KAZA 2



33.       BÖLÜM(MAHKEME GÜNÜNÜ BEKLERKEN)

                Timur günler ilerledikçe işe daha sık gider gelir olmuştu. Haliyle eve gelme saatleri de gecikmeye başlamıştı. Aslı bu durumlara zamanında çok alışıktı. Işlerinin yoğunluğunun çok iyi farkındaydı. Ama evde hiçbir şey yapmadan sürekli yatakta yatmak onu bunaltıyordu. İnternet üzerinden belli adreslere girebiliyor doktorlar dışında hiçbir kimseyle iletişim kurmasına izin verilmiyordu. Ziyaretçileri sürekli kayıt altında tutuluyordu. Bu durum ne kadar ağır bir suç işlemiş izlenimi vermiş olsa da şuan suçu kanıtlanamadığı için ev hapsi şansına nail olabilmişti. Yoksa hastanelerde çocuklarını görmeden çürüyüp gidecekti.
                Son dönem hastası olduğunu içten içe tahmin ediyordu. Her ne kadar suçu ispatlanmamış olsa da hakimin insiyatif kullanması onda bu tedirginliği doğuruyordu. Acaba ömrünün son dönemlerini mi yaşıyordu.
                Yatağında öylece dalmış düşünüyorken bir anda telefonu çaldı. Arayan Timurdu. Heyecanlanarak telefona sarıldı:
                “Alo Timur merhaba!”
                “Merhaba, nasılsın?”
               “Teşekkür ederim. Hala yatıyorum.” Timur gülümsemişti.
                “Olsun iyileşene kadar bol bol dinlenmen lazım. Bu arada Aslı sana nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. ”
                “Neyi?” Timur, Aslı’ yı gereksiz bir gerginliğe sokarak zor durumda bırakmak istemiyordu. Bu yüzden diyeceği cümleyi ağzında geveleyip duruyordu.
                “Bugün sana hiç ziyaretçi geldi mi?”
                “Yooo, hayır.”
                “Hım. Şimdi merkezden aradılar. Seni görmek isteyen biri varmış. Görüşmek ister misin? Ama bak eğer yorgunsan hemen iptal ettirebilirim.” Aslı, Timur’ un konuşmasından kim olduğunu anlamıştı.
                “Kerem mi gelmek istiyor.” Timur üstünden büyük bir yük kalkmış gib rahat bir nefes alarak:
                “Evet, seninle görüşmek istiyormuş.”
                “Sen ne dedin peki? Yani önce seni aradı değil mi?”
                “Hayır beni aramadı. Merkezden bana haber verdiler.”
                “Sen ne düşünüyorsun peki? Onunla görüşmem doğru olur mu?”
                “Benim için hiç farketmez. Ama yalnız olmayacaksın. Yine de korkuyorsan gelebilirim.”
                “Yok korkmaktan değil. Bilmiyorum. Acaba ne konuşmak istiyor?”
                “Hiçbir fikrim yok. Bence konuşmalısın. Ona en azından bu iyiliği yapmalıyız. O bizim arkadaşımız Aslı. Ve sanıyorum bizden başka kimsesi yok.” Aslı neden son söylediği sözlerden işkillenmişti:
                “Timur benden sakladığın bir şey var mı?”
                “Sadece zamanı beklediğim bir durum var. sana daha önceden vermiş olduğum sözün arkasında durmaya çalışıyorum. Sadece bunu bil şimdilik olur mu?”
                “Peki üstüne gelmiyorum. Anlatacağını umduğum için.”
                “Bana biraz zaman ver. O zaman merkeze haber veriyorum. Iznini çıkarsınlar.”
                “Tamam peki. O zaman kapatıyorum.”
                “Tamam. Şey bir de…” Aslı tam kapatacakken yarım kalan cümlenin nasıl sonlanacağını beklemeye başladı. Ama bir türlü o cümle ağzından çıkamamıştı. Aralarında belki kısa belki de çok uzun bir süre geçmişti kim bilir. Ardından kısık ama net bir sesle Timur duygularını cümleye döküverdi.
                “Seni seviyorum.”
                Aslı yaş dolan gözlerine engel olmak için çaba bile sarfetmemişti. Minik yağmur damlaları gibi yanaklarına serpilmişti. Boğazına düğümlenen yumruğu aşağıya doğru itercesine yutkunup;
                “Bende.” Diyebildi. Ardından telefonu yavaşça kapattı. Yanaklarına dökülen yaşları elinin tersiyle sildikten sonra üzerindeki pijamaları çıkarıp normal kıyafetlerini giymek için ayağa kalkıp yatağının başucunda duran zile dokundu. Onunla ilgilenen bayan kısa sürede soluğu odada almıştı.
                Giyindikten sonra genç kadın salona inmesinde Aslı’ ya yardımcı olmuştu. Rahat konuşabilmek için oksijen ekipmanlarını da oturacağı koltuğa getirmişlerdi. Sürekli bu aletlere bağlı kalmak istemiyor sanki her kullanışında bu aletlere daha çok bağımlı olacakmış gibi hissediyordu. Şimdi bunlara soğuk bir bakış atıyordu ayakta durduğu yerde. Genç kadın onun memnuniyetsiz ifadesini çoktan farketmiş bu yüzden kolundan onu kendisine getirerek oturmasını sağlamıştı.
                Oturduğu yerden telefonda izin verilen siteleri inceliyordu. Haberden başka çok da girebildiği bir site yoktu doğrusu. Televizyon izlemesi de belirli saatler içerisinde oluyordu. Onun dışında televizyonu açarsa sistemin alarmı devreye girecekti. Tüm elektronik eşyalara sistemi yerleştirmek sadece bir saatlerini almıştı. Dolayısıyla tüm aile televizyonu yalnızca bu saatler aralığında izliyordu. Ama tüm aile halinden oldukça memnundu. Hele de sevdiklerin yanındayken uzaklardan haber almışsın almamışsın kim takardı ki?
                Beklenen vakit sonunda gelmiş ve kapı çalmıştı. Kapının ahizesinden görevli olan kişi Kerem’ in geldiğini bildirmişti. Aslı kalbinde acı veren bir heyecan hissetmişti. Ama bu acı duygularından değil hastalığındandı. Yine de onu görecek olmak kendisini heyecanlandırmıyor muydu?
                Kısa bir süre sonra kapı tekrar çalmış ve kapı açıldıktan sonra Kerem’ in sesi duyulmuştu. Her zaman ki gibi takım elbisesiyle ve tıraşlı bir şekilde gelmişti. Oldukça iyi görünüyordu. Tabi Aslı yanında artık neredeyse annesi gibi duruyordu. Sanki yaşlanan o değil de daha da gençleşmiş hissi veren bu görüntüye hayranlıkla bakıyordu. Ayağa kalkmak istedi Kerem ve Kerem’ in bakışlarına giren bu sahne Kerem’ i daha bir parçaladı. Hemenelindeki çantayı yere bırakıp koşarak kolundan tuttu;
                “Sen yorulma lütfen otur. Seni iyi gördüm.” Diyebildi. Bakışları hala Aslı’ nın üzerinde geziniyordu. Aslı acı ve küçümser bir gülümseme takındı yüzüne.
