TİBET KASABASI
1.BÖLÜM
- - Baba!
Bir anda
yatağından sıçradı. Yatağının başucunda duran elektronik saatine baktı.
- - 03:00
Tekrar yatağa başını koydu.
Elleriyle hafif dalgalı kısa saçını geriye yasladı. Sert bir şekilde elleriyle
başını ovuşturup bir anda yatağından doğruldu. Ayaklarını yere koydu ve öylece
bekledi. Yine uykusu kaçmıştı. İşin ilginç yanı bu rüyayı hep bu saatlerde
görüyor olması. Uzun ama zayıf vücuduna yüklendi sanki yaşlı bir insan edasıyla
yatağından ayağa kalktı. Camdan dışarıya karanlığın boşluğuna uzun uzun
bakakaldı. Düşünüyor gibi duruyor ama düşünmüyordu. Düşünecek ne vardı? Peki neden
babasını hiç hatırlamıyordu?
Of yine karmaşık sorular yine
uykusuz bir gece ve yine yoğun iş temposu. İçi sıkıldı bir kahve yaptı kendine
masaya oturdu uzun uzun sol bileğindeki gümüş bilekliği eliyle ovuşturup
duruyor rüyasına anlam vermeye çalışıyordu. Çünkü tek görebildiği rüya buydu.
2. BÖLÜM
- Hey Pamir günaydın erkencisin yine
Ona seslenen bu güzel kız bugün de yakıyordu ortalığı;
streç tayt üstüne salaş askılı bir bulüz ve omuzlara dökülen o ateş gibi saçlar.
Ama yine de onun içini heyecanlandıramadı. Donuk bir şekilde:
-
Günaydın
diyebildi.
- Yine yorgunsun o
rüya mı? Bu kadar canlı aktif bir adama somurtkan olmak hiçte yakışmıyordu.
- Evet
- Bir kahve
yapayım sana iyi gelir vaktimiz var. Patron daha gelmez. Müşteri de gelmezse
şansımız var demektir. Dertleşelim biraz.
Pamir oturduğu yerden bir
bakış attı olur diye ve izlemeye başladı. Alara ise umursamaz tavrı ile bir
şarkı tutturdu. Hızla önlüğünü giyip iki kahve kapıp Pamir’ in karşısına arı
gibi kıvrak ama bir o kadar hafif bir hareketle sandalyeye oturuverdi.
Pamir fincanlardan birine
uzanıp karşıdaki hastaneye uzun uzun baktı.
- Alara kafam çok
karışık anlamıyorum. Aklımda bir çok sorular ama cevap yok bu beni çok rahatsız
ediyor.
- En azından sen
bir rüya görüyorsun ben bir rüya dahil görmüyorum. Hayatım hakkında hiç bir
fikrim yok. Hayır sen rüya görmeye başlamasan rüyanın varlığından bile haberim
olmayacak. Doktor ne diyor bu konuda?
- Ben de ilk gördüğümde
bir travma yaşadım Daha önce de anlattım biliyorsun. O zamana kadar elimdeki
bilekliğin alarm verdiğinden bile haberim yoktu. Çok değişikti Alara yaşadığım
duygu çok değişikti: Tek yaptığım ‘hayır, hayır’ diye bağırıyordum, etrafa
saldırıyordum, korku gibi bir şeydi. Bir anda askerler bitti yanımda. Gözlerimi
açtığımda hastanede sedyede yatıyordum.
- Pamir Pamir daha
iyi misin? Sana sakinleştirici yaptık. Ben Doktor Faruk?
-
Neydi doktor bu
benim yaşadığım neydi?
-
Ne yaşadın bana
baştan anlatır mısın?
- Geceyi çok iyi
hatırlıyorum; yatağıma yattım eminim ama bir anda karanlık bir odadayım. Ellerim
bir anda soğuyor, sonra bir suyun içinde bir çocuk gördüm suyla boğuşuyor
kurtulmaya çalışıyordu. Boğulmak üzereydi…
- Cinsiyetini
hatırlıyor musun?
- Evet oğlan çocuğuydu.
- Pamir sen
aslında hep yataktaydın uyku esnasında beynimiz bize bazen bu tür görüntüler
oluşturur. Sanki o anı gerçekten yaşadığını zannedersin ama değil. Buna rüya
diyoruz.
Bir anda
kapı çarptı.
-
Günaydın
gençler. Alara arkasına dönük olmasına rağmen kafeye giriş şeklinden ve ses
tonundan anında Patron geldiğini anladı ve masadan fırladı.
-
Günaydın Patron.
-
Nasılız bugün?
Neden Pamir’e bu
adamın hareketleri samimi gelmiyordu ya da neden yapmacık hareketleri bu kadar
sırıtan adamı Alara samimi buluyordu, farklı olan Pamir miydi?
-
Alara baktın mı
fırın ısındı mı?
-
Evet Patron
geceden hazırladıklarımızı koydum bile.
- Haydi yakışıklı
garson hazırla masaları. Pamir de bekliyordu zaten ne zaman laf ona gelecek
diye.
- Tamam Patron
hazırlıyorum şimdi.
- Günaydın
arkadaşlar.
İşte. Neden hep Alara herkesi sevecek ki, gıcık olduğu kız da geldi
sonunda. Hafif mırıldanarak;
- Sürtük. Dedi.
Neyse ki oda dahil kimse duymamıştı.Ne anlayacaktı ki sarı çiyan aklı beş karış
havada hayır kafası bassa ne kadar aptal göründüğünü görecekti. Ah Alara yine
beyninle çekişmeye başladın. Ne geveze kafan var senin.
- Pişt. Duyduğu
sesle Alara bir anda elindeki tabakları düşürecekti. Alara;
- Pamir ne
yapıyorsun korkuttun beni. Alara’ nın bu hali Pamir’ in neşesini yerine
getirmişti belli ki. Pis pis sırıtıyordu.
- Hayırdır ne
böyle kendi kendine söyleniyorsun?
Alara bistronun gerisinden Pamir’ in burnuna kadar sokularak fısıldadı:
- - Geldi yine sülük
ne diyeceğim.
Pamir kahkahalara boğuldu. Personel odasından çıkmak
üzere olan sarışın kız kahkahaları son anda yakaladı.
- - Neşeniz yerinde
yine. Alara işine devam ederek ona cevap verdi:
- - Her zaman ki
halimiz canım bilirsin.
Sabah işe
gitmeden kahvaltı yapmak isteyenler bir bir gelmeye başladılar. Sabahki soğuk
havadan eser kalmadı. Alara da Pamir de işin yoğunluğundan rüyanın etkisini
çoktan unuttu.
3. BÖLÜM
En son gördüğü
rüyadan sonra kaç gün geçmişti acaba? Herkes gündelik işine gelip gidiyordu.
İnsanlar tamamen normal hayatlarını sürdürüyordu. Sessiz bir kasabaydı. En
güzel özelliği de denizi olmasıydı. Pamir sıcak kumsalda uzanıp güneşin
doğuşunu beklemeyi çok severdi. Dingin hayat ona göre değildi. Sanki işi hafif
geliyordu o yüzden iş saatleri dışında boş zamanı çoktu ona göre. Az uyuyup az
yerdi ona rağmen bedeni daha fazla iş yapmak isterdi. Kafe işi de neydi? Niye
bu işi ona vermişlerdi? Israrla iş başvurusunda daha kaliteli zaman
geçirebileceği üretime yönelik bir iş istediğinş söylemesine rağmen ona
verebilecekleri tek pozisyonun kafede garsonluk olabileceğini söylemişlerdi.
Bunun dışında çokta bilgi vermiyorlardı zaten.
Yine bahar
gelmişti. Havanın ısınması insanın da içini ısıtıyordu. Güneşli muhteşem bir
gündü yine bugün ve Pamir uzanmış kumsala dalgaların müziğini dinliyordu. Taki
üstüne kum sıçrayana kadar.
Bir anda sıçradı
Pamir kapalı gözlerini istemsizce daha da yumdu. Ağzına dolan kumları temizlemeye
çalışırken bir yandan da bunu yapanın kim olduğunu görmeye çalıştı. Ama
anlaşılan Alaranın ona nefes aldıracağı yoktu. Bir anda üstüne kapaklandı.
Pamir kıvrak bir atakla bir anda Alara’ yı omzuna alıp denize koşmaya başladı.
Alara sevinç karışımı korku çığlıklarını savururken etrafa kendisini suda
buldu. Pamir devam etmeyeceğini düşünerek suya bırakıvermişti. Ama Alara’ nın
pes etmeye hiçte niyeti yoktu. Ayağa kalktığı gibi Pamir’ in üstüne atladı.
Pamir’ i suya devirmeye çalışıyordu. İki eliyle Pamir’ in kaslı vücudunu suya
doğru tüm gücüyle itiyordu. Pamir’ i gerçekten zorluyordu.Bu esnada su artık
Pamir’ in dizini geçmişti. Bir ara hakiketen sendeler oldu. Ya gerçekten çok
güçlüydü ya da fazlasıyla çaba sarfediyordu. Alara’ ya artık son bir hamle
gerekiyordu.İki eliyle kollarını kavradı ve sağ ayağıyla dizlerini bir hamlede
büktüğü gibi suyun içine Alara’ yı gömdü. Alara istemsiz kollarını çırpıyor,
ayaklarını toplamaya çalışıyordu. Ellerinin arasında çırpınan bir beden bir
anda rüyasına götürdü onu Alara çırpınıyor Pamir ise donmuş bir şekilde ona
bakıyordu. Gözlerinin önünde yine suyun içinde debelenen o çocuk belirdi. Hızla
Alara’ yı sudan çekti. Ama o onu değil de oğlan çocuğunu çekiyordu yukarıya.
Acı bir çığlık atarak elleri başında kumsala doğru koşuyordu. Bir yandan çığlık
atıyor bir yandan şimşekler çakan beynine ellerini kapatıyordu.Bu anlam
veremediği acı yüreğinden paramparça ederek çıkıyordu sanki. Alara ise ne
olduğunu anlamadan kendisini Pamir’ in yanında buldu.
-
Pamir, Pamir iyi
misin ?
Pamir boş
midesine rağmen öğürmelerine engel olamıyor dolu dolu kusacakmışcasına
öğürüyordu. Bu duruma engel olmaya çalışıyordu. Elleriyle yere kapaklanmış
öğürmelerinin arasında nefes almaya çalışıyordu. Alara çantasına davrandı
içinde bulunan bir şişe suyu hışımla Pamir’ in yüzüne savurdu. İstemsiz hareket
ediyordu Alara. Ardından Pamir’ e ard arda tokat atmaya başladı.
-
Pamir kendine
gel. Lütfen kendine gel. Sakin ol. Hadi geçti artık tamam.
Pamir’ e su iyi
gelmiş olacak ki Pamir sakinleşmeye başladı. Elleri yerde öylece derin derin
nefes alıyordu. Alara ise konuşmaya devam ediyordu.
-
Tamam tamam
geçti. Alara elleriyle omzuna dokunuyor teselli ediyordu. Pamir gövdesini
kumlara bıraktı ve öylece uykuya daldı.
Alara aklı
karışık donuk gözlerle yanına oturdu, düşünmeye başladı; ne olmuştu birden?
Herşey güzeldi, gülüyorlardı. Alara’ nın yüzünde asla kötü bir ifade yoktu öyle
Pamir’ i bu denli gerecek. Sadece şakalaşıyorlardı. Sert bir darbe de almamıştı
Pamir. Nefessiz de kalmadı.
Alara derin
derin kumlara bakarken elleri bilekliğine kaydı. Hayret bilekliği niye
ötmemişti. Oysa Pamir de Alara da fazlasıyla fizyolojik sıkıntıya girdiler.
Hemen bir nabız aldı; o kadar da hızlı değildi.Pamir daha önce buna benzer bir
atak geçirmişti ve bileklik alarm vermişti. Bu sefer onda da vermemişiti. Ne
kadar süredir onlar öyle kaldılar? Alara da bilmiymordu.
Pamir gözlerini
açtığında Alara ciddi bir ifade yüzünde öylece düşüncelere dalmıştı.
-
Alara! Alara içi
titredi bir anda. Pamir’ in omzuna dokundu.
-
Pamir çok korktum
iyi misin ?
-
İyiyim ne oldu
ben de anlamadım. Bilmiyorum Alara hiçbir şey anlamıyorum.
-
Hastaneye
gidelim mi ?
-
Yok iyiyim ben
nerden aklına geldi burada olduğum ?
-
Bu havada Pamir
ancak yüzmeyi tercih ederdi. Alara bilmiş bilmiş gülüyordu. Bir anda Alara ayağa
kalktı ve üstündeki elbiseleri çıkarırken bir yandan da konuşuyordu.
-
Hatta
bikinilerimle geldim. Var mısın yarışa ? deyip denize doğru koşmaya başladı.
Bu kız hayatta kavuğunda durmazdı. Pamir de gülerek
arkasından denize atladı. Biraz önce yaşadıklarını çoktan unutmuşlardı.
-
Pamir hiç
ileriye kadar yüzdün mü ?
-
Baksana uçsuz
bucaksız deniz mümkün değil o kadar yüzemem.
-
Ama açıldın
bayağı değil mi ?
-
Tabi kızım bu
kasları nasıl yaptım. Deyip hızla Alara’ yı yine yakalamaya çalıştı. Pamir’ in
takılmasından acayip keyif alıyordu ama bu derine kaçması için sebep değildi o
da kumsala paralel yüzerek kaçmaya başladı. Alara da iyi yüzücülerdendi. Belki
en çok keyif aldıkları spordu yüzmek. Ama bugün kışın acısını çıkaracaklardı
anlaşılan, hiç durmadan yüzmeye devam ettiler.
-
Alara dur artık
nefes alalım.
-
Ne oldu kasların
isyan mı ediyor yoksa ?
-
Senin için
diyorum dinlenelim.
-
Beyefendi
yorulmayı kendisine konduramazda.
-
Dolduruşa
getiriyorsun. Alara arkasına döndü gözlerini kısarak ileriye baktı.
-
Nereye
bakıyorsun ?
-
Eşyalarımıza,
görebiliyormuyum diye bakıyorum.
-
Gel birz kumsala
çıkalım gerçekten iyi yüzdük.
-
Peki.
Alara o eşsiz vücuduyla bir sanatı sergiliyor gibi
yürüyordu. Saçlarını elleriyle omuzlarından sıyırıp önüne getirdi. Havlu
olmadığı için elleriyle suyunu sıktı ve geri arkasına attı.
-
Otur hadi. Dedi
Pamir.
-
Yok kuma
bulanırım şimdi yürüyelim mi biraz ?
-
Kızım sen hiç
yorulmaz mısın ?
-
Bugün içim kıpır
kıpır hadi devam edelim. Baksana millet ne uykucu hiç kimse yok.
-
Artık sen ne
yiyip içiyorsan onlarda yok
-
Diyene bak .
Sonra sessizlik oldu aralarında ama yürümeye devam ettiler. Alara hep
böyle miydi ? Onu tanıdığından bu yana neredeyse enerjisi hiç tükenmiyordu.
Kendisi de öyleydi ama onun bir noktası vardı. Nefes alıyor soluklanıyordu. Bu
kızdaki enerji, vurdumduymazlık başkaydı. Ondan seviyordu zaten kafası rahat
sorunlara takılı kalmıyordu. Ama zekiydi neden onu bir anda izlerken zeki
olduğunu düşündü ki yüzünde oluşan o sert ifadeden mi ? Yine nereye takıldı
kaldı bu kız diye Pamir başını çevirdiğinde onun da yüzü bozulmuştu. Alara
dışından düşünmeye başladı:
-
Ne yani bizi
denetlemek için buraya bir kule mi dikmişler hem karadan hem denizden engeller
de var. Bu da ne şimdi kaçacak mıyız biz bunca mavi üniformalı insanlar kim
bunlar asker gibi.
-
Çokta bana engel
gibi gelmedi. Belki dıştan gelebilecek tehlikelere karşı yapmışlardır.
-
O mavi
üniformalılar niye bekliyor öyle baksana.
-
Sonuçta
karantina bölgesindeyiz. Birileri bilmeden girmesin diye de olabilir. Hem
boşversene sen o kadar önemli şeylere takılmadın buna mı takıldın ? Hadi geri
dönelim karnım zil çalıyor.
-
Şu çalılıklardan
mı gitsek ?
-
Baksana bunlar
dikenli hem gelirken farekttim bu alan bayağı uzun, hadi yürü yürü !
-
Pamir baksana bu
çalılıkların arkasında şu yüksek şey çatı, yapıt ne bileyim nedir sence o ?
Pamir’ in de ilgisini çekmişti. Çünkü
onların yaşadığı alanda hep prefabrik konutlar vardı. En yüksek binaları TRAN
Hastanesiydi. Aslında bu durumun basit bir açıklaması vardı: Bu alan bilgi
veremedikleri ölümcül düzeyde ve bulaşıcı özellikte bir hastalığa yakalanmış
kişiler için kurulmuştu. Tedavi olacaklar ve onlarda evlerine döneceklerdi. Bu
yüzden Tibet Kasabası’ nın bu kadar basit düzeyde bir kasaba olması onu hiçte
rahatsız etmiyordu. İnsanlar aylık tedavilerini olurken gün içerisinde kendilerini
oyalayacak basit uğraşlarla hayatlarını devam ettiriyorlardı. Her ne kadar
kendisi basit bir kafede çalışıyor olsa da kendisine kısa süreliğine izin
verdiğini düşünerek kendisini teselli ediyordu. Her ne kadar gerçek mesleğini
bilmese de bunu defalarca düşündü, hatta doktoruna sordu; ama iş prosedürü
gereği bilgi paylaşılamayacağını, zaten burada bir çok insan olduğunu hangi
birinin tüm hayatını akıllarında tutabileceklerini anlatarak onu hep
geçiştirmişlerdi. Başka da sorabileceği bir yetkili de yoktu. Hatta kendisini
de tanıyan; aileden biri, akraba, arkadaş hatta aynı çatı altında çalıştığı
herhangi biri yoktu. Nasıl yani bu kadar tehlikeli bu kadar bulaşıcı bir
hastalık? O zaman ona kimden bulaşmıştı? Kasabada yaşayıpta onun tanıdığı
arkadaşlarının da ailesinden ya da tanıdıklarından kimse yoktu.
-
Alara!
-
Evet beyimiz
başka dünyadan teşrif ettiler. Hiç konuşmayacaksın sandım. Neredeyse geldik.
-
Alara ailenden
hiç kimse var mı bu kasabada?
-
Hayır Pamir
senin de yok biliyorsun.
-
Bu doğal bir şey
mi yani?
-
Ne bileyim
Patron’ un da yok bizim sürtüğün de yok. Pamir oldukça sesli bir kahkaha attı.
-
Ha ha ha senin
sürtüğün bir adı var. Öyle değil mi?
-
O benim içtiğim
su bile olamaz. Su nedir ya söylesene bana?
-
Sen de bana bu
kızla ne derdin var onu söyle?
Alara şeytani bir gülümseme attı.
-
Sana fazla
ilgili bu da beni gıcık ediyor.
-
Sarışınlardan
hoşlanmıyorum
-
Benim gibi ortalığı
taş gibi yakıp kavuran varken ona ilgi duyacağına ihtimal bile vermiyorum.
Pamir nedense Alara’ yı kırmak istemiyordu. Ama ona
aşık değildi.
-
Çok acıktık
değil mi?
Alara konunun değişmesi gerektiğini çoktan anlamıştı.
Üstüne giderek onu kaybetmek istemiyordu.
-
Bana gidelim mi?
Ben bir şeyler hazırlarım.
-
Neden olmasın.
Eve geldiklerinde ikisi de çok yorulmuşlardı. Pamir Alara’ nın evine ilk
defa gelmiyordu. Hatta evin dağınıklığına da oldukça alışkındı.Hiç yadırgamadan
direk lavaboya gitti.
Bu kasabada tüm evler aynı mimariye sahip ve iki katlıydı. Çok nüfuslu
ailelere uygun olmasına rağmen her evde bir kişi yaşıyordu. Belki diğerleri de
Alara ve Pamir gibiydiler.
Kısa bir aradan sonra Pamir duş bile almış üstünde tek şort saçlarını
bir havluyla kurulayarak mutfağa girdi. Alara Pamir’ in bir anda kaslı vücuduna
bakakaldı.
-
Oh! Bakıyorum da
bensiz duş almışsın yakışıklı gecemizi mahvediyorsun.
-
Muhteşem kokular
geliyor. Güzel bayan siz de döktürmüşsünüz.
Alara ellerinde tabaklar Pamir’ in dibinden geçerken neden bir anda
masaya koyduğu gibi kendini Pamir’ in kollarını tutarken buldu.
-
Alara yapma.
-
Hey! Gerilme hemen
çok hoş görünüyorsun.
Alara Pamir’ e doğru ilerledikçe Pamir geriye gitmeye devam ediyordu
taki tezgaha kadar. Pamir Alara’ nın parfüm kokusunu daha keskin hissediyordu
artık. Vahşi bir ormanda güneşten kavrulmuş bir ot kokusu yayıldı etrafa. Engel
olmak istiyordu ama bu kokuyu solumaktan konsantre olamıyordu. Alara
dudaklarıyla boynuna yapışmıştı bile bu kadar yakınlaşınca parfümün arasından
Alara’ nın ten kokusunu duydu; hafif terlemiş olması onu muhteşem tahrik etti.
Alara bir anda Pamir’ in anlından yanaklarına doğru süzülen ter damlacıklarına
dikkat kesti ve bir anda hızla çarpan kalbi ellerinin altında uçup kaçmak
isteyen bir kuşun kanatları gibi çırpınıyordu. Ve neden bir anda o kulakları
sağır eden tiz ses bütün odayı kapladı. Alara sesi engellemek istercesine
elleriyle kulaklarını kapatıp farkında olmadan Pamir’ in göğsüne kapandı. Ama
daha büyük gürültü kapıdan geldi. Bir anda birçok mavi üniformalı adamlar
karşılarında belirdi. Ellerinde silahlar önce nişan aldılar ve ardından birisi
aralarından sıyrılıp koşar adım üstlerine yürüyordu. Birşeyler diyordu ama bu
tiz sesten ve yoğun dumandan onun ne dediğini anlayamıyorlardı bile sonra
aniden her taraf karanlık oldu sadece kulağında çınlama sesi öylece uyuyakaldı.
Pamir gözlerini açtığında gözüne tavandan ışık vuruyordu. Gözlerini
kırparak başucunda oturan kadını seçmeye çalıştı. Tek görebildiği kırmızı
dudaklarıydı. Pamir hızla doğrulmak istedi. Bir el ona engel oldu, kolundan
tuttu.
- Ayağa
kalkmayın tansiyonunuz normale dönmedi. Bayılabilirsiniz.
- Siz de kimsiniz?
- Profesör Aylin.
- Yani?
- Biraz daha
dinlenin doctor odasında tanışalım.
Profesör ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Pamir başını çevirip ona
baktığında biraz daha seçebiliyordu artık: Zayıf orta boylarda bir kadındı. Saçlarını
ensesinde topuz yapmış, siyah çeket etek takım elbise giyinmişti. Neden
ayakkabılarının siyah olmasına şaşırmamıştı.
-
Çok hoşun gitti
herhalde. Bu sesi duyana kadar odada yalnız olduğunu sanan Pamir bir anda sesin
geldiği tarafa döndü. Gözleri ortamın ışığına alışmıştı. Kolundan serumu
çıkaran bu tatlı yüze bakıyordu şimdi.
-
Sen de kimsin?
-
Ben profesör
değilim ne yazık ki.
-
Mizacın da zayıf
ne yazık ki.
-
Sizin de diliniz
uzun maşallah. Ben doctor Zeynep.
-
Tedavimi yürüten
kişi değil mi?
-
Evet.
-
Neden her
geldiğimde farklı bir doktor oluyor.
-
Öyle mi?
Bilmiyordum.
-
Branşınız ne
acaba?
-
Nasıl anlamadım?
-
Neden bu kadar
şaşırdınız? Branşınızı merak ettim.
-
Ah! Evet ah! Bir
tür patoloji dalı diyebiliriz.
-
Hım? Üzerimizden
örnek mi alıyorsunuz yani?
-
Pamir Bey neden bu
kadar soru soruyorsunuz? Bırakın işimizi yapalım.Lütfen pamukla bastırın iyi
günler.
-
Zeynep Hanım.
Pamir yattığı yerden tekrar doğrulmak istedi. Doktor bu sefer kolundan
destekleyerek kalkmasına yardım etti. Pamir ise şaşkın şaşkın onu izledi.
-
Zeynep Hanım
burada neler oluyor? Boşluğa bakan kadının bir anda o boncuk gözleri
yuvalarından ayrılacak oldu. Sonra topladı kendini.
-
Burada bekleyin,
Aylin Hanım sizi Alara ile birlikte odasına çağıracaklar. Deyip aynı kapıdan o
da çıkarak oradan uzaklaştı.
Pamir hemen arkasından sessizce kapıyı açtı, koridorda ilerledi, sağ
tarafında bir kapı vardı, kapıların tabela yerleri boştu, kapıların neresi
olduğu belli değildi. O da kapılardan gelen seslere odaklanmaya çalıştı. Bir
kapıdan hareretli sesler geliyordu.
-
Bu adam
sorguluyor, çok ilginç bu olmaması lazım.
-
Aylin Hoca bu
yüzden bizzat görmek istedi. Bu adamda farklı olan birşeyler var.
-
Biliyor musun
bana branşımı sordu.
-
Ne dedin?
-
Geçiştirici
cevaplar verdim. Bunları nasıl hatırlar. Bu ilaçlar komut merkezini etkilemiyor
mu bu adamın…
-
Pamir Bey! Bir
an ürkse de dikkat çeken bir pozisyonda durmadığı için ne yaptığı anlaşılmayan
Pamir sese doğru yöneldi ve konuşmaya devam etti:
-
Aylin Hoca’ nın odasına
git dediler nerde acaba? Bu soruya şaşıran görevli:
-
Buradan lütfen. Dedi.
Odaya geldiklerinde Alara’ nın çoktan gelmiş oturuyor olduğunu gördü. Pencere
önünde büyük bir masa başında Aylin Hoca oturuyordu, karşısında iki adet
misafir koltuğu vardı. Bunun dışında oda bomboştu.
-
Pamir Bey buyrun
oturun şöyle. Pamir kendisine gösterilen boş koltuğa oturdu.
-
Öncelikle
sizlere defalarca denmesine rağmen Pamir Bey dün gece bir kuralı ihlal ettiniz.
Cinsel yaşam bu kasabada yasak.
-
Neden Aylin
Hanım?
-
Pamir Bey bunun
sebebini size defalarca çalışan sağlık personellerim söyledi. Salgın bir
hastalığın pençesindesiniz, tedavi için buradasınız, hepinizin tedavisi devam
ediyor, bazılarınızda hala bulaşıcı ve tehlikeli seviyede olabilir. Bu yüzden
cinsel ilişki olamaz üzgünüm.
-
Sizlere
bizlerden bulaşmıyor mu peki?
-
Bunu göze alarak
burada çalışıyoruz. Ayrıca Pamir Bey iki kez vukuatınız oldu. Bir sorununuz mu
var, anlatmak ister misiniz? Size yardımcı olmak isterim.
-
Rüya gördüm, o
gece geldiler, zaten o gün için fazla bir şey hatırlamıyorum.
-
İlk defa mı
gördünüz?
-
Evet o gün ilk
defa görmüştüm.
-
Daha sonraları
başka rüyalar da mı gördünüz?
-
Hayır sadece o
rüya da benim bulaşıcı hastalığımla Aylin Hanım rüyalarımın ne alakası var,
niye bu kadar ilgilendirdi sizi?
-
Bilekliğinizi
alarma geçirecek düzeydeyse ilgilendirir Pamir Bey sağlığınız bizim için çok
kıymetli.
-
Evet söyler
misiniz bu bileklik ne, neden bize bunu takıyorsunuz, ayrıca ailelerimiz
nerede, yaşıyorlar mı, öldüler mi, biz asıl nerelerde yaşıyoruz bunlara neden
hiç cevap verilmiyor?
-
Pamir Bey
anlaşılan bu rüya sizi derinden sarsmış, bakın benim personellerim herkesin
bilgisini aklında tutamaz. Belki aileleriniz bu hastalık yüzünden ölmüş bile
olabilir.
-
Kaydımız
tutuluyor elbette değil mi?
