TİBET KASABASI

GİRİŞ


1.BÖLÜM



-          -  Baba!
 Bir anda yatağından sıçradı. Yatağının başucunda duran elektronik saatine baktı.
-          -  03:00
    Tekrar yatağa başını koydu. Elleriyle hafif dalgalı kısa saçını geriye yasladı. Sert bir şekilde elleriyle başını ovuşturup bir anda yatağından doğruldu. Ayaklarını yere koydu ve öylece bekledi. Yine uykusu kaçmıştı. İşin ilginç yanı bu rüyayı hep bu saatlerde görüyor olması. Uzun ama zayıf vücuduna yüklendi sanki yaşlı bir insan edasıyla yatağından ayağa kalktı. Camdan dışarıya karanlığın boşluğuna uzun uzun bakakaldı. Düşünüyor gibi duruyor ama düşünmüyordu. Düşünecek ne vardı? Peki neden babasını hiç hatırlamıyordu?
     Of yine karmaşık sorular yine uykusuz bir gece ve yine yoğun iş temposu. İçi sıkıldı bir kahve yaptı kendine masaya oturdu uzun uzun sol bileğindeki gümüş bilekliği eliyle ovuşturup duruyor rüyasına anlam vermeye çalışıyordu. Çünkü tek görebildiği rüya buydu.




                                                                        2. BÖLÜM



- Hey Pamir günaydın erkencisin yine
Ona seslenen bu güzel kız bugün de yakıyordu ortalığı; streç tayt üstüne salaş askılı bir bulüz ve omuzlara dökülen o ateş gibi saçlar. Ama yine de onun içini heyecanlandıramadı. Donuk bir şekilde:
-          Günaydın diyebildi.
-  Yine yorgunsun o rüya mı? Bu kadar canlı aktif bir adama somurtkan olmak hiçte yakışmıyordu.
-      Evet
-    Bir kahve yapayım sana iyi gelir vaktimiz var. Patron daha gelmez. Müşteri de gelmezse şansımız var demektir. Dertleşelim biraz.
       Pamir oturduğu yerden bir bakış attı olur diye ve izlemeye başladı. Alara ise umursamaz tavrı ile bir şarkı tutturdu. Hızla önlüğünü giyip iki kahve kapıp Pamir’ in karşısına arı gibi kıvrak ama bir o kadar hafif bir hareketle sandalyeye oturuverdi.
       Pamir fincanlardan birine uzanıp karşıdaki hastaneye uzun uzun baktı.
-    Alara kafam çok karışık anlamıyorum. Aklımda bir çok sorular ama cevap yok bu beni çok rahatsız ediyor.
-     En azından sen bir rüya görüyorsun ben bir rüya dahil görmüyorum. Hayatım hakkında hiç bir fikrim yok. Hayır sen rüya görmeye başlamasan rüyanın varlığından bile haberim olmayacak. Doktor ne diyor bu konuda?
-    Ben de ilk gördüğümde bir travma yaşadım Daha önce de anlattım biliyorsun. O zamana kadar elimdeki bilekliğin alarm verdiğinden bile haberim yoktu. Çok değişikti Alara yaşadığım duygu çok değişikti: Tek yaptığım ‘hayır, hayır’ diye bağırıyordum, etrafa saldırıyordum, korku gibi bir şeydi. Bir anda askerler bitti yanımda. Gözlerimi açtığımda hastanede sedyede yatıyordum.
-     Pamir Pamir daha iyi misin? Sana sakinleştirici yaptık. Ben Doktor Faruk?
-          Neydi doktor bu benim yaşadığım neydi?
-          Ne yaşadın bana baştan anlatır mısın?
-   Geceyi çok iyi hatırlıyorum; yatağıma yattım eminim ama bir anda karanlık bir odadayım. Ellerim bir anda soğuyor, sonra bir suyun içinde bir çocuk gördüm suyla boğuşuyor kurtulmaya çalışıyordu. Boğulmak üzereydi…
-     Cinsiyetini hatırlıyor musun?