                “Nasıl göründüğümü çok iyi biliyorum. Yapmacıklığa lüzum yok.” diyerek tekrar yerine oturdu. Kerem mahcup bir halde karşısındaki koltuğa oturdu. Hala ona bakıyordu. Hizmetçi bayan hemen gelmiş ve Kerem’ e ne içmek istediğini sormuştu. Kerem açık bir çay istemişti. O gitmiş ardından başka bir kız elinde kurabiye tabaklarıyla yanlarına gelmişti. Kerem’ in önündeki sehpaya ve Aslı’ nın yan tarafına hazırlamış oldukları ikramlıkları koymuştu.
                Sürekli yanlarında var olan sirkülasyon Kerem’ in kalbindeki heyecanı yenmesine zaman kazandırmıştı. Sürekli kravatını çekiştirip duruyordu.
                “Çeketini çıkar istersen.” Dedi Aslı. Kerem istemsizce hafif havalanıp çeketini sertçe çekiştirip tekrar oturdu.
                “Yoo böyle iyi biraz sıcak sanki değil mi?”
                “Evet üşüyorum o yüzden.” Kerem al al olmuştu. Eliyle alnını kısacık sıvazladı. Gergin olduğu her halinden belli oluyordu. En sonunda çayları da gelmiş ve herkes bir anda odayı boşaltıvermişti. Işte bu hareketi Kerem hiç de beklemiyordu. Oysa güvensizlik yarattığını düşünüyordu. Bir anda gidenlerin ardından bakakaldı. Aslı’ nın ısrarla ona baktığını anlaması çok geç olmadı ve hızla kendisini toparlayarak:
                “Şey ben hapishaneye de ziyaretine gelmiştim ama sen görüşmek istememiştin. Doğrusu bu sefer de reddedeceğini düşünüyordum.”
                “Evlendiğimi duymuşsundur.” Kerem affallamıştı.
                “Hayır kimse bana söylemedi. Şimdi öğreniyorum.” Aslı gözlerini hafifçe kısmış, Kerem’ in tepkisini yokluyordu. Gerçekten ilk defa duymuş gibi görünüyordu.
                “Biz Timur’ la evlendik Kerem. Ben bu konu hakkında görüşmek istediğini düşünmüştüm. Bu yüzden açıkcası kabul ettim görüşmeyi. Belki davanın seyri için diyeceklerin vardır diye. Hoş bana ait olan taleplerden vazgeçmiştim ve avukat bu işleri hallediyordur.” Aslı o kadar zorlanarak konuşuyordu ki arada öksürüyor arada derin nefes alıyor sanki boğazında bir şey takılıyor gibi sürekli eliyle öksürerek boğazını temizlemeye çalışıyordu. Ardından oksijenden iki nefes alıyor tekrar konuşmaya devam ediyordu. Durumunun ne kadar vahim olduğu belliydi. Kerem onu üzgün ama bir o kadar da donuk izliyordu.
                “Yani bu durumda siz…”
                “Yani bu durumda biz seni asla aldatmadık Kerem.”
                “Mahkemeden sonra evleniyorsunuz. Bu da tesadüf olamaz değil mi?”
                “Ben ölüyorum Kerem. Görmüyor musun?” Kerem konuşmaya çalışıyorken bir anda cümleleri ağzına tıkanmış öylece Aslı’ ya bakakalmıştı.
                “Daha fazla kimse acı çeksin istemiyorum. Giderken gözüm arkada kalsın istemiyorum. Çocuklarımı daha çok sevecek birine yani Timur’ a emanet ederek gitmek istiyorum. Bunca sene beni gizliden sevmiş aşkını bir kez olsun dillendirememiş bu adama en azından ölmeden önce biçare olmak istedim. Bunu en çok o hakediyor.”
                “Hıh!”
                “Senin için elimden geleni yaptım Kerem üzgünüm. Sana daha fazla yardımcı olmak isterdim ama halimi görüyorsun. Sadece bunu bilmelisin ki ne seni aldattım ne de canına kasdettim. Kasdetmiş olsam kendimi bu hale sokmazdım. Ama yaptıklarından ötürü sana kızmıyorum. Bu bizim kaderimizmiş. Elinde sonunda kabullenmem gerekiyordu.” Kerem hiçbir şey demeden yere bakıyordu. Uzun bir sessizliğin ardından;
                “Seni çok üzdüm. Özürdilerim. Bir çocuk gibi davrandım. Kendi içimde halletmeliydim.”
                “Ne yapabilirdin ki? Hele de etrafında o kadar akbaba varken?”
                “Bilemiyorum. Belki bir süre uzaklaşmam gerekiyordu. Ya da bizi tanıyan herkese ulaşmam gerekiyordu. Acele ettim.” Aslı cevap vermemişti. Onu izlemeye devam etti. Bir süre sessizce düşündükten sonra gözlerinin önünde canlanan hayalleri itiraf edercesine;
                “Biliyor musun mahkemeden sonra seni hatırlamak için çok mücadele verdim. Hep oturduğum koltukta ikimizi düşünmeye çalıştım. Ama her defasında anlam veremediğim görüntüler gözlerimde canlanıyordu. Hatta çok anlamsız. Yani senden yana hiç bir anıya ulaşamadım.” Aslı bir an oturduğu yerden doğrulmuş biraz daha öne gelmişti.
                “Kerem ne gibi şeyler görüyorsun.” Kerem, sıkkın bir şekilde yukarıya doğru çektiği havayı üflemiş;
                “Offf çok saçma anlamsız şeyler. Doktor bey bunun olabileceğini söylemişti. Hatta izlediğim film sahnelerini kendi yaşantımdan zannedebileceğimi yani gerçeklerle hayalleri ayırt edemeyeceğimi söylemişti. Zamanında çok istemiş olduğum ve ulaşamadığım bir hayalimi yaşamışım gibi hatırlayabilirmişim. Çok aptalca.”
                “Hayır çok mantıklıııı.” Diyerek düşünüp kalmıştı Aslı. Onlarda Kerem’ i böyle yönlendirmemişler miydi? Defne’ ye gerçekten aşık olduğuna inandırmışlardı.
                “Öyle de olmadı mı zaten?”
                “Nasıl yani?”
                “Yani diyorum ki; Defne ile annen seni istedikleri gibi yönlendirdiler. Sana anıları çarpıtarak bir çok şeyin gerçek olabileceğine inandırttılar.”
                “Bilemiyorum belki de?”
                “İlaç kullanıyor musun?”
                “Evet aile doktorunun vermiş olduğu bir ilaç var onu kullanıyorum. Kendimi daha çok zinde ve iyi hissetmemi sağlıyormuş.”
                “Doğrusu ilacını bile kendin almalısın.”
                “Nasıl yani anlayamadım.”
                “Bilemiyorum Kerem. Bak bana hayatımı başka birine bağladım. Ve ölmek üzereyim. Sana bu saatten sonra artık ne kadar daha yalan söyleyebilirim ki. Gözünü açmalısın. Seni öldürmeye çalışan bu insanlar. Kim bilir daha ne yaparlar. Belki ilacını değiştiriyorlar. Belki de kimbilir doktor seni kandırıyor.”
                “İyi de böyle olursa kime güveneceğim ben?” Aslı duraksamıştı. Gerçekten bunun cevabını bilmiyordu. Bir anda keskin bakışlarını Kerem’ e kitledi.