Aylin Hanım Pamir’ in gözlerinin içine baktı. Uzun bir
sessizlik oldu. Aylin Hanım vereceği cevabı düşünmüyordu bu her halinden
belliydi. Pamir’ in kapıda da duyduğu gibi çok soru sorması onu rahatsız
etmişti. Ama engel olamıyordu, dikkat çekmek istemiyordu lakin ilk defa bu
kadar yetkili bir kimse ile karşılaşmıştı belki bazı sorularına cevap
bulabilirdi. Küçücük bir ipucu ile elindeki bileklikten kurtulsa belki
kaçabilirdi. Ama nereye kime kaçacaktı?
-
Pamir Bey tedavi
günlerinize gelmeye devam edin onun dışında bir sorun olursa TRAN’ a her zaman
gelebilirsiniz.
Pamir ve Alara dışarı çıktılar. Pamir aslında çok
sinirliydi, rahatlayacak bir sebep arıyordu.
-
Sen burda mıydın
ya?
-
Senden fırsat
olmadı diyelim.
Hastaneden çıkıyorlardı, ikisi de aynı şeyi
düşündüler.
-
Oh! Bugün iş
günü. İkisi de hayal kırıklığı yaşadılar çünkü oldukça yıpranmışlardı.
4.BÖLÜMKafenin kapısından içeri girdiler, Alara neşeli haliyle Patron' un yanına gidip TRAN' da neler yaşadıklarını üstün körü anlatıp ışık hızıyla işine koyulmuştu. Pamir ise o kadar insanın arasında kaybolmuş gibiydi. Düşüncelerin arasında akıyordu sanki. Bir yandan masalardan boşları topluyor bir yandan ruh gibi donuk donuk düşünüyordu. Düşüncelerinde bile paramparçaydı. Bir Alara' yı düşünüyor bir kasabayı düşünüyordu. Gerçekten ailesi ölmüş müydü? Neden onları hatırlamıyordu? Bir ailesi olmasaydı Profesör ona ^^aileniz yok ^^ derdi. Neden demesin ki en azından olmama ihtimalini de katardı. Ama o ^^ aileniz ölmüş olabilir^^ dedi. Evet evet aynen böyle söyledi. Ölmüş veya yaşıyor ama bir ailesi vardı. O zaman onların geçmişlerini unutmalarını istiyorlardı. Ya çok feci bir şekilde ölmüşlerdi bu yüzden hatırlanmasın istiyorlardı ya da kim olduklarını bilmelerini istemiyorlardı. Acaba gördüğü rüya bu yüzden mi Profesörü rahatsız etmişti? Ya elindeki bileklik ya da aldıkları tedaviler onların unutmasına sebep oluyordu. Ama her ne olduysa bir şeyler onda hatırlamasını engelleyemedi.
Neden sonra bir anda
kulağında devam eden topuk sesinin zemine vuruş darbesinin hafiften değiştiğini
hissetti ve bir anda arkasına düşecek olan kadına o kadar uzaktan ulaştı ve
olabilecek kazanın önüne geçti?
- Hey dostum! sen
garsondan çok öte bir şeysin. diyerek koluna bir yumruk atan bu çocuk anlaşılan
tam bir aksiyon hastasıydı ve gördüğü manzara karşısında aşırı keyif almıştı.
- İyi misiniz
hanımefendi?
- Teşekkür ederim
ayakkabı topuğunun acizliğine uğradım lakin beni böyle yere serebilecek
kadar bir kırılma hissetmedim. diyerek ayağından ayakkabıyı çıkardı.
- Yo tam tersine çok
şanslıydınız. Kadın elinde duran sapasağlam ayakkabıya bakakaldı.
- İlginç. deyip
ayakkabıyı geri ayağına taktı.
- Yine de çok teşekkür
ederim. Sayenizde ucuz atlattım. Onlar ayrılınca üzerlerinde yoğunlaşan gözler
artık başka yönlere çevrilmişti. Hemen ilerisinde bistro başında duran Alara
hala ona bakıyordu. Ona doğru yaklaştığında ise:
- İyi misin sen?
diyebildi.
- İyiyim neden?
- Kahin falan mı
kesileceksin başımıza?
- Saçmalama düşeceği
kesindi.
- Neye göre?
- Nasıl neye göre ya,
ayağı sendeledi.
- Kadını mı
dikizliyordun?
- Hayır sesini duydum, ya basit bir
yardımı sapıklığa çevirdin bravo tebrik ediyorum, ayrıca bardakları çok sık
yerleştirmişsin şimdi devireceksin. Onu dinlerken hızla işini yapan Alara;
- Of! git işine. diyerek
bugün ona çok boğucu gelen Pamir' i bir an önce başından atmak istedi.
Yaşlı adamın masasındaki
nescafe bardağına uzanan Pamir' in neden aniden adamın solukları ilgisini
çekmişti. Of çok yorulmuştu. Bir anda insanlara fazla dikkat eder oldu. Bugün
beynine fazla yüklenmişti. İç dünyasına gömüldükçe dış dünyanın ayrıntılarında
boğulmaya başlamıştı. Ama yine de adamın soluklarında giden tersliği
düşünmekten kendini alamıyordu.
Bu adam aslında çokta
yaşlı değildi. Evet ileri yaştaydı ama dinç duruyordu. Takım elbise
giymiş oldukça şık bir beyefendiydi.
- Başka bir isteğiniz var
mıydı acaba?
- Hayır teşekkür
ederim.
- İyi misiniz peki?
- İyiyim neden sordunuz ki?
- Biraz yüzünüz soldu sanki
nefesiniz de sıklaştı gibi, doktor çağırmamızı ister misiniz?
- Yoh! Kendimi iyi
hissediyorum, kalkacağım zaten. Hesabı getirmeniz mümkün mü acaba?
-
Tabi efendim ne demek.
Yaşlı adam hesabı ödedikten sonra dışarıya çıktı ve neden sonra yürümesi
yavaşladı ve ardından yere yığıldı. Onu izleyen Pamir bir anda dehşete kapıldı.
Affallamadan direk kafeden dışarıya fırladı. Karşıdaki hastanenin güvenlik
görevlisini bağırıyordu aynı zamanda koşuyordu:
-
Doktor,
doktor çağır!
Bağırma sesine yönelen güvenlik yerde yığılmış adamı gördü ve
hemen ona doğru koştu. Telefonu cebinden çıkardı, telefonun karşısındaki
kişiye;
-
TRAN
önünde bir adam fenalaştı hemen bir ambulans çağır acil.
-
,,,
-
Hayır
hayır öyle değil, hadi hadi hadi! Adamın farklı bir rahatsızlığı var acele et!
Pamir bir yandan adamı yüklenmeye çalışıyor bir yandan da
güvenliğe sesleniyordu;
-
Kaldırmama
yardım et adamı birlikte hastaneye taşıyalım, sedye falan yok mu?
-
Gelecekler
şimdi, elleme sen.
Pamir hemen adamın kravatını gevşetti, ceketini çıkarıp başının
altına koydu, sağa çevirip sağ elini başının altına koydu, sol ayağını karnına
doğru hafifçe yukarı çekti.
-
İyi
misiniz beyefendi! Nerde doktor iki adım yere on saatte mi geliyor nerede?
-
Tamam
sakin ol gelecekler şimdi, herkes açılsın!
Sonra ileriden bir siren sesi duyulmaya başladı. Pamir sesin
geldiği yöne doğru kafasını çevirdi, güvenlik kolundan tuttu.
-
Hadi
herkes çekilsin geri!
Ambulans durduğunda içinden hızla iki kişi aşağıya indi; biri
adamı muayene ediyor diğeri güvenlik görevlisini dinliyordu.
Gerekenleri öğrendikten sonra apar topar
adamı sedyeye alıp ambulansa bindirip hızla uzaklaştırdılar. Pamir tüm bu
olanları şaşkınlıkla izledi. Önünde ki koca bir hastane değil miydi?
Allak bullak eve gitti. Soğuk bir duş
aldı. Kahve için su ısıtıcısına su koydu ve elleriyle tezgaha dayandı. Neydi bu
şimdi? Önlerinde koca hastane ve yerde yatan adama bir doktor bile müdahale
etmedi. Ya malum hastalıklarından dolayı o adam o hale geldiyse? Tedavi gördüğü
hastaneye götürülmez miydi? Peki aldılar adamı ve nereye gittiler? Tibette
başka hastane yoktu. Ya da kendisi öyle sanıyordu. Acaba Alara ile gördükleri o
binada hastane miydi acaba? Diyelim ki o da değil karantina bölgesi dışına mı
çıkarıldı? Hem de kendileri o kadar ciddi risk altında olduklarını uyarmalarına
rağmen.
Düşüncelerine bir soluk aldırmak istermiş
gibi bir anda durdu. Ne zamandır kaynayan suya baktı. Bardağına doldurdu.
Üstüne bir kaşık kahve bir kaşık süt tozu attı. Masasına oturdu ve bir
alışkanlık haline getirmiş olsa gerek sol bileğinde duran bileklikle oynamaya
başladı. Ne çok şey yaşamışlardı son zamanlarda…
Kahvesini yudumlarken kapattığı gözlerinin
önünde birden Alara’ nın o toz toprağa karışmış boynu belirdi ve sonra mavi
üniformalı görevliler, sonra tekrar bilekliğe baktı. Nasıl takmışlardı acaba?
Bileğini tam kavramıştı, ama rahatsız da
etmiyordu, alarm vermeseydi elektronik bir şey olduğunu bile bilmiyordu, demek
ki alıcıları vardı, bilekliğin tamamen pürüzsüz olması anahtar ihtimalini de
ortadan kaldırıyor, elleriyle düğme var mı onu yokladı, düğme de yoktu,
bileklik ve bileği arası çok dardı, orada da olması mümkün değildi.
Ama en azından alarm vermesini
önleyebilirdi. Bu cihazı çözmek için önce fincana yapıştırdı, bir süre öylece
bekledi; bir değişiklik olmadı. Elini sıcak suya sokmaya karar verdi; bu da
alarmı etkinleştirmedi. Sıcaklık tek başına bir sebep değildi. Alara ile
yaşadıklarını tekrar gözden geçirdiğinde çok az da olsa bir bekleme süresi
vardı, en azından alarmın böyle ayarlanmış olabileceğini düşünüyordu; kısa
süreli vücut değişimlerine pay verilmişti. Acaba kendi bedenini kontrol altına
alabilir miydi? Neden daha önce bu kadar basit düşünmemişti. İletimi
damarlardan alıyordu. Cildin ısısını da damarlarda pompalanan kan artışının da
etkisi vardı, neden koluna baskı
uygulamıyordu ki en azından şimdilik bu işini görürdü. Bugün de fenalaşan
adamın soğuk terler döken vücudu alarm vermiyordu.
Kendini fazlasıyla özgür hissetti. Havaya
bırakılmış bir kuş kadar hafifti. Ah ne kadar da dar geliyordu bu yaşantı ona.
Kalbinde koca bir özlem vardı. Koca bir delik açılmış gibi bomboş duruyordu
özlem kalbinde.
O kadar yorulmuştu ki başını yaslayarak
bir omza çok ihtiyacı vardı. Bu hayat ona koca bir yalnızlık veriyordu. Bu
hayattan sıyrıldığında kim bilir ne kadar mutlu bir yuvası vardı. Nasıl bir
hayattan koparılmıştı. Her kim neden unutturmak istemişse o unutmamak için direnecekti.
Bunca soruların arkasında koparıldı yuvası vardı. Sevmiş miydi acaba, bir kadın
var mıydı acaba?
Her taraf karanlık; bir anda elleri derin
bir suyun içinde ellerinin arasında sert bir kumaş ve bir anda soluk soluğa
uyandı. Pamir masanın başında uyuyakalmıştı.
-
Ah!
Diye sinirlendi oturduğu yerden kalktığı gibi sandalyeyi fırlattı.
-
Ahh!
Diye bağırıyor oraya buraya saldırıyordu. Ne fayda verecekti. Heyecan yapmıştı
ve bir anda uyanmıştı. Keşke tam görebilse rüyalarını küçücük bir ipucu kim
olduğuna dair küçücük bir yüz bir isim bir ses hiçbir şey yok sadece su.
5. BÖLÜM
Aniden çalar saatinin sesine uyandı Pamir.
Yine çok kötü bir geceydi. Acaba yaşlı adam iyi miydi? Ne yazık ki ondan haber
gelene kadar ona ulaşamayacaktı, beklemekten başka çaresi yoktu. Artık Pamir
daha emin adımlarla hareket ediyordu. Bu hastalığın ve bu kasabanın sırrını çözmeliydi,
bunları düşünürken işe gitmek için hazırlanıyordu, acaba hastaneye girmenin
yolları var mıydı hastalığı hakkında bilgi sahibi olabileceği tek yer
hastaneydi çünkü. İşte hazırlanmıştı bile, yukarıdan aşağıya merdivenlerden
inmiyor da uçuş pistine doğru inişe geçmiş bir uçak gibiydi sanki, son
basamakları inmeye bile sabrı yoktu. Fırladığı gibi evden çıktı.
Yine kafeyi açan Pamir’ di, kapının
kilidini açarken arkasına sürekli dönüp hastaneye bakıyordu. İçeri geçti,
önlüğünü taktı, işlerini yaparken aynı zamanda hastaneyi izliyordu, kapının
önünde kimse yoktu, güvenlik için bir kişi içeride kapı girişinde beklerdi, o
da çoğu zaman dışarı çıkar etrafı izlerdi, hastanenin geniş bir bahçesi de
vardı. Acaba direk içeri girse güvenlik görevlisi onu durdurur muydu? Denemeden
öğrenemezdi; işini bıraktığı gibi önlüğünü çıkardı, kapıdan tam çıkıyordu ki
karşısında Alara’ yı buldu;
-
Pamir!
Hayırdır?
-
Geçsene
içeri hemen geliyorum. Alara şaşkın bir ifade ile yolun karşısına koşar
adımlarla geçen Pamir’ i izledi, sonra içeri geçti
-
Son
zamanlarda ne oluyor bu adama anlamıyorum. Diyerek söylendi. Nedense içeride
onu beklemekten kendisini alamıyordu.
Pamir sakin bir tavırla hastanenin içine
geçti. Güvenlik cama mekan odasında kendisine çay dolduruyordu. Denk gelse bu kadar
olurdu. İlk katı gezme gibi bir şansı yoktu. Direk karşısındaki merdivenden
hızla yukarı çıktı. Çok oda vardı ve hepsi kapalıydı. Daha erken saatler olduğu
için kimse de yoktu. Koridordan koridora geçiyordu, hızlı olmaya çalışıyordu,
birkaç kapıyı yokladı kapalıydı, kapıların üzerinde kart sistemiyle
açılabilecek düzenekler vardı, aramaya devam etti, yine bir üst kata daha
çıktı, artık kapıların açık olup olmadığını denemiyordu açık olabilecek bir
kapı ya da bulabilecek herhangi bir şey arıyordu, her kat birbirine benziyordu,
ama bu kat profesörle görüştüğü kata çok benziyordu, asansörün sesini duydu
galiba o da hemen diğer koridora geçmeye davrandı, işte sonunda açık bir kapı
bulabilmişti, burası neresiydi acaba? Evet burada birşeyler bulabilirdi, hemen
içeri girdi, masanın üstünde bir bilgisayar vardı, bir de yan tarafta bir dolap
vardı, acaba şahsi bir oda mıydı? Hemen bilgisayarın başına geçti ve açma
düğmesine bastı, neden bu aleti kullanırken hiç yabancılık çekmiyordu? Kendi
kafelerinde olan bilgisayardan çok daha donanımlı olmasına rağmen hiç
duraksamamıştı, ekran açıldı, ve şifre? Şifre neydi acaba? Şahsi bir bilgisayar
mıydı yoksa ortak kullanıma açık bir bilgisayar mı? monitörün üstüne
iliştirilmiş notları inceledi, evet burada şifreye benzer bir şey yazıyordu,
hemen onu denedi, tam isabet bilgisayar açıldı, ekrandaki dosyaları incelemeye
başladı, ismini anlamadığı birçok dosya vardı; ilaçlar, malzemeler falandı
herhalde.
Hasta bilgileri içeren bir dosya arıyordu,
işte sanırım bulmuştu, şifre istedi tekrar, sanırım doğru yoldaydı, ama bu
şifreyi şimdi burada çözemezdi, diğer dosyaları incelemeye devam etti, bir
dosya daha ilginçti; isim listesi gibiydi, dosyaya girdi ve incelemeye başladı,
evet Alara’ nın ismi vardı, alfabetik sıraya göreyse kendisi de aşağıda
olacaktı, Alara’ nın isminin hizasında 01011999 yazıyordu ezberlemesi kolay bir
sayı diziniydi, bu sayıyı hemen hafızasına kazıdı, hemen hızla listede
ilerlemeye devam etti, kendisini motive edercesine ^^hadi, hadi^^ diye
sayıklıyordu, sanki vakit geçiyor kendisi de bir alanda sıkıştırılıyormuş gibi
yüreği daralıyordu, evet işte Pamir 26052000 neydi bunlar? Bulacaktı ama
mutlaka bulacaktı. Hemen dosyalara tekrar döndü, hızla bakıyordu, bilgisayarı
açmasına yarayan şifreyle aynı isimde bir dosya vardı; ^^Rosenham^^ ilk önce
rastgele harfler sanmıştı. Ama değilmiş demek, hemen açtı, uzunca bir yazı
vardı, kendisinde bilmediği bir özelliğini keşfediyordu bir kez daha, inanılmaz
hızlı okuyordu, kelimeler gözünden teğet geçiyordu sanki, alacağını almıştı,
hızla bilgisayarı kapattı ve oradan uzaklaştı, zemin kata kadar kimseyle
karşılaşmaması onun için büyük bir şanstı bu durumdan ötürü bir kuş kadar
hafifleyiverdi, güvenlik ise onu normal bir hasta zannetmişti, erken saat
olmasını acil bir durum olarak yorup aklına bile art niyet gelmeden ona
seslendi;
-
Doktorlar
daha gelmez onlara mı bakmıştın?
-
Ah!
Evet kendimi biraz kötü hissetmiştim neyse o zaman birkaç saat sonra tekrar
gelirim. Teşekkür ederim. Deyip rahat bir nefes alarak oradan sıyrıldı. Kafeden
içeriye girdiğinde onu bekleyen Alara hemen dibinde bitti:
-
Nerdesin
sen? Ödüm koptu sana bir şey oldu diye.
-
Patron
geldi mi?
-
Yok
kimse gelmedi henüz.
Pamir çıkarmış olduğu önlüğünü tekrar taktı, eline kağıt ve kalem aldı,
aklında olanları kağıda yazıp Alara’ nın önüne uzattı:
-
Alara
bu sayı sana bir şey ifade ediyor mu?
Alara’ nın dikkati direk numaraya kaydı,
pür dikkat baktı, düşündü ama bir anlam veremedi.
-
Yok
nerden çıktı bu numara.
Pamir Alara’ nın ellerini tuttu ve onu
yakınlarında duran bir masaya oturttu, artık daha sessiz ve ciddi konuşuyordu,
ona doğru eğildi;
-
Bir
şeyler aramak için hastaneye girdim ya? Şansıma kimseye rastlamadım, lakin
hemen hemen tüm odalar kitli, sanırım kart sistemi ile açılıyor, bir oda
açıktı, içeride bilgisayar vardı, açabildim. Alara çok heyecanlandı:
-
Bulabildin
mi bir şeyler?
-
İşte
senin isminin karşısında bu numara yazıyordu.
-
Hasta
dosya kayıt numarası olabilir mi?
-
Bilmiyorum.
-
Başka
bir şey bulabildin mi?
-
Bize
yapılan enjeksiyonlardan birinin adını öğrenebildim ve onun hakkında birkaç
bilgi işte.
-
Ne
gibi bilgiler?
-
Rosenham
iğnenin adı, işte nasıl muhafaza edilmeli, ilaç nasıl karıştırılmalı, uygulama
bölgeleri, kimyasal yapısı falan; ilaç aşılar gibi buz küplerinde transfer
edilmeli bunun gibi bir çok şey yazıyordu işte.
-
İlaçlar
ısıya dayanıksız yani acaba soğutulmasa ne oluyor bozuluyor mu?
-
Yok,
hastanın beyninde ki entorhinal korteks bölgesini ya da daha başka bir kelime
olabilir o bölgeyi bloke edici yetisini kaybedebilir böylece hasta anıları
tekrar canlanır diyordu, bir dakika! Bu cümleyi o sıra nasıl algılamam aman
Allahım bunlar bize unutalım diye ilaç mı enjekte ediyorlar!
-
Nasıl
ya! Ama neden?
-
Demek
ki bu ilaç beyinde depolanan anıları yok ediyor ya da o noktada ki iletimi
bozarak fonksiyonunu yapmasını engelliyor. Yazı da anlamadığım ve
hatırlayamadığım daha birçok terim vardı; beynin farklı bölümlerinden
bahsediyordu. Bak Alara o bilgisayara yeniden ulaşmam lazım. O şifreli olan
dosyayı açmam lazım. Bir plan yapmalıyız. Ama şifreyi kırmam zor olabilir.
-
Tamam
biz burada bilgisayar kullanıyoruz ama sen şifre bulacak kadar donanımlı
kullanmayı nereden biliyorsun. Bizde ki hele çok basit bir düzenek tek ekstra
yapabileceğimiz şey toplama çıkarma sanırım.
-
Evet
işte bu Alara sen bir dâhisin! Acaba bu bilgisayar oların ki ile uyumlu mu? Hemen
bir hat çekmeliyiz.
-
Bunu
nasıl yapacaksın? Pamir bu sefer ben senin hızına yetişemiyorum.
-
Depoda
ki kablolar duruyor değil mi?
-
Evet.
- -
Bak bu hastanede ana
bilgisayar olması lazım önce onu bulmalıyız, ondan sonra hat çekmek ana
bilgisayara girmek benim için çok kolay olacak. Birinin kartını ele
geçirmeliyiz ve hastaneye bu şekilde girmemiz dikkat çeker kılık
değiştirmeliyiz halledebilir misin?
-
Denemek lazım. Yarın
tedavi günüm senin ne zaman?
-
Benim diğer gün.
-
Tamam yarın bir kartı
yürütmeye çalışırım, kablo çekmeden yapabilir misin?
-
Bilmiyorum bilgisayarı
görürse deneyeceğim. Yakın mesafedeyiz olur belki. Gece sen sabah
hazırlıklarını yaparken ben bilgisayarda biraz uğraşayım.
-
Sen bayağı anlıyorsun
bu işi.
-
Bilmiyorum,
anlayacakmıyız göreceğiz.
-
Aşağıda ki kablolar hastaneye
kadar yetişecek mi?
-
Denetimciler
arabaarındaki bilgisayara bağlıyor, bir iki yedek var yetmezse diğer
esnaflardan çalacağız.
-
Çok iş var gibi
görünüyor.
İlk defa Pamir kendisini iyi hissediyordu. Alara’ nın
gözlerinin içine umutla bakıyordu.
Gece olduğunda herkes gitmişti. Hastanedeki güvenlik çok
dışarıyla ilgilenmezdi. Kafenin gecelere kadar açık olmasına da sanırım tüm
kasaba alışıktı. Pamir bilgisayarı çoktan incelemeye başlamıştı. Alara ise mutfak
bölümünde yarın için hazırlık yapıyordu.
Pamir’ in yanında olması onu rahatlatmıştı. Bugüne kadar
hiçbir sorun yaşamadı elbet ama yalnız çalışmak bazı geceler sıkardı onu ne
zaman Pamir yanında olsa daha kendini güvende hissederdi. Zaten her gece kalmıyorlardı
dönüşümlü kalırlardı sevmediği Su, Patron, Pamir ve kendisi arasında rotasyon
halinde çalışırlardı. Patron çok nadir girerdi rotasyona. Geceden
hazırladıkları ikramlıklar çok zaman almazdı.
Burası karantina bölgesi olduğu için bu işyerleri hobi
amaçlı ve insanların güzel zaman geçirmeleri için kurulmuştu. Aslında Tibette
insanlar ne kadar hareketli ve canlı olmasalar da iç içe yaşıyorlardı. Pamir ve
Alara biraz daha geri dururlardı. İnsanlar burada sıkılmasın diye birçok
aktiviteler düzenlenirdi. Bazı geceler meydanda müzikli eğlenceler olur, bazen
karnavallar düzenlenirdi. Tiyatro ve sinema salonları da vardı, bu tür
etkinlikler için dışarıdan çok fazla grup gelmezdi daha çok Tibette yaşayan
kişiler grup oluştururlardı. Bu gruplar da maddi kazanç elde ederlerdi. Hiçbir
yerde çalışmak istemeyip evde otursan ya da bahçenle ilgilensen de olurdu.
Herkese belli bir düzeyde gelir bağlanmıştı, para bile burada sadece oyalayıcı
bir unsurdu, yoksa elindeki para ile bu aktiviteler ve yiyecek dışında herhangi
bir şey alamıyordun. Ne araba, ne ev, ne bir bilgisayar ne de o personellerin
ellerinde bulunan telefondan alabiliyordun. Sadece küçük çaplı eşyalara ihtiyaç
duyduğunda yetkililer sana dışarıdan yardımcı olabiliyordu. Birçok kişi
tarafından ihtiyaç duyulanlar için bazen stand açtıkları ya da sürekli
işletmeye açtıkları yerler de olabiliyordu.
Hiç harcamadığın paranı saklamak için banka bile vardı.
Hatta paranı yetiremediğin zaman bankadan para temin edebilirdin. Harcama
yapılan yerler kısıtlı olduğu için bu ihtiyaç çok nadir olurdu. Alara böyle bir
şey yaşamamış olsa da Alara’ nın komşusu olan müzik tutkunu Murat sürekli para
isteminde bulunurdu. Hatta bu yüzden ikaz bile almıştı. Pamir’ in öten
bilekliği bir sorun teşkil ettiği gibi Murat’ ın da sürekli parasını
yetirememesi onlar için büyük bir sorundu.
Nerden aklına gelmişti bu Murat şimdi. Yine içi gıçıklandı
Alara’ nın. Birkaç kez geceleri Muratla takılmıştı. Pamir gece ortamlarına pek
takılmazdı. Alara bir nevi Murat’ ı kötü emellerine alet ediyordu. Murat ise
zaten tam bir serseriydi. Ama muhteşem gitar çalardı hatta sesi de çok hoştu.
Ama çok çocuksu tavırları vardı. Hakikaten Alaradan küçük müydü acaba? Nereden
bilebilirdi ki doğum tarihlerini bırak kendi şuan yaşadıkları tarihi bile
bilmiyorlardı.
Alara işini neredeyse bitirmek üzereydi. İki de kahve
hazırladı, Pamir’ in yanına geçti. Pamir resmen bilgisayarın içine gömülmüştü.
Normalde olsa Alara onun merkezinde olmak isterdi. Ama artık ne kadar kalın bir
duvar ördüyse yüzü; kahveyi bile sadece yanına koyabildi. Onu izleyerek
karşısına denk gelen masaya oturdu. Uzun uzun Pamir’ i inceledi: Pamir
gerçekten her kızın beğenebileceği kadar yakışıklıydı. Kasabada Pamir ile sıcak
ilişkisi olan tek kız da o olunca kendisini acayip özel hissediyordu. Acaba
dışarı hayatta bir sevgilisi var mıydı? Böylesine yakışıklı birinin mutlaka bir
sevgilisi vardır diye aklından geçirdi. Kendisinden çok Pamir’ in ailesini ve
arkadaşlarını merak ediyordu. Acaba nasıl bir hayatı vardı? Bu hastalığa nasıl
yakalanmıştı. Bu konuda kendisini neden merak etmiyordu acaba?
Nasıl bir hayatı olabilirdi ki? Ne kadar üst düzey
olacaktı. Bir başkan kızı olsa burada ne işi vardı? Yok yok kesin varoş bir
aile çocuğuydu. Belki böyle bir hayatla yüzleşmekten korkuyordu. Pamir o bilgisayarda
ne bulacak bilinmez ama Alara kesin kararlıydı: Bu kasabadan ayrılmayacaktı.
Pamir bir an ekrandan uzaklaştı. Gözlerini uzun uzun
ovuşturdu. Kahveyi yeni farkediyordu. O sıra Alara oturduğu yerden bir ileri
hamle yaptı.
-
Nasıl gidiyor.
-
Bilgisayarı görmüyor.
Şifreyi kırabileceğimiz bir yazılım oluşturuyorum. Çünkü vaktimiz çok kısıtlı
olacak. Çok hızlı hareket etmeliyiz Alara.
-
İyi de nasıl
gireceğiz.