-     Evet oğlan çocuğuydu.
-   Pamir sen aslında hep yataktaydın uyku esnasında beynimiz bize bazen bu tür görüntüler oluşturur. Sanki o anı gerçekten yaşadığını zannedersin ama değil. Buna rüya diyoruz.
Bir anda kapı çarptı.
-          Günaydın gençler. Alara arkasına dönük olmasına rağmen kafeye giriş şeklinden ve ses tonundan anında Patron geldiğini anladı ve masadan fırladı.
-          Günaydın Patron.
-          Nasılız bugün?
Neden Pamir’e bu adamın hareketleri samimi gelmiyordu ya da neden yapmacık hareketleri bu kadar sırıtan adamı Alara samimi buluyordu, farklı olan Pamir miydi?
-          Alara baktın mı fırın ısındı mı?
-          Evet Patron geceden hazırladıklarımızı koydum bile.
-   Haydi yakışıklı garson hazırla masaları. Pamir de bekliyordu zaten ne zaman laf ona gelecek diye.
-    Tamam Patron hazırlıyorum şimdi.
-    Günaydın arkadaşlar.
İşte. Neden hep Alara herkesi sevecek ki, gıcık olduğu kız da geldi sonunda. Hafif mırıldanarak;
-     Sürtük. Dedi. Neyse ki oda dahil kimse duymamıştı.Ne anlayacaktı ki sarı çiyan aklı beş karış havada hayır kafası bassa ne kadar aptal göründüğünü görecekti. Ah Alara yine beyninle çekişmeye başladın. Ne geveze kafan var senin.
-     Pişt. Duyduğu sesle Alara bir anda elindeki tabakları düşürecekti. Alara;
-    Pamir ne yapıyorsun korkuttun beni. Alara’ nın bu hali Pamir’ in neşesini yerine getirmişti belli ki. Pis pis sırıtıyordu. 
-      Hayırdır ne böyle kendi kendine söyleniyorsun?
Alara bistronun gerisinden Pamir’ in burnuna kadar sokularak fısıldadı:
-          -     Geldi yine sülük ne diyeceğim.
Pamir kahkahalara boğuldu. Personel odasından çıkmak üzere olan sarışın kız kahkahaları son anda yakaladı.
-          -     Neşeniz yerinde yine. Alara işine devam ederek ona cevap verdi:
-          -     Her zaman ki halimiz canım bilirsin.
Sabah işe gitmeden kahvaltı yapmak isteyenler bir bir gelmeye başladılar. Sabahki soğuk havadan eser kalmadı. Alara da Pamir de işin yoğunluğundan rüyanın etkisini çoktan unuttu.

                                                     3. BÖLÜM

En son gördüğü rüyadan sonra kaç gün geçmişti acaba? Herkes gündelik işine gelip gidiyordu. İnsanlar tamamen normal hayatlarını sürdürüyordu. Sessiz bir kasabaydı. En güzel özelliği de denizi olmasıydı. Pamir sıcak kumsalda uzanıp güneşin doğuşunu beklemeyi çok severdi. Dingin hayat ona göre değildi. Sanki işi hafif geliyordu o yüzden iş saatleri dışında boş zamanı çoktu ona göre. Az uyuyup az yerdi ona rağmen bedeni daha fazla iş yapmak isterdi. Kafe işi de neydi? Niye bu işi ona vermişlerdi? Israrla iş başvurusunda daha kaliteli zaman geçirebileceği üretime yönelik bir iş istediğinş söylemesine rağmen ona verebilecekleri tek pozisyonun kafede garsonluk olabileceğini söylemişlerdi. Bunun dışında çokta bilgi vermiyorlardı zaten.