                “Kimseye güvenmek zorunda değilsin. Yalnız olman zayıf olduğun anlamına gelmez. Sen güçlü bir adamsın. Onların arasından sıyrıl. Evini ayır doktorunu değiştir. Kimsenin bilmediği bir adreste kimsenin öğrenemeyeceği hastanelere git. Beyin grafini tekrar çektir. Ara ara hatırlıyorum demiş olman ben de ışık yaktı. Demekki hatırlayabileceksin. Bundan sonra hayatında her ne yapıyorsan ne adım atacaksan bu iyileşmen için olmalı. Bu şekilde yaşayamazsın. Yoksa böyle giderse hayatın boyunca onlara bağlı olarak yaşayacaksın. Ve senin hakkın gözetilecek mi sana gerçekten kaliteli bir yaşam sunulacak mı o da muamma.”
                “Evet haklısın. Kimseye güvenmeden ve uzakta bir yerlerde. Peki kendimi toplayana kadar işimi devredeceğim yine güvenilir birini bulmam gerek. En azından kısa bir süreliğine.”
                Aslı uzun uzun düşünmüştü. Şirkette herkes kendisini parayla çoktan satmıştır diye aklından geçirdi.
                “Ah! Hakikaten çok zor. Şirkette güveneceğin kimsenin kalmadığını düşünüyorum. Babandan bağımsız ama aynı zamanda güçlü biri olmalı ki babanın bile satın alamayacağı bir adam olmalı.” Sonra bir anda Aslı’ nın aklına bir fikir gelmiş sıçramış ardından Kerem’ i tedirgin edebileceğini düşünerek tekrar sakinlemişti. Ama bu durum Kerem’ in gözünden kaçmadı.
                “Aklına biri geldi. Kim o lütfen söyle.”
                “İlk başta iyi bir fikir gibi gelmişti. Ama yine güvensizlik yaşayabilirsin ve bu sefer ilişkilerimiz daha çok çıkmaza girer diye doğrusu vazgeçtim.”
                “Hayır söyle. Doğrusu söylediğinde haklısın. Yani seni incitmek istemem ama eğerki durumun iyiye gitmeyecekse bana bunu gider ayak yapmazsın diye düşünüyorum. Yani yapmazsın değil mi? Sonuçta sana son zamanlarda çok kötü davrandım.”
                “Hayır asla böyle bir amacım yok. Gider ayak oğullarıma düşman kazandıracak kadar aptal değilim.”
                Kerem böylesine ağır bir lafı beklemiyordu.
                “Mahkeme sonuçlarında babaları ben çıkacağımı umuyordum. Bir baba oğullarına ne kadar düşman olabilir ki?”
                “Bu konuyu konuşmak istemiyorum.”
                “Peki öyleyse kim?”
                “Timur’ un babası. Neden diyeceksin onu da anlatayım kısaca. Zamanında birçok kişinin işini kendi üzerine alıp birçok kişiyi borç batağından ya da mallarını kaybetmekten kurtardı. Yani anlayacağın biraz yasa dışı işler ama emanet konusunda tanıyabileceğin gelmiş geçmiş en sağlam ve güçlü biri. Kapısına bile dayanamazlar.”
                “Haklısın olabilir. Bunu Timur ve babası ile konuşsam iyi olur sanırım.”
                “Kerem! Anılarında neler görüyorsun?”
                Kerem, gözlerinde canlanan anıları tekrar görmek istercesine uzaklara dalmıştı.
                “Yemyeşil bir bahçede solmakta olan yaprakların uçuştuğunu. Özlem gibi yüreğime çarpışıyorlar sanki. bir ses duyuyorum uzaklardan bana sesleniyor. Bir kadın sesi. Ama o kadar tatlı o kadar narinki anne şefkati gibi yüreğimi okşuyor. Vücudumu saran tüm korkular ona teslim oluyor. Içimde sıcacık bir güneş doğuyor sanki.” Sonra derin bir nefes alıp yere bıraktığı çantasına uzandı. Içinden bir elbise çıkardı.
                Aslı, elbiseye baktığında çok eskilerde genç kızların giyebileceği tarzda bir elbise olduğunu anlamıştı. Ama kumaşı oldukça kaliteliydi. Kerem neden bunu yanında taşıyordu ki?
                “Aslı, bu kıyafet senin mi?”
                “Hayır. Ama çok eski yıllarda giyilen bir model gibi. Annene sordun mu?”
                “Hayır. Kimseye birşey demedim. Bunu tavan arasında bizim eşyalarımızla beraber duran sandıkların arasında buldum. Aslında orada daha çok eşya vardı ama çoğu son uğradığımda orada değildi. Açıkcası kimseye birşey demedim. Benim oaraya çıktığımı bilmelerini istemiyorum. belki annenimin olabilir lakin kokusu bana seni andırıyor. Bak kokla çok güzel kokuyor.”
                Kerem ayağa kalkmış ve elbiseyi Aslı’ ya vermişti. Aslı kucağına aldığı elbisenin tahmin ettiğinden çok daha güzel ve pahalı olduğunu farketmişti. Uzun bombeli kollarını iki yana ayırıp degaje kısmındaki dantel işlemelerinnde ellerini dolaştırmıştı. Ipekten dikilmişti. Yumuşak ve yıpranmamış. Degajesinden kendi içine büyük bir nefes çekti. Kokusu çiçeksi ve hala tazeydi. Gülümsedi.
                “Çok ilginç hala kokuyor. Sandıkta parfümü duruyor olmalı.” Kerem de gülümsemişti.
                “Hiç faretmedim. Sen öyle mi yapardın?”
                “Yani çok pahalı ve ulaşılamaz bir parfümüm olsaydı eminim en kıymetli kıyafetlerimin arasında onu da saklardım. Kıdım kıdım kullanırdım. Muhtemelen eski yıllarda bu parfüm elbisenin sahibi için çok kıymetliymiş. Belki küçüklüğünde beraber yaşadığınız birine aitti. O yüzden sende birşeyler anımsatıyordur.”
                “Bilmiyorum. Bu kokuyu ne zaman içime çeksem sanki o o kadar çok yakınımdaki sanki içimde bilmiyorum. Geceleri bu kıyafetle uyuyorum. Bana deli diyebilirsin.” Ikisi de gülmüşlerdi. Ama Aslı gülerken bile derin düşünceler içindeydi. Kerem’ i çeken birşey vardı bu elbisede. Buraya kadar getirdiğine göre.
                “Biliyor musun hastanede beni ameliyat eden doktor ne dedi; bazen insanlar normal zamanda hatırlayamayacağı kadar eski anılarını bu hatırlama evresinde hatırlayabilirmiş. Insanlar yakın geçmişini hatırlayacağını zannedermiş. Ama aslında çoğu anılar çocukluktan gelirmiş. Çünkü beyin o zaman çok bilgi yüklemediği için anılarını her ayrıntısıyla saklarmış. Geri plandaki sesler, kokular, damağına bıraktığı tat. Bu yüzden insanlar en çok sevdiklerinin çocukluğunda var olduğuna inanırmış. Aslında bu da beynin bize küçük bir oyunuymuş.”
                “Çok ilginç. Hiç böyle bakmamıştım olaya. Annemin biz çocukken özel günlerde yaptığı fırında çevirme tavuğun tadını hiçbir yerde bulamıyor olmam bu yüzden olsa gerek. Ben de tavuklar evrim geçirdi herhalde diyordum.” Kerem kahkahayla gülmüştü.
                “Hangimiz değişmedik ki?” Aslı, acı bir tebessümle dudaklarını büzmüştü. Kerem ondaki derin yarayı kendi göğsünde saplanırmışcasına derinden hissetmişti. Bir anda artık gitmesi gerektiğini düşünüp aniden ayaklanmıştı.