-
Onu da düşündüm. Hani
önceki tedavi gününde benim seansımda biri rahatsızlanmıştı, orada genci bayıltmak
için bir ilaç kullandılar. Hatta belki bizi de o şekilde bayılttılar. Boynuna
uygulanıyor bir de yürütebilirsen onu yürüt.
-
O zaman yarın iki şey
aşıracağım. Harikasın nasıl yapacağım peki?
-
Onu da sen halledersin
artık. Asıl macera bundan sonra başlayacak. Yarın sen bunları hallederken ben
de etraftan kablo toplayayım.
Alara uzun bir
sessizlik içinde düşüncelere daldı. Hem ilaç tabancasını hem de personel
kartını resmen çalacaktı. Nasıl yapacaktı? Ama yapmalıydı. Alara gitmeyecekti
evet. Nedense bir his onun ailesine kavuşma isteğini engelliyordu.
Ama Pamir çok iyi biriydi, o ailesine kavuşmayı hak
ediyordu. O gün Profesör Aylin ^^ölmüşte olabilirler^^ dedi. Belki ölmüşlerdi,
ama Pamir’ in bunu da bilmeye hakkı vardı.
-
Pamir!
-
Efendim.
-
Ben eve geçiyorum.
Dinlenmem lazım; yarın benim için uzun bir gün olacak.
-
Tamam tatlım. Çok kafa
yorma. Halledeceğiz.
-
Biliyorum, sen olunca.
Alara Pamir’ in omzunu sıvazladı. Onu gerçekten teselli ediyordu. Bu sefer iş
fazlasıyla ciddiydi. Başaramazlarsa ona ne yaparlardı, Ona zarar verirler
miydi, Ya da başka bir kasabaya sevk ederler miydi? Onu kaybetmek istemiyordu,
evet onun kaçmasına yardım ediyordu ama kendi ailesini bulduktan sonra yine de
Alarayı bırakmayacaktı, mutlaka görüşeceklerdi. Ama bu insanlar, her kimse onlar
ayırırsa bir daha onu göremeyebilirdi.
Alara çok sessiz ve nazik bir şekilde kapıyı kapattı ve
kafeden ayrıldı. Yavaş yavaş yürüyordu. Kaldırımları ezber ediyordu sanki
^^Pamirden ayrılmak^^ bunu düşünmek bile yüreğini sızlatıyordu. Acaba sona mı
geliyorlardı. Ona gerçekten ayrılamayacak kadar aşık mıydı? Aslında biliyordu;
yüreğinde ki o kocaman sevgi boşluğunu hissedebiliyordu. Ve şimdilik Pamir o
büyük boşluğu kapatıyordu, ona ilaç gibi geliyordu, onunla sonuna kadar
yürüyemeyeceğini o da biliyordu. Pamir de kendisi de bu küçük yalnız kızı
merhamet kanatlarıyla hayata tutundurduklarını biliyorlardı. O yüzden ne kadar
Pamir’ e karşı yakınlaşmak istese de bu dürtülerinin Pamir’ e yönelik
olmadığını biliyordu. İçinde iki kız vardı sanki ikisi de zıt kutuplarda
duruyordu; bir tarafta o masum küçük kız, diğer tarafta gelmiş geçmiş tüm
ateşleri içinde barındıran seksi kadın. Pamir’ in, en çokta o masum kızın
yanında durmasını istiyordu. Bazen o kösnül kadın Pamir’ e pençelerini geçirmek
istese de artık Alara buna müsade etmeyecekti. Çünkü o masum küçük kız yalnız
kaldığında çok korkuyordu ve bu durumdan hepsi etkileniyordu.
Pamir ise bilgisayarın başında şifre kırmaya yönelik
çalışmalarına devam ediyordu. Alarayı durgun görmüştü, bugün oldukça
düşünceliydi. Başka zaman olsa boyna onu dürtükler ondan ilgi isterdi. Ama bu
sefer yanına bile yaklaşmadı. Acaba çok mu kavuşmak istiyordu ailesine? Ah! O
ne kadar çok ne kadar çok istiyordu kendisine bile sığdıramıyordu bu duyguyu.
Çok büyük bir özlem vardı içinde; ailesine dair, kendisine dair.
Nihayet yazılımını oluşturabilmişti. Ama bilgisayarda
denediğinde ne kadar zamanda sonuç alır onu kestiremiyordu.
Sabah olmak üzereydi o yüzden eve gitmeyi gözüne
kestiremedi, çalışan odasında birkaç parça eşyası vardı. Onları yere serip
oracıkta kıvrılıverdi.
Alara başka zaman olsa heyecandan uyuyamazdı. Artık bu
sefer sorumluluğun ağırlığı mı çöktü üstüne bilinmez sabah uykusunu iyi alarak
uyandı güne.
Ssade ama farklı olduğunu tüm kasabadaki kadınların gözüne
sokabilecek felsefede giyinmişti yine.
Bordo renk dizüstü bir elbise giymişti. Straptez, omuz
askıları kollarına düşmüş, kloş etekli bir elbiseydi. Siyah zarif ince topuklu
bir ayakkabı giymişti. Siyah sade bir çanta almıştı eline. İşin ilginç kısmı
ise bu elbiseyi kendisi dikmişti.
Bunun gibi tasarladığı birçok elbisesi vardı. Belki
kasabada tasarım ve dikime ilgisi olan başka bir kimse yoktu. Ama yinede sırf
onun için kumaş ve dikim malzemeleri bulunan bir mağaza açtılar. Belki de
sürekli onun istemlerini getirmekten sıkıdılar en sonunda mağaza açmak zorunda
kaldılar.
Alara TRAN’ a doğru yola koyuldu. Yaklaştıkça kalbi daha
hızlı atmaya başlamıştı, sakin olmaya çalışıyordu, kimseye bir şey belli
etmemek için derin derin nefes alarak ilerliyordu, ama terlemeye başladı, işte
TRAN karşısındaydı, istemsizce kafeye bir bakış attı,içerisi kalabalıktı,
ardından hastanenin içine girdi, her zaman gittikleri tedavi odasına çıktı,
merdivenden çıkmayı tercih etti, daha önce de merdivenden çıkardı ama bu sefer
daha dikkatli bakıyordu etrafa, işte gelmişti, kapıyı çaldı ve içeri girdi, bu
sefer karşısında duran erkek bir doktordu, kendisini çok şanslı hissetti, tamda
uzmanlık alanına hitap eden bir ortam olmuştu, ayrıca ^^doktor da
yakışıklıymış^^ diye geçirdi içinden.
Doktor çokta ilgileniyormuş gibi durmuyordu. Hasta
koltuğunun karşısında taburede oturuyor elindeki listeyi inceliyordu.
Alara’ nın topuklu ayakkabılarıyla çıkardığı ritimli ses ve
parmak uçlarına basıyormuş edasıyla içeri giriyor olması da doktorun çok
ilgisini çekmemişti. Ama Alara erkeklerde aceleci olmaması gerektiğini çok iyi
biliyordu. Sabır ve istikrar ile en sonunda kazanacaktı elbet.
-
Kasabanın en vasat
kızı ben olmalıyım.
Doktor sese doğru başını çevirdi, yorgun olan vücudunu
boşluğa dayayacakmış gibi geriye attı.
-
Ben hiçte öyle
olduğunuzu düşünmüyorum.
-
Ama sizin kadar
yakışıklı bir beyefendinin bakışlarına dokunamadıysam gerçekten vasat
olmalıyım. Doktor gülümsedi.
-
Teşekkür ederim yoğun
bir gecenin ardından dinlendirici bir kahve kadar iyi geldiniz.
Alara hemen doktorun arkasına doğru ilerledi. Hızlı ama
nazik elleriyle doktorun omuzlarını kavradı, hafif hafif masaj yapmaya başladı.
Kulağına fısıldar şekilde;
-
Yorgun olduğunuz her
halinizden belli bırakın size biraz masaj yapayım.
-
Oh teşekkür ederim ama
hiç gerek yoktu!
Ama içinden hiçte öyle demiyordu. Bu konuda gerçekten
ustaydı ve şimdiden rahatlamıştı. Alara doktoru iyice kendine doğru çekti.
Böylece önlüğünün iki cebi de kendisine doğru sarkmıştı, gözleriyle iki
cebinden birinde bulabileceğini sandığı kartı arıyordu.
-
Aman Allahım omuz
kaslarınız taş kesilmiş sizi gevşetmek hiçte kolay olmayacak. Aslında ben
yöntemini biliyorum da size uygun kaçar mı bilemem.
İşte sağ cebinde birkaç parça kağıdın arasında karta benzer
bir şey duruyordu.
Dudaklarını doktorun boynuna doğru iyice yanaştırdı. Bir
yandan hissettirmeden sağ eliyle cebindeki o sert cisme ulaşmaya çalışıyor bir
yandan da sol eliyle bağrından aşağıya doğru dolanarak dikkatini dağıtıyordu.
-
Uygun olmayan bir
teklifte bulunmayacaksınız değil mi?
İşte almıştı
bile.
-
Ona siz karar
vereceksiniz. Karşıdaki kafede çalışıyorum, kendi tarifimle yaptığım sert
kahvemin tadına bakmanızı öneririm. Deyip aniden çekilip hasta koltuğuna
oturuverdi. Kırmızı dudaklarıyla bir kedi gibi sinsice gülümsüyordu. Artık
doktorun gözlerinin içine bakıyordu. Doktor ise aldığı tekliften ötürü tam bir
hayal kırıklığı yaşamıştı.
-
Neden olmasın. Evet
hastalarımızla fazla temas halinde olmamalıyız. Ama gün içinde bir on dakika
daha iç içe olmanın ne gibi bir zararı olabilir ki?
-
Mutlaka bekliyorum.
Diyerek kolunu doktora doğru uzattı. Acaba masanın üzerinde duran ilacın da
etkisi azalmış olabilir miydi?
Doktor ilacı enjekte ederken Alara dolaplara bakıyordu
acaba güvenliklerin uyutmak için kullandığı ilaçlar burada olabilir miydi?
Raflarda çok fazla ilaç yoktu aslında.
-
Alara nereye
bakıyorsun?
-
Ne kadar çok ilaç var
onlar ne işe yarıyor acaba diye düşünüyordum.
-
Evet biraz çok. Dedi
gülümseyerek.
-
Tek bir bulaşıcı
hastalığı olan kasaba için bu ilaçlar fazla değil mi?
-
Ama hepinizin farklı rahatsızlıkları
da olabiliyor. Mesela şu ilaç mide koruyucu bazı hastaların mideleri çok
hasssas, bu ilaç ağrı kesici, bu ilaç tansiyon hastaları için.
Alara
gözleriyle etfarı inceliyordu. Bir anda kırmızı amblem olan bir dolap gördü.
-
Peki bu dolapta ne var?
Diye eliyle o dolabı gösterdi.
-
Ah! Orada
sakinleştiriciler var. Alara’ nın aradığı ilaçlar orada olmalıydı ama
kilitliydi.
-
Ama yine de gereksiz
çok ilaç var. Ben boğuldum resmen dinlemekten, sizi bu kadar kimyasalın
arasında bırakıp kaçıyorum. Ama kahveye mutlaka bekliyorum. Diyerek Alara
aniden kapıya yöneldi. Az da olsa hayal kırıklığı yaşamıştı içten içe. Ama
etrafı gözetlemekten hala kendini alamıyordu. O ilaç, dolap dışında güvenlik
görevlilerinde de vardı. Kapıdan ayrılırken son kez tatlı bir gülümsemeyle
doktora el sallayıp oradan uzaklaştı. Koridorda ilerlerken yanından geçen
güvenliğe baktı ama o yanından hızla geçip gitti. Ne yapabilirdi kendine
düşünüyordu bir taraftan etrafına şaşkın gözlerle bakınıyordu. Zemin kata
gelmişti. Oyalanmak adına çantasından birşeyler arıyormuş havası vermeye
başladı. Cama mekan güvenlik odasına kısa bir bakış attı. Biraz önce yanından
geçen güvenlik personeli muhtemelen burada bekleyen personeldi çünkü şuan orada
kimse yoktu. Çok ilginç koca hastanede bir adet güvenlik personeli mi
duruyordu. Kumsalın orada personellerin çokluğuna rağmen burada bir kişi
duruyordu. Aslında sokaklarda da hiç olmadıklarını şimdi farketti. Bir sorun
olduğunda karınca sürüsü gibi hepsi bir anda çıkıveriyordu ortaya.
-
Hanımefendi bir sorun
mu var?
Dikkat çekmediğini sansa da sanırım biraz fazla
oyalanmıştı. Yanında dikilen güvenlik biraz önce yanından hızla geçip giden
kişiyle aynı kişiydi.
-
Ah çantamda bir şey
arıyordum. Sonra bir anda yüzü düştü ve mahcup bir yüz ifadesiyle;
-
Ya acaba buralarda
lavabo var mı? Acil gitmem gerekiyor da.
-
Ah tabi şu hemen
ilerde koridorun sonunda sağ tarafta.
-
Teşekkür ederim.
Lavaboya doğru yürümeye başladı. İçeriye girdiğinde havalandırmaya baktı. Acaba
ebatları bir kişinin geçebileceği kadar büyük müydü?
Aslında kendisi
de zayıftı. Asansör de lavaboya yakındı. Belki bu yol da denenebilir diye
aklından geçirdi. Ardından dışarıya çıkmak için yöneldi.
Dolaptan ilaçları alabilmesi ne yazık ki o an mümkün
olmamıştı. Güvenlikten anlaşılmadan silahını alması için bir yol da
bulamamıştı. Hastanenin çok sakin olması onun için bir dezavantaj olmuştu. Bu
sefer şans ona gülmemişti. O yüzden sadece bir kart ile kafeye geri döndü.
Kafeye gittiğinde kafe hiç te hastane gibi sakin değildi.
Patron ve Su telaşla etrafta koşuşturuyordu. Su Alarayı görünce çok sevindi.
-
Alara nerede kaldın?
Pamir de ortalarda yok çok sıkıştık, işler üst üste geldi.
-
Pamir nerede?
-
Bilmiyorum birkaç yere
uğraması gerekiyormuş. Aslında bu durumu yetkililere bildirmemiz gerekiyor,
gerçekten yetemiyoruz. Bir iki kişi daha istesek iyi olacak. Alara bunları bir
yandan söylerken işlere de koşuşturan Su’ yu şaşkınlıkla izliyordu. Hemen o da
işlerin başına geçti.
Pamir markette kasada duran güzel bayana, yumuşak bir ses
tonuyla seslendi.
-
Günaydın Esra.
-
Günaydın Pamir.
-
Bu sizin bilgisayar
kablolarını alabilir miyim?
-
Tabiki de, iyi de
denetimciler mi geldi? Gelmelerine daha var diye biliyorum. Diyen kız bir
yandan da oturduğu yerden doğruldu.
-
Biz de geçen
geldiklerinde sorun yaşamışlar, şimdi biri daha geldi tekrar bakacakmış, acaba
kabloda sıkıntı mı var onu anlamak için başka kablolardan istediler, bir de
onunla inceleyeceklermiş.
Birlikte depoya indiler.
-
Hepsini vereyim o
zaman.
-
İyi olur geldit yapmam
en azından.
Pamir güvenilir ve sorunsuz biri olduğu için bu tür
isteklerde eli boş dönmezdi. Bu şekilde birkaç yere daha uğradı. Her aldığını
sırt çantasına atıyordu, böylece dikkat çekmiyordu. Artık kafeye geri
dönebilirdi.
Neredeyse akşam olmak üzereydi. Su bu sefer Pamir’ e daha
sert çıkıştı:
-
Oh! akşam oluyor
beyefendi nerelerdesin
-
Vallahi çok doğru
söylüyorsun. İstersen şöyle yapalım: bu akşam sıranı bize ver Alara ile işleri
bu gece biz halledelim sen dinlen olur mu?
-
İsteseniz de bir
dakika durmam zaten, feci yoruldum. Dedi ve Su Partron’ a dönerek:
-
Patron sen de lütfen
şu eleman işini hallet.
-
Tamam haklısın bugün
mutlaka direteceğim.
İşten çıkış saati gelmişti. Herkes evin yolunu tuttu. Pamir
ve Alara hariç. Pamir çok heyecanlıydı. Yoğunluktan Alara’ nın neler yaptığını
konuşamamışlardı. Herkes gidince hemen Alara’ nın yanına gitti.
-
Alara ne yaptın?
-
Pamir aslına bakarsan
iyi haberler veremeyeceğim. Pamir şok oldu. Bunu beklemiyordu. Alara’ nın
halledeceğinden çok emindi.
-
Hadi ya peki ne var
elimizde.
-
Bir tek kartı
alabildim. Uyutucu silahı alamadım. Lakin lavabonun havalandırma camından içeri
girebilirim. Tüm katlara da çıkabilirim. Sen bana fırlatamaz mısın?
Pamir uzun uzun düşündü. Bir anda gözleri parladı.
-
Benim daha iyi bir
fikrim var. Ama önce ip bulmalıyız. Kalın ve uzun bir ip olmalı.
-
Benim
kalın dikiş iplerim olur mu acaba?
-
Yine
de onlar ince gelmez mi, elini kesmez mi?
-
Deneyelim
olur sanırım.
-
O
zaman yaacaklarımız biraz zaman alabilir. Önce ana bilgisayarı bulacaksın.
Belki onda paylaşılmayan başka dosyalar da vardır.
-
Ana
bilgisayarı nasıl anlayacağım?
-
Tüm
odaları tek tek gezeceksin. Bilgisayarın yanında muhtemelen cam kapaklı devasa
boyda ışıklar yanan bir düzenek göreceksin. İşte o gördüğün tüm bilgilerin
toplandığı ana bilgisayar.
-
Sen
de zayıfsın keşke sen girsen hastaneye, güvenemedim şimdi kendime.
-
Gir
çık yapmam çok zaman kaybettirir. Ayrıca ses çıkarmadan hızlı hareket
edebilecek kişi sensin.
-
Hadi
gidelim. Önce evden şu ip olayını çözelim.
Tam kafeden çıkacaklardı ki ikisinin de
gözleri rafta hediye paketi sarmak için kullanılan ipe takıldı. İkisi de
birbirine bakarak güldüler.
-
Bazen
basit düşünmek gerek. Dedi Alara.
Kafeden çıktıklarında ilk baktıkları; güvenlik personelinin
ne yaptığı oldu.
Güvenlik personeli içeride odasında
telefonla uğraşıyordu ya da elinde tuttuğu cihaz telefon değil başka bir şey de
olabilirdi. İkisi de bu durum için çok sevindiler. Hemen bahçenin dışından
binanın yanına dolaştılar. Lavabonun havalandırmasının önüne geldiler. Pamir
ipi havalandırmadan içeri fırlattı. Ardından Alaraya döndü.
-
Biraz
zor olacak. Dedi.
-
Sanırım.
-
Hadi
omzumdan destek al. Ama diğer taraftan nasıl destek alacaksın onu bilemedim.
-
Lavabo
sağlam gibiydi ona uzanabilirim.
-
Dikkat
et.
-
Olur.
Hadi çök.
Alara Pamir’ in desteği ile daha rahat
çıktı. Tutunarak önce bir bacağını öbür tarafa attı, elleriyle destek alarak
yüzüstü dönebildi. Önce ayaklarını camdan içeri geçirdi ve yavaşça kendini
aşağıya bıraktı.
Pamir onu beklemeye başladı. Çok
geçmeden yukarıdan bir ıslık sesi duydu. Pamir telaşla yukarı baktı. Hemen bir
kat yukarıdan, bir camdan Alara pis pis sırıtarak ipi sarkıtmış bekliyordu.
İşte bu kadar çabuk olmasını hiç beklemiyordu.
Artık iş Pamirdeydi. Hızla ipi kabloya bağladı. Kablonun uzunluğu yetmişti.
Adım adım ölçmemişti ama kafadan bir hesap yapmıştı o da tuttu. Plan tıkırında
işliyordu. Hemen kafeye geldi. Bilgisayarın başına geçti ve incelemeye koyuldu.
Evet Alara ana bilgisayarı bulmuştu. Hızla dosyaları bilgisayara aktarmaya
başladı. Muhtemelen gereksiz birçok dosyayı da aktarıyordu ama bunları ayıklayacak
zamanı yoktu. Çok şifreli dosya ummuyordu ama normal dosyaları aktarması bile
hayli zaman alacağa benziyordu. Bir anda bilgisayarda bir hareketlenme oldu;
evet işte bir dosya şifre istemişti. Şifreyi bulamazsa aktarmaya izin
vermeyecekti. Kurduğu yazılımı deneme vakti gelmişti. Program hızla çalışmaya
başladı. Programı oldukça iyi görünüyordu hatta üst seviye de bile
denilebilirdi, kendisi de bu durumu şaşkınlıkla izliyordu. O gece gerçekten
emek vermişti, çok çalışmıştı ama böyle de bir sonuç beklemiyordu doğrusu.
Beklemeye koyuldu. Ekranı uzun uzun inceliyordu. Hakikaten şifreyi kırmak kolay
olmayacaktı.
Aklından birçok şey geçiyordu. Alara,
bilgiler, kasaba, şifreler… Bunca gün, üstünde biriken yorgunluğa kat ve kat
yorgunluk biniyordu üstüne. Aklına ara ara gelen Alara’ nın yakalanmaması için
dua ediyordu. Yine de onu görmeden yapamayacağını anladı. Hemen kafeden
fırladı. Camın dibine geldi. Kısa ve sert bir ıslık çaldı. Hemen camdan Alara
belirdi. Pamir seslendi:
-
Naber?
Alara hem çok mutlu hem de çok heyecanlıydı.
-
Burası
çok iyi. Asıl sen ne yaptın? Diyerek fısıldadı.
-
Herşey
yolunda, sana bakmaya geldim.
-
Bizimki
ne yapıyor?
-
Sözüm
ona nöbet tutuyor. Dedi ve ellerini yanağına dayayarak uyku halini taklit etti.
-
Hu
piş hu piş.
Alara’ nın gerçekten çok hoşuna gitmişti. Sonra el salladılar
ve ayrıldılar.
Pamir kafeye geldiği gibi masanın başına
geçti. Ekrana baktığında tahmin ettiği gibi şifreyi çözmesi zaman alacaktı.
Ekranı inceliyordu. Gözlerinin artık içi yanıyordu. Son zamanlarda bu kadar
olayın üst üste gelmesi ve bu bilgisayarı çözme çabası, en sonunda uykusuz
geceler Pamir’ i mahvetmişti. Nedense bu kadar yorgunluğa rağmen rahat
yatamıyordu. Uykusunda bile huzur yoktu. Ama bugün herşey bitecekti. Pamir bu
düşüncelerin arasında bir an için içi geçti.
Rüya görüyordu. Bebek ve çocuk
seslerinin arasında bir kadın sesi duyuyordu ^Bir yeni yıl dileğim var
söyleyemem bu bir sır, öyle özel bir dilek ki herkesi şaşırtır, tüm kalbimle
inanırsam gerçekleşir belki, ama gerçekleşmezse de farketmez, inancım baki^.
Çok mutlululardı, sevinç çığlıkları arasından akan gülücükleri o karanlık odayı
kaplıyordu. Odadan ilerlemek istiyordu. Karanlık odanın kapısından sızan ışığa
doğru yürümeye başladı. Sesler de onla birlikte yaklaşıyordu, o ise birşeyler
görebilmenin heyecanıyla kapıyı araladı, bir anda sert çehresiyle umarsız
gözlerin akıttığı gözyaşlarına aldırmadan gözlerinin içine bakarak seslenen bir
kadın ile karşılaştı.
-
Kalbi
çok iyi olabiliyorken, bir adamın daha ne kadar çirkinleşebileceğini gördüm.
Sonra aniden iki eliyle onu sertçe itti.
Düşme refleksiyle Pamir kan ter içinde uyandı, derin derin nefes alıyor,
gözleri hızla etrafa bakıyor, su falan arıyordu, bu sefer bu alet ötmemeliydi,
hayır şimdi olmamalıydı, serin bir hava ararmışçasına heyecanla dışarı fırladı,
hızla tekrar içeri girdi, hemen lavabonun başına koştu, yüzüne, başına, boynuna
ve her neresine geldiğine dikkat etmeden su çarpıyordu. Kolunu havaya kaldırdı.
Koluna sıkı sıkı bası uyguluyordu. ^^ Allahım ne saçma, böyle mi engelleyeceğim
aptal aptal ^^ diye bir yandan önüne tekme atıyordu. Aniden rüyasında duyduğu o
şarkıyı mırıldanmaya başladı ^Bir yeni yıl dileğim var söyleyemem bu bir sır,
öyle özel bir dilek ki herkesi şaşırtır, tüm kalbimle inanırsam gerçekleşir
belki, ama gerçekleşmezse de farketmez, inancım baki^. Diyerek yere çöktü,
gözyaşlarına hakim olamıyordu, çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Hem
şarkıyı mırıldanıyor hem de ağlıyordu. Sorgulamıyor, merak etmiyor ve
düşünmüyordu. Bu duyguları o kadar çok özlemişti ki içine doğan o huzur için
ağlıyordu. Sarılmak istiyordu ama somut değildi ki gördükleri; sarılamıyordu.
Kafede çok hoş bir koku hakimdi: Ev kokuyordu ev…
Bilgisayardan bir ses geldi. Hiç
bitmesin istediği bu anlardan, içinden kalbini söker gibi ayrıldı. Bilgisayara
doğruldu; evet başarmıştı. Artık şifreli dosyayı da aktarıyordu. Bir on dakikalık
işleri kalmıştı. Toplamda ne kadar sürmüştü bilemiyordu. Hızla etrafı
toparladı. Bilgisayarın işi bitince hemen Alara’ nın yanına koştu.
Geldiğinde bir ıslık attı. Alara camdan
aşağıya baktı. Pamir onu görünce hafifçe seslendi:
-
Tamamdır.
Alara kabloyu aşağıya sarkıttı. Çok
geçmeden aşağıya indi. Lavobonun havalandırmasından aşağıya doğru Pamir’ e uzandı.
Pamir hemen omuzlarından kavradı ve kendisine doğru çekti. Evet artık inmişti.
Ve hemen kabloyu toplayarak kafeye doğru koştular.
Pamir içeriye girdiğinde derin bir nefes
aldı. Dosyaları bilgisayarda kimsenin bulamayacağı şekilde gizledi. Ardından
bilgisayarı kapattı. Masaya oturdu başını masaya koydu ve uyudu. Alara şaşkın
bir halde onu izliyordu. Oysa o dosyaları inceleyeceklerini sanıyordu. Tepki bile
veremedi; çünkü o kadar çok yorgun görünüyordu ki bu manzarayı anlamamak
aptallık olurdu. Alara dolabında duran şalını getirdi ve Pamir’ in omuzlarını
örttü.
Sabah olmuştu. Alara da kıytı köşede
eğreti bir şekilde uyuyakalmıştı. Pamir yüzünü kapatan o kızıl saçlarını geriye
doğru attı ve onu izlemeye daldı. Bir süre sonra ısrarla yüzüne gelen ışığa
artık tahammül edemeyen Alara, uyanmaya direnmekten vazgeçti ve gözlerini
açtığında Pamir ile göz göze geldiler.
-
Pamir
ne zaman uyandın sen?
-
Çok
oldu.
-
Canın
mı sıkkın senin? Dedi ve o buruk yüzünü iki elinin arasına aldı.
-
Kötü
bir geceydi Alara.
-
Ne
yani şifreyi kıramadın mı?
-
Hayır,
onlarda hiçbir sıkıntı yok. Gece bir ara uyuyakalmışım; rüya gördüm.
-
Boğulan
çocuğu mu gördün yoksa?
-
Yok
hayır, bu sefer sanırım annemi gördüm. Bilemiyorum, bir kadın vardı, etrafında
çocuklar, birlikte bir bebeğe şarkı söylüyorlardı, çok mutlulardı. Dedi ve
ağlamaya başladı.
-
Peki
onlar mutlularsa sen neden ağlıyorsun? Ne güzel bak bir ailen varmış, güzel bir
hayatın var belli ki.
-
Ben
de ona ağlıyorum ya, benim içim yanıyordu Alara, onlar mutluydu ama benim içimi
kocaman bir acı kapladı. Sonra karşıma çok güzel bir kadın çıktı, ama çok
kızgındı, bana kızıyordu sanki ve bir anda beni itti, nefretle itti. Ben de
sonrasında uyandım. Benden nefret eden bir kadın var Alara. Ne yaptım ben o
kadına, kimdi o kadın, ama çok güzeldi, Alara çok güzeldi. Allahım kafayı
yiyeceğim.
