2.18 Saniye Ömür
2.18 SANİYE ÖMÜR
O
gece evren, kıyamete sancı tutmuş gebe bir kadın gibiydi. Sanki o doğursa
rahatlayacak ama bizim günümüze kıyametimiz kopacaktı. Ardı ardına doğum
sancısı çeker gibi kasılmalar giriyor ardından solunumu duruyor; biz ise üç
kişi başında “kirliler” dışarıda “iki temiz sağlık çalışanı” 15 yaşında tek
evladı kızı olan bir anneyi kurtarmaya çalışıyorduk. Çığlıklarımız koridoru
dolduruyordu.
“Mavi
kod! Mavi kod!
“Ne!
Ne Aman Allah’ ım! Tamam! Tamam! Hemen veriyorum.”
O
anı anlatırken hala kadının boğulmasını kendi boğazlarımda hissediyorum. Nasıl
anlatılır bilmiyorum ki bu his. Acı veren nefes alışverişler içimi parçalıyor
sanki.
Çaresizce
duran kocası bir kızları olduğunu söylemiş. “Ne olur hemşire hanım ne olur onu
kızına kavuşturun!” deyip teslimiyetle koridorda banka oturup duaya çekilmişti.
O
tek cümle taş gibi yüreğime oturmuş, emanetin değeri tüm omuzlarıma yük gibi
inmişti. Bıraksalar beni bu yükün altında ezilir un ufak olurdum. Ama ellerimin
arasında hiç şahit olmadığım bir tablo ile covid pozitif hastam can veriyordu.
Şoklar içinde soruyordum;
“Eşinizin
daha önce nöbetleri oldu mu?”
“Hayır!
Hayır!” diyordu kocası.
“Daha
önce epilepsi tanısı kondu mu?”
“Hayır
hemşire hanım hayır eşimi ilk defa şimdi böyle görüyorum.” Bir nöbet duruyor
bir nöbet başlıyordu. Bağırmalarımıza engel olamıyorduk. Sonuçta gencecik kadın
elimin altında yaşamla ölüm arasında mekik dokuyordu. Kıyametin içine doğru
çekiliyordum sanki. Bu nasıl bir coviddi Allah’ım? Hiç tanımadığımız bu
hastalığa en azından birkaç kez hemşirelik yapma şansı bulmuştum. Haberler
covidin yurt dışında mutasyona uğradığını, hastalığın tablosunun değiştiğini
söylüyordu.
İlk
defa korkmuştum. İlk defa ölümden korkmuştum. İlk defa hastalıktan korkmuştum.
Eğer hastalık bu denli bir değişime uğramışsa tıp çaresiz kalıp insanlar lime
lime dökülebilirdi. İlk defa mesleğimde yetersizlik duygusuna kapılmıştım ve bu
aşılamaz bir sendromdu. Küçücük hatta gözle görülemeyen bu varlığın karşısında;
kendimi zayıf, minicik hissediyordum. O ise dev gibi karşımda dikilmiş bana
meydan okuyordu.
“Sabahtan
beri ilçe ve il hastanesinde acillerdeymişsiniz. Hiç mi böyle olmadı?”
“Hayır
hayır hemşire hanım şiddetli baş ağrısı ile hastaneye gittik. Şimdi daha yenice
bu servise gelince böyle oldu.”
Nöbet
tekrar girmiş. Kasılmalar durmasıyla solunum arresti tekrar başlamıştı. Canla
başla kalp masajı yapıyorduk. Aklıma sürekli sabah bu güne başlayışım
geliyordu.
Serviste
tek nöbetçi hemşireydim. Haber geldi.
“Covid
hasta sayıları hızla arttı. Acil olarak bir servis daha açmamız gerekiyor. Hastalarını
diğer servislere dağıt ve bize haber ver.” Demişlerdi. Hafta sonu tek hemşire
tek personel hızla varımızla yoğumuzla servisi covid servisine çevirmiştik.