Yine bahar gelmişti. Havanın ısınması insanın da içini ısıtıyordu. Güneşli muhteşem bir gündü yine bugün ve Pamir uzanmış kumsala dalgaların müziğini dinliyordu. Taki üstüne kum sıçrayana kadar.
Bir anda sıçradı Pamir kapalı gözlerini istemsizce daha da yumdu. Ağzına dolan kumları temizlemeye çalışırken bir yandan da bunu yapanın kim olduğunu görmeye çalıştı. Ama anlaşılan Alaranın ona nefes aldıracağı yoktu. Bir anda üstüne kapaklandı. Pamir kıvrak bir atakla bir anda Alara’ yı omzuna alıp denize koşmaya başladı. Alara sevinç karışımı korku çığlıklarını savururken etrafa kendisini suda buldu. Pamir devam etmeyeceğini düşünerek suya bırakıvermişti. Ama Alara’ nın pes etmeye hiçte niyeti yoktu. Ayağa kalktığı gibi Pamir’ in üstüne atladı. Pamir’ i suya devirmeye çalışıyordu. İki eliyle Pamir’ in kaslı vücudunu suya doğru tüm gücüyle itiyordu. Pamir’ i gerçekten zorluyordu.Bu esnada su artık Pamir’ in dizini geçmişti. Bir ara hakiketen sendeler oldu. Ya gerçekten çok güçlüydü ya da fazlasıyla çaba sarfediyordu. Alara’ ya artık son bir hamle gerekiyordu.İki eliyle kollarını kavradı ve sağ ayağıyla dizlerini bir hamlede büktüğü gibi suyun içine Alara’ yı gömdü. Alara istemsiz kollarını çırpıyor, ayaklarını toplamaya çalışıyordu. Ellerinin arasında çırpınan bir beden bir anda rüyasına götürdü onu Alara çırpınıyor Pamir ise donmuş bir şekilde ona bakıyordu. Gözlerinin önünde yine suyun içinde debelenen o çocuk belirdi. Hızla Alara’ yı sudan çekti. Ama o onu değil de oğlan çocuğunu çekiyordu yukarıya. Acı bir çığlık atarak elleri başında kumsala doğru koşuyordu. Bir yandan çığlık atıyor bir yandan şimşekler çakan beynine ellerini kapatıyordu.Bu anlam veremediği acı yüreğinden paramparça ederek çıkıyordu sanki. Alara ise ne olduğunu anlamadan kendisini Pamir’ in yanında buldu.
-          Pamir, Pamir iyi misin ?
Pamir boş midesine rağmen öğürmelerine engel olamıyor dolu dolu kusacakmışcasına öğürüyordu. Bu duruma engel olmaya çalışıyordu. Elleriyle yere kapaklanmış öğürmelerinin arasında nefes almaya çalışıyordu. Alara çantasına davrandı içinde bulunan bir şişe suyu hışımla Pamir’ in yüzüne savurdu. İstemsiz hareket ediyordu Alara. Ardından Pamir’ e ard arda tokat atmaya başladı.
-          Pamir kendine gel. Lütfen kendine gel. Sakin ol. Hadi geçti artık tamam.
Pamir’ e su iyi gelmiş olacak ki Pamir sakinleşmeye başladı. Elleri yerde öylece derin derin nefes alıyordu. Alara ise konuşmaya devam ediyordu.
-         Tamam tamam geçti. Alara elleriyle omzuna dokunuyor teselli ediyordu. Pamir gövdesini kumlara bıraktı ve öylece uykuya daldı.
Alara aklı karışık donuk gözlerle yanına oturdu, düşünmeye başladı; ne olmuştu birden? Herşey güzeldi, gülüyorlardı. Alara’ nın yüzünde asla kötü bir ifade yoktu öyle Pamir’ i bu denli gerecek. Sadece şakalaşıyorlardı. Sert bir darbe de almamıştı Pamir. Nefessiz de kalmadı.