-
Herşey
o bilgisayarda biliyorsun değil mi Pamir? Hadi bakalım artık.
-
Evet,
hadi bakalım neler varmış.
İkisi de bilgisayarın başına geldiler.
Diğer arkadaşlarının gelmesine daha çok vardı. Şifreli dosyayı açtılar. Evet,
tahmin ettikleri gibi kişilere ait bilgiler vardı. Pamir Alaraya döndü:
-
Önce
sana bakalım mı?
-
Hayır,
Pamir önce sen lütfen.
-
Aslına
bakarsan böyle olunca ben de bir duraksadım şimdi. Alaraya korkulu gözlerle
bakıyordu.
-
Ama
yapmak zorundayım. Ve Pamir kendi ismini açtı.
-
Adı:
Tufan Karataylı
Yakını: Peyker Karataylı
Adres: Madra Mahallesi Verçenik Sokak
No: 3150 Derinkuyu.
Telefon: 0750 315 17 83
-
Bu
kadar mı? Dedi Alara ve devam etti:
-
Ne
yapacağız şimdi? Pamir ise donuk gözlerle ekrana bakmaya devam ediyordu.
-
Sen
değil ben yapacağım.
-
Pamir
gideceğim deme sakın. Sadece bu bilgilerle nereye gideceksin?
-
Çıkayım
da buradan elbet bir çok gerçek beni dışarıda bekliyor.
Pamir kendi dosyasından çıktı. Alara istemiyordu ama yine de
onun dosyasını da açtı.
-
Adı:
Minel Kaya
Yakını: Merve Çevik
Adres: Kulşerif Mahallesi Mogan Caddesi No:17 Aksa.
Telefon: 0750 375 89 15
Bu bilgilerin hepsini Pamir bir kağıda
not etti. Diğer dosyaları incelemeye başladı. Bir çok sözleşme evrakları,
senetler, para cetvelleri gibi bir çok belge vardı.
-
Çok
fazla hukiki evraklar var. Dedi Pamir.
-
Yani
bu ne anlama geliyor.
-
Bence
burasının bir hastane olduğunu doğruluyor.
-
Eh
peki kasaba hakkında bir bilgi var mı?
-
Çok
ilginç.
-
İlginç
olan nedir?
-
Bizim
Hastanenin adı TRAN ama burada geçen Kurum Adı; Tibet
-
Nasıl
ya adres olmasın o?
-
Hayır
hayır adres olarakta öyle. Lakin Kurum Adı olarak Tibet Hastanesi olarak
geçiyor.
-
Yani
bu durumda kasaba; karantina bölgesi değil bir hastane öyle mi?
-
Burada
böyle görünüyor.
-
Hakikaten
çok ilginç, girilip çıkılamayan bir hastane, evleri olan, marketi, bankası,
kafesi ve daha birçok işletmesi olan ne bileyim yok konser alanı yok meydanı…
Burası nasıl bir hastane?
-
Aslında
hastalığımız bulaşıcı denilince çokta rahatsız etmiyor bu sistem.
-
O
zaman niye bize böyle denilmiyor.
-
İşte
normal olmayan da o ya. Bizim bu kasabanın bir hastane olduğunu bilmemizi
istemiyorlar. Eğer bulaşan bir hastalık taşıyor olsaydık; bu kasabanın bir hastane
düzeneği olduğunu da anlayabilirdik.
-
Bizde
bulaşıcı bir hastalık yok mu yani?
-
Bence
öyle.
-
O
zaman bunca kurallar ne için peki, biz nasıl hastayız o zaman, neden bize ilaç
enjekte ediyorlar?
-
Benimde
kafamda birçok soru var Alara, hepsini bulacağız. Ama bu bileklerimizde duran
bileklikler varken bu çok zor olacak. Şimdi onunla ilgili birşeylere bakıyorum.
Hasta bilgilerimiz çok az gerçekten. Onun dışında anlamadığım terimler olduğu
için ne nedir çözemiyorum. Ah bak ^Rosenham^ evet bunu bir daha inceleyelim.
İkisi de yazıları pür dikkat okuyordu.
Pamir yazılarda kendi isminin geçtiğini gördü. Çok şaşırdı. ^denek^ diyordu.
^Denek Hasta Adı: Pamir, çok sık rüya görmeye başladı. Rosenhamın kimyasal
bileşeninde bir eksiklik mi var yoksa uygulama hatasından mı olduğu araştırma
aşamasında. Bu durum henüz netliğe kavuşturulamadı. Denekler mevcut olan
hastalıklarının bazı niteliksel özelliklerini devam ettirmekte. O yüzden
deneklere kendi tanılarına ait tedavilerinin de arttırılmasına karar verildi.
Pamir dışında diğer hastaların anılarını hatırlamıyor olması, Rosenhamın
bileşenlerinin doğru olduğunu destekliyor.^ Alara Pamir2 e döndü:
-
Ne
demek şimdi bu?
-
Biz
ailelerimizin izni ile denekleriz, bu yazı bunu gösteriyor.
-
Ah
bir dakika ben bir anda hepsini hazmedemeyeceğim; denek, hastalık. Bir kere
bizler bulaşıcı hastalık falan taşımıyoruz. O kadar dosya gezdik bir tane bile
böyle bir bilgiye rastalamadık. Ama hastalığımızın karakteristik özelliklerini
gösteriyormuşuz. Hepimiz farklı hastalıklar taşıyoruz. O zaman neden hepimiz burada
toplatıldık. Vallahi kafam allak bullak oldu.
-
Ya
aslında iyi gidiyordun. Evet, hepimizi buraya getiren ortak bir özelliğimiz
var. Bu kati. Onlar araştıradursun, biz ilacın bana geç enjekte edildiği için
anılarımı hatırladığımı çok iyi biliyoruz.
-
Hem
hastayız hem unutturulmak istiyoruz hem de tedavimiz devam ediyor.
-
Ben
de bugün TRAN’ a gideyim. Ama bu ilacı bir şekilde kendime geç uygulanmasını
sağlamalıyım.
-
Ben
de sana yardım edeyim.
-
Ne
yapabilirsin?
-
O
günki hasta gibi ben de fenalaşsam?
-
Peki
tamam, sana güveniyorum, geç kalma ama ben gittikten beş dakika sonra sen de
çık. Şimdi bu dosyaları tekrar kapatıyorum. Gece ben yine bakarım. Çok şey var,
insanlar gelecek birazdan.
Pamir kafedeki işlere koyuldu. Aklında
birçok soru vardı: O numaralar, aile bilgileri, ilaç hakkında yazılanlar
hepsini tek tek düşünüyordu. Aile hakkında çok kısa bilgi vardı. Belli ki bu
dosyalar dışında asıl bilgilerin olduğu dosyalar başka yerdeydi. Mesela
hastalıkları hakkında bir bilgi yoktu, her birinin tedavisi farklıydı ama ilaç
bilgileri yoktu, doğum tarihi, yaşı hatta doğum yerleri hepsi havada kalmıştı.
Ya bilgileri iyi inceleyemediler ya da bu bilgisayar ana bilgisayar değildi.
Belli ki buradaki aile bilgileri sadece acil durumlarda kullanılacak
bilgilerdi.
Bu bilgisayarda asıl bilgilerin yer
almaması akla yatıyordu. Çünkü bilgileri çok rahat ele geçirmişlerdi önlem
amaçlı bu bilgisayara kaydedilmemiş olabilirdi. Demek ki bilgileri başka yerde
saklıyorlardı, sürekli değişen kadroyu da hesaba katınca burası bir yerin
sadece bir dalıydı anlaşılan.
Herşeye rağmen kendisinden bu kadar
sağlam bir performans beklemiyordu. Demek ki gerçek hayatta iyi bir potansiyele
sahipti. Bu kadar kısa zamanda bir bilgisayarı ele geçirmek hele de kendisinden
bihaber biri için çok büyük bir başarıydı. Peki ilacın etkisine rağmen nasıl
yapabilmişti? Bu kadar bilgiyi nasıl hatırlamıştı? Alara’ nın kendi
elbiselerini dikmesi gibi birşeydi sanırım. O da dikme işlerini burada
öğrenmemişti, tamamen kendi yeteneğini kullanıyordu. Belki o da varolan
bilgilerini ihtiyaç halinde ortaya çıkarmıştı.
İnsanlar yavaş yavaş kafeye gelmeye
başlamışlardı. Patron ve Su da gelmişlerdi.
-
Günaydın
gençler!
Alara eğreti bir şekilde yattığından olacak beli başı
tutulmuş vaziyette:
-
Günaydın
Patron. Diyebildi.
-
Alara
sen dünki kıyafetinle mi duruyorsun? Dünyanın sonu gelmiş olmalı. Bunu derken
Patron yüksek bir sesle kahkaha attı.
Hakikaten Alara’ nın tamamen aklından
çıkmıştı. Yorulmuştu gerçekten. Ama hemen mantıklı bir cevap bulmalıydı:
-
Dün
ilaç çarpmış olmalı Patron. Hatta işlerin çoğunu Pamir yaptı. Ben kendimi çok
kötü hissediyordum.
Patron hakikaten Alara’ nın kötü
göründüğünün farkındaydı. Pamirse bu durumun işlerine yarayacağından çok
memnundu.
-
Neyse
dün yetkililerle görüştüm. Bize iki kişi verecekler en azından biraz rahatlarız
işler de hızlanır. Alara bitkin halinden sıyrılamamış bir şekilde:
-
İşte
buna çok sevindim. Diyebildi.
Kısa bir sessizliğin ardından kapının
açılması ile bu sessizlik bozuldu. İçeriye yavaş adımlarla giren kişiye sadece
Pamir şaşırmış olamazdı. O gün fenalaşan yaşlı adam gelmişti. Pamir hem
şaşkınlık hem sevinç içinde hemen beyefendinin yanına koştu.
-
Hoşgeldiniz
efendim nasılsınız? Buyrun böyle geçin. Derken Pamir hemen bir sandalye çekti.
-
Teşekkür
ederim evlat.
-
Ne
alırsınız acaba, nasıl yardımcı olabilirim?
-
Bir
ıhlamur çay ve bir boğaca alayım.
-
Boğacanız
sade mi olsun acaba?
-
Evet
lütfen.
-
Hım,
beyefendi beni hatırlayacak mısınız bilmiyorum, geçende burada kafede oturmuş
ardından buradan çıktıktan sonra şu yolda rahatsızlanmıştınız.
-
Evet,
ama sizi hatırlayamadım özürdilerim.
Pamir buna şaşırmamıştı, ama neden
yüreği buruktu.
-
O
gün bilinciniz yerinde değildi hatırlayamamanız çok normal. Çok iyi
sayılmazdınız sizi araçla başka bir hastaneye götürdüler. Belki uyandığınızda
nerede olduğunuzu size söylemişlerdir. Çünkü uzun zamandır sizi buralarda
göremedik. Sanırım tedaviniz o hastanede devam etmiş.
-
Evlat!
Fenalaştığımı hatırlıyorum. Ama hangi araçtan bahsediyorsun anlamadım. Ben
hiçbir yere götürülmedim, bu hastanede yattım.
Pamir böyle bir tabloyla karşılaşacağına
inanmak istemiyordu. Belki de bu yüzden hala diretiyordu:
-
Bakın
burada çalışan birçok kişi sizin o araca bindirildiğinizi gördü, sadece ben
değil. Belli ki sizi birkaç gün sonra bu hastaneye getirmişler.
Yaşlı adam umursamaz ama ilgilenirmiş
gibi:
-
Evet
olabilir. Dedi ve önündeki gazeteye yöneldi.
Alara Pamir’ in omzuna dokundu. Ve kısık bir sesle onu ikna
etmeye çalıştı.
-
Gel
hadi bakacağız bir çaresine.
Pamir biliyordu evet böyle olacağını
biliyordu. Ama yüreğindeki kırılmışlığa engel olamıyordu.
Ellerindekini tezgâha bıraktı. Sinirli
değildi, yumruğunu sıkmış nazı tek tezgaha geçercesine vuruyordu.
-
Biliyordum,
biliyordum… Alara elini tuttu:
-
Bak
Pamir: Biz çok iyi gidiyoruz ve sen burada çıkış yolunu bulacaksın, bizim
durumumuz bu yaşlı amcaya bağlı değil ki, olaya mantıklı bak. Hepimiz onun
başka bir hastaneye götürüldüğünü biliyoruz. En baştan beri bizden başka
yerlerin de olduğunu bilmiyor muyduk sanki. Gittiği yeri hatırlasa bile buradan
çıkış yolunu bulamadıktan sonra nasıl gidebilecektik ki?
Pamir Alara’ nın gözlerinin içine
bakıyordu artık.
-
Yani
ne demek istiyorsun.
-
Odaklan
Pamir odaklan diyorum. Alara Pamir’ in bileğini kavramış ve yüzünün hizasında
tutuyordu.
-
Buradan
kurtulmanın yolu bu.
Pamir toparlamıştı kendisini artık daha
serin bakıyordu etrafa. Yorgunluk onu her tarafından sarmış sanki toprağın
altına çekiyormuş gibiydi. Evet sonunda bugünden sonra yastığa başını
koyabilecekti.
-
Ben
hastaneye geçeyim.
Pamir önlüğünü çıkarıp hastanenin yolunu
tuttu. Alara’ nın zamanında geleceğini umuyordu. O yüzden ne yapacağı hakkında
kafasını hiç yorma gereği duymuyordu.
Niyeyse yaşlı adamın götürüldüğü
hastaneyi hatırlamıyor olması çok canını sıkmıştı. Eğer bileklikten
kurtulamazsa yaşlı adam gibi rahatsızlanabilir ve bu yolla buradan kaçabilirdi.
Böyle bir alternatifi daha vardı. Yaşlı adam en azından kaldığı hastane
hakkında birkaç bilgi vermiş olsaydı ortam ona yabancı gelmez, kafasında daha
net fikirleri olurdu böylece kimseye fırsat vermeden kaçabilirdi. Yine de bu
alternatifi hala geçerliydi.
Tabi inandırıcı bir rahatsızlık yaşamalı
ki. TRAN’ ı aşan bir ortam oluşsun. Bunu da zamanla bulacaktı elbet. Vazgeçme
gibi düşüncesi olamazdı. Bir şekilde zayıf bir halkayı bulacak ve zincirlerini
kıracaktı.
Alara, Pamir gittikten sonra biraz
zamanın geçmesini bekliyordu. Bu esnada Patron’ a da inandırıcı bir yalan
arıyordu. Gözleriyle Patron’ u izliyordu. Bir anda kapı açıldı. Aslında dikkati
çeken kapı açılması değildi: Alara’ nın bakışaçısına kapının açılmasıyla dünkü
doktor giriverdi. İşte bu bahtsızlığın tam bir göstergesiydi. Sırası mıydı
şimdi?
-
Ah
Pamir üzgünüm bu sefer yalnızsın. Diye kendi kendine söylendi.
Doktorun heyecanı yüzünden belli
oluyordu. Telaşlı gözlerle birini ararmışçasına etrafa bakınıyordu sonra
özensizce rastgele önüne gelen ilk masaya oturdu. Alara affalladığı için Sudan
önce davranamadı. Su Doktor Bey’ in masasına gitmişti bile.
-
Hoşgeldiniz
ne alırdınız?
-
Teşekkür
ederim. Hım ben soğuk birşeyler içmek istiyordum. Neler var acaba?
-
Soğuk
kahve, meyve suları, limonata, milkshake…
-
Ah!
Ben bir milkshake alabilirim, bir de soğuk su.
Alara onları izliyordu. Su oradan
ayrıldıktan sonra kıvrak bir manevrayla doktorun karşısında duran sandalyeye
çöküverdi.
-
Hoş
geldin seni dün bekliyordum.
Doktor Alara’ yı bir anda karşısında görünce
yüzünde oluşan sevinci saklayamadı, yüzünde güller açıyordu.
-
Hoşbulduk.
Dün uzaktan baktım aslında ama seni göremedim, bugün de göremedim bu sefer
şansımı deneyeyim dedim.
-
Ben
de tam çıkıyordum. Bu sefer şans sana güldü.
-
Evet
bu sefer de seni göremeseydim artık pes edecektim. Çünkü buralarda çok fazla
görünmememiz lazım.
-
Ah
evet şu mevzu, sır dolu bulaşıcılığımız, ama şimdi bunları konuşmayacağız değil
mi?
Genç doktor bu cümleyi duyunca ferahladı
o da böyle umuyordu, hastalarını iyi tanıyordu, Alara’ nın az da olsa
dişiliğinin tadını çıkarmak istiyordu, asla kaçamak olmayacaktı: sadece bir
kahve ya da ikinci bir görüşme o kadar. Masaya rahat bir tavırla dayandı.
-
Eee
nasıl gidiyor, keyfini çıkarabiliyor musun?
-
Ah
kesinlikle ben hayatımdan memnunum çok eğlenceli geçiyor, bazen arkadaşlarla
takılıyoruz.
-
Sıkılıyor
musun hiç?
Neden Alara yapmacık cevaplar verme
gereği duyuyordu.
-
Neden
sıkılayım ki?
-
Ne
bileyim Kasaba dar gelir senin gibiler için.
-
Benim
gibiler mi?
Aptal olası dedi içinden nasıl iki
dakikada yelkenleri suya indirdin. Hangi arada gevşeyip anında kıza açık
verdin?
-
Benim
gibiler çok gelip geçiyor senden anlaşılan.
-
Affedersin
öyle demek istemedim aslında, biraz kıpır kıpırsın. Burası da küçük yer
sonuçta.
-
Aslına
bakarsan bazen bana küçük geliyor. Dışarıda hayat nasıl merak ediyorum mesela.
-
Benim
için fazlasıyla sıkıcı iş ev iş ev…
-
Evli
misin?
-
Hayır
değilim ve taleplere açığım. Alara kahkaha attı.
-
O
zaman çok beklersin.
-
Nedenmiş
o?
-
Oturup
teklif beklersen çok beklersin.
Su geldi, ikramları bıraktı, o esnada
ikisinde de kısa bir sessizlik oldu ve ikisi de masaya konulanları izledi, Su
gittikten sonra Alara:
-
Aslında
özel tarifimle yaptığım kahvenin tadına bakmanı isterdim.
-
Onu
da bir daha ki sefere denerim artık.
-
Hım
eğer şöyle yaparsak o kahveyi yapmayı kabul ederim çünkü benim böyle, bir daha
ki seferelere açık çek yazacak gibilerden değilim.
-
Oh!
Bu biraz ağır oldu. Aslında istemeden de olsa seni kırdım, o yüzden nasıl
yapalım kendimi sana affettirmeliyim.
-
O
özel kahveyi sana evimde tattırmak isterim.
Doktor hızla atmaya başlayan kalbinin
dışarıdan anlaşılıyormuş gibi bir hisse kapılarak, kızaran yüzünü öne doğru
eğdi. Alara hemen onu rahatlatmak istedi:
-
Nelerin
yasak olduğunu çok iyi biliyorum. Lütfen yanlış anlama ben bu kadar insanın
içinde kendimi bulamıyorum ve başka bir insan oluyorum. Evde daha rahat
edeceğim, senin evine gidelim diyeceğim; hayır dersin diye korkuyorum.
Doktor, beceriksizce yapılan ince espiriye
gülmekten kendini alamadı.
-
O
da olur inşallah birgün.
-
Geliyorsun
yani?
-
Bilemiyorum
benim burada bulunmam bile yasak.
-
Kaç
bir gece kim bilecek?
-
Aslına
bakarsan evet farkedilmem. Bir iş çıkışı sana gelebilirim. Lakin küçük bir
sorunum var onu çözebilirsem olur.
-
Ne
ki acaba?
-
Ya
bizim buraya giriş çıkışımızı sağlayan bir kart var, onu kaybettim. Onu bulmam
lazım. Alara neden gülemiyordu acaba?
-
Ah!
Unutmuşsundur belki bir yerde, iyi de koca kasabada kapı mı var da biz
göremiyoruz?
-
Malum
burası karantina bölgesi giriş çıkışlar izinlerle oluyor.
-
Hakikaten
nereden giriyorsunuz? Biz hiç sizin gelişinizi görmüyoruz. Doktor kurnazca
güldü.
-
Bu
bir sır sana söyleyemem.
-
Aman
kaçacağız sanki, ne varsa herşey sır.
Alara aslında sıkıcı olan sohbetten bir
soluk almak adına gözlerini dışarıya dikti. Pamir ne yapıyordu acaba?
Pamir tedavi olacağı odaya kapı tıklatarak
girdi. Kapıyı açtığında içeride başka bir hasta vardı.
-
Ah
pardon! Diyerek kapıyı tekrar kapatıp birkaç adım geriye çıktı ve beklemeye
başladı. Bir yandan ne zaman gelir diye Alara’ ya bakıyordu. Pamir yine de
beklerken bir plan düşünmeye başladı. Ama bir yandan Alara’ yı beklemekten de
kendini alamıyordu. İçeride ki hastanın çıkması da uzun sürmüştü, Alara’ nın
gelmesi de. Sonra yavaşça kapı açıldı, içeriden hasta çıkarken Pamir de içeriye
girdi. Doktor sandalyede oturuyordu. O da hasta koltuğuna oturdu.
-
Evet
hoşgeldiniz adınız neydi?
Doktor seri bir şekilde işleri bitirip,
çabucak gitmek istiyordu. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. Neden bir anda Pamir
doktoru ters köşe etmek istedi. Alara da gelmemişti başka şansı var mıydı?
-
Tufan.
Listeye bakarak bekleyen doktor, ismi
duyunca baktığı yerde dondu kaldı, duyguları karıştı, ne düşüneceğini bilemedi,
bir kere zaten koca kasabada Tufan adında bir hasta yoktu, gelecek hastaların
isimleri ve saatleri belliydi, listede adı geçen Pamir’ in gerçek adının Tufan olduğunu
da biliyordu, her doktor gibi o da bu özel hastaların tüm gerçek bilgilerini
adı gibi biliyordu, çünkü öyle tembihlenmişlerdi, çok uyanık olmaları
gerekiyordu. Alt zemini kuvvetli olmayan neredeyse hala araştırma merkezi gibi
çalışan bu hastanede ters giden bir şey olursa iyi gözlem yapabilmeleri için
her hastanın; hastalık tanısından aile bilgilerine kadar hatta bu hastaneye
getirilme sebeplerine kadar tüm bilgilerini su gibi içip yutmuşlardı.
Ve şimdi böyle bir terslikle
karşılaşmıştı. Tam da hazırlandığı yerden bir çatlak çıktı ortaya. Pamir’ in
gerçek adı; Tufandı. Bunu nasıl tolere edip nasıl bir tepki verecekti. Hadi ona
hissettirmeden hareket etti diyelim birincisi bu ismi bilinçli mi söyledi öyle
ise, kendini tam anlamıyla hatırlıyor olmuş olsa; bu şekilde rahatça karşısında
oturamazdı. Hatta çıldırmış olmalıydı. Yok kesinlikle ismini hatırlayarak
söylemediği belli.
Hadi hatırlamıyor da meşhur gördüğü
rüyalardan birinde gördü veya duydu bu ismi; peki kendi ismi olduğunu nereden
çıkardı? Bilekliği mi çözdü acaba ya da hasta dosyalarına mı ulaştı? Yok bu
mümkün değil. Teknolojik olarak çok kısıtlılar ayrıca ilaç onların bu
fonksiyonlarını engelliyor, bu kadar akıl yürütemez. Belli ki bu işin içinden
çıkamayacaktı. En iyisi Profesöre haber vermeliydi.
Pamir ise zaman algısı tamamen aklından
uçup giden doktorusessizce seyrediyordu. Her geçen zaman onun leyhine
işliyordu, bu da onun elbette işine geliyordu.
-
Liste
de adınızı bulamadım. Bir dakika bekleyin hemen geliyorum. Deyip yerinden
fırladığı gibi odadan çıktı doktor. İlk bulduğu bir odaya kartı ile daldığı
gibi telefonuna sarıldı ve Profesörü aradı.
Pamir ise hemen önündeki enjeksiyonu
aldığı gibi avucunda ovalamaya başladı bir yandan da nefesiyle de
destekliyordu. Doktorun hemen gelemeyeceğini adı gibi biliyordu.
-
Alo
söyle Engin.
-
Hocam
iyi günler müsait miydiniz?
-
Bir
toplantım var hızlı ol Engin.
-
Hocam
Pamir geldi.
-
Yine
mi rüya görmüş?
-
Yok
Hocam bu sefer adını hatırlıyor.
Telefonda duyduklarına inanamayan Profesör şok oldu.
-
Emin
misin Engin?
-
Hocam
adın ne dedim. Tufan dedi.
Tufan ismini duyunca Profesörün tüyleri
diken diken oldu. O yüzden Enginin bu kadar panik olmasına artık hakveriyordu.
-
Bir
şey belli etmedin değil mi Engin?
-
Yok
hocam ama artık ne farkeder ki?
-
Öyle
düşünme eğer ilaç etki etmediyse bilgileri kesik kesik hatırlayacaktır. Sen
vakit kaybetmeden geri dön ve ilacı yap.
Engin doktor hızla odaya geri döndü. Bir
şey belli etmemeye çalıştı. Pamirse ilaç için, geçen sürenin yeterli olduğunu
düşünüyordu.
-
Evet
nerde kalmıştık?
-
Size
rüyamı anlatıyordum Doktor Bey siz de kalkıp gittiniz.
-
Nasıl
yani ne zaman?
-
Biraz
önce. Pamir şaşkın bir yüz ifadesi takındı yüzüne.
-
Ya
öyle mi hiç farketmemişim. Ben not defterimi alayım önce çünkü not almam
gerekebilir. Adınız neydi?
-
Pamir.
Doktor elinde duran deftere bakıyordu ki birden Pamir’ e soru dolu gözlerle
bakakaldı. Pamirse hiçbirşeyin farkında değilmişçesine rüyayı anlatmaya
hazırlanıyordu.
-
Evet
Pamir Bey nasıl bir rüya gördünüz?
-
Tufan,
sadece bir tufan koptu rüyamda.
Doktor şimdi anlamıştı ve rahat bir
nefes aldı. Sonra da kendi kendine güldü. Pamir’ in bir an için yanında
olduğunu unutmuştu sonra hemen kendini topladı.
-
Ah!
bu çok normal. Gergin bir gün geçirmişssinizdir. Hadi ilacınızı yapalım Pamir
Bey diğer hastalarla da ilgilenmem gerekiyor.
-
Evet
tabi. dedi ve gönül rahatlığıyla kolunu doktora doğru uzattı. Artık kafenin
yolunu tutma vakti gelmişti.
Doktor, dışarıya dalmış olan Alara’ nın
güzeller güzeli yüzünü inceliyordu. Alara bu durumu farketmiş olacak ki hemen
kendisini toparladı. Doktor da bu tepkiden dolayı artık gitmesi gerektiğini
düşündü.
-
Ben
kalkayım artık.
-
Oturuyorduk
ama, neden bu acelen?
-
Sen
biraz önce bir yere gidecektin, hem ben de buralarda dikkat çekmeyeyim, dönsem
iyi olacak.
-
Peki
sen bilirsin ama arayı soğutma, bu arada bana geleceğin gün mutlaka kafede
haberleşelim.
-
Olur
olur tabi. Derken Doktor artık kalkmıştı masadan Alara da kalktı ve:
-
Bu
arada adın ne senin? Doktor güldü hakikaten söylememişti.
Alara tabiki de kartı incelemişti. Ama
adını ağzından kaçırmamak için çok direnmişti, artık sorup bu gerginlikten
kurtulmak istiyordu.
-
Oğuz.
-
Beni
biliyorsun zaten, tanıştığımıza memnun oldum, senden haber bekleyeceğim.
-
İnşallah
seni çok bekletmeyeceğim. Dedi
Alara ona elini uzattı. Oğuz ise nazikçe
elini kavradı ve Alara’ nın hiç beklemediği bir hamle yaptı; sağ yanağına bir
buse kondurup oan gülümseyerek uzaklaştı.