Diğer servislerden personeller yardıma geliyor tek yürek bu servisi covide
hazırlamaya çalışıyorduk. Dünya ilklere şahit oluyordu, bizler ise olağanüstü
olaylara, alışılmışın çok ötesinde uygulamalara şahit oluyorduk. Gel
dediklerinde evimizden hızla geliyor, burada çalışacaksın diyorlar bilmediğimiz
ortamlarda tanımadığımız kişilerle çalışıyorduk. Hemşireler, doktorlar,
personeller sırayla covid oluyorlar birbirimizden takviyeler sağlanıyordu.
Ama
biz cerrahi servistik. Bize geldiyse sıra tablo çok ilerlemiş, yoğun bakımlar
dolmuş taşmış demek oluyordu.
Biz
kadıncağızın başında çaresiz müdahale ederken gelişini ve tüm günü
düşünüyordum. Covid servisine çevirdiğimiz bu telaşlı günü ve geleli birkaç
dakika olmuş bu ölüm mücadelesinde olan covid mağduru kadını. Daha anemnezini
bile alamamış yatağına bile ancak geçirilmişti. Hastayı tanıma şansım bile
olmamıştı. Yaşını gelmeden önce öğrenmiştim. Yüzüne bile bakma şansım
olmamıştı.
Şimdi
ise oksijen takmış, ağzına kadar sokulmuş ona yardım etmeye çalışıyoruz. Mesafe
sıfır, hayat sıfır, bizi koruyan ekipmanlar dışında hastaya birebir yakın ama
bir o kadar yabancısıyız. Ama bir o kadar da yakınım benden yalnızca iki yaş
büyüktü. Gencecik kadın ölmesin, gitmesin, geride bir evlat bırakmasın diye
yırtınıyorduk. Her şeyi olduğu gibi bırakıp Allah’ a yalvarmak istiyordum. “Ne
olur durdur, ne olur bitir bu zulmü.” Sanki ben ölüyordum ve daha çok
çabalıyordum göğsünün üstünde “Ne olur Allah’ ım çocuklarımızı yetim bırakma.”
“Gelmiyorlar
mı?” diye bağırıyordum temiz alanda duran arkadaşıma. Ona “Temiz” diyorduk.
İçeride olan arkadaşa da “Kirli”. Ama hepimiz birer melek kadar arınıktık.
Günahlarımızı terlerimizde döküyorduk. Onu ara bunu ara diye boyna fikir
üretiyordum. En nihayetinde kendi doktorunu aramak gelmişti aklıma, en sevdiğim,
covidin bel kemiği olan doktoru aramak geldi aklıma. O esnada herkes gelmiş o
da gelmişti.
Yoğun
bakımlar dolup taşarken yine de onu yatak aralarında sedye ile aldırmaya doktoru
ikna edebilmişti. Hiç vakit kaybetmeden yoğun bakıma çekmiştik. Teslim ederken
bile kasılmaları oluyor ve mosmor kesilip solunumu duruyordu. Bir ona müdahale
ediyorduk bir teslimimizi gerçekleştiriyorduk.
Bir
şekilde covid, hastada yatkın olan hastalığını tetiklemişti. İşin ilginci
hastaya hiç epilepsi tanısı konmamış ve nöbet geçirmemişti. Ama covidle beraber
sık aralıklarla sürekli nöbet geçiriyordu.
Aynı
anda iki hasta daha servise kabul etmiş onları henüz görememiştik. Ağır ruh
halimden sıyrılıp onlara odaklanmaya çalışıyordum. Ama mümkün mü? Sürekli
hastalarıma iyi misiniz? Başınız ağrır, farklı bir koku hissederseniz düğmeye
basın direktifleriyle sürekli onları tembihleyip duruyordum. Bana anlam veremez
gözlerle bakıyorlardı bense onlara her an bir şey olacakmış gibi bakıyordum. Belki
sabaha kadar ekipmanlarımızı üzerimizden çıkaramamıştık. Ne bir su içiyor ne
tuvalet molasına çıkabiliyorduk. Tabiri caizse korkmuştuk.
