istemem.” Dedi. Demir titreyerek gülüp;
                “Sağol ya ne kadar düşüncelisin.” Diyerek ilerlemeye devam etti.
                “Ortak atla direk.” Diye seslendi İbrahim. Demir ona sert bir bakış attıktan sonra erkeklik gururunu daha fazla yerler altına almamak için kendisini gölete fırlatıverdi. Tüm vücudu soğukluğa kavuştuğu an içindeki nefesi istemsizce salıvermişti. Hemen su yüzüne çıkmaya çalıştı. Allahtan yüksek değildi. Ayakları yere basınca başını sudan çıkardığı gibi derin bir nefes aldı.
                “Nasıl vücudun alışıyor mu?”
                “Ah! Ne demezsin tam bir bordo bereli gibiyim.” Diye haykırdı Demir. Herkes gülüyordu. Demir bir süre sonra artık dayanamayıp sudan çıkmıştı. Bir saat kadar dinlendikten sonra Fatma tekrar denemesini istedi. Demir tekrar gölete girmiş ve bu sefer daha uzun kalmıştı. Hizmetçilerin getirdiği kahvaltı ile biraz daha soluklanmışlar ve tekrar gölete grime çalışması yapmışlardı.
                “Kesin yazın bu ilk vakitlerini üşüttüğüm için yatakta geçireceğim.”
                “Bir şey olmaz. Direncin artar.” Diye Fatma moral vermişti. Demir söylene söylene suda yüzmeye devam ediyordu. En son aşamada uzun bir süre suda kalmayı başarabilmişti. artık alışmış mıydı yoksa güneş suyu ısıtmış mıydı bilinmez su daha çekilir gelmişti.
                “Su çalışmasının en son aşaması buzlu suya girmek bilgin olsun Demir.” Demişti. Demir gözleri büyüyerek etrafındakilere bakmıştı.
                Yüzme işlemi bitmesiyle eve geri dönüyorlardı. Fatma, at çiftliğinin yanından geçerken aklına bir fikir gelmişti.
                “Demir, dinlenmiş olduğunu düşünüyorum. Haydi at çiftliğini temizleyelim. Bugün çalışanlara bir güzellik yapmış olalım.” Demişti. Demir şaşırmış olsa da yanındakilerin hemen çiftliğe yönelmesi ile o da bu fikre karşı çıkamamıştı.
                Atlar dışarıdaki çitlerin içinde koşturulurken Demir, İbrahim ve Azad at pisliklerini yerden kürekle topluyorlardı.
                “Fatma hep size böyle cins işler mi verir?” İbrahim önündeki işe tüm ciddiyeti ile odaklanmış bir şekilde cevap verdi;
                “Hemen hemen bu tür işler yaparız.”
                “Sizin için zor olmalı.”
                “Yoo ben alıştım. Hem böylece bir çok işi öğrendim. Hayat bokstan ibaret değil. Mesela bir köy okulunun boyanması ve çatısının tamir edilmesi gerekiyordu. Sosyal medyada karşısına çıkmış duyurusu. Hemen atlayıp gittik oraya. O zamana kadar badananın b’ sini bilmem. Hem onların işi görüldü hem de biz kaslarımızı çalıştırmış olduk.”
                “İlginç doğrusu.”
                Fatma çitlerin gerisinde atları içini çeke çeke izliyordu. Onu geriden farkeden Atakan heyecanla yanına geldi. Onun geldiğini Fatma farketmemişti.
                “Atları çok seviyor olmalısın.” Fatma kulağını ıssıran bu sesin sahibini görmek için sesin geldiği tarafa doğru yöneldiğinde Atakan’ ı görünce sevinçle;
                “Ah merhaba nasılsın?” Atakan üzerindeki kahverengi beyaz tonlarındaki binici kıyafetiyle gülümseyerek yanına geldi.
                “Teşekkür ederim. Sen nasılsın bu sefer kaybolmamışsın bakıyorum da?” Fatma gülmüştü.
                “Evet.” Fatma tekrar atlara dalmıştı. Atakan;
                “Ah bu arada benim adım Atakan. O akşam kendimi çok tanıtma fırsatım olmamıştı.”
                “Evet tanışamamıştık ben de Fatma.”
                “Tanıştığıma memnun oldum. Denemek ister misin?” Fatma affallamıştı;
                “Neyi?”
                “Yani ata binmek ister misin?” Fatma duygularını öyle kolayca belli eden biri değildi. Heyecanı yalnızca yüzünde bir tebessümle belirmişti.
                “Çok sevinirdim ama uzun boylular ata binemez derler.” Atakan çoktan kendisine en yakın olan atın üstüne çıkmıştı.
                “Haydi gel. Sen kendin karar ver.” Demişti. Fatma çitlerin üzerinden atlamış ve Atakan’ ın uzattığı eli tutarak Atakan’ ın arkasına binmişti. Fatma istemsizce gülüyordu. At hafif irkilmiş Fatma çığlıkla Atakan’ a daha bir sarılmıştı. Bu esnada dışarı çıkan Demir onları görmüştü.
                “Sakın korkma ben varım tamam mı?”
                “Peki tamam. Şimdi ne yapmalıyım?”
                “Yalnızca bana sarıl.” Dedi ve Atakan atı hafiften koşturmaya başlamıştı. Fatma heyecanla çığlık atıyor etrafındaki çalışanlar onları gülerek izliyordu.
                “Hey bak sürmeyi biliyorsun değil mi?”
                “Araba mı bu süreyim. Rahat ol. Bana güven. Gözlerin açık değil mi? Bak çok şey kaçırıyorsun.”
                “Aaa! Uzaktan hiç bu kadar korkutucu görünmüyordu.”
                “Sen de bu kadar korkak görünmüyordun.”
                “Ya ben jumping yapmış insanım. Ama bu başka bir şey.” Atakan gülüyordu.
                “Sen adrenalini boşuna uzaklarda aramışsın. Bana sıkı tutun asıl heyecan yeni başlıyor.” Demesiyle atı hızla koşturtmaya başlamıştı. Fatma parmaklarını Atakan’ ın çeketine iyice kenetlemişti. Gözlerini hala açamıyor dahası sımsıkı kapatıyordu. Başını onun sırtına yaslamış sanki karşıdan gelecek tehlikelerden böyle korunacakmış gibi arkasına sinnenmişti. Atakan bu durumun farkındaydı ama onu heyecanlandırmak hoşuna gitmişti. Atını son sürat koşturtarak çalışanın açmış olduğu kapıdan dışarı çıktılar. Hafif bir yükseltiden atını atlatmış Fatma yüreği duracak gibi olmuştu. Tokası saçlarından düşmüş artık saçları özgürlüğe uçuşuyordu.
                Fatma’ nın binmediği araba denemediği motor cinsi kalmamıştı. Ama ata binmenin böylesine keyifli olacağı aklının ucundan geçmezdi. her zaman hayaliydi. Ama nerede binebilirdi ki. Kısmet bugüneydi.
                “Açtın mı gözlerini? Bundan daha hızlı koşamaz. Artık açabilirsin.” Fatma yavaştan gözlerini açmış ve alıştıkça manzaranın keyfine varmıştı. Yüzüne esen rüzgar gözlerini yakmıyor dahası içini ferahlatıyordu. Atakan sağ elini tutmuş ve kendisine yakın olan tarafından ata dokundurtmuştu.
                “Araba değil sürdüğüm şey gördüğün gibi kanlı canlı bir at. Onu hissetmeni istedim.”
                “Bu muhteşem bir duygu.”
                “Kesinlikle.”
                Geri döndüklerinde ikisi de hala gülüyordu. Demirse onları bekliyordu. Atakan, Demir’ i farketmiş ve onun önüne kadar gelmişti. Fatma’ yı tek eliyle desteklemeye çalışmış hemen Demir davranarak Fatma’ yı belinden kavrayıp inmesine yardımcı oldu. Atakan da ardından inip atın yelesini okşadı.
                “Merhaba Demir nasılsın?” Demir nedense gülümseyememişti.
                “İyi Atakan sen nasılsın?”
                “İyi uzun zaman oldu.”
                “Öyle. Gelmiyordun uzun zamandır villaya.”
                “Evet bizim işçiler hallediyordu. Atları özledim. Bir göreyim dedim.”
                “İyi etmişsin.”
                “Bu arada instagramda gördüm hayırlı olsun. Ringlere dönmüşsün.”
                “Evet öyle oldu şimdilik.”
                “Peki yine Kobra’ yla mı çalışıyorsun?”