Alara derin derin kumlara bakarken elleri bilekliğine kaydı. Hayret bilekliği niye ötmemişti. Oysa Pamir de Alara da fazlasıyla fizyolojik sıkıntıya girdiler. Hemen bir nabız aldı; o kadar da hızlı değildi.Pamir daha önce buna benzer bir atak geçirmişti ve bileklik alarm vermişti. Bu sefer onda da vermemişiti. Ne kadar süredir onlar öyle kaldılar? Alara da bilmiymordu.
Pamir gözlerini açtığında Alara ciddi bir ifade yüzünde öylece düşüncelere dalmıştı.
-          Alara! Alara içi titredi bir anda. Pamir’ in omzuna dokundu.
-          Pamir çok korktum iyi misin ?
-          İyiyim ne oldu ben de anlamadım. Bilmiyorum Alara hiçbir şey anlamıyorum.
-          Hastaneye gidelim mi ?
-          Yok iyiyim ben nerden aklına geldi burada olduğum ?
-          Bu havada Pamir ancak yüzmeyi tercih ederdi. Alara bilmiş bilmiş gülüyordu. Bir anda Alara ayağa kalktı ve üstündeki elbiseleri çıkarırken bir yandan da konuşuyordu.
-          Hatta bikinilerimle geldim. Var mısın yarışa ? deyip denize doğru koşmaya başladı.
Bu kız hayatta kavuğunda durmazdı. Pamir de gülerek arkasından denize atladı. Biraz önce yaşadıklarını çoktan unutmuşlardı.
-          Pamir hiç ileriye kadar yüzdün mü ?
-          Baksana uçsuz bucaksız deniz mümkün değil o kadar yüzemem.
-          Ama açıldın bayağı değil mi ?
-          Tabi kızım bu kasları nasıl yaptım. Deyip hızla Alara’ yı yine yakalamaya çalıştı. Pamir’ in takılmasından acayip keyif alıyordu ama bu derine kaçması için sebep değildi o da kumsala paralel yüzerek kaçmaya başladı. Alara da iyi yüzücülerdendi. Belki en çok keyif aldıkları spordu yüzmek. Ama bugün kışın acısını çıkaracaklardı anlaşılan, hiç durmadan yüzmeye devam ettiler.
-          Alara dur artık nefes alalım.
-          Ne oldu kasların isyan mı ediyor yoksa ?
-          Senin için diyorum dinlenelim.
-          Beyefendi yorulmayı kendisine konduramazda.
-          Dolduruşa getiriyorsun. Alara arkasına döndü gözlerini kısarak ileriye baktı.
-          Nereye bakıyorsun ?
-          Eşyalarımıza, görebiliyormuyum diye bakıyorum.
-          Gel birz kumsala çıkalım gerçekten iyi yüzdük.
-          Peki.
Alara o eşsiz vücuduyla bir sanatı sergiliyor gibi yürüyordu. Saçlarını elleriyle omuzlarından sıyırıp önüne getirdi. Havlu olmadığı için elleriyle suyunu sıktı ve geri arkasına attı.
-          Otur hadi. Dedi Pamir.
-          Yok kuma bulanırım şimdi yürüyelim mi biraz ?
-          Kızım sen hiç yorulmaz mısın ?
-          Bugün içim kıpır kıpır hadi devam edelim. Baksana millet ne uykucu hiç kimse yok.
-          Artık sen ne yiyip içiyorsan onlarda yok
-          Diyene bak .