Covid
servisi olmuştuk ve birkaç ay daha böyle devam etmişti. Ama o gece; zamanı
durdurmuş ve kıyametini ana rahmine düşürmüştü. Artık her gece kıyamet sancısı
çekiyorduk. Geceler bitmiyor sabahlar olmuyordu. Ellerimizin arasından insanlar
kuş gibi uçup gidiyorlardı. Sevdiklerimiz de çalışanlarımız da kuş olup
uçtular. Arkadaşlarımın da çok sevdikleri o insanlar, belki de kendileri
vasıtasıyla kuş olup göçtüler. Belki bir kapıdan “Merhaba.” demenin diyetini
ödediler. Bir savaştı hala devam eden ve biz hala kayıp veriyoruz galip olana
kadar.
Bir
gün mavi kod sorumlusu ziyaretime geldi.
“Hale
hanım mavi kodun çalışmadığına dair bir ihbarda bulunmuşsunuz. Ben dökümü
getirdim. Beraber inceleyebilir miyiz?”
“Evet
tabi buyrun.”
“Bana
olayı hatırladığınız kadar saatleriyle anlatır mısınız?”
“Saati
hatırlamıyorum. Aşağı yukarı 20.30, 20.40 civarında olsa gerek. Hasta art arda
nöbet geçirdi ve bu yüzden solunum arresti oluştu. Hemen o sıra mavi kod
verdik. Bir süre bekledik. Gelen olmadı çalışmadığını düşündük. Tabi diğer mavi
kodları da ele alıyoruz. Birçok vaka var. Gecikmelerini anlarız o yüzden
bekledik. Ama çok sık nöbetler geçirdiği için tekrar bastık ve tekrar bastık.
Ama gelen olmadı. En sonunda artık geldiler. Ve mavi kodu sonlandırdık.”
“Sonlandırmada
sıkıntı yaşadınız mı?”
“Hayır.”
“Sizce
kaç dakika geç kalınmış olabilir?”
“Açıkcası
bana yaklaşık olarak 15 dakika gibi geliyor. Yani bilemiyorum daha da fazla
olabilir. Çünkü hasta bir duruyor bir nöbet geçiriyor. Her nöbet arası iki ile
beş dakika arasında değişse aşağı yukarı böyledir diye düşünüyorum. Belki 20
dakika.”
“Bakın
listede sizin bastığınız mavi kod saatleri. Üç kez basmışsınız doğru mu?”
“Evet
öyle hatırlıyorum.”
“Hepsi
kayda düşmüş yani bu durum kodun çalıştığını gösterir. Sonlandırma işlemi de
arkadaşlar gelince yapılmış. O da kayda düşmüş. İlk verdiğiniz başlatma kodundan
sonlandırma koduna kadar toplam süre 2 dakika 18 saniye.”
“Nasıl
yani anlamadım. 2 dakika 18 saniye mi? O iki kez daha verdiğimiz kod?”
“Onlar
dakikanın içinde.”
“Ne
diyorsunuz!” Şok olmuştum. Gülüyorduk.
“Anlaşılan
zor bir gece geçirmişsiniz hemşire hanım.”
“Hem
de nasıl…” Şok olmuştum, tek kelimeyle şok olmuştum. Onca nöbetin o saniyeler
içinde geçirilmesine, hastanın yaşıyor olmasının mucizesine, bize bir ömür
kadar uzun gelen o kısacık 2.18 saniyeye…
Şimdilerde
biraz daha sakinledik. Vakalar azaldı. Biz de temiz servis olduk. Geceler
aydınlığa kavuşmaya başladı. Ne zaman evimde yatağımda sabahı görsem gün
ışıklarına şükrediyorum. Korkusuz bir gece geçirdim ve sabahı gördüm diye.
Gülmeye başladık artık. Ve o çok sevenlerini kaybeden biz arkadaşlar aynı
masaya oturup sohbetler ediyoruz. Bazen kahkahalar atıyoruz. Ama hepimizin
aklında ve kalbinde o eksik var. Ne zaman onlara baksam o eksik yanlarını
görüyorum. Covid gidecek belki ama artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Yorumlar
Yorum Gönder