Neden Alara sonrasında bu tatlı
dokunuşta başka bir sıcaklık hissetti. Doktor hakkında hiçbir şey bilmiyor
hatta onu tanımıyordu bile. Ama doktor onu tanıyordu. Bu kadar çekinmeden ona
yakın davranması ondandı zaten. Ondandı da Alara’ nın hayatında neyi biliyordu
da şimdi bu kızın yüreğinde uyuyan o küçük kızı uyandırıverdi. Alara içinden
bunları düşünürken kafeden uzaklaşan doktoru seyredalmıştı. Doktor ise en uç
noktada ona son kez döndü ve hala o tatlı tebessümü ile bir bakış atıp ardından
uzaklaşıp gitti. Ama Alaradan o hava bir türlü gidemedi. Aslında en başından
beri niyetinde onu geçiştirmek vardı. Kartın kaybolduğu gün elbette onu da
şüpheliler listesine alacaktı. Rahat gibi görünerek şüpheyi üstünden atmak
istemişti. Evet doktor hem sevimli hem de yakışıklıydı. Ama ne eğlenilecek ne
de uzun süreli ilişki düşünebilecek bir pozisyondaydı. O yüzden onunla zaman
geçirmeyi hiç düşünmemişti. Şimdi ise ona karşı bir merak uyandı içinde.
Kapıdan iki kişi içeri girdi. Alara’ ya
doğru yaklaştılar.
-
İyi
günler Çetin Bey ile görüşecektik. Alara bir an rüyadan çıkmış gibi onlara
bakakaldı.
-
Ah
evet şu ilerde mutfak kapısının önünde duran beyefendi Çetin Bey oluyor. Dedi.
Evet sanırım gelecek olan iki yeni eleman bunlardı.
-
İyi
günler Çetin Bey bizler kafede çalışmak için gönderildik. Çetin Bey duyunca
inanılmaz sevindi.
-
Ooo
hoşgeldiniz. Buyrun size bir çay ikram edelim. Su! Bize birer çay getirir
misin?
-
Tabi
Patron hemen.
-
Hoşgeldiniz
beyler buyrun şöyle oturalım.
-
Hoşbulduk.
-
Kasabaya
yeni mi geldiniz?
-
Yok
bu arada ben Ahmet bu da Ayberk, biz bayağıdır buradayız. Ben bankada
çalışıyordum, bir süre sonra bankada çalışmak bana ağır gelmeye başladı. Ben de
çalışmaya bir süre ara verdim. Sonra tekrar başvurdum bana yeni döndüler ve
işte şimdi ben de buradayım.
-
Hoşgeldiniz.
Bana burada Patron derler, burada bankada olduğu gibi beyli hanımlı konuşmayız,
sonuçta burası insanların rahatlamaya geldiği bir yer o yüzden biz de rahat bir
ortam sağlıyoruz. Ayberk sen nereden geldin?
-
Ben
de bu rahat ortamdan ötürü kafe gibi bir yerde çalışmak istiyordum. Benim için
iyi oldu. Normalde benim bir müzik grubum var. Bazı geceler barda çalıyoruz.
Ama sabahları da takılacağım bir işim olsun istedim.
-
Lakin
Ayberk burada bazı geceler vardiyaya kalıyoruz.
-
Evet
onu anlattılar başvuru merkezinde. Grupta çok etkin bir rolüm yok, ikisini de
birlikte yürüteceğime inanıyorum.
-
Eh
peki o zaman bugün arkadaşlarla birlikte takılın biraz işler nasıl yürüyor
izleyin. Yarın sabahtan gelirsiniz. Su, Alara ve Pamir var. Pamir şuan
hastanede tedaviye gitti. O da eli kulağında gelir şimdi. Bu gece vardiyaya Su
kalacak. İsterseniz gece onunla birlikte kalın zaten bir iki saatlik bir iş
var.
Ahmet ile Ayberk birbirlerine bakarak
evet manasında kafa salladılar. Patron onlara birer önlük uzattı.
-
Alara
arkadaşlara kafeyi gezdirir misin?
-
Tabi
Patron.
Alara aldığı siparişi Su’ ya teslim etti
ve gençleri yanına alarak önce kafeyi baştan aşağıya dolaştırdı, sonrasında iş
paylaşımlarını, vardiya şekillerini ve ikramlıklara kadar baştan aşağı tüm
ayrıntılarıyla herşeyi anlattı. Hatta hemen birini mutfağa birini de bar
bölümüne görevlendirdi. Alara bu işlerle uğraşırken Pamir çoktan kafeye gelmiş
Su’ ya destek veriyordu.
Alara Pamir’ i görünce hemen yanına
geldi.
-
Of
Pamir! Çok özür dilerim. Sorma tüm terslikler üst üste geldi.
Pamir çok takılmazdı böyle
olumsuzluklara, elindeki bardakları seri bir şekilde yıkarken:
-
Takma
kafana sorun değil, olur böyle aksilikler. Ayrıca hallettim ben.
Alara buna çok sevinmişti. Ama bu seferde aklında bir çok
soru oluşuverdi.
-
Bu
harika. Peki nasıl yaptın, nasıl hallettin, tek başına zaman kazanabildin mi,
farketmediler mi? Hadi anlatsana.
-
Küçük
dokunuşlar diyelim. Sonuç güzel ya sen ona bak.
-
Bu
süper işte. Bu arada yeni elemanlarımız geldi. Ahmet ve Ayberk birazdan
tanışırsın. Akşam beraber takılalım mı?
-
Hım
kulağa hoş geldi. Nereye gitmek istiyorsun?
-
Canlı
müzik dinlemeye ha nasıl olur?
-
Of
Alara onları sevmediğimi biliyorsun. Aslında ben bu gece dinlensem daha iyi
olacak hatta sen de dinlen ne dersin?
-
Kalabalığa
karışmak istemediğin için böyle diyorsun…
-
Merhaba
siz de Pamir olmalısınız. Alara ve Pamir konuşmaya dalmışlardı. Etraftaki
insanları unuttuklarını, Ahmet araya girince farkettiler. Ahmet elini uzatarak:
-
Merhaba,
ben Ahmet. Pamir daha içten bir tavırla ona karşılık verdi:
-
Merhaba,
evet ben Pamir. Burada başlamanıza çok sevindik. Eminim sizlerde çok memnun
kalacaksınız.
-
Ayberk
için bir şey diyemeyeceğim. Ama ben ağır bir ortamdan geldim. O yüzden kafa
dinleyeceğime eminim. Ah bu arada benden kokteyl istediler. Alara sen yardımcı
olur musun acaba? Alara hemen ona doğru yöneldi:
-
Evet
tabi ne demek.
Pamir gerçekten de yeni gelen
elemanların olmasına çok sevinmişti. Ama neden tiplerinden pek hoşlanmamıştı.
Bu sıralar hisleri onu ele geçiriyordu. Kendisini hislerine kaptırıyordu. Neden
bu kadar yoğun bir duygu içine kapılıyor sonra da o duyguları hissetmekte haklı
oluyordu. Bunları düşünürken hala onları izliyordu. Diğer elemanı da merak etti
ve mutfağa Ayberkle tanışmaya yöneldi. Ayberk’ in yanında Patron vardı. Pamir’
i görünce:
-
Ah
işte Pamir. Pamir gel Ayberk ile tanış.
-
Evet
Patron, hoş geldin Ayberk hayırlı olsun.
-
Teşekkür
ederim, şuan kafam çok karıştı. Çok fazla iş var gibi.
-
Alışırsın
dert etme. Hatta bir süre sonra sıkılacak kadar işlerin basit işlediğini
anlıyorsun.
-
Bakalım.
-
Peki
size kolay gelsin ben dışarıya bakayım. Patron ben bugün erken çıkabilir miyim?
Sanırım ilaç çarptı, iyi hissetmiyorum.
Ayberk hemen araya atıldı.
-
Tedavi
günün müydü? Ya o ilaçlar beni feci yapıyor.
Pamir onun bu rahatsız edici tavrını hiç
beğenmedi. Aslında çok rahatsız olmuştu ama ilk günlerinin hatrına
ilgileniyormuş gibi yaptı.
-
Ne
gibi?
-
Diğer
günler çok sıkıntı yaşamıyorum, ama tedavi uygulandıktan sonra ki birkaç gün
geceleri uyuyamıyorum, değişik kabuslar görüyorum.
-
Bu
durumu neden ilaçlara bağladın ki?
-
Bilemiyorum.
Böyle yaşadığım zamanları takip ettim, neden böyle oluyorum diye gözlemlemeye
başladım, en sonunda ilaçlara sebep buldum.
-
Yetkililere
danışsaydın.
-
Danıştım.
Umurlarında bile değil emin ol. Hayır, koca kasabada bir bana oluyor ya hayret
ediyorum kendime!
Bir an için Pamir’ in diline kadar geldi, söyleyecekti ama
ona güvenemedi.
-
Evet
ilginç, ben dışarıya bir bakayım. Görüşürüz.
Pamir biraz daha kafede yardımcı
olduktan sonra meydan yolunu tuttu. Etrafı pür dikkat inceleyerek geziyordu,
acaba burası daha önce var mıydı? Yoksa hastane için mi kuruldu? Yapıların
hepsi çok yeni görünüyordu, acaba kaç yıllık hastaneydi? Evet artık kabul
ediyordu, Tibet bir hastaneydi, insanları inceliyordu, kendisiyle kıyaslıyordu,
hepsi durgun, kendi halinde, hatta uyuşuk denecek kadar yavaş yürüyorlardı,
yavaş yaşıyorlardı, bünyesine direnen tek Pamirdi, vücudundaki yorgunluğu hep
hastalığına bağlıyordu, ama artık altında başka bir sebep yattığını anlamıştı.
Kafası çok karışıktı, birçok soru cevap bekliyordu. Hangi birinden
başlayacaktı? Hastane mi, hastalıklar mı, ailesi mi yoksa kendisi mi?
Hangisinden başlasa da tüm kapıları açabilecek bir anahtar misali, tüm sorulara
da cevap olsa.
Alara’ nın dediği gibi her ne olursa
olsun bu bileklikten kurtulup buradan gitmesi gerekiyordu. Ama nasıl? Bunu
nasıl yapacaktı? Evlere doğru gidiyordu, artık meydandan epey uzaklaşmış
evlerin arasındaki ormanlık alana ilerliyordu. Ne vardı bunların sonunda? Alara
ile o gün sahilde gördükleri bir manzarayla karşılaşacaktı. Artık koşuyordu, spor
yapıyor havası veriyordu kendisine. Orman ıssızdı, en sonunda ne vardı görene
kadar gitmekte kararlıydı. Buralara ilk defa gidiyordu çünkü ihtiyaç duymamıştı
bugüne kadar. Ama bu sefer iş başkaydı. Artık buradan gitme vakti gelmişti.
Ailesini bulacaktı, kendisini bulacaktı; nasıl biriydi, ne yemeği sever, ne
giymeyi sever, gerçek hayatta kimdi, evli miydi, Peyker annesi miydi, sevgilisi
miydi? Hepsini bulacaktı.
Artık ormanın sonunu seçebiliyordu. Tel
örgüleri de gördü. En az üç metre uzunluğundaydı. Acaba sadece böyle dümdüz tel
örgü mü vardı, tırmanabilir miydi acaba? Bu esnada yaklaşamaya da devam
ediyordu. Yaklaştıkça uzak ama belli aralıklarla yapılmış gözetleme kulelerini
gördü.
-
Hım
buradan çıkış yok diyorsunuz yani? Diyerek söylendi.
Şimdi ne tarafa doğru gitmeliydi, sağa
mı, sola mı? İyice tellere doğru yaklaştı. Kesilebilir miydi acaba? Hayır, çok
kalın demirlerden yapılmıştı. Yönleri aklında tutarak bu seferde tel örgülere
paralel bir şekilde koşmaya başladı. Şimdiye kadar karşısına çıkan ya da ona
müdahale eden birileri olmadı. Demek ki dikkat çekmiyordu ya da kimse
görmüyordu. O esnada Pamir bir de kule gördü. Gözetleme kuleleri vardı. Belli
ki kaçsan hemen göreceklerdi. Gücünün yettiğince koşmaya devam etti. Ama
denizden ters istikamete doğru gidiyordu. Tel örgülerin ilerisi hep ormandı.
Dışarıda herhangi bir yaşam belirtisi arıyordu. Ev olsun ya da bir bina ama
yoktu. Koştuğu yol boyunca en uzak noktalara kadar bakmaya çalışmış ama
görememişti. Belki vardı ama ağaçlar kapatıyor olabilirdi. Sonra ileride bir
bina belirdi bu o gün kumsalda dolaşırken gördükleri binaydı. O gün
çalılıkların arasından geçmek mümkün olmadığı için net görememişlerdi. Bu
durumda yolun başına gelmişti anlaşılan. Aslında saatlerdir yürüyor, koşuyor
sonra yine yürüyordu, tel örgülerle kapalı bir alan elbet seni başladığın
noktaya tekrar geri getirecekti.
Acaba bu bina ne için vardı burada. Çok
yaklaşmıştı artık binaya, acaba oraya bir geçiş var mıydı? Artık daha yavaş ve
dikkatli hareket ediyordu. Tel örgülerden sonra biraz daha ağaçlık alan vardı,
ardından bina geliyordu, binaya çok yakın bir mesafede bir kule daha vardı.
Acaba orası binaya giriş çıkış kapısı mıydı? Evet tamda tahmin ettiği gibi
orası giriş çıkış kapısıydı, kulenin kenarında bekleyen iki görevli vardı, kapı
büyüktü. Kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Daha da yaklaşsa farkederler
miydi acaba? Ne konuştuklarını çok merak etmişti. Karanlığın fırsatından
yararlanarak biraz daha yaklaştı, gündüz vakti olsa bu kadar yaklaşması mümkün
değildi. Odaklandı ve onları dinlemeye koyuldu. Arada gülüyorlardı, anlaşılan
havadan sudan şeyler konuşuyorlardı. Ne kadar rahattılar, hiç etrafı
kolladıkları yoktu. Azıcık daha yüksek konuşsalar duyacaktı aslında. Sonra
ikisinden de bir anda bir ses çıktı; telsizden geliyordu:
-
TRAN
görevlisi iki kişi çıkış yapmak için birazdan orada olacaklar bilginize, sonra
serbestsiniz.
Bu sesi duyan kulede ki adam aşağıda
bekleyen iki kişiye seslendi:
-
Ne
oldu geliyor mu sizinkiler?
-
Evet
sonunda.
-
Hadi
gözünüz aydın kurtuldunuz.
-
Ya
sorma işiniz 18:00de biter dediler, her akşam biri kalıyor bir işi çıkıyor
olmadı vardiya arttırsınlar eleman alsınlar, biz bu şekilde çok mağdur
oluyoruz.
Bahsettikleri kişiler kimdi acaba,
akşamları o kadar kafede bulundular TRAN’ da akşam bir Allah’ ın kulu
kalmıyordu o zaman nerede duruyor bu elemanlar, ne yapıyor akşam akşam Tibette?
Onlar kendi aralarında şikayetlenedursun uzaktan iki karartı onlara doğru
yaklaşıyordu.
Pamir hemen dikkat kesildi, tanıdık biri
miydi acaba? O iki karartının ışığa yaklaşmasını heyecanla bekliyordu. Onlarsa
salına salına geliyordu, Pamirse kalbi boğazında gibiydi, heyecandan nefes
alamaz oldu, yavaş yavaş yaklaşıyorlardı artık, Pamirse daha bir kafasını ağaçların
arasından uzattı, sonra ne görsün; nasıl olur? Yok yok Pamir yanlış görüyordu.
Yok artık daha neler, hayır bayağı da onlardı. Bunlar resmen Ahmet ile
Ayberkti! Vay çakallar! Akıllarınca hasta numarası yapacaklar, halka
karışacaklardı. Ama iyi denk gelmişti. Aradığı fırsat ayağına gelmişti.
Muhtemelen Pamir’ in dikkat çeken hareketleri için gelmişlerdi.
Kartlarını gösterip çıktılar, görevliler
çokta onları tanıyor gibi durmuyordu. Pamir de eve döndü. Onları gördüğüne
inanılmaz sevinmişti, eğer karşılaşmamış olsaydı belki onlara bir açık verecek
belki de buradan hiç kurtulamayacaktı. Bu Allah’ ın ona vermiş olduğu bir
lütuftu.
6. BÖLÜM
Pamir o gün yaşadıklarını Alara’ ya uzun
uzun anlattı. İkisi de o günden sonra daha dikkatli olmaya karar verdiler.
Araştırmalarına biraz ara verip normal yaşamlarına devam ettiler. Ahmet ile
Ayberk de hiç boş durmuyorlardı. Sürekli onlarla iletişim içinde olup bir
açıklarını bulmaya çalışıyorlardı. Pamir ve Alara ise durumdan habersizmiş gibi
hareket ediyor onlarla iki arkadaş gibi görüşüyorlardı. Pamir’ in özellikle
gece vardiyasına kaldığı zamanlarda ikisinden birisi aniden başka şeyleri
bahane ederek çıkageliyor onunla uzun muhabbetlere giriyorlardı. O ise bu durumdan
ne kadar rahatsız olsa da belli etmemek adına muhabbetini sürdürüyordu.
Böyle günler günleri kovalıyordu. Ve bir
gece aniden Alara’ nın kapısı çaldı. O ise mutfakta kendisine hafif
atıştırmalıklar hazırlıyordu. Evi dağınık, üstünde ev hali kıyafetleri, dağınık
alev saçları ile kapıyı beklentisiz bir şekilde açtı. Karşısında hiç ama hiç
beklemediği hatta bu olaylardan dolayı aklından tamamen çıkmış olan Oğuz,
tedirgin bir ruh hali ile karşısında duruyordu:
-
Merhaba
rahatsız etmedim inşallah.
Alara ise ona şaşkın şaşkın bakıyordu.
Hemen kendisini toparlayarak kapıdan kenara çekildi, içeriyi göstererek:
-
Ah
tabiki de rahatsız etmedin, lütfen içeriye gel.
-
Tekrar
iyi geceler, nasılsın?
-
Teşekkür
ederim, uzun süre gelmeyince ben de senden umudumu kesmiştim. Aç mısın?
Birşeyler hazırlamıştım.
-
Aslına
bakarsan evet, yolum biraz uzundu.
-
Dışarıdan
mı geldin?
-
Evet
kasabaya bugün senin için geldim.
-
Çok
iyi yapmışsın.
-
Nasıl
geçiyor günler?
-
Her
zaman ki gibi işte çok değişik bir şey yok.
Mutfakta Alara birşeyler hazırlarken Oğuz
masada oturmuş onu izliyordu. Onun kendisine has rahat bir tavrı vardı. Bu
haller ona çok yakışıyordu. Bütün gece onu böyle izleyebilirdi.
-
Asıl
sen anlat gerçek hayat sende.
-
Aslına
bakarsan ben de çok bir şey yapamıyorum. Senin gibi maceraperest biri de
değilim.
-
Ben
maceraperestim öyle mi, hem de böyle kutu gibi bir yerde? Alara’ nın yüzünde
yumuşak bir tebessüm vardı. Oğuz da güldü.
-
Dışarıda
olsaydın eğer eminim öyle olacaktın.
-
Peki
sen nasıl birisin?
Alara Oğuz’ un karşısına oturmuştu.
Soslu spagetti yapmış yanına da çay koymuştu. Oğuz spagettiyi çatalıyla yemeğe
başlamıştı bile. Bir yandan da anlatmaya başladı.
-
Ben
nasıl biriyim? Bence ben çok durgun biriyim. Daha çok insanlar yaşar ben de
onları izlerim. Ama izlemeyi severim de hani dışarda kalmış olarak düşünme. Tam
tersi onların bile farketmediği kadar içlerindeyim. Onların kendilerinde
görmediği farklı insanlar görürüm bazen. Mesela bir annenin bebeğini severken,
anne bebeğinin gülücüklerini görür. Bense o bebeğin içinde büyüyen sevgi
tomurcuklarını görürüm. O tomurcuklar fidan olur serpilir ve bir çok insana
şifa olur. Onda oluşan her gülücük bana göre beyaz bir gülün tomurcuğu gibidir.
Bir rüzgar gelir o tomurcuğu alır götürür ve gittiği yerde can olur.
-
Peki
bu durumda anne çocuğuna vurduğunda ne görürsün?
Oğuz dalgın bakışlarını bir anda Alara’
nın gözlerine odakladı.
-
Bu
anne vurması basit bir vuruş ise küçük kırıntılar dökülür kalbinden ama kalbi
erimez; hala sevmeye açıktır.
-
Hiç
beni de izledin mi? Oğuz hafif kızarmıştı. Ama bir anda onun bile haberi
olmadığı hayatını izlediğinde yüzüne tonlarca yük biniverdi.
-
Evet
izledim. Sonra durdu Oğuz.
-
Ne
gördüğünü anlatmayacak mısın? Oğuz önündeki tabakla oynuyordu.
-
Kocaman
bir şehirde yüzlerce insanın arasında yalnız kalmış bir kız çocuğu görüyorum.
Alara heyecanla sorduğu sorunun cevabını
duyunca yüzü düştü, dalıp gitmişti. Hislerinin anlaşılması, onu anlayan birinin
olması çok hoştu gerçekten. Evet yapayalnızdı. Sonra ona bakarak gülümsedi:
-
Evet
işte bu. Beni senin gibi büyükleriniz de bir gün anlayacaklar mı?
-
Anlıyorlar
aslında. Ama mecbur burada durmanız gerekiyor.
-
Oğuz!
Ben bulaşıcı bir hastalık taşıdığımıza dahil inanmıyorum. Burada durmamız için
mantıklı, küçücük bir sebep söyle. Bizi neden burada tutuyorlar, bize
yaptığınız o ilaçlarda ne var?
-
Bunları
anlatamam. Ama anlatsam da bir şey değişmeyecek Alara. İçini ferah tut, bitecek
bugünler.
-
Bizim
gibi kaç karantina bölgesi var peki?
-
Bir.
-
Tek
burası mı?
-
Evet.
-
Yaşadığımız
ülkeyi ve ne kadar büyük olduğunu dahil bilmiyoruz. Bu nasıl bir hastalık ki
bir kasabaya tüm bulaş olanlar sığabiliyor?
-
Aslında
ben seninle sohbet etmeye geldim. İş konuşmaya değil.
-
Affedersin
seni bunaltmak istemedim. Kaptırdım bir an kendimi işte öyle. Hadi sen anlat o
zaman kaç kardeşsin, nasıl bir ailen var, evli misin mesela? Oğuz gülümsedi:
-
Hayır
evli değilim. Ailem ben çok küçükken ölmüşler, babaannemin yanında büyüdüm, ben
büyüme çağıma geldiğim de babaannemde hastalanıyor. Bihassa onun için doktor
oldum. Ama ona yetişemedim. Okulu kazandığım şehre birlikte yerleşmiştik. Maddi
olarak hiçbir sıkıntımız olmadı, o yüzden ona güzel bakıyordum. Ama ben okulu
bitiremeden vefat etti ne yazık ki.
-
Çok
üzüldüm. Aileni hatırlıyor musun?
-
Biliyor
musun seninle bu duygularımız ortak; ben de ailemi hatırlamıyorum. Onları
tanımayı çok isterdim. Babam tıp dalında profesörmüş. Uzun süre çocukları
olmamış. Annem üniversiteyi bitirmiş ama daha çok hayır kurumlarında çalışmış,
çok iyi bir insanmış anlayacağın. Çok uzun zaman geçtikten sonra ellerine beni
alıyorlar. Bana çok değer verirlermiş, özellikle annem üstüme çok titrermiş,
bir kış gecesi çok ateşlenmişim, artık havale mi geçiriyordum bilmiyorum. Ne
kadar babam doktor da olsa zorla dünyaya gelmiş tek evlatlarıyım ya çok telaş
yapmışlar. Hızla hastanenin yolunu tutmuşlar lakin yolda gizli buzlanma varmış.
Virajı babam kurtaramamış işte, o kazada bir tek ben sağ çıkabilmişim. İşte
ondan sonra beni babaanneme teslim etmişler. Babaannem çok küçük yaşta
evlenmiş. Zengin bir ailenin oğluna 14 yaşında gelin gitmiş. 15 yaşında da
babam dünyaya gelmiş. Beni eline aldığında da 56 yaşında. Farklı bir duyguydu
diyor. Doğduğum zamanda beni görmek nasip olmamış. İlk defa o gün beni görmüş.
Babamın bebekliği aklına gelmiş. Sanki babam yeniden doğmuş. Öyle derdi bana
her zaman. ^Rabbim oğlumu bir bebek olarak tekrar bana geri verdi, o yüzden
onun acısını hiç hissetmedim.^derdi. Bu da beni ferahlatırdı. Yani anlayacağın
koca bir aile hasreti çekerken annem başucumdaydı aslında.
Bana onları fotoğraflarda hep anlatırdı.
Bilmiyorum anlattıklarının hepsi gerçek miydi? Ama her fotoğrafın bir hikâyesi
vardı. Annemin çocukluk hatta bebeklik fotoğraflarına kadar toplamış. Belki bir
insanın birlikte yaşadığı annesinden çok daha fazla tanımışımdır annemi. Ama o
sadece masallarda vardı. Belki o yüzdendir bilemem hep hikâyeler ve hayal
dünyasında yaşadığım için, insanları kendi penceremde yaşatıyorum.
-
Çocukluğunda
saplanıp kalmışsın. En güzel yanı ise babaannenin sana muuhteşem bir çocukluk
yaşatması.
-
Herkes
çocukluğunda saplanıp kalıyor.
-
Niye
ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Bu çevrede tanıdığım insanlar pekala
yaşıyorlar, karakterleri normal, saplantılı insanlar görmüyorum.
-
Çocukluk
dönemlerini bilmediğin için. Alarada bir sessizlik oluştu. Sonra konuşmasına
devam etti. Düşünerek konuştuğu her halinden belliydi:
-
Sence
buradaki insanların hangisi çocukluğunda takılı kalmıştır.
-
Hepsi.
-
Sen
biliyorsun o zaman herkesin hayatını.
-
Tüm
doktorlar biliyor. Ama bilmeseydim de yani senin gibi kimseyi tanımadan onlara
baksaydım yine de onlarda bu durumu görürdüm.
-
Bunu
nasıl anlıyorsun.
-
Bilmiyorum.
Allahtan bana verilen bir yetenek sanırım.
-
Çok
ilginç mesela beni baz alalım; buraya gelen yüzlerce doktor benim hayatımı
biliyor ama hayatın asıl sahibi olan ben bilmiyorum. Adalet mi bu şimdi?
Oğuz Alaraya uzun uzun baktı. Önünde
duran bitmiş tabağını alıp lavabonun başına geçti. Alara hemen davrandı:
-
Oğuz
dur ben hallederim. Misafire bulaşık mı yıkattıracağım.
-
Olsun
sana yardım edeyim. Ben bulaşıkları yıkarken sen şu muhteşem kahveni yapsana
çok özledim.
Alara tam kahve yapmaya davranmıştı ki
son dediğine bir an duraksadı. Kafeye geldiğinde ona kahve yapmamıştı. Yapmış
mıydı acaba? İyice bir düşündü. Oğuz ise ağzından kaçırdığı lafı artık geri
alamazdı.
-
Ben
sana kafede kahve yapmış mıydım?
-
Yok
ben uzun zamandır kahve de içmiyorum, aynı zamanda özledim demek istedim.
-
Anladım.
Hemen yapıyorum. Eee anlatsana boş vakitlerinde neler yapıyorsun.
-
Çok
boş vaktim olmuyor zamanımızın çoğunu hastanede geçiriyoruz. Bizim TRAN dışında
bir bağlantı binamız daha var eğitimlerimizi orada gerçekleştiriyoruz ve dışarıdan
gelen hastalarımızı muayene ediyoruz. Yani tek TRAN’ da çalıştığım günleri
düşünürsen çok boşmuşum gibi gelebilir. Ama hastaneden çıkınca caddelerde
yürümeyi çok seviyorum.
-
Peki,
sana eşlik eden biri var mı?
-
Sevgili
olarak soruyorsan yakın bir zamanda çok sevdiğim bir kadın vardı. Onunla
tıbbiyeyi birlikte okuduk. Mesleğe birlikte geçtik.
-
Ne
oldu sonra gitti mi?
-
Gitti.
-
Neden
bitti ki?
-
Uzun
hikaye.
-
Seviyor
musun hala? Oğuz’ un boğazı kurumuştu bu soruyu duyunca. Dolu gözlerle Alara’
nın gözlerinin içine baktı:
-
Hem
de çok.
-
Ne
güzel sevilmek. Başını dayayabileceğin bir omuz olması, hayatı paylaştığın
biri. Neden gider ki bir kadın? Hele senin gibi duygusal bir erkeği ben hayatta
bırakmazdım.
Ardından gülümsedi Alara. Oğuz da
gülümsedi. Alara eline aldığı fincanlardan birini Oğuz’ a uzattı.
-
Hadi
içeriye geçelim.