                “Hayır Fatma’yla çalışıyorum.” Diyerek eliyle FAtma’ yı gösterdi. Atakan Fatma’ ya doğru bakmış ve affallamıştı.
                “Nasıl yani sen boksör müsün?” Fatma gülümsemişti.
                “Evet.” Demir, Atakan’ ın yüz mimiklerinden buradan da muhabbet çıkaracağını anlamış hemen öne atılarak Fatma’ nın kolundan çekiştirerek;
                “Ne o sana manken gibi mi geldi? Neyse dostum biz kaçarız daha çalışmamız gereken çok antrenman var. Vakit kısıtlı.” Fatma ne olduğunu anlayamamış ve Atakan’ a bir şeyler söylemek istercesine kekelememişti.
                “Oldu peki vakit darsa ne diyeyim. Fatma görüşürüz. Bir dahakine ata binmeyi de öğretirim.”
                “Ah! Tabi çok sevinirim. Bugün herşey için teşekkür ederim. Muhteşemdi.”
                “Ne demek!” diyerek uzaklaşan Fatma ve Demir’ e el salladı. Demir hala mırıldanıp duruyordu.
                “At binmeyi de öğretecekmiş miş.” Fatma bozulmuştu.
                “Hayır ne var bunda neden sinirlendin? Hem Atakan senin eski dostun aranızda bir şey mi geçti? Neden anlatmıyorsun?” Demir, Fatma’ nın tuttuğu kolunu sertçe kendine çekerek;
                “Ata binmeyi sana ben öğretirim. Onunla fazla diaolog içinde olma.” Fatma anlayamamıştı.
                “İyi tamam sen öğret. Ama neden ona karşı böyle tavırlısın.” Demir söyleyecek bir şey bulamamıştı. Başını dudaklarını bükerek sallamış;
                “Ne bileyim. Güvenemedim bir an. Hadi boşver biz bitirdik burayı şimdi ne yapacağız?” Fatma hala ona aval aval bakıyordu.  
                “Bugün yeterli dinlenebilirsin.” Demişti.
                “Tamam istersen bugün sana at binmeyi öğreteyim.” Fatma hala üstünden şaşkınlığını atamamıştı. Başına iki yana sallayarak bu teklifi reddedip villaya doğru yol aldı.
                Ertesi günler daha sıkı görevler vermeye başlamıştı. Havuzu diş fırçası ile temizletmiş, villanın tüm çamaşırlarını Demir’ e ütületmiş, odunları kestirmiş, tek tek taşıtmış, karnında kütük varken mekik çektirmiş, sırtında kendisini taşıtmış ve daha birçok değişik tekniklerle hergün kaslarını güçlendirme çalışması yaptırmıştı. Ama teknik çalışmaya dair daha hiçbir girişimde bulunmamıştı. Bunlar yalnızca kaslarını güçlendirme aşamasıydı. Fatma en son bahsettiği buz dolu su meselesini gerçekleştirmişti. Özel olarak aldırdıkları su dondurma makinası ile su dolu havuzu buz gibi soğutmuşlar ve Demir’ i bu havuza sokmuşlardı. Bu aşamayı da geçtikten sonra Fatma teknikler üzerine çalıştıracak en sonunda dövüşlere başlatacaktı.
                “Birkaç gün ara verelim. Sen koşmalara devam et. Ve temel sporunu yap. Onun dışında dinlen. 1 hafta sonra bana gel. Anlaştık mı?”
                “Peki tamam. Onun dışında bana bir film sözün vardı.”
                “Onu sonraya atalım olur mu? Gerçekten bu hafta ben de çok yoruldum.” Demir ısrar edememişti. Öylece arabaya binişini izlemişti.


19.   BÖLÜM(ESRARENGİZ MEKTUP)



                Dinlenme vakti bitmiş ve Demir’ in çalışmak için bu sabaha karşı evin önüne gelmiş olması gerekiyordu. Fatma, geçkalmamak için daha erken uyanmış ve mutfakta kendine hafif kalorili atıştırmalıklar hazırlıyordu. Koridordan terliğini almak için mutfak kapısından çıktığında kapının ardından içeri atılmış bir zarf gördü. Biraz önce kapının önünden geçmiş ama bu beyaz zarfı farketmemişti. Fatma kaşlarını çatmış ve merakla yerdeki zarfa uzanmıştı. Önüne arkasına çevirdi herhangi bir isim yazmıyordu. Zarfı açmış ve içindeki kağıdı okumaya başlamıştı.
                “Öğrendiğime göre şampiyon geri dönmüş. Ama bize haber vermemiş. Çok kırıldım doğrusu. En azından bir abla olarak bu güzel haberi kardeşine paylaşmanı beklerdim. Neyse meraklanma ona bir şey demedim. Belki sen kendin ona söylemek istersin. Seni rıhtımda bekliyor olacak. Güneş doğduğunda çok geç kalmış olursun. Ona göre çabuk davran.”
                Fatma, dehşete kapılmış ve titreyen vücudunu elleriyle ovalayarak stabilleştirmeye çalışıyordu. Ama sanki buz dolu bir suyun içine düşmüşcesine tüm vücudu titriyor ve dişleri zangırdıyordu. Üzerine kapıdan aldığı çeketi giydiği gibi dışarı çıktı. Elindeki kağıtla caddeye inmiş ve hiç düşünmeden koşmaya başlamıştı.
                Demir yol kenarında onu bekliyordu. Bir anda yola çıktığı gibi koştuğunu görünce şok olmuş arabasına bile gitme vakti olmayacağını farkettiği gibi o da arkasından koşmaya başlamıştı.
                “Fatma! Dur neler oluyor?”
                “Demir, güneşin doğmasına ne kadar var!” fatma koşmaya devam ediyordu. Demir ona yetişmişti.
                “Kırk, kırkbeş dakika kadar. Nereye gidiyorsun söyle. Kötü bir şey mi oldu?”
                “Demir kardeşim! Kardeşim!”
                “Ne oldu kardeşine?”
                “Bak bu uzun hikaye şuan rıhtıma güneş doğmadan yetişmeliyim.” Fatma tüm hızıyla koşuyordu. Demir de onunla koşuyor ve artık bir şey sormuyordu.
                Rıhtıma geldiklerinde Fatma, kardeşini gözden kaçırmamak için sürekli etrafında dönüp duruyordu. Demir, onu sıkıca kavrayıp onunla göz teması kurana kadar kendisini sarstı;
                “Fatma! Fatma bana bak.”
                “Efendim.”
                “Sakin ol. Ne oldu bana baştan anlat.”
                “Kardeşim Demir, kardeşim. Çok uzun hikaye sana nasıl anlatayaım?” Bir yandan gözleri yine etrafı taramaya başlamıştı.
                “Ben boks kariyerimde ilerlediğim bir dönemde kardeşime kanser teşhisi kondu. Daha çocuktu. Birileri çıktı karşıma. Kardeşimi evlatlık edinmek istediklerini ve onu iyileştirebileceklerini söylediler. Karşılığında onlar için dövüşmemi istiyorlardı. Kabul ettim, sonuçta tedavi masraflarını karşılayacak durumum yoktu. Bu kadar parlayacağımı bilememiştim. Bu teklif o zamanlarda bana çok cazip gelmişti. Lisansımı kaybedene kadar da onlar için dövüştüm. Eğer lisansımı kaybetmemiş olsaydım hala onlar için dövüşüyor olacaktım.”
                “Sana süresiz kontrat mı imzalattılar yani?”
                “Evet öyle bir şeydi. O zamanlarda ben de küçük sayılırdım. Bu yasaları kanunları bilmiyordum. Toyluğuma denk gelmişti.”
                “Peki böylece kardeşinle görütürüyorlar mıydı?” Fatma üzgün bir şekilde başını sallamıştı.
                “Hayır beni hiçbir zaman yüz yüze görüştürmediler. Sadece onunla ilgili bana video atarlardı. Ben onun iyi olduğunu bilirdim ama. Bu bile benim için yeterliydi. Yaşıyor olması benim için yeterliydi.” Demir tereddüt içinde Fatma’ nın gözlerinin içine baktı.
                “Bu çok ilginç değil mi Fatma? Seni bir ömür boyu kendisine köle etmiş olmasına rağmen kardeşinle bir kez olsun görüştürmüyor olmaları benim hiç aklıma yatmadı.”
                “Zaten bu da beni yıpratıyordu ya.”
                “Nasıl yani?”