                “Çay ve ikramlar harikaydı. Sohbette öyle. Çok teşekkür ederim. Ben gitsem iyi olacak.” Aslı ayağa kalkmak istemiş ama Kerem buna müsaade etmemişti.
                Kerem, vedalaştıktan sonra evden ayrılmış ve arabasına binmiş kordon yolu boyunca düşüncelerle arabsını sürmeye devam etmişti. Ona zamanında neden aşık olduğunu şimdi daha iyi görebiliyordu. Olduğu gibi ve olduğu da pak ve tertemizdi. Gülümsemesi bile içtendi.
                Belki onu kaybetmişti. Bunu hiçbir zaman anlayamayacak olmanın eksikliğini yüreğinde duyar gibiydi.                             


34.       BÖLÜM (BEKLENEN DAVA)


                Timur, Kerem’ in eve ziyaret ettiği gün oldukça geç gelmişti. Kerem ile karşılaşmak istemiyordu. Aslı’ ya konuşmaları hakkında bir tek bile soru sormamıştı. Aslı’ yı incetmekten çok korkuyordu.
                Kerem onu çok kısa süre sonra aramıştı. Böylesine bir telefonu Timur beklemiyordu. Onunla yüzyüze görüşmek istediğini söylemişti hem de babasının bürosunda.
                Kerem, Timur ve babasına uzun uzun düşünelerini paylaşmış ve Timur’ un babasından yardım istemişti. Aslında ne kadar kızgın olsalar da geçmişe dayanan sağlam bir dostluk vardı. Babası işleri vekaleten yürütmeyi kabul etmişti.
                Kerem hiç olamdığı kadar hafiflediğini hissetmiş ve acaba babasına bıraksaydı böylesine bir his yine gerçekleşir miydi diye sormaktan kendini alamamıştı.
                Kerem için hazırlık vakti gelmişti. Gideceğini kimseye söylememiş ve bir o kadar da korkuyordu. Yalnız olmak belki bu hayatta en zor olanıydı kim bilir. Ama hayatında kazanan olmak istiyorsa başka bir seçeneği yoktu.
                Gitmeden önce tek beklediği çocukların vekalet davasıydı. Dava gününü bekleyecek ve sonuçları öğrendikten sonra buralardan gidecekti. Sonuç her ne olursa olsun dönüşü güzel olacaktı. Döndüğünde kendisiyle beraber bambaşka bir Kerem gelecek ve olaylara daha güçlü müdahale edebilecekti. O yüzden şimdilik geriye çekilmişi oynamalıydı.
                Dava günü mahkemeye Timur’ un yanında Aslı da eşlik etmişti. Yanlarında polis kaynıyordu. Bu zavallı görünen kadını korumak için değil bilakis bunca polisin arasında kaçarsa diye tedbir amaçlıydı. Bu hayatı ona veren kendisiymiş gibi vicdan azabı çekmişti.
                Hakim salona gelmiş ve mühürlenmiş DNA sonuçlarını bizzat kendisi açmıştı.
                “Evet!” sesiyle salon buz kesilmişti sanki. Herkes bu sonucu bekliyordu hem de aylarca. Kerem’ in yanıdna babası ve annesi de vardı. Kerem onlara herşey olağanmış gibi bir hava veriyordu. Oysa yarın ilk uçakla Kerem’ in Amerika’ ya gideceğinden haberleri bile yoktu.
               “Burada çocukların DNA sonuçları yazmakta. Kızım yaz Poyraz ve Kuzey Kaya’ nın babaları DNA testi sonuçlarına göre; Timur Artoslu olup, Kerem Kaya’ dan hiçbir hak talep edemeyecekleri…”
                Kerem ve Timur duydukları karşısında şok olmuşlardı. Hele Timur öylesine şaşırmıştı ki ağzı ve gözleri kocaman açılmış Aslı’ ya bakakalmıştı. Aslı ise gülümsüyordu.
                Kerem, Aslı’ nın bakışlarında gerçek babanın kendisi olduğunu çok iyi görmüştü. Bu gülüşlerin ardında kaybedilen hisseler değil kazanılan gelecekler yatıyordu. Kerem içinde hissettiği olayı algılama duygusu boğazına kadar gelmiş sanki kalbi kulaklarının ardında atıyordu.
                Kerem, Aslı’ nın artık ne yapmaya çalıştığını çok iyi anlıyordu. Sanki bugüne kadar her taraf karanlıktı ve şimdi güneş doğmuş gibi gözleri aydınlanmış etraf daha bir görünür olmuştu. çevresindeki insanların tepkilerini bir kartal gibi sezinliyordu. Hele de anne ve babasının şaşkınlık içinde yaşadığı sevinç kendisinde tariff edilemez bir duyguya yelken açmıştı. Şaşkınlıkları Kerem’ i ele veriyordu. Timur’ un şaşkınlığı Kerem’ i ele veriyordu. Aslı’ nın huzur içinde gülümsemesi Kerem’ i ele veriyordu.
                Ama artık çok geçti. Tek anlam veremediği neden kaybetmişliği içinde duymuyordu. Neden o da Aslı gibi huzurla dolmuştu. Aslı suçluydu en azından şimdilik ve babası kendisi çıksaydı vekaleti ona vereceklerdi. Ikizler evlerine yani babaannelerinin yanına yerleşecekti. Defnenin ve dedenin de olduğu iki koca varisler akbabaların gözlerine batıp duracaktı. Belki de işte o zaman kaybetmiş olacaktı.
                Aslı, ölmeden önce çocuklarını emin ellere emanet etmişti. Haklıydı ne kadar bunu içselleştirmiş olsa da kendisine şöyle bir bakınca kendisini bile onlardan koruyamıyordu. Hatta sağlıklı olduğu vakitte ailesini zaten koruyabilmiş miydi? Hayır kocaman bir hayır içinde yankılanıp durdu. Aslı’ yı anlamak çok zor gelse de anlayabiliyordu. En azından neden böyle bir şey yaptığını.
                Timur, şaşkınlığı yüzünden kaybolmamış ama öylece gidip Aslı’ yı öpmüştü. Hala şaşkın ona bakıyordu. Aslı’ nın gözlerine baktı. Aslı ise ona gülümsüyordu. Çok şey söylemek istiyor ama yeri olmadığını biliyordu.
                Aslı, ambulans eşliğinde hastaneye götürülmüş ve genel kontrolleri yapılıp öyle eve bırakılacaktı. Tek çözümlenmeyen dava Aslı’ nın davasıydı ama olsun önemli değildi. Önemli olan evlatları yanında ve o olmadığı zamanda ise emin ellerde olacaklardı. Bu bile ona yeterdi.
                Timur mahkemenin verdiği kararla gereken işler için avukat ile beraber adliyede kalmıştı. Timur sabırsızlıkla işlerin bitip hem Aslı hem de avukat ile konuşmaya can atıyordu. Avukat ise onun bu telaşına gülümsüyordu.
                “Sakin ol dostum, kabus sona erdi. Artık herşey güzel olacak.”
                “Çok edebi konuştun.”
                “Daha detayına da inme zaten.”