-
Olur.
Salona geçtiler. Aslında bu aşık adamı
daha çok tanımak istiyordu artık Alara. İçinde deli sorular; bir yandan
kendisini sormak istiyor bir yandan çok özeline giremediği bu aşk hikayesini
sormak istiyordu. Koltuğa bağdaş kurarak oturdu. Kahveyi önündeki sehpaya
koydu. Saçlarını elleriyle iki yandan ayırarak önüne aldı.
Oğuz ise bıraksan saatlerce izler ve
doymaz bir halde ona bakıyordu.
-
Adı
neydi bu güzel bayanın, nasıl birisiydi?
-
Çok
muhteşem biriydi. Kıpır kıpır hayat doluydu. Cıvıl cıvıl yüreğinde ben de
baharı yaşıyor gibiydim. Her gece mutlaka yapacak birşeyler bulurdu. Aslında
ben sessiz biriydim. Gerekmedikçe konuşmaz moda mod yaşardım. Hayat enerjim
olmuştu o benim. Eve geldiğinde ev şenlenirdi. Yemek yapmayı çok severdi. Ani
değişiklikleri çok olurdu. Sabah onu sarı saçlı gönderirken işe akşam karşına
mor saçlarla çıkabilirdi. Gün içerisinde dahil sürekli kıyafet değiştirirdi.
-
Gün
içinde bile?
-
Evet
evet aynen. Oğuz ondan bahsederken çok mutluydu.
-
Aynı
benim gibiymiş. Dedi Alara yere bakarak. Oğuz ona bakakaldı.
-
Öyle
mi?
-
Oğuz
biliyor musun? İnsanı hangi kafese koyarlarsa koysunlar o kişi ne ise odur,
değiştiremiyorsun. Şunu demek istiyorum: ben eminim dışarda da böyle biriydim,
burda da Alarayım işte.
-
Yani
seni hayat şartları etkilemez miydi? Paranın varlığı, yaşının farklılığı,
bebişlerin olduğunda da paran olmadığında da kısıtlanmayacak mısın? Evet sen
özgür birisin ama bunlar seni etkilemeyecek mi?
-
Sadece
yapacaklarımın kalitesi düşerdi ama yine ben aynı ben olurdum. Saçlarımı
kuaförde boyatamıyorsam kendim boyardım ya da alır makası saçlarıma kendi
ellerimle şekil verirdim. Pahalı kıyafetleri alamazdım ama bu sefer de kendim
dikerdim.
Alara bu sözlerini söylerken kendisini
komik hallere sokuyor Oğuz’ u güldürmeye çalışıyordu. İkisi de gülüyordu.
-
Mesela
burası sınırları olan bir yer biz Pamir ile yüzmeye gidiyoruz, bazı akşamlar
ben konserlere, canlı müzik programlarına gidiyorum, kendime kıyafet
tasarlıyorum ayrıca Patron ne kadar bundan memnun olmasa da onlarca çöpe giden
pastaları deniyorum.
Oğuz Alaraya tekrar güldü.
-
Evet
bu olayın denetimciler için de çok sorun oldu. Bizimkileri bayağı maddi
sıkıntıya sokmuştun.
-
İyi
yapmışım oh olsun onlara.
-
Peki
o zaman neden dışarıya çıkmak istiyorsun? Burada da hayat var senin için işte.
-
Yalnızım
Oğuz. Etrafımda arkadaş olarak dolaşan insanlardan bahsetmiyorum, birisine
gönülden bağlanmak istiyorum. Onunla yuva kurup aile olmak istiyorum. Burada bu
şekilde daha ne kadar devam edecek. Yoksa ben çokta ailemi merak etmiyorum.
Eğer onları yaşıyor bulursam asla affetmeyeceğim. Beni buraya bırakmamalılardı.
-
Bir
kere zaten iki tarafında seçme sanşı yok. O yüzden hayatına suçlandıracak
birini arama. Ama buraya sen gelmek istemişsen…
Alara dondu kaldı. Evet bu olabilirdi
çünkü geçmişe dair hiçbir şey hatırlamıyordu.
-
Hiç
bu açıdan düşünmemiştim. Ben öyle mi yaptım?
-
Aslında
sana bilgi vermem yasak. Lakin bunu bilmen gerekiyor Alara. Sen buraya girmeyi
kendin istedin. Diğerlerini bırak bir kenara illaki aralarında bu kasabayı
gelmek isteyen olur ama ilk teklif eden onlara başkası olur ben onları bilemem.
Ama burayı girmeyi ilk teklif eden de sensin.
-
Ya!
-
Bak
Alara lütfen sabret. Hepiniz iyi olacaksınız ve buradan çıkacaksınız. Herşey
yolunda bana güven. Bir anda Oğuz ayaklandı.
-
Ben
kalksam iyi olacak, geç kalıyorum. Dediğim gibi sabret Alara sakın çılgın
birşeyler yapma!
-
Otursaydın,
yolum uzak dedin. Kal istersen burada.
Oğuz kapıya çoktan yönelmişti.
Ayakkabılarını giydi ve Alara’ nın gözlerinin önüne düşen perçemi parmaklarıyla
itinayla geriye doğru alırken:
-
Bu
arada kahven muhteşemdi. Dedi.
-
Her
geldiğinde yaparım. Seni tanımak güzel oldu.
-
Emin
ol bundan sonra çok geleceğim. Dedi ve oradan uzaklaşmaya başladı. Kapıdan onu
izleyen Alaraya, ilerden son kez ona doğru seslendi:
-
Ha
bu arada kartımı bir ara getir lütfen!
Alara bir an için donakaldı. Korktuğunu
saklayamadı çok ani olmuştu çünkü. Ama neden korkacaktı ki, adamcağız gülerek
söylemişti.
-
Hangi
gün hastanede olduğunu bilmiyorum ki. Hem nereden çıkardın benim aldığımı?
-
İlk
verdiğin cevap ile ben de şimdi anladım senin aldığını. Deyip kahkahalar atarak
oradan uzaklaştı.
Alara da kolay lokma olduğuna gülmüştü.
Ve yine evde tek başına kalmıştı.
...
Alara günlerce Oğuz’ u düşünmeden
edemiyordu. Çok yalnız bir adamdı, duygusaldı, içi ona çok ısınmıştı, kafede
çalışırken gözü sürekli hastanedeydi. Acaba bir kez daha onu görebilir miydi?
Pamir ise Alara’ yı bir ruh gibi
görüyordu: onunla ilgilenemediği için kendisini suçlu hissediyordu. Ama Pamir
de bu kadar yaklaşmışken kaçma fırsatını kaçıramazdı. Odaklanmalıydı. Ahmet ile
Ayberk’ i hergün her gece sürekli takip ediyordu. Gün içinde inanılmaz dikkatli
hareket ediyorlardı. Eğer o gece denk gelmemiş olsaydı, onların TRAN çalışanı
olabileceklerini zerre kestiremezdi. Artık sıra ondaydı. Boş bulduğu bir an
onları etkisiz bir hale getirip çıkış saatlerinde o kapıdan Pamir çıkacaktı.
Birçok risk ve zaman hesaplamaları yapıyor, kafası çok kalabalık oluyordu. O
yüzden Alara’ nın bu son günlerde ki hallerine ne yazık ki zaman ayıramıyordu.
Alara ise gündüzleri kafede hastaneyi,
geceleri ise evde camı gözlüyordu. O gün yalnızlığına ilaç gibi gelmişti. Yine
gelecekti, söz vermişti.
Günler geçtikçe artık Alara düşünmemeye
çalışıyordu bu yüzden evde başka işlerle kendisini oyalamaya çalışıyordu. Yine
bir akşam tasarladığı elbisenin başında işine gömülmüş iğne iplik uğraşırken,
yine aklına Oğuz düşüvermişti:
-
Al
işte yine yanlış yaptın. Kızım düşün düşün nereye kadar. Gelmeyecek belki tek
derdi kartın kimin aldığını anlamaktı. Yok. Öyle olsa çocukluğunu, başına gelen
onca olayı neden anlatsın ki.
Alara böyle kendi kendine söylenirken
hiç beklemediği bir anda kapı çaldı. Artık Oğuz olabileceğine ihtimal
vermiyordu ama ^acaba o mu?^demekten de kendisini alamıyordu. Böyle içinde bir
kapışma, kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında; kocaman beyaz güllerle yüzünü
kapatmış ve diğer eliyle de pasta paketi tutan biri öylece duruyordu. Bir anda
yüzünden çiçeği çekip:
-
Merhaba.
Deyiverdi Oğuz. Alara içinden geldiği gibi hareket etti ve omzuna kollarını
sarıverdi.
-
Oğuz
hoş geldin.
Oğuz işte bunu hiç beklemiyordu. Alara’
nın saçlarının kokusunu buram buram içine çekti. Sonra Alara hemen kendini
toparladı, utangaç bir tavırla saçlarını kulak ardı yapıp:
-
Gelsene
içeriye.
-
Nasılsın
özlettim herhalde, bunlar senin için.
-
Güller
çok hoş, niye zahmet ettin. Bu kutuda ne var acaba. Alara bir anda çocuklar
gibi heyecanlanmıştı. Telaşla pasta paketini açtı. Çileklerle kaplı bir pasta
duruyordu.
-
İnanmıyorum
bayılırım çilekli pastaya. Oğuz kahkaha attı:
-
Kafede
bıkmıyor musun bunu yemekten.
-
Müşterilerden
bana kalmıyor ki. İkisi de güldüler.
-
Ya
çok severim çilekli pastayı ben. İçimi okumuş gibi bunu alıp getirmişsin.
-
O
gece buradan giderken içimden geçirdim ki; bu kızın yanakları çilek gibi kesin
çilekli pasta yemekten böyle olmuştur dedim.
Alara pastayı kesmeye başlamıştı bile
küçük bir lokmayı hemen Oğuz’ un ağzına dayayıverdi. Oğuz elleriyle lokmayı
düşürmemeye çalışarak zar zor yiyebildi.
-
Nasılsın
görüşmeyeli tatlı bayan.
-
Çok
yalnızdım. Hele senle geçirdiğim o geceden sonra daha bir yalnız olduğumu
hissettim. Anlaşılan bundan sonra hep senin yolunu gözleyeceğim.
-
Seni
tanıdıktan sonra sen istemesen de ben seni bırakmam artık. Alara’ nın yüzü
kızarmıştı.
-
Aç
mısın sana birşeyler hazırlayayım mı?
-
Yok,
yedim de geldim.
-
O
zaman içecek birşeyler hazırlayıp geliyorum hemen.
Oğuz pastaları alarak salona geçti.
Alarayı beklerken salonu dolaştı biraz. Hastaların evi hep sade olurdu. Ev
hastaların en özeli olduğu için herşeyi saklamaya çok müsaitti bu yüzden denetimlerini
sıkı tutuyorlardı. Hastalar uykuya daldıktan sonra içeri girerler ilaç enjekte
ederek evlerini didik didik ararlardı. Böylece hastaların ruhu duymaz
kendilerini baskı altında hissetmezlerdi.
Oğuz ise Alara’ nın evini denetlemeye
defalarca gelmişti. Eli yakıştığı için olsa gerek en canlı evlerden biriydi
burası. Alara bilmiyordu ama Oğuz onu tahmin ettiğinden çok daha iyi tanıyordu.
Hatta ona deliler gibi aşık olacak kadar. Buraya ilk geldiğinden beri tedavisinde
bile karşılaşmamaya özen gösterirdi. Nasıl oldu da o günü gözünden kaçırmıştı.
Çünkü biliyordu ki bu koca hasrete bir kere olsun onu görürse karşı
koyamayacaktı. Korktuğu başına gelmişti. Ama bir yerde de iyi olmuştu. Beynin
işleyişi nasıl bir şeydi de kendi istediği yerden kaçmayı düşünebiliyordu. İyi
ki kartı ondan çalmıştı. Bu niyetini erken farketmiş oldu. Böylece kasabadan
çıkmadan kontrol altına alabilirdi. Hem buradan çıksa hayatta onun izini bile
bulamazdı. Çünkü Alara’ nın kimsesi yoktu. Bir ailesi vardı: kötü hatıralarla
dolu bir ailesi. Bu hatıralarla, tedavisinin tam da ortasında yüzleşmek çok
tehlikeli olurdu. Herşey yolunda giderken farkında olmadan herşeyi
mahvedecekti. Ayrıca bu kasabadakiler tedavisi uygulanan ilk kişilerdi.
Uygulanan tedavi henüz deneme aşamasındaydı. Yarıda bırakılmış bir tedavi nasıl
bir sonuç doğurur hiçbir doktor hayal bile edemiyordu. Belki eskisinden bile
daha kötü olabilirdi. Çünkü içlerinde ne kadar felaket kişilikler
taşıdıklarından haberleri yoktu. Ve bu kişiliklerle aniden karşılamşaları
çıldırmalarına bile sebep olabilirdi.
Buradaki insanların hastalıkları da
yaşadıkları da başka başkaydı. Çoğunun çocukluğunda ve gençliğinde başlarına
gelen felaketler sonucunda, bedenlerinde doğurduğu kişiliklerin pençesine düşmüş,
acınası insanlardı onlar. İçlerinde barındırdıkları bu kişilikler onları,
gözleri kan bürümüş katillere çevirmişti. Herbiri tıbba göre bir ruh
hastasıydı. Vücutlarını ele geçirmiş bu kişiliklerle mücadele etmişler, en
sonunda verdikleri mücadelede zayıf düşmüşlerdi. Şizofrene kadar ilerleyen
hastalıkları, onlardan birçok sevdiğini almıştı hem de kendi elleriyle. Tıp
gözüyle bakınca artık onlar katil şizofrenlerdi…
Zaman ilerliyor, teknoloji ilerliyor,
tıp ilerliyordu ama bu hastalara çare bulunamıyordu. İlaç kullanan hastaları
bile bozulan ekoloji yüzünden taşıdıkları kişiliklerin kurbanı oluyordu. Artık
kullandıkları ilaçlar onlara fayda vermiyordu. Ruh hastası oldukları için hapse
koyulamıyor hastanede ise doktorlar onları tutamıyordu. Tıp başka arayışlar
içine girmiş Aylin Hoca onlara kesin şifa yolunu arıyordu. Taki bu mesleğe biri
gelene kadar. Taki kendi penceresinden bakarak Aylin Hocaya ilham olan Oğuz
ortaya çıkana kadar.
-
Evet,
arkadaşlar çığır açacak bir buluş istiyoruz sizden. Diye seslendi konferans
salonunda toplanmış olan genç psikologlara Aylin hoca. Büyük ekranda
yansıtılmış olan fotoğraflarda kendi hastaları vardı. Gözlerindeki bakışlarda
bile artık bir insandan eser bile yoktu. Oğuz bu bakışlara hiç yabancı değildi
artık. Katil olarak yakalanıp gözaltına alındıklarında ilk çektikleri
fotoğrafları hep incelerdi ve hep aynı manzarayı görürdü: yaşayan mezarları.
-
Evet
arkadaşlar, bu fotoğraflarda gördüğünüz sadece bizim hastanemizde yatan
hastalar. Bunun gibi daha birçok hasta var demekki tedaviler yetersiz. Biz öyle
bir buluş yapmalıyız ki bu insanlar ve aileleri bir hayat yaşadıklarını
hissetsinler artık.
-
Hocam!
Büyük sessizliği bu ses bozmuştu.
-
Evet,
buyrun doktor bey.
-
Bizim
hastanemizde yatan hastaların özgeçmişine bakıldığında çok ağır travmalara
maruz kaldıkları anlaşılıyor.
-
Doktor
bey tüm hastalarımızı biliyor musunuz? Bu özel ilginiz takdire şahan.
-
Hastanemiz
olarak bu işe el attıysak hocam, bu eli taşın altına koymalıyız elbet.
Bu adam, Ayli Hocada farklı bir etki
yaratmıştı bile.
-
Evet,
doktor bey sizi dinliyorum öyleyse.
-
Bizim
kendimize soracağımız soru şu hocam; bu hastalar eğer bu ağır travmalara maruz
kalmasaydı eğer yine böyle olurlar mıydı?
-
Hayır,
çok sanmıyorum ama zamanı geri alamayacağımıza göre bu farklılığı
göremeyeceğiz.
-
Zamanı
geri döndüremeyiz lakin hiç yaşanmamış gibi yapabiliriz. Aylin Hoca bu doktorun
çılgın fikirleri olabileceğini sezmişti.
-
Evet,
başka fikri olan var mı?
Salondaki tüm herkes Oğuz’ a
bakakalmıştı. Bu nasıl olacaktı? Çoğu imkansız buluyordu, ondan olsa gerek Oğuz
kendisinde mi diye bakıyorlardı. Aylin Hoca çok kısa bekledi ardından.
-
Peki
dağılabiliriz o zaman. Doktor bey siz benim odama gelebilir misiniz?
-
Tabi
hocam.
Oğuz hemen Aylin Hoca’ nın odasının
yolunu tuttu. Kapıyı çaldı. Aylin hoca çoktan yerine geçmişti bile ve masadaki
evrakları inceliyordu.
-
Hocam
gelebilir miyim?
-
Evet
buyrun doktor bey. Oğuz efendiliğini koruyarak içeri girdi.
-
Buyrun
doktor bey şöyle geçebilirsiniz. Çok özür dilerim isimleri aklımda tutmam
mümkün değil. Çok fazla doktorumuz var.
-
Evet
hocam haklısınız. Adım Oğuz Kaya.
-
Evet
Oğuz konferans salonunda bahsettiğin fikir çok iddalıydı o kadar ki diğer
doktorlardan homurdanacaklar bile vardı. Bu yüzden bilerek kısa kestim. Bu
fikre gölge düşürmek istmedim. Şimdi bana düşüncelerini baştan anlatır mısın?
-
Hocam
orada da dediğim gibi onlar bir zamanlar masum birer çocuktu, benlikleri
oturmuş, kendilerini tanımışlardı. Sonra birden iğrenç olaylara maruz kaldılar
ve bu travma içlerinde başka bir kişilik doğurdu. Biz o masum kişiliklere zarar
vermeden o canavar kişilikleri öldürelim diyorum. Böylece özgürce
yaşayabilsinler. Peki o canavar kişiliklerden nasıl kurtulabiliriz? Doğum ana
vasıtasıyla olur bunları doğuran ana ise o insanların yaşadıkları anılar.
Onların anılarını silelim. Onlara bambaşka bir dünya kuralım. Hemen
hastanemizin arkasında ağaçlık boş bir arazi var. Bu boş araziye küçük bir
kasaba kurulabilir. Kendi şeffaf benlikleriyle yaşayabilecekleri bir ortam
sunalım. Denemeye değer. Hatta denemeden göremeyiz.
-
Aman
Allahım sen gerçekten buna kafa yormuşsun. Seni bu kadar bu konu üzerine
yoğunlaştıran ne peki?
-
Eşim
psikolog Minel Kaya hocam. Kendisi de bir çeşit travma yaşamış, aslında tedavi
olmuş ama geçmişiyle sürekli hesaplaşıyor. Aklından bir türlü atamıyor. Bu da
onu sürekli çirkin bir insan olmaya sürüklüyor. Siz bu alanın profesörüsünüz
onda psikolojik başkalaşımları en iyi siz tahmin edebilirsiniz. Ben anlatmak
istemiyorum affınıza sığınarak. Ayrıca zamanında kendisine yaşattığı zarardan
ötürü anne olabilmesi doktorlar tarafından neredeyse imkansız görülüyor. Eşimi
çok seviyorum hocam. Eşimi sırf bu iğrenç hayatından söküp almak için aylarca
uyumadığımı bilirim. Bu ülkenin kitapları ve o kadar tercüme ettirdiğim birçok
kitabın haddi hesabı yok. Beyin tam olarak anlaşılmadığı sürece bu
hastalıklarından kurtulamayacaklar. Ama anıları silebilecek birçok ilaç var
üretilebilir. Devletten izin alarak kullanılabilir.
-
Bu
ilaçların beynin diğer fonksiyonlarına zarar vermeyecek kadar iyi üretilmesi
lazım. Böyle ilaçlar hakkında hiç bilgim yok. Diğer daldaki hocalarla
görüşeceğim.
Oğuz bir anda Alara’ nın sesiyle
irkildi.
-
Çok
beklettim mi? Kahvenin sütünü ısıtırken taşırdım. Tekrar hazırlamak zorunda
kaldım, kusura bakma ne olursun.
-
Yok
hiç sıkıntı değil. Ben de senin el emeği göz nuru işlemelerini inceliyordum.
-
Evet
ancak onlar benim sıkıntıma şifa oluyor. Ne yapayım!
-
Kaçmak
gibi sıkıntıların olmasın da.
-
Evet!
Şu kart mevzusu. Aslında senden çok hoşlandım ve adını öğrenmek için aşırdım
desem inandırıcı olmaz mı?
-
Alara
kasabada seni ne güvensizliğe sevk etti de sen buradan kaçmak istiyorsun.
-
Aslında
ben kaçmak istemiyorum. Oğuz ama bu konuda benim üstüme gitme olur mu? Anlık
bir hareketmiş gibi düşün.
-
Aslına
bakarsan kullandığımız tedavide sizi bu duruma kadar getirmeyi engelleyecek
kimyasallar da var. Sende bu kadar karmaşık kurguları ve sorgulayıcı halleri
görmemem gerekiyor. Acaba ne oldu da bu ilacın tesiri sende azaldı.
Alara kahkaha attı.
-
Haha!
ben neden karşı tarafa yardımcı olayım, aklımı peynir ekmekle mi yedim?
-
Ya
biz karşı taraf değiliz. Biz sizden yanayız.
-
O
zaman bizi bizden niye saklıyorsunuz. Bizi bir bulaşıcı hastalığa
inandırmışsınız ki sorma gitsin.
-
İnan
Alara sadece böyle olduğuna inan.
-
Ama
burada istediğim gibi yaşayamıyorum Oğuz daralıyorum. Zaten diğerleri ot gibi
hiçbir şey umurlarında değil.
-
Normalde
sende öyle olmalıydın.
-
Ya
aşk olsun bana öyle kolay ilaç tesir etmez. -
-
Seni
sen yapan bu ilaçlar zaten.
Alara cümleyi kendince tekrar ederek
Oğuzdan birşeyler yakalamak istercesine;
-
Of
Oğuz çok karmaşıksın. Gerçekleri anlatsan da şöyle keyfimize varsak.
-
İnan
bana eskisinden çok daha harika birisin. Bırakta seni biraz daha böyle
yaşayayım.
Alara ona sadece sessizce bakıyordu.
-
Ben
teklif ettim öyle mi?
-
Evet,
özellikle sen istedin. Sen kendin tedavi olmak istedin. Şimdi sana bakıyorum da
iyi ki istemişsin çünkü ilaçlarımız deneme aşamasındaydı. Belki hastalık farklı
bir boyut kazanacaktı. Neyse ki korktuğumuz gibi olmadı. Ama tedavi yarı yolda
bırakılırsa işte o zaman ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. Eskisinden çok
daha kötü olabilir. Hem gitme ne olur. Seni kaybetmek istemiyorum. Söz seni
bırakmayacağım ama sen de gitme ve her ne uyguladıysan lütfen tedavilere
karışma, herşeyi bize bırak.
-
Ben
senin sevgilin falan mıydım? Oğuz gülümsedi.
-
Yok
sadece sıkı bir dosttuk.
-
Kesin
arada o kız vardı. Yoksa ben seni kimseye kaptırmazdım. İkisi de kahkaha
attılar.
Oğuz ile Alara uzun saatler sohbet edip
güldüler. Geceyarısı oradan ayrıldı ve evine dönüyordu. Yolda yürürken anılar
hep gözünün önünde canlanıyordu. Bu şekilde karanlığın içinde kayboldu…
…
-
Hey
yağmur yağıyor. Burada böyle ıslanacaksın, arabama gelsene.
-
Bu
da arabaya kız atmanın farklı bir versiyonu mu?
-
Yoo!
Hayır yanlış anladın. Sadece ben ıslanma diye, hasta olursun…
-
Beni
çok tanıyormuş gibi bir de kaygısına mı düştün halla halla gelir servis şimdi.
-
Tanımıyorum
elbet ama belki bir tanışırdık.
-
Ah!
Şuna bak. Sen bana uzuyor musun gündüz gündüz?
-
Tamam
sen gel, ben sana gece teklif edeceğim.
-
Ah!
Terbiyesize bak, bir de ahlaksız teklifte bulunuyor. Oğuz gülmekten kırılmıştı.
-
Ya
senin niyetin kötü. Hayır öyle bir niyetim yoktu baştan ama artık senle arkadaş
olmak isterim, çok matraksın sen ya. Evlensem yaşlanmam ben senle.
Minel çok bozulmuştu. Ama yakışıklı
çocuktu. Alttan alttan onu da süzmüştü. Neden olmasın ki diye aklından geçirdi.
Oğuz arabadan inip elindeki şemsiyeyi açarak yanına gitti.
-
Merhaba
ben Oğuz psikoloji bölümündeyim.
-
Merhaba.
Deyip asık suratla başka yere baktı Minel.
-
Adını
söylemeyecek misin?
Biraz duraksadı. Bedenini ters yöne
çevirdi.ileriden geleceğini düşündüğü servise bakıyor gibi yapıyordu.
-
Bak
niyetim gerçekten kötü değildi. Islanmaman için yardımcı olmak istedim.
-
Her
kıza böyle yardımcı mı olmak istersin?
-
İnan
erkek olsaydı burada duran kişi ona da aynı teklifi yapacaktım. Okul
kampüsündeyiz öğrenci olduğumuz her halimizden belli. Minel biraz olsun
rahatlamıştı.
-
Benim
adım da Minel, ben de psikolojide okuyorum ama sana hiç rastlamadım.
-
Ben
bu sene sonum artık bitiriyorum. Kampüs geniş. Sen kaçıncı sınıftasın?
-
Ben
de seneye bitiriyorum. Haklısın kampüs geniş karşılaşmamız normal.
-
Seni
bırakmamı ister misin? Sanırım servis gecikecek.
-
Peki
teşekkür ederim.
Oğuz, Minel’ e ön kapıyı açmıştı.
Ardından kendisi arabaya geçmişti.
-
Evet,
ne tarafa gidiyoruz.
-
Sen
istersen kampüsten çık, ben yolu öyle tarif edeyim.
-
Peki
nasıl istersen. Yurtta mı kalıyorsun?
-
Evet,
devlet yurdunda kalıyorum. Sen?
-
Benimkisi
biraz uzun hikaye. Şu an yalnız bir şekilde kendi evimde kalıyorum.
-
Kendi
evim derken, kira falanda ödemiyorsun, o şekilde mi? Oğuz gülümsemişti.
-
Evet,
ev benim.
-
Oh!
Sen hayata tepeden başlamışsın dostum. Hiç okumasaydın, kontenjan açsaydın
garibanlara.
-
Olur
mu öyle şey! Nasıl yaşarım, ne yerim, ne içerim, tek ev ve araba ile karın
doyuyor mu?
-
Doğrusun
-
Evet,
bir konuda haklısın sıfırdan başlamıyorum.
-
Bölümünden
memnun musun, yani okulu bitirince bu mesleği mi yapacaksın?
-
Evet,
psikolojiyi çok seviyorum. Bizim okulun hastanesiyle de anlaştım. Bir hocam
referans oldu sağolsun. Aynı zamanda eğitimime devam edeceğim. Daha farklı
planlarım var.
-
Ne
gibi planlar bunlar?
-
Tedavilerin
yetersiz olduğunu düşünüyorum.
-
İyi
de o zaman farmakoloji okusaydın.
-
Anladım
ama benim yoğunlaştığım alan ruhsal hastalıklar. Önce bu dalı öğrenmem lazımdı.
Sonrasında farmakolojide de kendimi geliştireceğim. Zaten bu işler tek kişilik
olmuyor. Ekip falan kurarım. Belki bir araştırma merkezi açarım, sadece ruh
hastalıkları üzerine. Bir de aklımda tek çözüm yolu olarak ilaç yok. Teknoloji
gelişiyor, bizim o uyguladığımız teknikleri daha da geliştirebilirim.
-
İnşallah
etkin bir buluş olur. Beni de tedavi edersin belki o zaman.
-
Hayırdır
hocam, psikoloji okurken psikolojin mi bozuldu?
-
Ha
ha çok komiksin.
-
Hayır
ciddiyim. Niye sizin sınıfta bölümü okurken kafayı kıran olmadı mı?
-
Ya
onca hayatını feda edeceğin dala bu resmen bir hakarettir, saygısız!