                “Yıh! Demir İşte işte kardeşim. Açelya, Açelya!” Fatma bir anda heyecanla Demir’ e tutunmuş ve ona kardeşini göstermeye çalışıyordu. Kıyıdan oldukça uzakta bir yatta Fatma’ nın rahatça görebileceği yerde masada karşısında oturan orta yaşlarda bir kadınla sohbet ediyordu.
                Kıyıdaki sesi duyması mümkün değildi. Fatma, içinde yaşadığı heyecan, özlem ve sevgi karışımı bir duygu patlaması yaşıyordu. Ağlamamak için kendisini tutmuş bu yüzden boğazı düğümlenmiş bağırması boğuk boğuk çıkıyordu. Ama o sesini duyuramamanın vermiş olduğu duygu yüzünden daha çok bağırmaya gayret eder olmuştu.
                Kollarını sıkıca tutmuş çekiştirip durduğu Demir nasıl tepki vereceğini bilememişti. Fatma’ yı sakinleştirmeye mi çalışsın yoksa duyduğu isim karşısında yüreğinde hissettiği acıyı mı sindirmeye çalışsın bilememişti. Içinde sürekli bir yerlerde “Açelya” diye yankılanmaya devam eden Fatma’ nın sesini bedeninden atmak istercesine titreyerek kollarını Fatma’ nın ellerinin arasından kurtararak bu sefer Fatma’ nın kollarını o tutmuş ve sarsmaya başlamıştı.
                “Fatma dur sakin ol.” Fatma onun sakinleştirme çabasını görmezden gelmiş ve;
                “Demir! Bak! Bak kardeşim!” gözlerinin önünden yat geçmeye devam ediyordu. Fatma, Demir’ in elleri arasından kurtulup kıyıda uzaklaşan yatın ardından koşmaya başlamıştı. Tam o esnada Fatma’ nın yanına takım elbiseli bir adam elinde telefonla yaklaştı. Demir o adamın nereden geldiğine bakınca yol kenarında duran siyah bir transitin iri yarı takım elbiseli adamlarla dolu olduğunu gördü. Demir’ in gözü hiç bu herifleri tutmamıştı. Kaşlarını çatmış kendilerine doğru yaklaşan adamı inceliyordu. Fatma hala “Açelya!” diye bağırıp duruyordu.
                “Fatma Hanım!” fatma yanındaki adamı yeni farketmişcesine titreyerek geri adım attı. Adam elindeki telefonu ona doğrultmuş bekliyordu;
                “Telefon size.” Fatma tedirgin bir şekilde telefonu alıp kulağına dayadı.
                “Merhaba Fatma, doğrusu sana çok kırgınım. Kardeşini bu kadar görmene bile müsaade etmemeliydim ama ben zalim bir adam değilim bilirsin kalbim merhamet doludur.” Fatma’ nın yüzü sinirden gerilmişti. Demir’ in gözlerinin içine bakıyordu. Demir, Fatma’ nın gözlerindeki öfke ateşini görebiliyordu.
                “İskender. Evet senin ne kadar yumuşak kalpli bir adam olduğunu benim kadar kimse iyi bilemez. Kardeşimi bana geri ver İskender.” Adam dolu bir kahkaha atmıştı.
                “Hahaha! Çok alındım şimdi. Senin yaptıklarının karşısında ben oldukça yumuşak davrandım. Hakkımı yiyorsun.”
                “Kim kimin hakkını yediği tartışılır. Kardeşimi geri istiyorum İskender bana kardeşimi ver. Ne istiyorsun bizden. Yeter artık bak dövüşemiyorum da. Sana faydam dokunmaz artık.”
                “Ben de tam onu diyecektim. Kardeşini sana vereceğim Fatma. Ama bana çok büyük faydan dokunabilir. Şu gördüğün saygıdeğer dostumun elinde bir kontrat var. onu imzalamanı istiyorum.”
                “Kontrat yok artık İskender ben dövüşemiyorum biliyorsun lisansımı kaybettim.”
                “Ama duğduğuma göre artık antrenör olabilirsin. Sana uzatacakları dosyada benim takımımda dövüşen adamlara antrenörlük yapacağına dair bir kontrat var.”
                “Ne kadar süre?” Demir, telefonun karşısındaki adamın ne teklif etmiş olduğunu hemen anlamıştı. Gözleri büyümeye başlamış ve Fatma’ ya hayır demesi için başını sağa sola sallıyordu.
                “Karşılığında senelerdir evladım gibi büyüttüğün kızımı istiyorsun. Bu bir baba için ne kadar kabul edilemez bir durum. Sence böylesine büyük bir takas için sürenin lafı mı olur?”
                “Sen pisliğin tekisin İskender ama kabul ediyorum.” Deyip telefonu suratına kapatıp adamın göğsüne sertçe dayamıştı. Adam bir an nefessizlik hissi yaşamış reflex olarak telefonu iki eliyle yakalamıştı. Fatma çoktan transite doğru yönelmişti. Demir arkasından dehşet içinde bağırıp kolunu zorla tutmaya çalıştı.
                “Fatma hayır! Hayır Fatma. Sakın sakın bir daha böyle bir aptallık yapma. Dur!” Fatma kolundan sürekli çekiştirilmesinden ve yürüme hızının kesilmesinden rahatsız olarak sertçe kolunu çektiği gibi Demir’ e geri döndü. Tam öfkeyle karşılık verecekti ki göz göze geldiklerinde Demir’ in ona sahiplenmişcesine bakışlarını görmüş ve öylece donup kalmıştı. Bir kaç saniye susmuş bakışlarını ona kitlemişti. Sonra başını iki yana sallayarak derin bir nefes aldı ve;
                “Bak Demir çok özürdilerim” Başını yana çevirmiş sonra eliyle anlını ovuşturup tekrar ona bakmıştı.
                “Ne olur seni ortada bıraktım gibi düşünme. Sana öğrettiğim tekniklerin üzerinden yürü ve İbrahim’ le çalışmayı asla bırakma. Bak benim başka çarem yok anlıyor musun o benim kardeşim. Kendini benim yerime koy Açelya şuan yaşıyor olsaydı sen ne yapardın.”
                Demir yüreğine bir bıçak darbesi almış gibi sarsılmıştı. Ama kendisinden geçme vakti değildi. Dik durması gerekiyordu. Fatma’ yı göz göre göre bataklığın içine gönderemezdi.
                “Fatma, ne olur akıllı düşün. Adam sana oyun yapıyor. Bunca sene sana göstermemiş, kaç yıldır dövüşmüyorsun onun bir işine yaramadığın halde Açelya’ yı bırakmamış. Inan bana bunda başka bir iş var. Gel gitme. Söz veriyorum sana onu kurtarmanın başka bir yolunu bulacağım. Hem ağır kanserdi diyorsun uzaktan gördün kardeşin olup olmadığı ne malum? Yaşayıp yaşamadığ ne malum.”
                Demir, Fatma’ nın kollarını sımsıkı tutmuştu. Demir dediklerinde oldukça samimiydi. Fatma bir an için durmuş dediklerini düşünmek istemişti. Bunu farkeden gözü açık adam Fatma’ nın karar değiştirmesini istemediği için Demir ile Fatma’ nın arasına girip kolunu kurtarmak istemiş ve o da Fatma’ nın kolunu tutmuştu.
                “Fatma Hanım vaktimiz yok. Haydi lütfen arabaya geçelim. Iskender Bey sizi bekler.”
                Demir güçlü yapısıyla adamın kendisini iteklemesine izin vermemişti. Adam anlık bir bakış atmasıyla Demir’ in ne kadar güçlü olduğunu idrak ettiğini hissettirmişti. Demir kararlı duruşundan asla ödün vermiyordu. Bunu anlayan transitteki adamlarda hareketlenmeye başlamıştı. Demir’ in bu da gözünden kaçmadı. Kendisine saldırılma ihtimalini düşünerek Fatma’ nın kolunu daha bir çekiştiriyordu.
                “Fatma yürü gidelim.” Adam arkasından gelen adamlardan güç alarak Demir’ i biraz daha sert itekleyerek Fatma’ yı elinden almak istemiş;
                “Beyefendi bırakın hanımefendi bizle gelmek istiyor!” Demir sürekli kendisini itekleyen bu adamı sertçe ittiği gibi;
                “Ya bırak be kız gitmek istemiyor.” Demesiyle adamların üstüne çullanması ve adamın Fatma’ yı transite çekiştirmesi bir olmuştu;
                “Durun ne yapıyorsunuz siz? Sakin olun!” diye Fatma haykırmaya başladı. Demir üstüne çullanan beş altı adamı tek tek yumrukları ile devirip aynı zamanda Fatma’ ya bağırmaya devam ediyordu.