                “Senin parmağın olduğunu biliyordum.” Avukat dudaklarını sus şeklinde büzmüş ve kaşlarını kaldırmıştı. Timur bir yandan seviniyor bir yandan sahtecilik yapmış gibi kendisini suçlu hissediyordu. Ama artık geri dönüş yoktu. herkes sonuçtan memnundu. Eğer Kerem de bu işin arkasına düşmezse Aslı, evrak sahteciliği ile yargılanmazdı. Bu halde bir kadının bu saatten sonra başka bir ceza almasına tahammülü yoktu. bu yüzden susmayı tercih etti.
                Artık solukları yavaşlamış ve huzurla nefes alıyordu. Aslı hastanede yattığı yatakta geleceği hayal ediyordu. Kendisinin var olmadığı bir geleceği aklında canlandırıyordu. Insan kendisinin varolmadığı mutlu bir hayata gülümseyerek bakar mıydı? Annelik böyle bir şeydi işte. Onların mutluluğu ona huzur veriyordu.
                Timur, yanına gelmiş ve onu hastaneden çıkarmak için hazırlıklarını tamamlamıştı. Doktor daha iyi olduğunu söylemişti. Arabaya bindirmiş ve ikisi de yalnızdı. Aslı’ ya şoför koltuğundan bir bakış attı. Aslı bu bakışı yakalamıştı. Gülümseyerek karşılık verdi. Timur anında gözlerini kaçırmış ve yola bakmaya devam etmişti. Aslı gülümsemişti.
                “Suçlu gibi davranıyorsun.”
                Timur, içindeki heyecanın patlamasıyla “Hıh!” diye birses çıkarmış ve direksiyondan bir o elini bir bu elini kaldırıp konuşmaya çalışmış ama kelimeler ağzında düğümlenmişti.
                “Timur, onların babası sensin. Artık geçmişi geçmişte bırakalım ruhlar huzur bulsun. Yaşayan kalpler de. Hangimiz gerçeklerle yaşıyoruz ki? Hangimiz gerçekleri anlımızın akıyla sırtlanıyoruz ki? Bazen gerçekler bizim gördüğümüz gibi olmayabilir doğrular da öyle. Hatta doğru yolda olduğumuz bazen yolun sonunda anlarız. Bu yola girmeden doğruyu bilemeyiz. Ama ben hissediyorum Timur doğruyu hissediyorum.”
                “Ben onlara büyüdüklerinde ne söylerim?” Timur anlamsızca ağlamaya başlamıştı. Aslı şok olmuştu. Timur’ a şimdiden yüklediği yük ağır gelmişti.
                “Bir gelecekleri olduğunu görebilmek ne güzel?” deyiverdi. Öylece susunca Timur kendisini toparlayarak ona bakakaldı. Aslı devam etti:
                “Oysa o eve bugün gittiğinde yarın cesetleri çıkabilirdi. Bu cümle bile bana ne kadar doğru yaptığımı gösterdi.” Diyerek derin bir nefes alıp ardına yaslandı. Ilerleyen yolu izlemeye daldı. Timur, Aslı’ nın korkusunu anlayabiliyordu. Yerindeydi de. Ama her insan gerçek babasını bilmek istemez mi? Onlara ne diyecekti? Kerem, yıllar sonra hatırlarsa istemeyecek miydi onları? Daha büyük kaoslara yol açmaz mıydı bu yol? Sanki bu iç sesleri Aslı dinler gibi;
                “Fazla düşünme Timur. Hatta içinde de bitir bu meseleyi. Hayat gideceği yere en nihayetinde gidecek zaten. Bırak kızacaklarsa mezarında yatan annelerine kızsınlar. Bırak affetmeyecekse beni Kerem affetmesin. Bırak kalacaksa da hep böyle kalsın. Bu seçimi kadere bırakalım olur mu?” Timur, Aslı’ ya bakarak yutkunmuştu.
                “Hem böyle daha güzel oldu. Şimdi baba sevgisiyle yuva sıcaklığıyla yaşayabileceğimiz güzel günler bizi bekliyor. Sana başka türlü evlat veremezdim Timur. Ama babalık sana çok yakıştı.”



35.       BÖLÜM(BAZEN SON KAPI DİYE AÇTIĞIMIZ YENİ BİR YOLA ÇIKABİLİR)

                Aylar su gibi akıp geçiyordu. Evleneli neredeyse iki sene olacaktı. Ikizler artık okullu olmuş ve babalarıyla okula gider gelir olmuşlardı.
                Aslı, evlerinde bir misafirin kaldığını daha yeni öğrenmişti. Timur, yanlış bir şey yapmamak adına önce söylemediğini ama kadının iyileşme belirtileri verdiğini görünce artık açıklama vaktinin geldiğini söylemişti.
                Aslı, onu tanıdıktın sonra hergün odasına ziyaret eder olmuştu. ona bazen kısada olsa kitap okurdu. Bazen anılarını anlatırdı. Bazen yaşadıklarını…
                Kadıncağız sevgiyle ve gülümesyerek hep onu dinlerdi. Tanımadığı bu kızcağız onun tek arkadaşıydı. Tek tanıdık gelen isim ise Kerem’ di.
                Bazen sorardı Aslı ona “Acaba annesi sen olabilir misin?” Ama bağlantıyı bir türlü kuramaz ve yine söner sandalyesine yaslanırdı. Annesi o olsa kimse anlamaz mıydı Namışah’ ı? Belki de evladını onlara evlatlık vermişti. Belki de onlar zorla almışlardı. Aklında bir çok olasılık dolaşır dururdu. Belki de hiçbiri değildi. Onlar yanlış açıdan bakıyordu kimbilir. Belki herşey olduğu gibiydi. Tek kendisinin suçlu olması dışında.
                Aslı, zamanla felçli insanlarla iletişim kurmanın yollarını araştırmaya başladı. Alfabe seçme ya da evet hayır oyunlarını keşfetti. Ama kalbinin buna dayanıklı olup olmadığını anlamak için önce doktoruna danışmalıydı.
                Doktor bu yaşlı kadının hazır olmadığına kanaat getirmişti. Aslı için tam bir hayal kırıklığıydı. Timur nasıl bu kadar sabırlı olabiliyordu bir türlü anlam veremiyordu.
                Yine böyle birgün Aslı’ nın telefonu çaldı. Timur arıyordu.
                “Alo.” Diyerek heyecanla açtı. Belki doktor izin vermiş olabilirdi.
                “Aslı, nasılsın. Şey diyecektim. Kerem Türkiye’ ye dönmüş. Seni görmek istiyormuş ben de çocuklar okuldayken müsait olabileceğini söyledim.”
                “Hatırlamaya başlamış mı?”
                “Bu konu hakkında bir şey demedi. Ama sanırsam hala aynı.”
                “Peki tamam. Senin için bir sakıncası yoksa müsaitim.”
                “Peki bir saate yanına geçermiş.” Diyerek telefonu kapatmıştı. Hemşirelerin değişim vakti gelmiş ve o esnada Aslı, yaşlı kadının yanına çıkmıştı. Aslı, kadın ile yine konuşmaya başlamıştı. Diğer hemşirenin gelmesi çok vakit almazdı. Bu esnada onu yalnız bırakmak istemiyordu.
                Aslında kadıncağız artık oldukça sağlıklıydı. Hatta bazen yatağında pozisyon değiştirebiliyordu.Bazen kolundan destek alabiliyordu. Ama ne yazık ki konuşmaları hala anlaşılır değildi.
                Kerem, gelene kadar Aslı bu yaşlı kadına kitap okumaya başlamıştı.