-
Ya
nasıl tasvir edeyim. O kadar hastalıkları oku oku en sonunda kendisinde de bu
hastalıkların olduğuna kendisini inandıran olmadı mı hiç? Hakikaten ya?
-
Yani?
Asında bir arkadaş oldu. Ama o kadar ileri derecede değil. Şuradan dönebilir
misin?
-
Olur.
Aslen nerelisin?
-
Aksa.
-
Annenler
orada mı yaşıyor?
-
Annem
ile babamı ben liseydeyken kaybettim.
-
Çok
üzüldüm, başın sağolsun. Eş zamanlı mı kaybettin?
-
Evet,
basit bir toprak kavgasından ötürü bıçaklandılar. Ben de yanlarındaydım.
Engellemeye çalıştım ama olmadı ne yazıkki.
-
Minel
zamanın varsa bir yerlerde birşeyler yiyelim mi?
-
Üzgünüm
arkadaşıma söz verdim. Ben yurdun orada insem iyi olacak.
-
Eğer
çok acil değilse arkadaşına haber veririz, biraz dertleşiriz. Ben de yakın
zamanda babaannemi kaybettim. Paylaşacak bir dost arıyorum.
Minel de paylaşacak bir dost arıyordu.
Bir yanı git diyordu bir yanı kal.
-
Aslına
bakarsan arkadaşımla çok acil bir durumum yok ama senin vaktini almasam sınavların
vardır.
-
İşte
süper sen arkadaşına haber ver, ben de yakınlarda sevdiğim bir restaurant var
oraya süreyim.
Restauranta geldiklerinde Minel,
kıyafetlerinin hiç uygun olmadığını farkedip biraz rahatsız olmuştu.
-
Ya
hadi gel. Bizimkilerin takıldığı ortamlara gidip gürültüde rahatsız olacağımıza
biraz sessizlikte kafamızı dinleriz diye düşündüm.
-
Pek
benim tarzım değil gibi başka yere mi gitsek?
-
Rahat
giyiminden rahat bir insan olduğun belli oluyor ama inan bana burada kimse seni
yargılamıyor. Afferdersiniz hanımefendi boş bir VIP yeriniz var mı?
-
Normalde
rezervasyonlu olur beyefendi ama bir rezervasyonumuz iptal edilmişti.
Müdürümüze bir sorayım, uygunsa size haber vereyim.
-
Eminim
böyle daha rahat edersin.
-
Sanırım.
Genelde buralarda mı takılıyorsun?
-
Çok
değil. Ben çok sosyal biri değilim aslında. Böyle bir grum olsun hop konser hop
diskolarda takılayım olayı yok bende. Burası da genelde sakin olur.
-
Elit
bir yer belli.
-
Aslında
çokta üst sınıfa hitap eden biryer değil.
-
Afedersiniz
beyefendi bir VIP yerimiz müsait sizi oraya alalım arzu ederseniz.
-
Olur
tabi.
-
Menüyü
görünce de anlayacaksın farklı bir kültür yok. Sadece bizim kültürümüz
konseptli bir yer.
-
Evet
anladım.
-
Şimdi
daha rahat mısın?
-
Evet,
biraz daha iyi oldu. Senin de başın sağolsun babaanneni kaybetmişsin.
-
Teşekkür
ederim. Hayatımdaki tek ve son varlığımı da kaybettim.
-
Çok
üzüldüm. Birlikte mi yaşıyordunuz?
-
Evet.
Sonra Oğuz hayatını bir bir anlattı.
Minel onu can kulağıyla dinliyordu. Bu adamda onun gibi yapayalnız kalmıştı.
Onu kendisine çok yakın hissemişti. Belki Oğuz, ona şifa olabilirdi.
-
Peki
sen Minel, annen ve babanı kaybedince nerede kaldın?
-
Lisedeyken
çok çalışkan bir öğrenciydim. O sene de son senemdi, sınavıma da çok az
kalmıştı. Evimden ayrılamayacağım için şehir dışından evli olan ablam yanıma
geldi. Sonra tıbbı kazandım. Ablam yanında yaşamamı istiyordu. Ben aynı ilde
okumak istemedim. Allahtan istememişim. Ama yine de onlara yakın bir il oldu.
Ablam ile eniştem olacak o hayvan sürekli bana ziyarete gelirlerdi. Bir süre
sonra eniştem tek başına ziyaretlere gelmeye başladı. Ablam ile eniştem görücü
usulü evlenmişlerdi. Onlarda yeni evli sayılırdı. Çocukları yoktu. Ablamın
onunla mutlu olmadığını görebiliyordum. Hala anlamıyorum ondan neden
boşanmamıştı ki. Sonra ben tıbbı bitirdim. Hemen işe başladım aynı zamanda
uzmanlık sınavlarına hazırlanıyordum. Çalıştığım şehir bu sefer ablamlardan
uzaktı ve orada da ev tutmuştum. Yine de ablamlar oraya da ziyarete
gelmişlerdi. İstemesem de evimde ağırladım. Şimdi ki aklım olsa onlar
geldiğinde ben de dahil otelde kalırdık. Ya da hiç yaşadığım yeri söylemezdim.
Eniştem yine yalnız gelecek diye korkuyordum. Hep diken üstündeydim ama bu
sefer ses soluk yok. Baktım eniştem gelmiyor ben de rahatladım tabi.
Oğuz artık birşeyler sezmeye başlamıştı.
Kaşları daha da çatık hale gelmişti. ^dur anlatma^ demek istiyordu ama o kadar
yalnız o kadar perişandı ki onu bu acısıyla fırlatıp bir kenara atamazdı.
-
Artık
ben daha çok rahatlamıştım. Gezmeyi tozmayı severim. İş çıkışları arkadaşlarla
birlikte takılmaya başladım. Böyle günler devam ederken bir gece eve geldim.
Tabi ışıklar kapalı girdim içeri. Kapıyı kitledim. Anahtarı ben asla yuvasında
bırakmazdım. Anahtarı çıkardım ve vestiyerin askısına astım. Odama gittim. Tabi
diğer odaları gezmedim. Aklıma da gelmezdi böyle bir şey. Rahat birşeyler
giymek için soyunmaya başladım. Bilmiyorum önce gezmeli miydim? Ama nereden
bilebilirdim. Ben çok düşündüm nerede hata yaptım diye…
-
Minel
o enişte dediğin adi herif sana zarar mı verdi?
-
Evet,
öyle oldu işte. Aslında ben fiziksel olarakta çok güçlü biriyim. Hep bu
olayları duyduğumda bayanlar dirensin derdim. Ben de çok direndim. Ama
duygularıma engel olamadım. Ellerim o kadar çok titriyordu ki ondan kurtulup
kaçtığım da kapıya kadar geldim ama anahtarı bile takamadım. Onca bağırışlarımı
biri duyar da polise bildirir diye düşündüm ama biliyor musun kimse gelmedi. Bu
çırpınışlarımın arasında kafama bir darbe almışım ve bayılmışım. Adam beni
öldürmeyi bile göze almış düşünebiliyor musun?
Sabah ben uyandığım da kendimi o halde
buldum. Heryer darmadağın kırık dökük ve kapı çalıyordu. Hemen can havliyle
önce kapıya sonra da anahtara yöneldim. Anahtarı bulamadım, beni üstümden
kitlemişti. Bir yandan acaba o mu diye de tereddüt ettim. Bu sefer ses
veremiyorum tabi, acaba polisi mi arasam dedim, sonra ürktüm bilmiyorum
çekindim bir an için utandım arayamadım. Neden korkuyorum onu da anlamıyorum.
Sonra birini mi arasam? Arayacağım kimse de yok. Bu sefer hastanedeki doktor
arkadaşım geldi aklıma. En azından evdeyim ve başım dertte bunu bilsinler.
Direk telefon rehberinden onun numarasını buldum. Ve aramaya başladım. Bir anda
kapının diğer tarafından telefon çalmaya başladı. Neler hissettiğimi sana
anlatamam. Belki 5 saniyelik bir olay ama o arafta kalışım kelimelerle
anlatılabilir gibi değildi. Arkadaşım olsa canım feda ama ya arkadaşım değilse.
Bir gece yaşadığım o korkudan kat ve kat daha fazla bir korku; elimde telefon
karşımda çalan ses ve ben öylece kapıya dehşet içinde bakakaldım. Ya o hayvan
herifse, biterim ben. Sonra bir ses; ^halla halla Minel arıyor?^ ve alo diyerek
açtı telefonu. Bense heyecan patlamasıyla ^Harun, Harun! Benim, burdayım.^ diye
bağırdım. O da sesimden dolayı daha çok panik olup iyi olup olmadığımı sordu.
Üstüme ve tekrar eve baktım sonra iyi olduğumu eve hırsız girdiğini
söyleyebildim. Kapıyı üstümden kilitlemiş dedim. O da yeter ki sen iyi ol dedi.
Sonra polisleri aradılar. Ben de hemen üstüme birşeyler giydim.
Neden eniştemi şikayet etmedim dersen;
suçun cezası çok az, bir de üstüne af yasasından yararlanırsa cezaevinden çıkıp
gelir ablamı da beni de yaşatmaz diye düşünmüştüm. Sonuç değişti mi dersen ona
da geleceğim. Önce kendi yaşadıklarımı anlatmam gerekiyor çünkü ben artık
kaldıramıyorum.
-
Anlıyorum
lütfen devam et.
-
Evet,
tabi. Sonra ben psikoloji dalını kazandım. Kendim istiyordum zaten. Bu olaydan
çok yakın bir zamandan sonra açıklanmıştı sonuçlar. Bu sefer ablama dahil
hiçkimseye gittiğim yeri söylemedim. Hırsız olayından dolayı savcılıktan
çıkarılmış bir kararla tüm bilgilerim de gizli tutuluyordu. İzimi
kaybettirmiştim anlayacağın. Ama ben yaşadığım bu olayı üstümden atamıyorum,
normal bir hayat kuramıyorum kendime, kimseyle ısınamıyorum, bildiğin ben bir
bataklığa giriyorum kendi kendime. Daha bu olayı atlatamadan bir yıkım daha
yaşıyorum. ^hamileyim^ ve bu durumu ben çok geç öğreniyorum. Diyeceksin belki
nasıl anlamadım. Zaten acılarımla boğuluyorum, yeni bir hayat kurmaya
çalışıyorum adet görmediğimin farkında bile değilim. Ara ara kasılmalarım oldu,
sancı girdi karnıma ama aklıma gelmezdi ki. Hatta zaman bile nasıl geçmiş onu
bile hamilelik ayımı öğrenince farkettim. Sonra ben de artık değişiklikler
olmaya başlayınca, bir de hayatımı biraz daha düzene sokunca düşünmeye vaktim
oldu. İşte o zaman içime bir kurt düştü ve doktora gitmeye karar verdim. Eh
şimdi ben doktora ne diyecektim. Hamile miyim onu öğrenmeye geldim desem güler
halime evli de değilim. Son adet tarihimi de bilmiyorum. Yok yani gelmiyor
aklıma ne zaman adet gördüm onu bile bilmiyorum. Böyle aklımda karmaşık sorular
sıra bana geldi. Neyse girdim içeri. Beni direk ultrasona aldılar. Karnıma
yardımcı bayan bir jel sürdü. Doktor geldi ve oturduğu gibi probu direk karnıma
bassırdı. ^Son adet tarihin kaçtı Annesi^ dedi.
Minel ağlıyordu. Her bir an ağlıyordu
aslında ama bu sefer hıçkırıkları ağlamalarına karıştı. Hem anlatıyor hem ağlıyordu.
Bilmiyorum hocam. Dedim. ^tamam sen 16
ekim dersin olur mu annesi ^dedi bana ben de ^olur^ dedim. ^cinsiyetini
söylediler mi sana gittiğin daha önceki doktor^ dedi. ^yok hocam^dedim. Ve pat
diye söyleyiverdi. ^bir kızın olacak haydi tebrik ederim^dedi. Yaşlarıma engel
olamamıştım. Tek yaptığımsa akan yaşlarımı silmek oldu. Elime bir resim uzattı.
^al bakalım bu da muhtemel son bütün halde görünüşü^ dedi. Kağıdı alırken bir
an dondum kaldım. Neden bilinçaltı bize oyun yapar ki? Belki doktor bana o
cümleyi kurmamış olsaydı, ben onu dünyaya getirecektim.
Oğuz hayat hikayesinin koptuğu yere
geldiklerini an ve an anlamıştı. ^^ beyin oyunu ^^ onun tüm yaşamını uğrunda
adayacağı ironiydi.
-
Çok
ilginç değil mi? Aslında doktor orada pozitif bir gelişmeden bahsediyor. Bebek
sürekli büyüdüğü için ultrason görüntüsüne tüm bedeniyle sığmayacak demek
istiyor. Bense o an bebeği kürtajla alabileceğim fikrine kapılıyorum. Bebek ne
kadar çok büyümüş olsa da tıp eğitimi almış olsam da cümle beynimde o noktaya
işliyor. Ve el altı doktor araştırıyorum. Ama bu şekilde vakit kaybediyorum.
Zaman ilerledikçe panikte oluyorum. Ve kürtajı kendim yapmaya karar veriyorum.
Oğuz şok olmuştu ve tepkisine engel
olamadı.
-
Tek
başına mı!
-
Evet,
ona ve kendime yaptığım en büyük ceza. Belki onu dünyaya getirip bir hastane
köşesinde terketseydim bu kadar acı vermemiş olurdum. Çok pişman oldum işlemin
ortasında ama artık çok geçti. Karar verdiğim gün arkadaşlara damar yolu açtırdım.
Onlara biraz rahatsız olduğumu söyledim. Evde ilaç uygulayacaktım onlarda
inandılar. Hastaneden sancı ilaçlarını çaldım. Her riski göze almıştım, ölme
ihtimalim vardı ama ölsem umrumda bile değildi. Her ne olursa olsun içimdekini
istemiyordum hatta yaşadığını bile düşünmüyordum. Beynim öyle inandırmıştı
beni. Ama gördüklerim karşısında hiçte öyle olmadığını anladım. Eve geldim.
İlaçları enjekte ettim ve beklemeye başladım. Beklemek beni çok rahatsız
etmişti. Oldu bittiye getirmek istiyordum ve tekrar kendime ilaç yükledim ama
sanırım çok aşırı doz almıştım bu seferde. Ve ağrılarım aşırı derecede
şiddetlendi. Evdeyim insanlar sesimi duyar diye bağıramıyorum, kıvranıyorum
olduğum yerde. Çok büyük sıkıntıya girdim. Müthiş ağrılar içerisindeyim, nefes
alıp vermekte bile zorlanıyorum, arada kendimi muayene ediyorum, ilerlemesini
bekliyorum ama yok çok yavaş geliyor ve artık şiddetli ağrıların verdiği
acılardan kendimi kaybediyorum, ölecekmişim gibi bir his var bebeğinse artık
yaşamadığından o kadar eminim ki onu ellerimle çekerek müdahale ediyorum. Onu
çekiştire çekiştire içimden aldım ve en sonunda bitmişti. Hemen göbek bağını
kestim. Asla ona bakmıyordum. İçimden sürekli ^bakma, sakın bakma, hadi sar
beze bitsin^ diye telkin ediyordum. Ama duygularıma hakim olamadım, bakma
isteğime hakim olamadım ve en sonunda ona baktım. Acı çekiyordu, kanlar içinde,
yaralar bereler içinde acı çekiyordu. Elleri, ayakları, yüzü herşeyi vardı. Bir
kız bebekti. Güven içinde yaşadığı ortamından koparıldığı için can çekişiyor ellerini
ayaklarını çırpıyordu, titriyordu belki de. Çok canı yanıyordu acısından olsa
gerek bir ses çıkardı. Can çekişe çekişe oracıkta ölüyordu. Elleri hep havada
belki annesinden yardım istiyordu. Oysa ona bu acıyı yaşatan lanet annesiydi.
Onun bir canlı olduğunu yeni idrak etmiştim. Ellerini tutuyordum ama çok geç
kalmıştım ellerim arasında son nefesini verdi. Allahım bu nasıl acıydı. Son ana
kadar ondan nefret ediyordum, belki o iğrenç herifin yüzü dünyaya gelecek ve
ben hep onu göreceğim sanıyordum. Ama o bambaşka masum bir bebekmiş. Ama çok
geçti artık çok geçti. Ben herşeyini ondan koparıp aldım onun elinden,
hayatını, sıcacık yuvasını, anne karnında mutlu uyumasını, anne kokusunu
herşeyini aldım ve onu sopsoğuk toprağa terkedip gittim.
-
Bunların
suçlusu o adam Minel, Biliyorsun değil mi!
Oğuz terapiye başlamıştı bile çünkü olan
olmuştu artık. Ve gerçekten o da Minel’ i suçlamıyordu. Hayatında hiç bebek
dünyaya getirmemişti. Dahası tecavüze uğrayan kızlar ne yazık ki aynı hisse
kapılırdı. Bebeğini idrak edemezdi. Yalnızdı da en azından annesi olsaydı ona
destek çıkan birileri olsaydı yanında, ona yol gösterebilirdi. Ama o
yapayalnızdı bu dünyada. Bunca yaşadıklarını tek başına göğüslenmişti. Şimdi
ise durum farklıydı artık Oğuz vardı. Duygusuz ve ruhsuz yorumlar yapmalıydı. Belki
Oğuz başkasının gözünde çok acımasız görünebilirdi ama eğer Minel’ i şimdi
kurtarmazsa çok daha canlar yanacaktı. Acı ama gerçek buydu. Minel’ in içinde
yaşadığı acılarla bir canavar büyüyordu. Oğuz buna dur demeliydi.
-
O
bebek doğmamalıydı ve sen de gerekeni yapmışsın.
Minel şok olmuş gözlerle Oğuz’ a
bakakaldı. Minel yargılanacağını, aşağılanacağını sanıyordu. Böylesine bir
tepki hiç beklemiyordu doğrusu.
-
Bak
Minel o bebeğin doğduğunu ve o adama benzediğini hayal et. Ona her baktığında o
iğrenç olayı hatırlayacak ve hep ondan nefret edecektin. Tüm hıncını ondan
çıkaracaktın. Ne kadar onun bir suçu olmadığını sen de bilsen de bu durumuna
engel olamayacak onu her fırsatta azarlayacaktın. Ne yaparsa yapsın
beğenmeyecek, her hatasında onu suçlayacaktın. Huzur içinde yaşayacağı evinde bile
ona huzur vermeyecektin, oyuncaklarını oynasa suçlu senin odanı dağıtsa suçlu
sürekli onu ezecek ve hırpalayacaktın. Belki herşeyde onu dövecektin. Saçlarını
kısa kesecektin. Yapacaktın bunları Minel. Sanki o bir an için mutlu olsa o
adam kazanacaktı senin dünyanda böyle bakacaktın ona. Ve o böyle acı veren bir
annenin büyüttüğü kız olarak asla kız gibi büyüdüğünde de kadın gibi
olmayacaktı. Ona cinsiyetinin verdiği kimliği yaşatmadığın için ne bir eş ne
bir anne olabilmeyi becerecekti. Vasıfsız bir hayat sürecekti belki kocası da
ona acılar verecekti sırf bu kimliksizliği yüzünden. Karanlık bir hayatı
olacaktı böyle yaşamaya hayat denilmez tabi. Çocukları olacak o da onlara kötü
davranacaktı böyle görmüştü çünkü. Ve yıkılmış sıragelen birçok hayatlar. Yani
Minel doğsaydı onu bekleyen birçok felaket vardı. Ne yazık ki bu durumdan yara
almadan kurtulabileceğiniz bir çıkış yolu yoktu. Ve bunun tek ve tek sorumlusu
o adam bunu bilesin. Evet yanlış yaptın. Bir cana kıydın. Ben seni tebrik
etmiyorum ki. Haydi herkes böyle yapsın, doğrusu bu demiyorum ki hem de bir
doktor olarak bunu asla savunamam, bir hayvanın bile bu hayatta yaşamaya hakkı
var. Ama bu yaşama hakkını sizden alan o adam olmuş sen değil. Artık kendini
suçlamayı bırak. Dönüşü yok Minel. Sen
geçmiş herşeyi, zamanda olduğu yere bırak. Cenaze de yattığı yerde rahat
uyusun. Yarın ona gidelim, ona güzel bir mezar yapalım. Çocuklar gülleri çok
sever, mezarının etrafına güller dikelim ve çocuklar masalları da çok sever ona
masal okuyalım olur mu? Onu orada yalnız bırakmayalım.
-
Ama
o beni hiç affetmiyor, heryerde sürekli ağladığını duyuyorum.
-
Affedecek
Minel, ona başından geçen tüm olayları gerçeğiyle anlatacağız. Beni de çok
sevecek. Belki ilerde babası olurum hı, belli mi olur?
Minel artık Oğuzla daha sık görüşüyordu.
Onunlayken bebeğinin ağlama seslerini duymuyordu. Birlikte çok güzel vakit
geçiriyorlardı. Oğuz söz verdiği gibi bebeğine mezar yaptırdı. Etrafına beyaz
güller diktiler. Her hafta ziyaretine gidiyorlar ona dua ediyorlardı. Minel tüm
gerçekleriyle başından geçenleri ona uzun uzun anlattı. Mezarının başında
toprağına sarılarak hıçkıra hıçkıra ağladı. Onu nasıl dünyaya getirdiğini de an
ve an anlattı. Belki en zoru da bu olmuştu Minel için. Ondan defalarca özür
diledi. Bu olay ikisinin de ortak acısıydı, ikisi de kirletilmişti. Ama birgün
cennette kavuşacaklardı. Ve bu kötü günler bitecekti. Ama Minel kendi eceli
gelene kadar bekleyecek ve kendisi gibi bu çukura düşmüş masum kızları
kurtaracaktı. Onlara ışık olacak yol gösterecekti. Oğuz ona mutlu olması
gerektiğine inandırmıştı. Eğer o mutlu olursa bebeği de mutlu olacaktı. Minel
ne hissederse bebeği de onu hissediyordu. Bebeğinin bir adı vardı artık. Ona bu
adı Oğuz babası takmıştı.
-
Merhaba
güzel kız ben Oğuz annenle evlenecek adam. Annen seni çok seviyor biliyor
musun? Benim de kızım olur musun? Bana baba de olur mu? Ben de sana ^^Alara^^
diyeyim. İleriki günlerde kardeşlerinle sana ziyarete geleceğiz Alara olur mu?
-
Benim
bir daha çocuğum olmayacak Oğuz bunu sana yapamam.
-
Sadece
bir doktora gitmişsin Minel. Hem tıp çok ilerledi. Birçok yöntemler var.
Gerekirse yurtdışına çıkarız. Ve bunları yemin ederim sadece senin için
yaparım. Benim çocuğumun olup olmaması Allah’ a kalmış. Olmazsa üzülmem
evlatlık alırım. Ben her şekilde babalığı tadarım. Ama senin için en uç
noktaları deneriz. Belki sen ve Alara için en güzel hediye bir bebeğimizin daha
olmasıdır. Eğer olmazsa bir bebeği kötü kaderinden kurtaralım ve evlatlık
alalım, hem de yeni doğmuş bir bebeği olur mu?
-
Hayat
kurtarmak isterim. Bir bebeğimiz olsa bile kimsesiz kalmış bir bebeği evlatlık
alalım ne olursun.
-
Bu
cevabın evlenmek için de evet mi oluyor o zaman?
-
Evet.
Oğuzun da Minelin de ailesi yoktu
düğünlerini arkadaşlarıyla küçük bir mekanda yapmışlardı. Ne yazıkki o cani
herif ablasını da kendisini de öldürmüştü. Keşke ablasını o adamdan
alabilseydi. Ama kendisini bile yeni buuyordu Minel.
Düğün fotoğraflarını ve videolarını
Alaraya da getirmişti Minel. Nasıl bir düğün olduğunu, komik anlarını hepsini
anlatıyor ve her defasında ^^ keşke sen de yanımızda olsaydın^^ diyordu. Oğuz
onun içten içe kapanmayacak bir yarası olduğunu biliyordu. Onun yaşadıklarını
aklından silmeden onu iyileştiremeyeceğini anlamıştı artık.
Aylin Hoca çığır açacak yöntemi sorduğu
gün Minel ve Oğuz için artık yeni bir sayfa açılmıştı.
Oğuz çalışmalarına dört elle sarıldı.
Aylin Hoca ise bu buluşa her türlü desteği vermeye hazırdı. Bütün ilgili
dairelerle görüştü ve iznini zorla da olsa aldı. Ama artık bu yolda ne bir
dönüş ne de hata payı olabilirdi. Eğer bu çalışmada başarısız olursa tüm
hayatını adadığı kariyeri de mahvalordu. Ama o başarısızlıktan çok sadece
ülkesinde değil tüm dünyada başarıyı elde edeceğine inanıyordu. Bu zorlu süreç
elbette fazlasıyla zaman kaybettirmişti onlara. Çok zaman sonrasında nihayet
proje hayata geçirmeye hazırdı.
Aylin Hoca, Oğuz’ u odasına çağırdı.
Oğuz çok defa Aylin Hocanın odasına gitmiş saatlerce görüşmeler ve araştırmalar
yapmışlardı nedense bu sefer içinde farklı bir his vardı. Oğuz kapıyı çalarak
içeriye başını uzattı;
-
Gelebilir
miyim Hocam?
-
Evet
evet gel Oğuz sana müthiş bir haberim var.
-
Evet
hocam buyrun. Oğuz’ un kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Aylin Hocanın yüz
ifadesi onu da çok heyecanlandırmıştı.
-
Projemiz
tamamlandı bugün konferans salonunda tüm hastanemize bu kutlu haberi duyuracağız.
-
Gerçekten
mi Hocam! Diyerek koşup Aylin Hoca’ nın boynuna sarıldı. Aylin Hoca da bu
samimi ve içten gelen davranışı karşılıksız bırakmadı o da ona sımsıkı sarıldı.
-
Oğuz
bu senin başarın. O güzel gözlerinle baktığın pencerenin çizmiş olduğu muhteşem
dünya. Onlara bu dünyayı sen hayal ettin biz de gerçekleştirdik sadece. Aslında
sana uzun uzun neler yapıldığını burada anlatmak isterdim ama projemiz
yetkililere sunulduğunda fikrimizi çok beğenmişler ve onlar inanılmaz büyük
çalışmalar yapmışlar. Proje mühendislerinin hazırlamış olduğu öyle çalışmalar
var ki birçok maket, çizim hepsini görmen lazım. Bugün konferans salonunda
çalışmalarını anlatacaklar. Ama seni buraya başka bir şey için çağırdım daha
çok teknik konular hakkında kahve içersin değil mi?
-
Evet
Hocam evet bu güzel haberin üstüne sütlü kahve muhteşem olur. Aylin Hoca
sekreterine iki kahve söyledikten sonra hemen konuşmasına devam etti.
-
Şimdi
Oğuz önce sana hangi kapıları tek tek çaldığımı anlatayım. İnan bana en yorucu
kısmı buydu zaten.
-
İnanıyorum
Hocam kesinlikle.
-
Hastanemizin
arkasındaki boş arazi, mahkemesi devam eden bir miras davasıymış. O yüzden
araziye hiçbir şey yapılamıyor böyle dümdüz duruyormuş. Daha öncesinde burası
bir tatil köyü olarak kullanılıyormuş. Bu davadan ötürü işletme durdurulmuş.
Kurum avukatımız hatrı sayılır kişilerin aracılığı ile aileyi ikna etti ve
kiraladık. Şimdi bu alana küçük bir kasaba kuracağız. Prefabrik konutlar
kullanacağız. Üç büyük ekip kuracağız; birinci ekip kasabanın yönetimi, mali
işleri, mimarisi gibi işleri yürütecek; ikinci ekip tamamen teknik ekipten
oluşuyor mimar, mühendis ve teknisyenler; üçüncü ekip biz olacağız tedavi
ekibi. Tabi bu kasabayı bir düzene koyana kadar her hafta tüm ekip toplantı
yapacağız. İlerleyen günlerde toplantı sıklığını seyreltiriz. Mali işlerde
kullanılacak paranın gerçek para olmasını önerdiler aslında tehlike arz ediyor
ama ilerleyen günlerde daha üretimsel faaliyetler yapacağımız için gerçek
paranın kullanılması bana da mantıklı geldi.
-
Ya
başaramazsak Hocam.
-
Yok
aklına böyle kötü düşünceler getirme. Kontenjanı kısıtlı tutacağız inşallah
herşey kontrol altında olacak. Bizi aşan bir duruma girmeyiz. Hasta tabrcu
ettikçe yeni hasta kabul ederiz. İlk aşama deneme aşaması olacak.