                “Fatma gitme! Gitme!” Fatma ona ağlayan gözlerle bakıyor ve adamın elinde çırpınıp duruyordu;
                “Tamam geliyorum işte bırakın onu.”
                “Fatma Hanım arkadaşınız zor kullanıyor. Hemen binin ve adamlarım da arkadaşınızı rahat bıraksın.” Fatma, ağlayarak Demir’ e bakıyor ve transite biniyordu. Demir daha bir direnmeye başlayıp adamlara tekme tokat seri bir şekilde saldırmaya başlayınca aralarından biri şok cihazını Demir’ e saplamıştı. Karnında hissettiği dehşet acıyla yere kapaklanması ve adamların hızla uzaklaşıp transite atlaması bir olmuştu.
                Fatma ardından ağlayarak sayıklayıp duruyordu.
                “Özür dilerim, özür dilerim Demir. Böyle olsun istemezdim. Affet beni özür dilerim.”
                Demir, hem karnını tutuyor hem de çaresiz bakışları ile transite bakıyordu. Sinirden yeri yumrukluyordu. Fatma onun bu hale düşmesine içi parçalanarak bakıyordu. Transit oradan uzaklaşıyordu. Demir arkalarından bakmaya devam ediyordu. Fatma' da ona bakmaya devam ediyordu.                          





20.   BÖLÜM ( KİM BU İSKENDER?)


                Transit gözden kaybolana kadar Demir, öfkeyle yerde kapaklanmış bir şekilde bakıyordu. Fatma’ yı göz göre göre büyük bir ihanetin ortasına atmıştı. Adam ona göz göre göre yalan söylemişti. Iskender’ i tanımıyordu ama daha önce de kardeşini Fatma’ ya göstermemiş olmasından ayrıca lisansı iptal olmasına rağmen kardeşinin vekaletini Fatma’ ya geri vermemiş olmasından yine kardeşini bırakmayacağı aşikardı. Ama neden Fatma akıllı bir kadın olmasına rağmen yine oyuna gelmişti. Demek kardeşine karşı bu kadar çaresizdi. Kimsesiz olması, bu adama karşı direnemiyor olması onu boyun eğmeye mecbur bırakıyordu.
                Demir’ in aklına bir an yat geldi ve ne tarafa gittiğini görmek istedi. Başını kaldırdığında yatın en son ucunda takım elbiseli bir adam gördü. Demir adamın yüzünü görebilmek için gözlerini iyice kısmış ve ayağa kalkmak için doğrulmuştu. Adamın kendinden emin bir duruş ile ipe tutunup ayağını yatın burnuna dayaması ilgisini çekmişti. Kimdi bu adam?
                “Sen kimsin İskender?”
                Boğazdan uzaklaşıp gitmiş gözle görülebilir herhangi bir yerde durmamıştı. Demir yol kenarından bir taksi çevirip Fatma’ nın evinin önüne gitti. Kendi arabasına binmiş ve bu adama nasıl ulaşabileceğini düşünmeye başlamıştı. Fatma’ yı kontratı imzalamadan o adamın elinden kurtarmalıydı. Vaktin dar olması onu oldukça germiş olmasına rağmen derhal bir girişimde bulunması gerektiğini düşünüyordu. Hızlı bir çözüm yolu bulmalıydı. Elinde bir tek isim vardı o da Çoban Kazım’ dı. Mekanların adamı olduğuna göre onu en iyi lüks bir clup çalıştıran eski arkadaşı olan Kutay’ a sorabilirdi. Arabayı çalıştırıp hiç vakit kaybetmeden işlettiği mekana sürdü.
                Sabahın daha ilk saatleri ve sandalyelerin masalarda ters çevrildiği henüz daha indrilmediği bu vakitte Demir, servis bankosunun önünde yüksek ayaklı tabureye oturmuş elindeki su dolu bardağı çevirip duruyordu. Kutay, çalışanlardan birinin arayıp;
                “Patron Demir isminde biri seni arıyormuş. Acil bir durum varmış.” Demesiyle tek nefeste koşup gelmişti. Şimdi geride durmuş ve ona bakıyordu. Demir çok uzaklara dalmış öylece düşünüyordu. Ona yaklaştı ve omzuna dostane bir vuruş atarak;
                “Vay koçum be efsane geri dönmüş.” Demir, omzuna aldığı darbe ile kendisine gelmiş ve ayağa kalkıp bu sıcak karşılamayı o da ona sarılarak karşılamıştı.
                “Dostum nasılsın?”
                “İyi be oğlum sen nasılsın asıl? Vay be gelir miydin sen buralara?” demir duygulanmış ve zoraki gülümseyerek iki elini yanlara açmıştı. Kutay teselli edercesine omzuna dokunarak;
                “Hadi gel ofisime geçelim.” Demiş ve ofise yönelmişlerdi.
                “Hayırdır seni tekrar buralara atan şey nedir?” ofiste Demir kendisine gösterilen yere oturmuş ve konuşmaya başlamıştı. Kutay’ da kendi koltuğuna oturmuş ve Demir’ in yüzündeki ciddiyetin vermiş olduğu duyguyla o da masaya dayanıp kaşlarını çatarak onu dinlemeye başlamıştı.
                “Sana karşı mahcubum dostum. Uzun zaman seni arayıp sormadım. Sen beni zamanında çok aradın ama ben o zamanlar ben değildim.”
                “Eyvallah kardeşim. Sıkıntı yapma. Biz çocukluk arkadaşıyız. Annen benim kendi öz teyzem gibiydi. Açelya desen hepimizi derinden üzdü.” Kutay bu cümlelerden sonra farkında olmadan dalıp gitmişti. Demir, onu tekrar kendisine getirmişti.
                “Çoban Kazım diye birini duydun mu? Bu mekanlarda otlanırmış.”
                “Kardeşim o çok pislik bir heriftir. Ne işin olur senin onunla?”
                “Anlat hele nerede bulurum ben onu. Ne iş yapar bu.”
                “Onun bunun itliğini yapar. Kendi işi yok yani. Bir iki çapulcu toplamış yanına. Iki kuruş paraya iki üç ay yatıp çıkacak tiplerden. Onlarla onun bunun pis işlerini yürütürler.”
                “Devamlı takıldığı bir yer yok mu bunun?”
                “Vardır elbet ama beni bilirsin. Ben temiz iş temiz müşteri ile işletiyorum burayı. Onlar nasıl bir ayak bilmem. Onlarda uyuşturucu, kumar, kız ne bileyim her ne ararsan var. Öyle olan mekanlarda takılır.”
                “Ben bunu bulamaz mıyım?” Kutay çenesini ovuşturarak düşünmeye başlamıştı. Sonra bir anda aklında bir ışık yanmışcasına;
                “Vallhi senin işini görecek sana da çok yakın birini tanıyorum. Bilirse o bilir.” Demir heyecanla;
                “Kimdir o?”
                “Mirza!” Demir önce durmuş bir süre düşünmüş ve heyecanla ardından çekimser bir hal takınarak;
                “Evet hatırladım. Ilkokulda bizim sınıftan arkadaştı. O zaman ne çok oynardık onla. Sen ben.” Kutay, Demir’ in kendi içinde yaşadığı vefasızlık suçluluğu yüzüne yansıyordu. Kutay, onu anlıyor ve ona teselli olması için.
                “Dur hele ben arayayım. Bu Çoban Kazım bu camiyanın nasıl kara yüzüyse Mirza’ da ak yüzüdür. Her yerde adamı var aklına gelmeyecek yerlere bile eli uzanır. Hatta zamanında polisle de çok iş yapmış çok uyuşturucu şebekesini de çökertmiştir. O yüzden aklına gelen polis, savcı neresi olursa olsun illaki nazının geçtiği insanlar var. sana kendi eliyle koymuş gibi bulur getirir Çoban Kazım’ ı.”
                “Hadi be yap o zaman koçum bana bir iyilik.”
                “Eyvallah kardeşim. Sana eskisi gibi az portakallı nar suyu hazırlatıyorum. Içerisn değil mi? bilirim alkol yaramaz sana sporcu adamsın.” Demir gülümsemişti. Ince bir laf sokmuştu Demir’ e. her ne kadar babası onu magazin dünyasından saklasa da dedikodu camiyasından kurtaramamıştı. Elbet etraf onun nasıl bir hayata düştüğünü biliyordu.