                “Hayat, bazen sonu nereye varacağını bilmediğimiz bir yol gibidir. Geride bıraktığımız insanların mı yoksa yola beraber çıktığımız insanların mı doğru kişiler olduğunu ancak yolun sonunda anlayabiliriz. Bazen yola beraber çıktığımız insanlardır hayatlarımızı mahveden ve geride bıraktığımız insanlarsa belki bizi en çok düşünenlerdir. Ama ne var ki bu da kaderin bir cilvesidir.
                Bizi en çok seven ama geride bıraktığımız insanlara bazen çok uzaklardan hasretle bakmak zorunda kalabiliriz. Yine de var mıdır bir çözümü bilinmez. Hayat bazen bir yolda geriye dönebilecek kadar kolay da olmayabiliyor. Ama ya birgün o çok özlem duyduğumuz insanların yolu bizim yolumuzla kesişirse. Işte buna ben mucize diyorum.”
                Yaşlı kadın, Aslı’ nın okuduğu aşk romanında duyduğu sözlerle yaşlara boğulmuştu. Aslı, okumayı yarıda kesmişti. Ona doğru bakıp gülümsemiş ve bacağını sıvazlamıştı.
                “Çok güzel bir roman merak etme birgün kavuşacaklar işte bu yüzden okuyorum.” Demişti. Oysa ne çok isterdi ona böylesine hasret duyduğu bir kişinin var olup olmadığını.
                Hizmetçi kız kapıyı çalmış ve içeri girip Kerem’ in geldiğini söylemişti. Yaşlı kadın, Kerem ismini duyduğu vakit heyecanlanmış ve kalp atışları düzensiz bir hal almıştı. Aslı, monitor cihazından duyulan alarm sesiyle irkildi. Hemşire daha henüz gelmemişti. Kendisi ne yapabilirdi bilmiyordu.
                “Hemen hemşireye haber ver. Eğer uzaktaysa ambulansı ara.” Demiş ve ardından hızla kadıncağızı sağ tarafına çevirip hemşirenin öğrettiği basit hava kanülünü ağzına takmıştı. Bedeni çok güçsüzdü. Kalp hastası değildi ama yıllardır yatıyor olması tüm organlarının çökmesine sebep olmuştu. Doktor iyileşmesi için zamana ihtiyacı olduğunu söylemişti. Tabi bu zamana kadar bedeni dayanabilirse…
                Etrafta koşuşturmaların arttığını farkedince Kerem, Aslı’ ya kötü bir şey olduğunu düşünmüş ve telaşla yukarıya koşmuştu. Seneler önce çok defalarca geldiği bu devasa ev sanki şimdi küçücük oluvermiş ve insanların yoğunlaştığı odaya tek nefeste ulaşıvermişti.
                Kerem, çalışanların arasından sıyrılarak odaya girmiş ve Aslı’ nın sağlıklı olduğunu anlayınca derin bir nefes almıştı. Ama bu karmaşanın sebebini merak dolu gözlerle aradığında bakışlarına yatakta nefes zorluğu çeken yaşlı kadın takılmıştı. Ardından hışımla hemşire içeri girmiş ve ani bir atakla masada hazır halde bulunan ilaçlardan birini seruma katıp hızla oksijen tüpüyle kadına müdahale etmişti. Kadıncağız kısa bir beklemenin ardından rahatlamış ve derin derin nefes alıp vermeye başlamıştı.
                Aslı, yaşadığı kriz sebebiyle oksijensizlik yaşamış ve boğulur gibi sesler çıkarmya başlamıştı. Kerem içinde kopan cızlamaya aldırmadan hızla Aslı’ yı kucağına almış ve hizmetçinin gösterdiği odaya götürüp ilaçlarını vermişlerdi. Hizmetçi ona oksijen takmış ve ardından odadan ayrılmıştı.
                Aslı, yatakta oturur pozisyonda derin derin oksijeni içine çekerek sakinleşmeye çalışıyordu. Kerem, ona hüzünle bakıyordu. Geri döndüğünde onu iyi göreceğini umuyordu. Ama değişen hiçbir şey yoktu. Aynı soluk yüzüyle ona bakıyordu. Hem de gülümseyerek;
                “Hoşgeldin.”
                “Hoşbulduk.”
                “Değişmişsin sanki. seni daha iyi gördüm.”
                “Değişen pek birşey olmadı hayatımda. Ama kendimi ddaha iyi hissediyorum. Uzaklaşmak iyi geldi.”
                “Evet öyle görünüyor.” Kerem kısa bir sessizlik yaşamıştı. Ardından;
                “O kadın kim? Ben tanıyor muyum?” Aslı, hüzünlü bir sesle ona bakışlarını kitleyerek;
                “Bilmiyorum. Keşke bunu biliyor olsaydım. Timur, bu yaşlı kadıncağızı Amerika’ da terk edilmiş perişan bir şekilde bulmuş. Tedavisi için buraya getirdi. Suzi ismi sana tanıdık geliyor mu?”
                Kerem, uzaklara odaklanmış gibi çatılmış kaşlarıyla bakıyor ve anımsamaya çalışıyordu. Ama bir an için hatırlayamamıştı. Aslı bu durumun çok üstüne düşmedi ve sohbetine devam etti.
                Kerem’ le beraber salona geçmişler ve çay içmişlerdi. Kerem, Amerika’ da neler yaptığını uzun uzun anlattı. Buraya teşekkür etmek için gelmişti. Çünkü Timur ve babası işlerine can dostlarıymış gibi sahip çıkmışlardı. Belki hayatında var olan tek candan insanlar onlardı. O yüzden onlara karşı minnet duyuyordu.
                Kerem, Aslı’ yı yormamak adına bu sefer kısa oturmuş ve evden ayrılmıştı. Onu bekleyen taksiye yürümek istediğini söylemişti. Kordon boyunca bu güzel havada denizin kokusunu içine çekmek istiyordu. Düşüncelerini dinlemek isteyen sıcak bir dost gibi elleri ona uzandı.
                Aslı, Kerem gidince yaşlı kadının yanına çıkmıştı. Suzi, onu görünce heyecanlanmış ve ona bir şeyler söylemek istemişti. Aslı, hızla yanına gelmiş ve yatağın ucuna oturup onun elini tutmuştu. Kadın konuşmak için kendisini zorluyordu.
                “Tamam Suzi, sakin olmaya çalış seni dinlemek istiyorum. Bana bir şey mi söylemek istiyorsun?”
                Kadıncağız, sakinleşmeye çalışmış ve nefesini düzenleyerek söyleyeceği sözlere yoğunlaşmış ve yavaşça;
                “Evet.” Diyebilmişti. Aslı duyduğu kelime karşısında heyecan yapmış ve sağına soluna bakmış hemşire ile göz göze gelmişti.
                “Ah! Konuşuyor.”
                “Evet Aslı Hanım bunu ben de duydum.” Aslı, yaşlarını silip tekrar ona dönmüş ve elini bu sefer daha sıkı tutarak;
                “Söyle Suzi, söyle bana ne diyeceksin?”
                “O, o, o…”
                “Evet o evet Suzi.”
                “Oğlum.”
                Aslı, bir anda sıkıca tuttuğu eli koyvermiş ve tüm vücudunu kaplayan ürpertiyle dehşete düşmüş gözlerini kadının gözlerine kitlemişti. Soru sormaması ondan çok önceden tembihlenmiş ama artık bunu önemsemiyordu.