Başaracağımıza inanıyorum.
-
Peki
kronik hastalığı olanlar ya da kasabada fizyolojik rahatsızlık yaşayanlar
onlara nasıl müdahale edeceğiz.
-
Bununla
ilgili olarak kasabaya yakın bir hastane görevlendirildi. Düzenli olarak
hastalarıyla ilgilenecek ve kontrollerini yapacaklar. Alması gereken ilaçları
da onlar düzenleyecek. Şimdi önemli maddelerden birine daha gelelim. Olaki bu
hastalarımız bir terslik sonucu ilaçların tesirinden kurtuldu bu durum için bir
önlem almamız gerekiyordu. Bunun için de bir bileklik tasarlandı. Aslında ev
hapislerinde bu bileklik kullanılıyor. Bu bilekliği bizim için biraz daha
geliştirdiler.
-
Haklısınız
hocam her an herşey olabilir.
-
Ayrıca
ilaç tedavimiz bir çok saldırgan özelliklerini hatta cinsel arzuları da
indirgiyor. Ama direk kesip atmıyor. Hastalarımız arasında ailesi olan insanlar
var ayrıca anılarını da sileceğimiz için yaşayacakları herşey özgür iradesinde
yapıyor sayılmaz. O yüzden cinsel yaşamlarını da engellememiz şarttı. Ayrıca
çoğu erkek hastalarımızın cinsel saplantıları da var.
-
Bu
konuda en önde hak verecek kişi ben olurum sanırım.
-
Eşinden
ötürü değil mi?
-
Evet
Hocam.
-
Hadi
konferans salonuna gidelim.
Tüm hastane çalışanları salonu
doldurmuştu. Haber bültenleri de yerini almıştı. Oğuz projeyi başından sonuna
kadar ilk defa dinliyormuş gibi dikkatle dinliyordu. Minel ise son terapi
seansında üstün zekalı öğrencisini hayranlıkla dinliyordu.
-
Ya
Umut merak ediyorum; zihnimle ben kaderimi yönlendirebilir miyim?
-
Zihninizi
koyduğunuz yere göre değişir.
-
Biraz
daha açabilir misin?
-
Zihninizi
emeğinize koyarsanız kaderiniz şekillenir. Minel bu çocuğu dinlerken büyük
keyif alıyordu.
-
Peki
sen kaderini şekillendirebiliyor musun?
-
Evet
yalnızca bir kişi olarak.
-
Arkadaş
konusu değil mi? Umut sıkkın bir yüz ifadesiyle başını salladı.
-
Peki
biraz da arkadaş için emek sarfetsen.
-
Sarfediyorum
etmez miyim? İlk başta herşey güzel, tanışıyoruz, gülüyoruz ama muhabbetler
derinleştikçe onların ya da benim ne kadar farklı olduğunu anlıyorum. Ben
anlıyorum ama onlarsa benim farklı olmama gülüyorlar.
-
Herkes
farklı düşünebilir bu iletişimini etkilememeli.
-
Onları
anlıyorum ama beni yargılamalarını anlayamıyorum illaki onlar gibi mi
düşünmeliyim?
-
Kimse
için şekillenmemelisin. Kendin hissettiğin gibi olmalısın. Eminim seni
anlayacak biri çıkacaktır karşına.
-
Aslında
biri var ama onun benim varlığımdan haberi yok.
-
Hım
duygusal olarak mı?
-
Sanırım.
-
Sen
çok yakışıklı bir delikanlısın neden ona tanışma teklifi etmiyorsun.
-
Nasıl
yaklaşacağımı bilmiyorum. Sanki benden çok uzakta gibi. Belki çok daha uzakta.
-
Hangi
açıdan uzak anlayamadım. Duygusal olarak mı mesafe olarak mı?
-
Pozisyon
olarak. Okulun en popüler kızı. Arkadaş grubu biraz kalburüssü. Bense normal
düzeyli bir ailenin çocuğuyum. Tek olumlu yanım derslerim iyi bir nevi inek
yani.
Minel onun bu halini çok tatlı bulmuştu. Gülmesine engel
olamamıştı.
-
Yakışıklı
ve sporcu bir inek hatta karın kasları olan bir inek. Sen gerçekten ne kadar
yakışıklı olduğunun farkında değilsin.
-
Farkındayım
ilk etapta bütün kızların dönüp bakabileceği bir kişiyim. Lakin benle görüşmeye
başladıklarında o bıkkın mimiklerini bariz bir şekilde görebiliyorum ne
yazıkki. Sence ben çok mu at kafalıyım. Niye diğerleri gibi saçma salak
sohbetler edemiyorum. Ne bileyim aşk filmleri, bir hocanın merdivenden düşme
rezillikleri gibi.
-
Havadan
sudan konuşmak aslında bazen rahatlatır. Bence sen doğru insanla henüz
karşılaşmamışsın. Dünyada onca insan var herbiri bir kar tanesi kadar özel ve
ve farklı bunların arasından en çok benzer iki kişiyi kavuşturmak istiyorsun ne
kadar kolay olmasını bekliyordun ki?
-
Sen
bulabildin mi?
-
Bulduğuma
inanıyorum.
-
O
zaman bu yaklaşımına göre onu asla kaybetmemelisin.
Minel gözlerinin içine baktı.
-
Evet
sanırım. Biliyor musun seninle sohbet etmeye bayılıyorum. Ama kar tanem beni
bekliyor. Hatta geç bile kaldım. Gelecek seansta neden o arkadaşınla
katılmıyorsun?
-
Ne
yani ilk anda beni hasta ruhlu mu olarak tanısın.
-
Sen
hasta değilsin. Ben senin çözemediğin bir problemin hocasıyım ve ikimiz doğru
bir yol arıyoruz.
-
Ah
tabi ya da doğru bir kişi.
-
Evet
süpersin.
Minel bir yandan çeketini giyip anahtarını alıyordu.
-
Seni
bırakmamı ister misin?
-
Yolunun
üstüyse çok sevinirim. Harçlığım bana kalır.
-
Ah
erkekler ah.
İkisi de gülmüşlerdi. Minel Oğuzdan
mutlu haberi eve geçince alacaktı. Belki bu yüzden herkesten önce Aylin Hocanın
kapısının önünde bekliyordu.
-
Aylin
Hocam günaydın siz Aylin Hocasınız değil mi?
Aylin Hoca, çantasından kapısının
anahtarını çıkarmak için uğraşıyordu. Sese doğru kafasını çevirdi.
-
Evet
günaydın buyrun.
-
Ben
Oğuz’ un eşi Minel. Tibet Kasabası için sizle görüşmek istiyordum.
-
Ah
evet kasabamızın ilhamı Minel. Tabiki de buyrun içeri geçelim Minel Hanım.
-
Ben
aslına bakarsanız anlayamadım. Oğuz benden söz etti mi?
-
Oğuz’
un bir fikri bu kasabanın kurulmasına sebep oldu. O fikir de sensin. Lakin seni
anlatmadı. Sadece bu kasabada yaşamak isteyebilecek ilk kişilerden birinin sen
olabileceğini söylemişti. Ben de zaten seni bekliyordum ama Oğuz ile birlikte.
-
Evet
sanırım ben tahmin ettiğinizden çok daha fazla istekliymişim, bunu gördüm.
-
Sanırım
siz de doktorsunuz Minel Hanım. Siz de benim kadar iyi bilirsiniz iyileşmenin
başladığı an; iyileşmeyi istemekle olur. Bundan dolayı çekinmenize gerek yok.
Sizi çok iyi anlıyorum. Hem yaşadıklarınızı hem de şuan hissettiklerinizi. Ama
en güzel siz de benim sizin için neler hissettiğimi çok iyi anlıyorsunuz. Size
karşı asla önyargılı değilim hatta yardım için elimi uzatmaya hazırım. Bence
hemen başlayalım. Kasabanın işleri on günde tamamlanacak. Bu esnada bizler de
sizi hastanemizde misafir edelim. Öncelikle bilgilerinizi alacağız. Dosyanızı
oluşturalım. Daha sonra bu hastanede ön tedavi sürecimiz var. Bu süreçte tüm
hastalar bütün yaşantılarını unutacaklar ve bu süre zarfında uyutulacaklar.
Oğuz Bey bu kısmını anlatmıştır belki.
-
Evet
anlattı. Başlayalım o zaman.
Minel hasta dosyasında istenilen tüm
bilgileri vermiş ve kendisine ayrılan odaya geçmişti. Camdan o koca yeşil alanı
izliyordu. Oğuz telaşla kapıdan içeriye girdi.
-
Minel
canım!
-
Hoş
geldin Oğuz.
-
Neden
beni beklemedin.
-
Uyuyamadım.
-
Dosyanı
ben dolduracaktım. Sen doldurmuşsun bile. Neden adresine ölen ablanın adresini
yazdın? Bizim adresimizi yazsaydın ya?
-
Sen
zaten benim yanımda olmayacak mısın?
Oğuz Minel’ in yanına oturdu ve ellerini
tuttu.
-
Ben
hep senin yanındayım. Merak etme seni bir an olsun bırakmayacağım.
Minel’ in engel olamadığı yaşları yanaklarına süzüldü.
-
Onu
unutmak benim için çok zor olacak.
-
Kısa
bir ayrılık bu. Dönüşünde onu daha güzel hatırlaycaksın merak etme.
-
Onu
da yalnız bırakma olur mu? Çiçekleri kurumasın.
-
Asla!
O benim kızım. Ona eskisinden daha sık ziyarete gideceğim ve annesinin iyileşme
sürecini an ve an anlatacağım.
-
Oğuz
sence benim minik kızım ne zaman ağlamayacak?
-
Huzurlu
bir uykuya daldığında.
-
Huzur?
Sana da özlem duyduğun yuvayı veremedim. Hep benim sorunlarımla uğraşmak
zorunda kaldın.
-
Keşke
özlem duyduğum yuvanın sen olduğunu görebilsen. İnan buna. Ben senin kadar
mükemmel bir anne tanımadım bugüne kadar.
-
Acaba
o da böyle düşünüyor mu? Ne kadar saçma bir soru sordum değil mi?
-
Emin
ol senin gibi mücadeleci ve güçlü bir annesi olduğu için gurur duyuyor.
-
Ona
annesi olma fırsatı bile vermedim. Hatta onun yaşama hakkını bile elinden
çaldım. Belki o da yaşamak istiyordu.
-
İstiyordu
belki. Annesinin sıcacık karnında üşümeden uyumak istiyordu. Yine doğduğunda,
anne sıcağına ve kokusuna bedenini kavuşturup göğsünden akan sütle doymak
istiyordu hayata. O minicik elleriyle annesinin tenine dokunabilmek, kucağında
büyümek istiyordu. Herşey o büyüyene kadar o kadar masum olacaktı ki belki ona
bir bez parası dahil bulamayacaktın. Belki okuluna devam edemeyecektin. Kimsen
yoktu çünkü onu bırakacak. Bir evin bile yoktu. Ona hangi hayatı sunabilecektin
ki? Ama unutma o hep seni sevecek Minel. Senin yüreğinde ona kocaman bir yer
açtığını, onun önüne en muhteşem hayatı sermek istediğini bilecek. O görüyor
biliyor musun? Senin herşeye rağmen onu sevdiğini görüyor.
Ama bence sen, onu pişmanlıklarına
yerleştirme artık. Onun hakettiği yer orası değil çünkü. Onun hakettiği yer,
yüreğinde sevgi kokan, mutluluk tomurcukları atmış gül bahçesi.
Onu karanlık dünyana mahkum edip
korkular içine atma. O daha çok küçük, o çok minik. Sen onu ne kadar kara
toprak altına koymuş olsan da yüreğindeki karanlık kadar ürkütücü değil.
Toprak dediğin, bir fidana hayat
veriyor. Altında milyonlarca karınca can buluyor. Ana olmuş hayvanlar,
yavrularını toprağın altında saklıyor. Dışardan gelebilecek tehlikelerden
korumak için. Ve o tüm canlılar toprakla huzur buluyor.
Minel birkaç gün sonra uyutulmuştu.
“ Ey cani hayat!
Çocukluğumu aldın benden.
Tertemiz yüreğimi kirli ellerinle pisledin.
Işık saçan gözlerimi kararttın.
Kaderimi en baştan siyahladın.
Ey sevgili annem!
Sen benden gideli kimse tutmadı ellerimi.
Sevgi nedir görmedim senden iyisini.
Dayanacak ne bir omuz kaldı ne de bende yürek.
Ne zaman yaralarımı sıvazlayıp tekrar ayağa kalksam,
Hayat yüzümü çarptı yere direk.
Söyle şimdi bana!
Nasıl güleyim tekrar hayata.
Yüreğim pis, bedenim günah, kıydım bir cana.
Çektiklerime kör ama herkes şahit.”
Kasabaya talep çok fazlaydı. Hayata tekrar
başlamak isteyen birçok hasta vardı. Onlar için bir umut olmuştu.
Aylin Hoca, Oğuz ile görüşmüş Minel ile
kasabada karşılaşmaması gerektiğini söylemişti. Oğuz da kendisinin bu konuda
uyarılacağını biliyordu. Oğuz’ u görmesi işleri bozabilirdi. Bu yüzden Oğuz çok
dikkatli hareket ediyor hastaneye gelme günlerini planlı yapıyordu.
Günler sonra Alara gözlerini TRAN’ da
açmıştı.
-
Alara
iyi misin? Ağır ve bulaşıcı bir hastalıkla mücadele ediyorsun. Günlerdir hastanede
tedavi altındasın. Biraz dinlen kendine gelince sana daha detaylı bilgi
vereceğiz.
7.
BÖLÜM
Yine karanlık olmuş Ahmet ile Ayberk pastaneden
anca çıkabilmişlerdi. Ahmet ağaçlık alanda ilerlerken sessizliğini bozdu;
-
Oğlum
şaka maka pasta yapmayı da öğrendik.
-
Sorma.
Annem dese hayatta yapmazdım. Baksana, maç izlemeye geliyorsun değil mi?
-
Yok
ya vallahi belim başım koptu. Sen arabayla beni eve bırak olmaz mı?
-
Yok
oğlum öyle yağma, sanki ben yan gelip yattım. Gidiyoruz o kadar. Baksana geçende
fena yendik sizi.
-
Hakem
taraf tuttu oğlum. Hakkımızı yediniz… demeye kalmadı ki Ahmet, Ayberk’ in
kafasına aldığı darbenin etkisiyle yere yığıldığını görmesiyle kendi başına
aldığı darbe bir oldu.
Pamir ikisinin de nabzını kontrol etti. İkisi
de bayılmıştı sadece. Zamanı kısıtlıydı. Bu yüzden hızlı davranmalıydı. İkisinin
de kartlarını aldı. Tüm ceplerini yokladı. Cüzdanında ki paraları da boşalttı. Kendisinde
de bir miktar para vardı. Onu uzun bir süre idare edeceğini düşünüyordu. Ayberk’
in cebinde bir de anahtar buldu. Onu da yanına aldıktan sonra yanlarından
ayrıldı. Kartların resimlerinde kendisine benzer olanı seçti. Ahmet’ e daha çok
benziyor gibiydi.
Artık ormanlık alanda hızla koşuyordu. Atletik
vücudu bu kadar koşmaya alışık olduğu için koşarken yüzü bile kızarmıyordu. Kapıya
yaklaşınca yürümeye başladı. Üslubu tamamen sakindi.
-
İyi
akşamlar beyler.
-
İyi
akşamlar Doktor Bey. Pamir kartı görevliye uzattı.
-
Ahmet
Bey arkadaşınızın da çıkacağı söylenmişti bize. O yok mu?
-
Son
anda pastanede bir işi unuttuğumuzu farkettik. Aslında ben de kalıp yardımcı
olmak istedim ama benim gitmem gerekiyordu. Ayberkte bıraksa bu sefer dikkat
çekerdik. O yüzden Ayberk işleri tamamlayıp öyle çıkacak.
-
Tabi
siz bilirsiniz. Diyerek kartı Pamir’ e uzattı.
Pamir de “iyi geceler” diyerek oradan
uzaklaşmaya başladı. Uzun bir ağaçlık alan vardı. Hangi yönden gideceğini bir
türlü kestiremiyordu. Renkte vermek istemiyordu bu yüzden çabuk karar
vermeliydi ve düz gitmeye karar verdi. Elinde tuttuğu anahtar muhtemelen bir
arabanın anahtarıydı ve bu kadar sık ağaç olan alana araba giremezdi. Biraz daha
karanlığın içine gidip oradan sahilde gördükleri binanın istikametinde
ilerlemeye karar verdi.
Göz görmeyecek kadar uzaklaşınca artık
Pamir koşmaya başladı. Sanki hala bileğinde bileklik varmış gibi hissediyordu. Ama
ondan çoktan kurtulmuştu. Artık özgürdü. Buna kendisi bile inanamıyordu. Rüzgar
yüzüne çarptıkça daha bir koşuyor özgürlüğünü içine çekiyordu. İçinden haykırmak
avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu ama yapamıyordu bu duygunun vermiş
olduğu hisle daha güçlü koşuyor sanki bir füze gibi ağaçların arasından fırlıyordu.
Önünde o bina belirmeye başlamıştı. Tüm hızıyla
koşarken bir an için doğru mu gidiyordu diye içi cız etti. Ya o binadan
birileri onu farkederse. Daha o binanın ne olduğunu bile bilmiyordu. Ama yakın
civarda başka bina da yoktu. Keşke şu arabayı bulabilse ve buradan daha çabuk
uzaklaşabilseydi. Bunları düşünürken artık tamamen binaya yaklaşmıştı. Binanın
yanından bir yol geçiyordu ve karşı yolda yani binanın duvarına yakın yerde bir
araba duruyordu. Bu o araba olabilir miydi? Ağaçlık alandan yola doğru çıkarken
yürümeye başladı. Sanki araba kendisininmiş ve olağan bir şekilde arabasına
yaklaşıyormuş gibi arabaya yaklaştı. Gözleri etrafı kolluyordu. Anahtarı denedi
ve “tık” kapı açıldı. Hemen araca atladı ve sadece bir an için duraksadı ve
karşısında duran direksiyona bakakaldı. Sonra sanki yıllarca araba kullanmış
gibi bilgiler bir anda zihninde canlandı. Ana yola çıkana kadar yavaş sürdü ve
farlarını yakmadı. Önünde tek bu yol vardı ve ana yola çıkana kadar sürmeye
devam etti. Uzun bir süre ağaçlık alanda bu yolla devam etti. Ana yola
geldiğinde ise farlarını yaktı ve gaza bastı.
Direksiyonu tutarken gözüne bileğinde
hala geçmemiş olan bileklik izi takıldı. İz hala geçmemişti. Pamir bu duruma
artık gülüyordu. Derin bir nefes aldı ve sırtını arkaya yasladı. Nereye süreceğini
bilmeden arabayı hızla sürüyordu. Gözünde Alara ile sabah ki görüşmeleri
canlandı.
-
Pamir
her zamanki gibi erkencisin.
-
Senin
de yüzünde kelebekler uçuşuyor maşallah. Günaydın.
-
Günaydın.
Özellikle erken geldim, seni bulacağımı biliyordum.
-
Evet
geceleri iş sırası daha seyrek geliyor artık ben de dosyaları incelemek için
erken geliyorum.
-
Hakikaten
ne durumdasın, görüşemiyoruz kaç zamandır rahatça.
Pamir sanki etrafta birileri var da
onları dinliyormuş gibi etrafa bakınarak, Alaranın yanına geldi ve ona doğru
iyice eğildi. İkisi bistronun başında kafa kafa vermiş durumda konuşmaya devam
ettiler.
-
Alara
bilekliği açabiliyorum artık. Alaranın gözleri faltaşı gibi açılıverdi bir
anda.
-
İnanmıyorum
bunu nasıl buldun. Göstersene nasıl oluyor.
-
Dosyaların
içinde bir bölümde yazıyordu. Pamir bileğinde göstererek anlatmaya başladı.
-
Bilekliğin
iki yanından ve üst kısımdan aynı anda bastırarak, şöyle iç kısımdan
başlıyorsun önce 360° tam daireyi tamamlıyorsun.
Pamir zorlanarakta olsa bu işlemi yapar
yapmaz kolunun iç kısmına yayılan bir ekran görüntüsü oluştu.
Alara şaşkınlığını gizleyemedi ve
elleriyle açılan ağzını kapattı.
-
Aman
Allah’ ım bu da ne böyle.
− − − − − − − − şeklinde
bir görüntü vardı ve alt sırada 0’ dan 9’ a kadar rakamlar yazıyordu. Pamir rakamlara
dokunarak 26052000 sayısını girdi. Bileklik iç kısımdan açılıverdi. Sonra tekrar
düzeltti.
Alara çok karmaşık duygular
hissediyordu; şakınlık, korku, heyecan ve yalnızlık. Ne diyeceğini, nasıl bir
tepki vereceğini bilemiyordu. En sonunda hüznünde takılı kaldı. Ayrılık vakti
gelmişti. Yüreğini kocaman bir boşluk kaplayıverdi. Pamir’ e sarıldı. Gözyaşlarına
engel olamıyordu. Omzuna yaslandı ve için için ağladı.
Pamir Alaranın saçlarını okşadı, uzun
uzun öyle kaldılar. Sonra onu omzundan geriye aldı ve alnına bir öpücük
kondurdu.
-
Alara
yapma hadi lütfen toparla kendini. Herşey iyi olacak, bak göreceksin.
-
Bilmiyorum.
Sen de gitmesen keşke. Biraz daha beklesen. O doktor herşeyin güzel olacağını
söylüyor.
-
Bunu
anlamamız için benim dışarı çıkmam lazım. Eğer gerçekten olmamız gereken yer bu
Kasaba ise senin kaldığına çok mutlu olacağım ve söz veriyorum ben de geri
geleceğim. Yok hayır biz burada tutsak edilmişsek mutlaka seni kurtarmaya
geleceğim. Alara iyi ki seni tanıdım.
Alara gözyaşlarını sildi ve Pamir’ in
gözlerine baktı. Onu uzun uzun izledi. Yüreğinde o sevilme ihtiyacı hiç son
bulmayacaktı. Samimi söylenen sözlere, ilk defa duyuyormuş gibi her zaman ihtiyaç
duyacaktı. Şimdi Pamirden de duyduğu bu sözlerle sanki ateşle kavrulan yüreğine
su serpilmiş gibi ferahlık doluyordu. Ve böylesine hayran Pamir’ i dinlemeye devam
etti.
-
Eğer
olur da, buradan gittikten sonra bir daha görüşemezsek şunu bil: sen benim her
zaman neşe kaynağımdın. Bilmiyorum nasıl anlatılır: bir an olsun beni
yalnızlığıma terketmedin. Sen olmasaydın gerçekten bana bu kadar sıcak ve yakın
başka dost olmazdı. Biz başkaydık ya. Herkesten farklıydık.
İkisi de güldüler.
-
Sen
de öyleydin. Beni korudun kolladın. Çok merak ediyorum Pamir; acaba dışarıdaki
yaşantımızda tanışıyor muyduk?
-
Bunu
zaman gösterecek. Bak ben bu gece kaçmayı planlıyorum. Korkmuyorsun değil mi? Bir
süreliğine yalnız idare edebilir misin?
-
Aslına
bakarsan çokta yalnız sayılmam.
-
O ne
demek şimdi?
-
Hım.
Nasıl desem, benim doktor daha sık uğrar oldu bu sıralar.
-
Ağzından
laf arıyor olmayasın dikkat et bizimkiler gibi casusluk yapıyor olabilir.
-
Yok
açık ve net bir şekilde konuştu benimle. Gitmememi söyledi. Onunla daha önce
tanışıyormuşuz, inanabiliyor musun buna? Hatta sanki bana özel bir ilgii var
gibi geldi. Bana çilekli pasta getirmiş. Beyaz gül almış. Benim zevklerimden
haberi var. Bir de buraya gelmeyi ben istemişim.
-
Bak
şuna. Peki anlattı mı sana bilgi verdi mi kasaba hakkında?
-
Veremeyeceğini
söyledi. Diyeceklerini duyarsak burada hiç kimse o kadar gerçeği duymayı
kaldıramazmış. Tedavimizin daha sağlıklı ilerlemesi için bir süreliğine
hayatlarımız hakkında ve kasaba hakkında hiçbir şey bilmemeliymişiz.
-
Bana
bu da bir oyun gibi geldi. Alara bizi ikna etmenin ılımlı bir yolu olabilir.
-
Ben
de onu düşünmedim değil. Ama Pamir inan bana çok hoş biri. Onu dinlerken
kendimi yuvamda gibi hissediyorum.
-
İşte
buna sevindim. Gözüm arkada kalmayacak. Ama dikkat et yine de. Bir de biliyorum
bu konuya hassasiyet gösterirsin ama lütfen benim hakkımda çok bilgi verme olur
mu?
-
Saçmalama
çok dikkat ediyorum. İçin rahat olsun.
………………….
Pamir uzun süredir arabayı sürüyordu. Birçok
tabela çıktı karşısına ama ona birşeyler çağrıştıracak cinste değildi. Neredeyse
hava aydınlanmıştı artık. Tek bildiği bir adres ve telefon numarasıydı. Acaba kaçtığını
farketmişler miydi? Çok zaman geçmişti. Bir anda arabadan ses çıkmaya başladı. Pamir
anlamaya çalıştı ama bir türlü anlam veremedi bu duruma. Önünde duran birkaç
düğmeye bastı ama susmuyordu alarm gibi birşeydi. Sağına soluna baktı, neden bu
denli ötüyordu birtürlü çözemedi. İlk gördüğü yerde durup birilerine sormaya
karar verdi. Etrafta çokta yerleşim alanına benzer bir yer yoktu. En sonunda
sağda yol çalışması yapan bir ekip gördü, birkaç tane araç çalışma yapıyordu. Aracı
kenara çekti ve en yakınıda duran orta yaşlarda bir adama seslendi:
-
Pardon
bakar mısınız?
-
Buyrun.
-
Ya araç
arkadaşımın da. Değişik sesler çıkarmaya başladı. Arıza mı yaptı acaba emanet
araç anlayamadım.
-
Tabi
ben bir bakayım. Adam sürücü koltuğuna oturdu ve anında Pamir’ e baktı sonra
tekrar araca baktı ve şaşkınlığını gizleyemedi.
-
Birader
sen arabada bayağı acemisin herhalde?
-
Ya sormayın
aslında öyle. Acil yola çıkmam gerekince götürecek kimse de yoktu, sağolsun
arkadaş aracını verdi ben de bu durumdayım şimdi.
Pamir çok utanmıştı. Yüzünün kızarmasını ne yazıkki
saklayamıyordu.
-
Birader
bunun benzini bitmek üzere. Birkaç kilometre sonra benzin istasyonlarına
rastlarsın, seni oraya götürecek kadar depoda var benzin.
-
Çok
sağolun vallahi içimi rahatlattınız. Ben bozdum falan sandım.
-
Yok
birader cillop gibi araba kolay bozulmaz bu model.
Pamir
adamla tokalaşıp ayrıldı. Sahi bu arabanın peşine düşmeyecekler miydi? Bunu hiç
hesap etmemişti. Bununla ne kadar daha gidebilirdi ki? Yola başka şekilde devam
etmeliydi. Pamir ilk gördüğü benzin istasyonunda durdu.
-
Hoşgeldiniz
ne kadarlık dolduralım.
Pamir duraksadı. Ne kadarlık demeliydi
acaba? Cebinde ksıtlı bir para vardı. Herhalde depoyu doldurtsa bu elindeki
para yeterdi. Miktar olarak söylese ne benzin ne para birimi hakkında bilgisi
vardı. En iyisi ona sormaktı.
-
Depoyu
doldursan ne kadar tutar?
Genç ne kadar tutacağını hesaplayıp
söyledi. Pamir elindeki parayı tekrar yokladı. Dediği miktara göre elinde
bayağı fazla bir para vardı. Doktorların cebinden aldığı para ile kasabada
kazandığı paranın aynı olduğunu da yeni farketmişti. Teyit etmeye vakti
olmamıştı. Gencin söylediği miktarın biraz altında bir miktar para uzatıp;
-
Bu işini
görür mü? Genç parayı alıp saydıktan sonra;
-
Ona
göre koyarım sıkıntı değil. Dedi. Pamir rahat bir nefes aldı. Şimdilik herşey
yolunda gidiyordu. Oradan ayrılırken gence adresi de sormaya karar verdi.
Yorumlar
Yorum Gönder