                “Olur kardeşim içerim.” Demiş ve telefonuyla Kutay oradan ayrılmıştı.
                Çok kısa bir süre sonra elinde iki bardakla beraber geri dönmüştü.
                “Dostum, Mirza’ ya ulaştım. Buraya gelecek.” Demir başını onaylar şekilde sallamıştı.
                “Peki bu Çoban Kazım’ ı neden ararsın?” Demir Kutay’ a uzun uzun anlatmaya başlamıştı. Kutay ise onu pür dikkat dinliyordu.
                Çok vakit geçmemişti ki Mirza ve adamları mekana gelmişlerdi. Mirza’ yı ofise buyur ettiler. Kutay hemen ayağa kalkmış ve dostça sarılmışlardı. Demir’ le karşı karşıya geldiklerinde ise ikisi de birbirlerine uzun uzun bakmışlar ve duygulanarak sarılmışlardı. Mirza sarılmasını bitirirken omzuna teselli şekilnde sıkı sıkı vurmuştu. Kutay;
                “Geç otur kardeşim.” Dedi. Mirza kendisine gösterilen yere oturmuş ve konuşmaya başlamıştı. Demir şöyle bir süzdüğünde yolda görse tanıyamayacak kadar değiştiğini farketmişti. Takım elbisesi, ince sakalı ve hafif hareket vermiş olduğu saçları ile zenginlere çalışan bir avukat gibi duruyor kabadayı gibi görünmüyordu. Giymiş olduğu takım elbise de zaten herkesin üstünde görülebilir nitelikte değildi. Belli ki iyi kazanıyordu.
                “Vay be Demir yıllar sonra tekrar yeniden karşılaştık. Telefonda Kutay bahsedince, atladım geldim. Kutay öyle telefondan görüştürecekti. Olur mu dedim ya bizim Demir’ le onca hukukumuz var. Herşeyden önce biz aynı evin kızlarına aşık olmuşuz zamanında. Aynı türküyü sokaklarda söylemiş aynı kaptan su içmişiz.” Mirza başını sallamış ve o günlere geri dönmüştü sanki. Demir’ in tamamen aklından çıktığı ilk aşkı hatırlatılınca bir hoş olmuştu kalbi. Anılar bir anda gözlerinin önünde canlanıvermişti. Yere bakarak;
                “Öyle.” Dedi.
                “Cama hangisi çıkacak diye iddiaya girerdik. Nöbetleşe yollarını tutardık. Hele birgün hatırlıyor musun babası bizim bu kızları dikizlerken yakalamıştı.”
                “Ya sorma.” Diye kahkahayı patlattı Mirza. Hepsi gülüyordu.
                “Adam bizi haydar ile dövmeye kalktı ya nasıl tabanları yağladık aklın almaz.” Diye Mirza Kutay’ a anlatıyordu.
                “Bir de bizim peder çok cimriydi. Demir’ in ki ise bonkör. Yok böyle hergün bize birşeyler ısmarladı. Hatırlıyor musun Kutay? Ya ne tatlı gelirdi o bize aldıkların Demir.”
                “Valide rahmetli verirdi bana sürekli para. Yani benim peder de çok hayırlı değildi o konuda.” Mirza başını sallayarak duygu yoğunluğunu üzerinden atmaya çalışıyordu.
                “Yaa! Güzeldi o günler.” Sonra herkeste uzun bir sessizlik olmuştu. Ardından Mirza tekrar konuşmaya başladı.
                “Demir kardeşim birini ararmışsın.”
                “Evet Çoban Kazım. Bilir misin Mirza. Benim bu adamı mutlaka bulmam lazım.”
                “Bilirim tabi. Bilmez miyim? Bulurum da sana. O en kolay iş. Hele sen bu adamı niye ararsın önce onu anlat bana.” Demir, olayları olduğu gibi anlatmıştı. Iskenderden de söz etmişti. Mirza, İskender’ i tanımıyordu. Ama Çoban Kazım için fikirleri vardı.
                “Belli ki sen Çoban Kazım aracılığı ile İskender’ e ulaşmak istiyorsun. Vallahi İskender ismini ben ilk defa duyuyorum. Ben inan duymadıysam bu adam belli ki çok gerilerde ve iyi kollanan bir adam. İnan bana Çoban Kazım bile bunun pis işlerini yapmıştır ama bırak nerde olduğunu bilmeyi yüzünü bile görmemiştir. Sen asıl bu adamı bulunca ne yapmak istiyorsun? Yani İskender’ i bulacaksın diyelim. Kızı vermez kardeşi belliki hiç vermiyor zaten. Senin başka bir yol düşünmen lazım kardeş.” Demir uzun uzun yere bakmış ve kendisine sorulan soruları düşünmüştü.
                “Ben de biliyorum bu adamın evini bulsam, Fatma’ nın kaldığı yeri bulsam elinden tutup çıkarabilecek miyim. Bugün onları az çok tanıdım. Bunlar bildiğin mafia.”
                “Yani. Bak ben her konuda varım. Hatta git Çoban Kazım’ ı bul temizle de onu bile yaparım. Ne elim kirlenir ne de adamın öldüğü duyulur. Bunlar benim işim.” Demir dehşetle
                “Yook! Abi ne yaptın sen? Adam döveriz eyvallah da öldürmek bize ters düşer.” Mirza bıyık altı gülümsemişti.
                “Hamurundan temizdin sen be kardeş ve hiç değişmemişsin. Severim temiz kalpli insanları. Pis işler bana göre değil diyorsun yani. Silahla değil akılla çözelim diyorsun.” Demir, Mirza’ nın bu sözünde kendini bulmuş gibi oldu. Heyecanla havaya bir parmak şıklatarak;
                “Aynen. Aynen Mirza kardeşim. Çünkü silah tutan insanların gardını alabileceği bir aklı yoktur. Böylesine bir durumda en güzel silah akıldır kardeş. Biz onları akıl yoluyla alt edelim ve Fatma’ yı da kardeşini de hiçbir zarar gelmeden kurtaralım.”
                “Peki o zaman ben etrafta bu İskender’ i bir yoklayayım. El altından bulabilirsem Çoban’ ı bulayım sorgulatayım. Sen de bu esnada neler yapabileceğine bak. Bana söylemen yeterli gerisini ben hallederim. Telefonumu kaydet.” Demir Kutay ve Mirza ile vedalaşıp şirketin yolunu tutmuştu. Savaş Bey ve avukat ile görüşecekti. Kendisi de antrenörsüz kalmıştı.
                Şirkette yöentim katına geldiğinde koridorda Tuğrul Bey’ le karşılaşmış ve Tuğrul Bey çok şaşırmıştı.
                “Demir? Hayırdır ne işin var burada?” Demir küçüklükte babası ile hep dertleşir ve sorunlara beraber çözüm bulurlardı. Demir böyle bir durumu en son ne zaman yaşadım diye sorguladığında tarihi bile hatırlamıyordu. Ama şuan ona danışması gereken ciddi bir mesele vardı ve babasını es geçemezdi.
                “Fatma’ yı bu sabah gözümün önünde kaçırdılar baba.” Tuğrul Bey dehşete kapılmıştı.
                “Ne diyorsun hemen polise gidelim.”
                “Yok bu böyle bir şey değil. Tehditle oldu ama aynı zamanda Fatma kendi insiyatifini kullandı. Onu antrenörlük için kontrat imzalamaya zorladılar. Adamın elinde Fatma’ nın kardeşi var. Evlatlık almış. Kardeşi elinde olduğu için kendisini zorunlu hissediyor. Ne yapacağımı şaştım. Adamı arıyorum kimse tanımıyor. Fatma’ yı ellerinden almak istiyorum ama nasıl yapacağım onu da bilmiyorum.”
                “Sen antrenörlük için kontrat imzalatacak dedin değil mi?” Demir aval aval babasına bakarak;
                “Evet.” Diyebilmişti. Tuğrul Bey hemen sekreterine acil toplanmaları için Savaş Bey ve Avukat beyi çağırmasını söylemişti.
                Hiç vakit keybetmeden geldiklerinde odanın kapısı kitlenmiş. Telefonlar kapatılmıştı. Masaya yatırdıkları olay için Tuğrul Bey’ in muhteşem bir planı vardı…
                Demir, telefonla Mirza’ yı aramıştı.
                “Alo Mirza Federasyondan bir bilgi almanı istesem bunu yapabilir misin?”
                “Ne demek kardeş, ben de tüm kurum kapılarını açan tek bir anahtar var gir demen yeter.” Demir istemsizce sırıtmıştı.