                “Kerem, senin oğlun mu?”
                “Evet.”
                Kerem’ in düşüncelerinin arasında ara ara yatakta yatan yaşlı kadın geliyor sonra bir anda kayboluyor ve kabus gibi rüyalarına giren o sarı yaprakların döküldüğü anlar aklına düşüyordu. Bir anda “Kerem!” sesini ardında hissetti. Aniden arkasına döndü ama arkasında kimse yoktu.
                Bir anda yaşlı kadının odasındaki o tanıdık koku beliriverdi. Elbisenin kokusu. Ama hayır o sıra oda böyle kokmuyordu. Başını iki eliyle sıkmaya ve düşüncelerinden sıyrılmaya çalıştı ama o kadının fenalaştığı ana daha çok odaklanıyordu. Bir anda gözlerinin önüne o elbiseyle kendisine doğru eğilen bir kadını gördü.
                “Evet, yakışıklım şimdi uyku vakti.” Diyerek elinden tutmuş onu bir yere götürüyordu. Yüzünü görmek için başını kaldırıdığında içini ısıtan o sıcak yüzü görmüştü. Bu narin yüzüne pembe çiçekler açmış kadın annesiydi.
                Kerem, o çok özlem duyduğu sevgiye ulaşmak istemek yerine neden ondan kaçmak istiyordu. Neden o kareden çıkmak istiyor ve var olduğu mekana geri dönmek istiyordu. Ama senelerdir çaba verdiği hatırlama isteği ona karşı koyuyordu.
                Ve o çok tanıdık gürleme sesi kulaklarında çınlamıştı. Babasının öfke dolu sesi annesine gitmesini söylüyordu. Ama annesi dinlemiyordu. Belki de duymuyordu. Belki de bu ses başka bir zamana aitti. Ama görüntü sabitti. Annesi elinden tutmuş ısrarla eve doğru yürüyordu. Ama o babasının kaddar sesi tüm dünyaya yayılıyordu.
                İçeri girdiklerinde yarı çıplak babasıyla bakıcısı Suzi’ yi koridor duvarında yapışık bir halde görmüşlerdi. Annesinin bir anda elinden bıraktığını farketti. Yaşadığı şokla ağzını kapamış babası ise hışımla annesini odaya çektiği gibi kapıyı üstüne kapatmıştı. Içeriden bağırma sesleri geliyordu. Iki kadın avazı çıkana kadar bağırıyor o ise annesini kurtarmak istercesine kapıya tekmeler yumruklar atıyordu.
                Kerem, yaşadığı dehşetin içinden sertçe çekilircesine varolduğu mekana gelmiş ve yaş dolu gözlerle kendisini yere kapanmış bir şekilde buldu. Etrafında onu izleyen gözlere aldırmadan yol kenarından geçen bir taksiyi durdurmuş ve şirkete gitmesini söylemişti.
                Kanlar içinde yatan annesinin son bakışlarını bugün yatakta yatan kadında görmüştü. O can çekişirken faltaşı gibi açılmış mavi gözleri nasıl unutabilirdi. Nasıl unutabilirdi. Ama daha küçücüktü. Hatırlaması bile bir mucizeydi. Çünkü yıllardır annesi diye bildiği kadın evlerine sızmış olan o yılan kadındı. Saatlerce kanlar içinde kalan annesinin başında nasıl öldüreceklerini konuşmuşlardı. Bu işe nasıl bulamıştı. Babası sakinleşmiş ve yaptığına pişman olmuştu. Ama artık geri dönüşü yoktu. Ama öldüremezdi de. Suzi ona sürekli öldür onu diyordu. Öldürürse başına daha büyük belalar açılırdı. Namışah’ ın babası onu hayatta yaşatmazdı. Babası eve doktor çağırdı. Eli kirli iş tutanlardan. Ve o büyük planı gerçekleştirmişlerdi.
                Suzi’ nin adını kullanmışlar ve doktorun söylediği bakımevine yatırmışlardı. Doktor herşeyi halledecekti.
                Taksi, şirkete gelmiş ve Kerem hışımla taksiden çıktığı gibi şirkete dalmıştı. Güvenlik şaşırmış olsa da şirketin sahibine karışma gibi bir lüksü yoktu. sesini çıkarmadı. Ardından öylece bakakaldı. Babasının ofisine vardığı an Timur onu farketmişti. Aslı’ nın yanında olması gerekirken neden buradaydı? Diye düşünmeye fırsat kalmamıştı ki Kerem, babasına öyle bir daldı ki Timur odaya nasıl koştuğunu bilemedi.
                Kerem, yumruklarını babasının suratında saydırıyordu resmen. Adam kanlar içinde kalmıştı. Kerem avazı çıktığı kadar bağırıyor ve yumruklarını geçirmeye devam ediyordu. Timur ve birkaç kişi onu zor zapdetmişti.
                “Kerem, sakin ol! Neler oluyor böyle?”
                “Timur! Bu aşağılık herif benim annemi öldürmeye çalıştı.” Timur affallamıştı. Ama olayı idrak etmesi çok kısa sürmüş ve Kerem’ i kolundan çektiği gibi odadan dışarı çıkarmıştı. Tüm çalışanlar onları izliyordu. Timur, sessizce kulağına doğru konuştu.
                “Kerem, sen bizim evde birini mi gördün?”
                “Evet, annemi.” Kerem, yaşadığı şokun etkisini atlatamadan beynine bir şok daha yemişti.
                “Bir dakika sen annemi nasıl buldun?”
                “Sen annenin yerine geçen kadının Suzi olduğunu biliyor muydun?” Kerem, kendisinin olduğu kadar Timur’ un da sorularla dolu olduğunu anlamıştı. Sessiz kalınca;
                “Gidelim buradan hem de hemen.” Diyerek Timur onu şirketten uzaklaştırdı. Arabada Timur’ un telaşlı olduğu belli oluyordu. Önce telefonla evi aramış ve kapıda bekleyen görevliye kimseyi kabul etmemelerini misafir izni olmadığını söylemişti. Ardından hiçbir şey demeden arabayı sürüyordu.
                “Nereye gidiyoruz?”
                “Polis Merkezine.” Kerem içinde anlamsızca rahatlama hissi duymuştu.
                Merkeze vardıklarında çocukluğuna dair tek hatırladığı bu anıyı polise de anlattı. Polis, olayı işleme sokmak zorundaydı. Artık aksi ispatlanana kadar Kerem’ in anlattıklarını ciddiye almak zorundaydılar. Elbette yapılacak ilk iş gerçek Suzi’ yi ve babasını gözaltına almak ardından da Timur’ un evinde yaşamakta olan kadınla DNA testi yaptırmak olacaktı. Kerem, kendisine de suikast düzenlediklerini söylemeyi ihmal etmedi. Ama bu durum kesinleşinceye kadar ne yazık ki Aslı hala ev hapsinde olacaktı.
                Timur ve Kerem, merkezden çıkmış ve işlerin yürütülmesini avukata bırakmışlardı. Timur, omzunu sıvazlayarak;
                “Hadi gel bir yerde birşeyler içelim.” Demişti. Kerem, düştüğü durumun farkında mı olmadığından yoksa yıllardır içinde saklanmış olmasının verdiği burukluktan mı bilinmez normal dışı bir sessizliği vardı. Timur, Kerem öğrenirse hali nice olur diyordu. Ama şu haline bakınca şaşkınlık içinde kalmıştı. Neden bu kadar tepkisizdi? Böyle olması tabi daha sancısızdı. Ama bir yandan da korkmuyor değildi hani. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibiydi.