Sonra sessizlik oldu aralarında ama yürümeye devam ettiler. Alara hep böyle miydi ? Onu tanıdığından bu yana neredeyse enerjisi hiç tükenmiyordu. Kendisi de öyleydi ama onun bir noktası vardı. Nefes alıyor soluklanıyordu. Bu kızdaki enerji, vurdumduymazlık başkaydı. Ondan seviyordu zaten kafası rahat sorunlara takılı kalmıyordu. Ama zekiydi neden onu bir anda izlerken zeki olduğunu düşündü ki yüzünde oluşan o sert ifadeden mi ? Yine nereye takıldı kaldı bu kız diye Pamir başını çevirdiğinde onun da yüzü bozulmuştu. Alara dışından düşünmeye başladı:
-         Ne yani bizi denetlemek için buraya bir kule mi dikmişler hem karadan hem denizden engeller de var. Bu da ne şimdi kaçacak mıyız biz bunca mavi üniformalı insanlar kim bunlar asker gibi.
-         Çokta bana engel gibi gelmedi. Belki dıştan gelebilecek tehlikelere karşı yapmışlardır.
-         O mavi üniformalılar niye bekliyor öyle baksana.
-         Sonuçta karantina bölgesindeyiz. Birileri bilmeden girmesin diye de olabilir. Hem boşversene sen o kadar önemli şeylere takılmadın buna mı takıldın ? Hadi geri dönelim karnım zil çalıyor.
-         Şu çalılıklardan mı gitsek ?
-         Baksana bunlar dikenli hem gelirken farekttim bu alan bayağı uzun, hadi yürü yürü !
-         Pamir baksana bu çalılıkların arkasında şu yüksek şey çatı, yapıt ne bileyim nedir sence o ?
      Pamir’ in de ilgisini çekmişti. Çünkü onların yaşadığı alanda hep prefabrik konutlar vardı. En yüksek binaları TRAN Hastanesiydi. Aslında bu durumun basit bir açıklaması vardı: Bu alan bilgi veremedikleri ölümcül düzeyde ve bulaşıcı özellikte bir hastalığa yakalanmış kişiler için kurulmuştu. Tedavi olacaklar ve onlarda evlerine döneceklerdi. Bu yüzden Tibet Kasabası’ nın bu kadar basit düzeyde bir kasaba olması onu hiçte rahatsız etmiyordu. İnsanlar aylık tedavilerini olurken gün içerisinde kendilerini oyalayacak basit uğraşlarla hayatlarını devam ettiriyorlardı. Her ne kadar kendisi basit bir kafede çalışıyor olsa da kendisine kısa süreliğine izin verdiğini düşünerek kendisini teselli ediyordu. Her ne kadar gerçek mesleğini bilmese de bunu defalarca düşündü, hatta doktoruna sordu; ama iş prosedürü gereği bilgi paylaşılamayacağını, zaten burada bir çok insan olduğunu hangi birinin tüm hayatını akıllarında tutabileceklerini anlatarak onu hep geçiştirmişlerdi. Başka da sorabileceği bir yetkili de yoktu. Hatta kendisini de tanıyan; aileden biri, akraba, arkadaş hatta aynı çatı altında çalıştığı herhangi biri yoktu. Nasıl yani bu kadar tehlikeli bu kadar bulaşıcı bir hastalık? O zaman ona kimden bulaşmıştı? Kasabada yaşayıpta onun tanıdığı arkadaşlarının da ailesinden ya da tanıdıklarından kimse yoktu.
-          Alara!
-          Evet beyimiz başka dünyadan teşrif ettiler. Hiç konuşmayacaksın sandım. Neredeyse geldik.
-          Alara ailenden hiç kimse var mı bu kasabada?
-          Hayır Pamir senin de yok biliyorsun.
-          Bu doğal bir şey mi yani?
-         Ne bileyim Patron’ un da yok bizim sürtüğün de yok. Pamir oldukça sesli bir kahkaha attı.
-         Ha ha ha senin sürtüğün bir adı var. Öyle değil mi?
-         O benim içtiğim su bile olamaz. Su nedir ya söylesene bana?
-         Sen de bana bu kızla ne derdin var onu söyle?
      Alara şeytani bir gülümseme attı.
-          Sana fazla ilgili bu da beni gıcık ediyor.