                “Fatma Keskin’ in antrenörlüğünü yapacağı takımın adını bulmak. Başvuru bir iki güne kadar olacaktır”
                “Tamam kardeş benden haber bekle.”
                Demir, iç ferahlığı ile villaya geçmişti. Kalbim ve arkadaşları her zamanki gibi aynı odada pineklemeye devam ediyorlardı. Anlaşılan Kalbim dışında herkes hayatından memnundu. Kalbim ona kırgın bir bakış atmıştı. Demir günün stresinden o kadar yorgundu ki duş alıp uyumak istiyordu. Ama Kalbim’ in bu bakışı onda vicdan yaptırmıştı. Onu bu sıralar ihmal ettiğinin farkındaydı. Ama sonuçta bir sporcu ile beraber olduğunun bilincine de artık varmalıydı. Antrenman zamanlarında belki onu maçın bitimine kadar göremeyecekti bile.
                Kalbim istemsizce ayağa kalkmış ve odanın dışından kendisini izleyen bu adamın yanına gitmişti.
                “Nasıl geçti antrenman?” Demir buz gibi yüreğine düşen soru karşısında nedense dürüst olmakta oldukça zorlanacak ve diline kolay geleni seçecekti;
                “Güzeldi. Sen ne yaptın?”
                “Hım. Evet mevzu bahis Fatma olunca antrenmanlarda güzel geçiyordur eminim.” Demir konuşmanın kavgaya gideceğini hissetmiş ve odasına doğru yönelmişti. Ama Kalbim onun önünü kesmişti;
                “Saçmalama Kalbim. Diğer kadınlar gibi basitleşme.”
                “Niye? O geldiğinden beri hayatımızda ne kadar çok şey değişti farkında değil misin?” Demir, odada maddenin etkisinden kafayı bulmuş baygın baygın yatan arkadaşlarına bakarak;
                “Bence herşey yerli yerinde.” Diyerek eliyle onları göstermişti. Ardından odasına çıktı. Kalbim daha bir laf bile edememişti.
                Demir odasına geçtikten sonra artık hiç odasından çıkmamış ve yemeklerini dahil odasına istemişti. Beklediği telefon gelene kadar da Demir dışarı çıkmayacaktı.
                Beklenilen telefon geldiğinde; Demir fişek hızıyla odadan fırladığı gibi kimseyle konuşmdan arabasına atlayıp gitmişti. Kalbim, onun gittiğini bile farkedememişti.
                Demir soluğu Yusuf Baba’ nın evinde almıştı. Kapıyı açtığında Demir daha merhaba demeden Yusuf Babanın yüreğine düşen cümleleri ağzından sarf etmişti;
                “Yardımına ihtiyacım var.”                





21.   BÖLÜM ( BEKLENEN RAKİP BULUNDU )


                Fatma’ nın oturduğu masaya bir anda bir evrak fırlatıldı. Fatma başını kaldırmış ve karşısında İskender’ i görmüştü. Hiç değişmemişti. Sanki öncesinden çok daha genç duruyor gibiydi. Estetik ameliyat yaptırdığına dair Fatma iddiaya bile girerdi.
                “İmzala.”
                “Önce kardeşimin özgürlük evrakını imzalayacaksın.”
                “Ben imzalarım da acaba sen bunu kabul edebilecek misin? Kardeşin hasta hala tedavi görüyor. Burada senelerce ona en iyi koşullarda baktım. Sen hangi birini karşılayabileceksin. Tedavisini mi, okul masraflarını mı, özel doktorların ve özel hemşirelerin bakım parasını mı ha hangi birini daha sayayım.” Fatma donmuş kalmıştı. Sahi gerçekten kardeş özlemini dindirmek için onu böylesine bir hayattan koparmak mı istiyordu? Ama yine de Fatma’ nın inanmayan bakışları yüzüne yansıyıvermişti. Iskender bunu farkettiği an masadan kolunu tutarak sertçe boydan cam olan pencereye sürükleyerek getirdi;
                “Bak kardeşin orda. Yine de istemiyorsan kontratı imzalarsın ben de evlatlıktan reddederim gider.” Fatma gördüğü manzara karşısında sanki güneşe karşı direnemeyen bir buz gibi eriyip gitmişti.
                Her tarafın yeşil olduğu bu bahçede bir genç kadınla beraber dolaşıyorlardı. Üzerinde diz altında biten beyaz bir elbise vardı. İskender onu yurttan alırken üzerinde giydiği beyaz elbiseyi andırıyordu. Ne kadar da güzelleşmiş ve büyümüştü. Onu canlı kanlı gördüğü en son gündü. Açelya daha on iki yaşındaydı. Fatma ise yirmi yaşında. Ikisi de çocuktu. Ikisi de savunmasız. Şimdi bir daha döndü baktı kendisine ne değişmişti bu nankör hayatta. Yine aynıydılar iki kardeş hayata karşı tüm kötü güçlere karşı yine savunmasızdılar.
                “Abla beni bırakma!” diye ağlıyordu. “Abla beni bırakma.” Fatma’ nın elleri arasından zorla kopartılarak görevliler tarafından o siyah arabaya bindirilmişti. Fatma çok anlatmıştı ona sebebini. Iyileşmesi gerekiyordu, masraflar vardı. Birgün söz vermişti ama mutlaka onu alacaktı. Ne olursa olsun onu onlardan alacaktı.
                Kolunun çekiştirilmesi ile kendisine geldi.
                “Haydi Fatma, imzala şu kontratı. Sonra bahçeye gidebilirsin kardeşinin yanına.” Fatma eline tutuşturulan kalemle kontratı okumadan imzalamıştı. Sonra elinde kağıdı tutarak İskender’ e öfkeyle bakıyordu. Iskender gülerek;
                “Görebilirsin kardeşini. Lakin önce özel psikoloğu ile görüşmen lazım.” dedi. Hizmetçiye işaret etti. Hizmetçi hemen bahçedeki genç kadının yanına gidip kulağına bir şeyler fısıldadı. Kadın başını onaylar şeklinde sallayıp Açelya’ ya gülümseyerek bir şeyler söyleyip onların tarafına geldi. Içeri girdiğinde Fatma artık kardeşine bir adım daha yakın hissediyordu. Iskender elinde tuttuğu evrakı alıp avukata uzattı. Kulağına sessizce noterden onaylatmasını söyledi. Genç psikolog Fatma ile konuşmaya başlayınca yanlarıdnan uzaklaştılar.
                “Onu görmek istediğinizi anlıyorum. Ama beklediğiniz gibi bir karşılama ile karşılanmayabilirsiniz. Buna hazırlıklı olmalısınız. Ne olursa olsun ona anlayışla yaklaşmanızı rica edeceğim. Mutluluğu bizim için çok önemli. Size kırgın olabilir…” fatma daha fazla dinleyemiyordu. Artık heyecanını yüzünde kulaklarında hissediyordu. Sanki nabzı her bir yanından farklı farklı anlarda atıyor gibi bir çok kalp atımı duyuyordu içinden. Kapıdan çıkmış ve bahçeye ulaşmıştı. Açelya gülümseyerek çiçekleri suluyordu. Hava hiç olmadığı kadar aydınlık ve umut doluydu.
                Bir anda kendisine doğru yaklaşan birini gördü. Çiçekleri sulamayı bıraktı. Fatma, ürkek bir keklik gibi yavaş yavaş ona doğru yaklaşıyordu. Açelya’ nın yüzündeki gülümseme bir anda kaybolmuştu.
                Gözlerine gelen görüntüler mutlu abla kardeş tablosu değildi. Gözlerinde canlanan Iğnelerle dolu acı günleri olmuştu. Gün içinde defalarca iğnelere mağruz kalmış dahası bu senelere çarpınca artık tahammül edilemez işkenceye dönmüştü. Bitmiyordu. Ne yapsa, ne kadar isyan etse, baş kaldırsa gidebildiği en uzak yer bahçe kapısı olmuştu. Artık direnmiyordu. Ve o kadar mükemmel doktorların elindeydi de sosyal hizmetlerin çalışanları geldiğinde ne kadar mutlu olabildiğini onlara hissettirebiliyordu. Ne yalnız başına parkta oynayabilmiş ne de tek başına çarşıya çıkabilmişti. On sekizinden sonra sosyal çalışanlar da gelmez olmuştu artık. Ama o kabullenmişti. Artık kabul etmişti böyle bir hayatı. Çünkü bu evden kaçış yoktu.