                Bir retoranta gelmişler ve Timur siparişi vermişti. Israrla onun donuk halinin geçmesini bekliyordu. Kerem, kendisinin üzerinde bekleyen bir çift göze aldırmaksızın düşünmeye devam ediyordu. Bir anda sessizliğini bozarak;
                “Öldürmeme izin vermeliydin. O hapiste yatmayı değil mezarda yatmayı hakediyordu.”
                “İnan bana onun yaşarken perişan oluşunu seyretmek sana daha çok zevk verecek.”
                “Sen biliyor muydun peki neden söylemedin? Nasıl öğrendin?”
                “Açıkcası bu soruyu önce ben sana soracaktım. Bunca yıl en yakın dostun oldum. Içinde birşeylerin yer ettiğini küçüklüğümden beri biliyordum ama neden bana anlatmadın ya da başkasına.” Kerem, Timur’ a kitlediği bakışlarını bir düğümü çözer gibi yavaşça çekmiş ve uzaklara dalmıştı:
                “Bilmiyordum. Amerika’ da gittiğim hastanede unutkanlık yaptıran bir ilacın vücüdumda yüklü miktarda var olduğunu tespit ettiler. Belki de senelerce bu ilacı bana verdiler. Tahlillerim testlerim hepsini savcılığa sunacağım. Durum kesinleşmeden size söylemek istememiştim. Doktorun görüşüne göre hafıza kaybım kazada oluşmamış zaten çok zamandır bu sorunu yaşıyormuşum. Belki de bunu hissettiğim için herşeyi saklıyor ve şifreliyordum. Bunu bile hatırlamazsam diye şifreyi Aslı’ yla özel günlerimize ait olan tarihleri belirliyordum ki tek güvenebileceğim Aslı bilsin diye. Ilacın tesiri geçtikçe zamanında ailem dediğim insanlara hiç güvenmemiş olduğumu hatırladım. Sürekli onlardan gizli gayrimenkul almam ve gizli yerlerde birikim oluşturmam bundan ötürüymüş.”
                “Ailenle ciddi bir kopukluğun vardı. Ama dost olarak çok sağlam bir arkadaştın. Buradan bile ailene karşı olumsuz şeyler sezinliyordum.”
                “Peki sen nerden biliyordun?”
                “Bilmiyordum. Anne ve babanın tekin insanlar olmadığını sezinliyordum. Aslı’ ya suçu atıklarında bu işin peşini bırakmamam gerektiğini anladım. Aslı ile beraber çok araştırma yapmıştık. Annenin gizemine şirkette bulduğumuz bazı para akışlarının var olduğu evraklarıyla ulaştık. Akrabaların annenin mavi gözlü olduğunu söylemişlerdi. Bu bile bana yetti. Annen kahverengi gözlüydü. Bu sebeple Amerika’ ya annenin son bulunduğu yere gittim. Amerika’ da sana bakan bir bakıcının adresini buldum. Senin çocukluğun ve annenin gençliği hakkında bilgi verebilecek elimde tek isim o vardı. Düşük seviyeli bir bakım evinde kalıyordu. Tüm masrafları bizim şirket tarafından ödenmişti. Gide gide bakım evinde anneni buldum. Ama ne yazıkki konuşamıyordu. Şimdiki durumundan çok daha kötüydü. Onu oradan çıkarıp kendi evime getirdim. Tedavi olmasını ve herşeyi anlatmasını umuyordum. Çünkü kendisine yapılan bu ağır suçun bedeli de ağır olmalıydı. Senin olayda her ne varsa bilmediğini düşünüyordum çünkü annenin bakım evine girişinin yapıldığı tarih, senin küçüklüğüne denk geliyordu. Doğrusu bu bir mucize Kerem.”
                Kerem uzun uzun kafasını sallamıştı.
                “Evet bu bir mucize.”    
                İkisi de sessizce oturuyordu.



36. BÖLÜM     (SON)

                “Kırgın olmayacak mısın?”
                Halı sahada bir takım olmuşlar karşı tarafı yenmeye çalışıyorlardı. Iki yakışıklı delikanlı gözlerinin önünde bir anda büyüyüp serpilivermişlerdi. Tam gol atmak üzereyken direkten dönünce ikisi de isyana kalkmıştı:
                “Offf! Kerem Amca ya nasıl kaçırırsın!” Gülmüştü.
                “Haydi devam devam olur böyle şeyler Timur yakala!”
                “Hayır kırgın olmayacağım Aslı sana için huzurlu olsun. Artık onların iki babası var. sana söz veriyorum onları asla bırakmayacağım. Ve sana söz veriyorum onların tek gerçek babası olacak o da Timur.”
                “Bu senin için zor bir durum.”
                “Ama onlar için en güzel anılar değil mi? Beraber mutlu olmuş anne ve babanın yuvasında büyümüş olmanın vermiş olduğu ferahlık ve huzur. Öyle de kalsın. Zaten merak etme beni çok sevecekler.”
                “Hıh! Seni böylesine iyi niyetli görmek ne kadar güzel. Onları hatırlıyor musun? Ya da beni?”
                “Hayır çok denedim ama olmuyor hatırlayamıyorum.”
                “Üzülme zamanla herbiri yerine gelecek. Eğer olur da hatırlarsan ve kaybetmiş hissedersen sakın üzülme olur mu? Ne zaman kaybettiğimizi ya da ne zaman kazandığımızı asla bilemeyiz. Ben sana asla kızgın değilim. Hele de hayatının daha ilk yıllarında büyük bir kayıp yaşamış küçük bir çocuk varken karşımda. Benimle bitmiyor biliyorsun değil mi? Kaybettiklerinle yaşama olur mu kazandıklarınla yaşa.”
                “Aslı, hatırlamıyorum ama hissediyorum biliyor musun?”
                “Neyi?”
                “Seni sevdiğimi.”
                (Gülüşün hep aklımda kalacak bal böceğim. Her ne kadar geçmiş benim peşimi bırakmış olsa da bu gülüşün hep aklımda kalacak. Her ne kadar hissetmiyor olsam da, bir o kadar hissettim sevilmeyi.)

                Sessizce söylemişti bu sözleri ama onun duyduğunu biliyordu. Bugün onun ölümünün onuncu yıl dönümüydü. Annesiyle gelmişlerdi. Ve yanlarında kocaman bir aile vardı. Ikizler, Timur, anne ve babası. Herbiri dua ediyordu ona en çok da Namışah, kendi oğullarından koparken kendi oğluna kavuşturmaktan hiç vazgeçmediği için. Torunlarını doya doya seviyordu onun sayesinde. Ikizlerin iki babası ve iki babaanneleri vardı. Asla sevgiden yoksun büyümediler hatta doya doya büyüdüler belki ondandır biraz şımarık olmaları belki annelerinin güzelliğini almış olmanın verdiği masum bir kibirdir kimbilir. Ama mutlulardı. Ve birgün onlar da aşık olacak ve yuva kuracaktı. Gördükleri sevgiyi göstermeye yelken açmışlar, açıldıkları denizin kahramanı olmak için can atıyorlardı.      

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kazanın Kırıntıları kitap için düzenleme yedek

2.18 Saniye Ömür