-          Sarışınlardan hoşlanmıyorum
-          Benim gibi ortalığı taş gibi yakıp kavuran varken ona ilgi duyacağına ihtimal bile vermiyorum.
Pamir nedense Alara’ yı kırmak istemiyordu. Ama ona aşık değildi.
-          Çok acıktık değil mi?
Alara konunun değişmesi gerektiğini çoktan anlamıştı. Üstüne giderek onu kaybetmek istemiyordu.
-          Bana gidelim mi? Ben bir şeyler hazırlarım.
-          Neden olmasın.
Eve geldiklerinde ikisi de çok yorulmuşlardı. Pamir Alara’ nın evine ilk defa gelmiyordu. Hatta evin dağınıklığına da oldukça alışkındı.Hiç yadırgamadan direk lavaboya gitti.
Bu kasabada tüm evler aynı mimariye sahip ve iki katlıydı. Çok nüfuslu ailelere uygun olmasına rağmen her evde bir kişi yaşıyordu. Belki diğerleri de Alara ve Pamir gibiydiler.
Kısa bir aradan sonra Pamir duş bile almış üstünde tek şort saçlarını bir havluyla kurulayarak mutfağa girdi. Alara Pamir’ in bir anda kaslı vücuduna bakakaldı.
-          Oh! Bakıyorum da bensiz duş almışsın yakışıklı gecemizi mahvediyorsun.
-          Muhteşem kokular geliyor. Güzel bayan siz de döktürmüşsünüz.
Alara ellerinde tabaklar Pamir’ in dibinden geçerken neden bir anda masaya koyduğu gibi kendini Pamir’ in kollarını tutarken buldu.
-          Alara yapma.
-          Hey! Gerilme hemen çok hoş görünüyorsun.
Alara Pamir’ e doğru ilerledikçe Pamir geriye gitmeye devam ediyordu taki tezgaha kadar. Pamir Alara’ nın parfüm kokusunu daha keskin hissediyordu artık. Vahşi bir ormanda güneşten kavrulmuş bir ot kokusu yayıldı etrafa. Engel olmak istiyordu ama bu kokuyu solumaktan konsantre olamıyordu. Alara dudaklarıyla boynuna yapışmıştı bile bu kadar yakınlaşınca parfümün arasından Alara’ nın ten kokusunu duydu; hafif terlemiş olması onu muhteşem tahrik etti. Alara bir anda Pamir’ in anlından yanaklarına doğru süzülen ter damlacıklarına dikkat kesti ve bir anda hızla çarpan kalbi ellerinin altında uçup kaçmak isteyen bir kuşun kanatları gibi çırpınıyordu. Ve neden bir anda o kulakları sağır eden tiz ses bütün odayı kapladı. Alara sesi engellemek istercesine elleriyle kulaklarını kapatıp farkında olmadan Pamir’ in göğsüne kapandı. Ama daha büyük gürültü kapıdan geldi. Bir anda birçok mavi üniformalı adamlar karşılarında belirdi. Ellerinde silahlar önce nişan aldılar ve ardından birisi aralarından sıyrılıp koşar adım üstlerine yürüyordu. Birşeyler diyordu ama bu tiz sesten ve yoğun dumandan onun ne dediğini anlayamıyorlardı bile sonra aniden her taraf karanlık oldu sadece kulağında çınlama sesi öylece uyuyakaldı.
Pamir gözlerini açtığında gözüne tavandan ışık vuruyordu. Gözlerini kırparak başucunda oturan kadını seçmeye çalıştı. Tek görebildiği kırmızı dudaklarıydı. Pamir hızla doğrulmak istedi. Bir el ona engel oldu, kolundan tuttu.
-     Ayağa kalkmayın tansiyonunuz normale dönmedi. Bayılabilirsiniz.
-     Siz de kimsiniz?
-     Profesör Aylin.
-     Yani?
-     Biraz daha dinlenin doctor odasında tanışalım.