                Fatma’ nın yanına kadar geldiğini farketmemişti bile. Bir anda elinde hissettiği yakan sıcaklıkla ürkmüş ve bir anda elini kaçırmıştı. Gözlerinden akan yaş FAtma’ nın kalbini delip geçmişti. Fatma yüreğinde hissettiği acıyı tariff edemeyecekti. Ilk defa böylesine yaralı hissediyordu kendisini. Tek bir kelime bile edememiş ona daha fazla acı vermemek adına geri dönmeye karar vermişti. Içeri geri gitmiş ve camın ardından onu izlemeye başlamıştı. Hıçkırıklar içinde ağlayıp sinir krizi geçiren kardeşini doktor sakinleştirmeye çalışıyordu.
                Fatma, geri dönmüş ve kendisine ayrılan başka bir evde antrenmanlar için kalmayı kabul etmişti. Artık kardeşini bir daha rahatsız etmek istemiyordu. Iskender yine bir zafer elde etmişti.
                Bir kaç gün sonra önüne bir kağıt konmuş ve Fatma’ yı dehşete düşürmüştü. Çalıştırdığı sporcuyla dövüş için Demir Karamoğlu anlaşma yapmıştı. Yaşadığı şok etkisiyle Fatma olduğu yere çöküp kalmıştı. İlginç kısmı maç beş gün gibi çok kısa bir süre sonraya talep edilmiş ve kabul edilmişti. Iskender tepki vermediğine göre Fatma’ nın çalıştırdığı kişinin Demir olduğunu bilmiyordu.
                Tek baskı yaptıkları nokta boksörü beş günde hazırlayabilmesiydi. Gece gündüz demeden ciddi bir şekilde Fatma boksörü çalıştırıyordu. Tek korku duyduğu nokta sonradan öğrenirlerse ve boksör yenilirse bu durumun ucu kendisine ve Açelya’ ya dokunur muydu? Ama ne olursa olsun Demir’ e bu kadar da ihanet edemezdi. Onun zayıf noktalarını asla boksöre söylemeyecekti.
                Maç öncesi kilo ölçümlerine Demir bilinçli olarak çok geç bir vakitte gitmişti. Kaşılarına geçerli bir sebep olması açısından sahte evraklarla düzenlenmiş bir kaza raporu sunmuşlardı. Mazereti kabul edilmiş ve plan tıkır tıkır işliyordu.
                Ölçümleri yapıldıktan sonra takım ve ringed olacak kişilerin isimleri bildirildi;
                “Antrenör olarak Fatma Keskin görünüyor doğru mudur?” Demir tamamen doğal davranmaya çalışarak;
                “Hayır ne yazıkki kaç gündür kendisine ulaşamıyorum. O yüzden Yusuf Kılıç antrenörüm olacaktır.” Karşısındaki kişi notunu düşmüştü. Bu aşamayı da sorunsuz atlatmışlardı.
                Ertesi gün geldiğinde en büyük iş Mirza ve adamlarındaydı. Salonda soyunma odasında hepsinin gözleri telefona kitlenmişti. Telefonun çalmasını bekliyorlardı. Kalbim ve iki arkadaşı da Demir’ in yanındaydılar ve Kalbim boyna tırnaklarını kemirip kendi kendine söylenip duruyordu.
                “Neyi bekliyorlar. Hadi ne olacaksa olsun artık.” Ringin canlı bağlantısı televizyon ekranına verilmiş ses tüm odayı kaplıyordu.
                “Evet sayın misafirler. Bugün çok özel bir maça şahitlik edeceğiz. Biliyorsunuz bu bir lisans kazanma maçı. Evet Murat neler söyleyeceksin.”
                “Evet teşekkür ederim Serkan deminden beri konuşuyordun bana ne zaman sıra gelecek diye bekliyordum.”
                “Bundan sadece üç yıl önce Demir Karamoğlu’ nun  lisansı askıya alındı. Kurul onun akıllandığını düşünüyor. Bakalım bugün bize maçta neler sunacak merakla bekliyorum.”
                Bir anda telefon çalmıştı. Demir telefona atladı.
                “Alo Mirza.”
                “Kardeş senin avukat arkadaşın ile beraberiz. Şimdi adliyenin güvenlik kontrolünden geçiyoruz. Başvurumuzu birazdan yapacağız.”
                “Tamam acele edin. Sunucular konuşmaya başladı.” Yusuf baba tedirgin ama korku salan bakışları ile bakıyordu. Ibrahim kenarda bekliyordu. Karşı takımın menajeri ile röportaj yapılıyordu. Sıra Savaş Bey’ e de gelecekti. Adamın uzatması için dua ediyorlardı. Kalbim boyna söylenip duruyordu. Demir ona keskin bir bakış atmıştı. Zamanın ilerlemesi için herbiri dua ediyordu.
                Telefon tekrar çaldı.
                “Alo Demir evrağı işlettik. Savcılığa iletiyoruz. Sabredin kardeş.” Demir oturduğu yere bir yumruk savurmuştu. Telefonu kapatıp hiçbir şey söyleyemeden sinirli bakışlarla Yusuf Babayla bakışıyordu. Kameramanlar ve spiker Savaş Beyle röportaj için kapı önüne gelmişti. Savaş Bey kapıdan dışarı çıkarken Demir ona seslendi;
                “Savaş Amca göriyim seni!” Savaş Bey ona başıyla işaret etmiş ve odadan dışarı çıkıp kapıyı kapatmıştı.
                Savaş Bey konuşmayı uzatabildiği kadar uzatıyordu;
                “Demir çocuklukta başladı bu spora. Onun hayatı burası. Yaşam kaynağı.”
                “Peki bu maç için nasıl iyi hazırlanabildi mi?”
                “Zaten Demir asla ara vermiş gibi olmadı. Dediğim gibi spor onun hayatı. Son üç yıldır hiç durmadan çalıştı. Yüzmeyle olsun, bisikletle, taş taşımayla, ayaklarına ağırlık bağlayarak saatlerce koşma tekniğiyle olsun bir çok teknikler kullanarak hiç durmadan çalıştı…”
                Mirza ve avukat heyecanla kapıda savcıyı bekliyorlardı. Savcı başka bir yerdeydi. Durumun aciliyetini iletmeleri için sekreteri zorlamışlardı. En sonunda telefon etmeye ikna etmişlerdi. Mirza koridorda boyna volta atıp duruyordu.
                “Peki Savaş Bey anlıyorum. Vaktimiz çok kısıtlı bu güzel paylaşımlarınız için teşekkür ederim.” Odada sessizlik hakimdi. Savaş Bey’ in ekrandan sesi yankılanıyordu.
                “Ah bir dakika lütfen bunu söylemeden konuşmamı bitirmek istemiyorum. Taraftarlarımızın desteği bizim için çok önemli. Bir dövüşçünün tek bir taraftarı bile kalsa dövüşme sebebidir. Onlara canı gönülden teşekkürlerimi sunuyorum. Bizi maçlarda bırakmadıkları gibi sosyal medya hesaplarından da bizi takip etmeye devam etsinler. İnstagram hesabımız;”
                “Peki Savaş Bey çok teşekkür ediyorum. Evet Murat söz sende.”
                “Evet Serkan anlaşılan bugün herkesin fazla fazla konuşası var. Bir türlü bana sıra gelmiyor. Evet burada seyirciler artık sabırsızlanmaya başladı Murat. Hakemlerde evraksal hazırlıklarını bitirdiler. Boksörlerimizin eldivenlerini denetleme vakti geldi. Ayaklandıklarını görüyorum. Sanırım soyunma odalarına geçiyorlar. Acaba önce hangi boksörün eldivenleri bağlanacak?“
                Demir korku dolu gözlerle telefona bakıyordu.
                Savcı koridorda görünmüş ve Mirza onu farkedince bir tavşan gibi heyecanla zıplamış ona doğru yürümeye başlamıştı. Sekreterlerden biri savcıya yakşlaşmış ve savcı yön değiştirmişti. Mirza stresin vermiş olduğu patlama ile Savcı’ ya bağırı şekilde seslendi;
                “Ama sayın Savcım!” savcı bu tepkiye oldukça sinirlenmişti.
                “Başsavcı çağırıyor ona da mı gitmeyeyim!”
                “Özür dilerim sayın savcım. Sadece durumumuz çok acil.”
                “Tamam bekleyin geliyorum.” Demişti elinin tersini göstererek.