Profesör ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Pamir başını çevirip ona baktığında biraz daha seçebiliyordu artık: Zayıf orta boylarda bir kadındı. Saçlarını ensesinde topuz yapmış, siyah çeket etek takım elbise giyinmişti. Neden ayakkabılarının siyah olmasına şaşırmamıştı.
-         Çok hoşun gitti herhalde. Bu sesi duyana kadar odada yalnız olduğunu sanan Pamir bir anda sesin geldiği tarafa döndü. Gözleri ortamın ışığına alışmıştı. Kolundan serumu çıkaran bu tatlı yüze bakıyordu şimdi.
-         Sen de kimsin?
-         Ben profesör değilim ne yazık ki.
-         Mizacın da zayıf ne yazık ki.
-         Sizin de diliniz uzun maşallah. Ben doctor Zeynep.
-         Tedavimi yürüten kişi değil mi?
-         Evet.
-         Neden her geldiğimde farklı bir doktor oluyor.
-         Öyle mi? Bilmiyordum.
-         Branşınız ne acaba?
-         Nasıl anlamadım?
-         Neden bu kadar şaşırdınız? Branşınızı merak ettim.
-         Ah! Evet ah! Bir tür patoloji dalı diyebiliriz.
-         Hım? Üzerimizden örnek mi alıyorsunuz yani?
-         Pamir Bey neden bu kadar soru soruyorsunuz? Bırakın işimizi yapalım.Lütfen pamukla bastırın iyi günler.
-         Zeynep Hanım. Pamir yattığı yerden tekrar doğrulmak istedi. Doktor bu sefer kolundan destekleyerek kalkmasına yardım etti. Pamir ise şaşkın şaşkın onu izledi.
-         Zeynep Hanım burada neler oluyor? Boşluğa bakan kadının bir anda o boncuk gözleri yuvalarından ayrılacak oldu. Sonra topladı kendini.
-         Burada bekleyin, Aylin Hanım sizi Alara ile birlikte odasına çağıracaklar. Deyip aynı kapıdan o da çıkarak oradan uzaklaştı.
   Pamir hemen arkasından sessizce kapıyı açtı, koridorda ilerledi, sağ tarafında bir kapı vardı, kapıların tabela yerleri boştu, kapıların neresi olduğu belli değildi. O da kapılardan gelen seslere odaklanmaya çalıştı. Bir kapıdan hareretli sesler geliyordu.
-          Bu adam sorguluyor, çok ilginç bu olmaması lazım.
-          Aylin Hoca bu yüzden bizzat görmek istedi. Bu adamda farklı olan birşeyler var.
-          Biliyor musun bana branşımı sordu.
-          Ne dedin?
-          Geçiştirici cevaplar verdim. Bunları nasıl hatırlar. Bu ilaçlar komut merkezini etkilemiyor mu bu adamın…
-          Pamir Bey! Bir an ürkse de dikkat çeken bir pozisyonda durmadığı için ne yaptığı anlaşılmayan Pamir sese doğru yöneldi ve konuşmaya devam etti:
-          Aylin Hoca’ nın odasına git dediler nerde acaba? Bu soruya şaşıran görevli:
-          Buradan lütfen. Dedi. Odaya geldiklerinde Alara’ nın çoktan gelmiş oturuyor olduğunu gördü. Pencere önünde büyük bir masa başında Aylin Hoca oturuyordu, karşısında iki adet misafir koltuğu vardı. Bunun dışında oda bomboştu.
-          Pamir Bey buyrun oturun şöyle. Pamir kendisine gösterilen boş koltuğa oturdu.
-          Öncelikle sizlere defalarca denmesine rağmen Pamir Bey dün gece bir kuralı ihlal ettiniz. Cinsel yaşam bu kasabada yasak.
-          Neden Aylin Hanım?