                Hakemler karşı tarafın eldivenlerini imzalamış şimdi Demir’ e doğru geliyorlardı. Kalbim boyna konuşup duruyordu;
                “Ay çok heyecanlı. Ilk defa boks maçındayım. Hem de soyunma salonundayım. Görüyor musun seyirciler nasıl bağırıyor. Ay kameramanlar bizi de çeker mi acaba?”
                “Kalbim kes artık!” Demir sinirini şimdi Kalbim’ den çıkaracaktı. Kalbim azarlanmanın vermiş olduğu sinirle karşı atağa tam geçecekti ki Demir ona kapıyı gösterdi;
                “Çıkın ve koltuğunuza oturup orada bekleyin!” Demir’ i hiç bu kadar sinirli görmeyen arkadaşları Kalbim’ i kolundan tuttukları gibi dışarı çıkardılar. Demir tam rahat bir nefes almıştı ki hakemler içeri girdiler. Demir, İbrahim’ e uzun bir bakış attı.
                Hakemler selamlaştıktan sonra, doktorun hazırladığı malzemelerle Yusuf Baba Demir’ in ellerini sarmaya başladı. Olabildiğince yavaş sarıyordu. Arada Demir ile göz göze geliyordu.
                Tam bu esnada telefon tekrar çaldı. Ibrahim hemen telefonu alıp açtı. Demir’ in gözlerinin içine bakıyordu.
                “Alo Demir, savcı başsavcı ile görüşüyor dayanın be kardeşim. Az kaldı.” İbrahim dudaklarını büküp başını sallamıştı. Demir stresle artık bacaklarını sallıyor ve ellerini titretiyordu. Hakemler bu durumdan biraz rahatsız olmuşlardı. Sonuçta Demir bağımlı tedavisi görmüştü. Yusuf Baba kimsenin anlamayacağı bir şekilde ellerine sıkı bir baskı uyguladı. O sıra Demir istemsizce Yusuf Baba’ ya baktı. Yusuf Baba ona hayır şeklinde kaşlarını kaldırdı. Demir derin derin nefes alıyor sakinleşmeye çalışıyordu. Artık vakti uzatacak bir yöntem kalmamıştı. Gözlerini kapadı ve Allah’ a dua etmeye başladı. Elinden başka bir şey gelmiyordu.
                Yusuf Baba itina ile eldivenleri geçirip son bantlarını vurdu. Hakemler inceleyip üzerine imzalarını attılar. Şİmdi Demir ile kuralları konuşacaklardı. Demir ayağa kalktı ve ritmik zıplayarak kollarını aşağıya sarkıtıyor ve sürekli eldivenlerinin rahatlığını kontrol ediyordu. Hakem kuralları söylerken Demir onaylar şekilde başını sallayıp duruyor ve olduğu yerde zıplamaya devam ediyordu.
                Telefon tekrar çaldı. Ibrahim elindeki telefonu hızla açtı. Demir ona bakıyordu.
                “Alo Demir, yoldayız dayan kardeşim on beş dakikaya oradayız.” Ibrahim havaya bir yumruk yapıp ardından beş parmağını gösterdi. Demir anlamıştı. Ama bu yeterli bir süre değildi. Bir anda;
                “Bir dakika bir dakika ben boksöre vurduğumda bilinç kaybı olursa, ya orayı anlamadım tekrar eder misiniz?” Hakemler bir anda böyle bir tepkiyle parlayan Demir’ e aval aval bakıyorlardı ama ne yazıkki cevap vermek zorundaydılar. Ama Demir’ in soruları ardı arkası kesilmiyordu. Hakemler neredeyse isyana kalkacaktı ki Yusuf Baba araya girdi;
                “Lütfen hoş görün oğlan heyecanlı. Kolay değil üç yıldır dövüşmediği gibi bir de bu maç onun hayatını geri verecek. Şu an omuzlarında büyük bir yük hissediyor. Bir beş dakika daha izin verirseniz onunla konuşup onu sakinleştireyim.” Hakemler ilk başta birbirlerine bakmışlar ve sürekli sorulara cevap vermekten bu teklifi daha cazip bulmuşlardı. Kabul ederek boksörleri ringe çağırmak için biraz ayak sürüdüler.
                Beş dakikayı kronometrede tutmuşlar ve bir kelime bile etmiyorlardı. Tam beş dakika sonra karşı tarafın boksörü çağırıldı. Ihtişamlı ve bol müzikli bir giriş yapmışlardı. Ekrana Fatma’ da düşmüştü. Demir’ i anlam veremediği bir heyecan sarmıştı. Şimdi nefesini tutmuş ve son oyunu oynama vaktini bekliyordu. Bu saatten sonra artık herşey Allah’ a kalmıştı.
                Sıra Demir’deydi. Demir’ in lacivert beyaz bornozunu giydirdiler. Demir güçlü bir ses tonuyla;
                “Haydi Beyler!” diye onları ayaklanmalrı için çağrıda bulundu. Tüm takım arkasına dizilmiş ve Demir ritmik koşma hareketi ile koridora çıkmıştı. Kamera şimdi seyircilere onun tarafını yansıtıyordu. Güvenliklerin arasından geçerek gücü izleyicilerde bile hissettirecek bir canlı yabancı raple salona girdi. Seyircilerle yumruklaşarak yavaş yavaş ilerliyordu. Sürekli onlara selam veriyor ve selfie çekmek isteyenlere müsaade ediyordu. Fazla hakemlerin dikkatini çekmeden oyalanmaya çalışıyordu. Ringe gelmişler ve Yusuf Babayla ringe çıkmışlardı.
                Fatma, Yusuf Babayı karşısında görünce şok olmuştu. demir Fatma’ ya bakıyordu. Ama Fatma gözünü Yusuf Babadan alamıyordu. Hakem iki tarafı da ölçüleriyle tanıtmış ve iki boksörü de kendi taraflarına göndermişti. On saniye sonra ilk roundun zili çaldı. Iki boksörde ringin ortasına geldiklerinde bir polis ordusu salona girdi.
                Hakemler maçı durdurmak zorunda kalmıştı. Boksörler ringte öylece kalakalmıştı. Manajerler hakem masasına polislerin yanına gelmişti. Polislerin elinde savcı emri vardı.
                “Siz Ali Taşkın’ ın menajerleri misiniz?”
                “Evet memur bey ne oldu söyler misiniz?”
                “Antrenörünüz Fatma Keskin’ in elinizde zorla tutulduğuna dair ihbar aldık.”
                “Hayır nasıl olur hangi devirde yaşıyoruz. Fatma Hoca burada size kendisi söylesin.” Fatma geride duruyordu. Menajerler yolu açmış ve polislerle Fatma göz göze gelmiş ama bir şey söyleyememişti. Polis memurunun yanında Demir’ in avukatı ve tanımadığı ama zafer kazanmış gibi bıyık altından sırıtan adam Mirza duruyordu. Fatma herbirini süzüyordu.
                “Fatma Hanım. Siz Ali TAşkın’ a antrenörlük yapmanız için zorlandınız mı?” Fatma korkan gözlerle başını hayır şeklinde iki yana sallamıştı. Demir onu yukarıdan izliyordu.
                “Fatma Hanım elimizde bir evrak var. bu evrak Demir Karamoğlu’ na antrenörlük yapmak için imzaladığınız daha eski tarihli bir evrak. Buradaki imza size mi ait?”
                Fatma evrakı görünce tokat yemişe dönmüştü. bu sözleşme çoktan iptal edilmiş olmalıydı. Şaşkın bakışlarını Demir’ e çevirmişti. Demir Fatma ile göz göze geldiğinde çatılmış kaşlarını yumuşattı ve ona gülümsemeye başladı.
                “Fatma Hanım imza siz mi ait.” Fatma affallar bir halde;
                “Evet evet bu imza bana ait.”
                “O zaman sizi ve buradaki tüm menajerleri ifade almak için götürmek durumundayım. Savcılık emir burada.” Diyerek hakemlere uzatmıştı. Polis, onları götürürken. Takımın diğer üyeleri hakemlere itirazlar ediyor ve maçın iptal edilmemesi konusunda diretiyorlardı. Fatma’ nın kendi antrenörleri olduğu konusunda ısrar ediyorlardı. Ama hakemler bir hafta sonraya erteleme kararı almıştı. Demir duyduğu ertleme haberi ile yüzü daha bir güler olmuştu.
                Ringten indiği gibi Yusuf Baba ile beraber savcılığın yolunu tuttular. Fatma’ yı onlardan kurtarma vakti gelmişti.                           


















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kazanın Kırıntıları kitap için düzenleme yedek

2.18 Saniye Ömür

KAZA 2