-          Pamir Bey bunun sebebini size defalarca çalışan sağlık personellerim söyledi. Salgın bir hastalığın pençesindesiniz, tedavi için buradasınız, hepinizin tedavisi devam ediyor, bazılarınızda hala bulaşıcı ve tehlikeli seviyede olabilir. Bu yüzden cinsel ilişki olamaz üzgünüm.
-          Sizlere bizlerden bulaşmıyor mu peki?
-          Bunu göze alarak burada çalışıyoruz. Ayrıca Pamir Bey iki kez vukuatınız oldu. Bir sorununuz mu var, anlatmak ister misiniz? Size yardımcı olmak isterim.
-          Rüya gördüm, o gece geldiler, zaten o gün için fazla bir şey hatırlamıyorum.
-          İlk defa mı gördünüz?
-          Evet o gün ilk defa görmüştüm.
-          Daha sonraları başka rüyalar da mı gördünüz?
-          Hayır sadece o rüya da benim bulaşıcı hastalığımla Aylin Hanım rüyalarımın ne alakası var, niye bu kadar ilgilendirdi sizi?
-          Bilekliğinizi alarma geçirecek düzeydeyse ilgilendirir Pamir Bey sağlığınız bizim için çok kıymetli.
-          Evet söyler misiniz bu bileklik ne, neden bize bunu takıyorsunuz, ayrıca ailelerimiz nerede, yaşıyorlar mı, öldüler mi, biz asıl nerelerde yaşıyoruz bunlara neden hiç cevap verilmiyor?
-          Pamir Bey anlaşılan bu rüya sizi derinden sarsmış, bakın benim personellerim herkesin bilgisini aklında tutamaz. Belki aileleriniz bu hastalık yüzünden ölmüş bile olabilir.
-          Kaydımız tutuluyor elbette değil mi?
Aylin Hanım Pamir’ in gözlerinin içine baktı. Uzun bir sessizlik oldu. Aylin Hanım vereceği cevabı düşünmüyordu bu her halinden belliydi. Pamir’ in kapıda da duyduğu gibi çok soru sorması onu rahatsız etmişti. Ama engel olamıyordu, dikkat çekmek istemiyordu lakin ilk defa bu kadar yetkili bir kimse ile karşılaşmıştı belki bazı sorularına cevap bulabilirdi. Küçücük bir ipucu ile elindeki bileklikten kurtulsa belki kaçabilirdi. Ama nereye kime kaçacaktı?
-          Pamir Bey tedavi günlerinize gelmeye devam edin onun dışında bir sorun olursa TRAN’ a her zaman gelebilirsiniz.
Pamir ve Alara dışarı çıktılar. Pamir aslında çok sinirliydi, rahatlayacak bir sebep arıyordu.
-          Sen burda mıydın ya?
-          Senden fırsat olmadı diyelim.
Hastaneden çıkıyorlardı, ikisi de aynı şeyi düşündüler.
-          Oh! Bugün iş günü. İkisi de hayal kırıklığı yaşadılar çünkü oldukça yıpranmışlardı.

                                                                4.BÖLÜM

 
 
Kafenin kapısından içeri girdiler, Alara neşeli haliyle Patron' un yanına gidip TRAN' da neler yaşadıklarını üstün körü anlatıp ışık hızıyla işine koyulmuştu. Pamir ise o kadar insanın arasında kaybolmuş gibiydi. Düşüncelerin arasında akıyordu sanki. Bir yandan masalardan boşları topluyor bir yandan ruh gibi donuk donuk düşünüyordu. Düşüncelerinde bile paramparçaydı. Bir Alara' yı düşünüyor bir kasabayı düşünüyordu. Gerçekten ailesi ölmüş müydü?  Neden onları hatırlamıyordu? Bir ailesi olmasaydı Profesör ona ^^aileniz yok ^^ derdi. Neden demesin ki en azından olmama ihtimalini de katardı. Ama o ^^ aileniz ölmüş olabilir^^ dedi. Evet evet aynen böyle söyledi. Ölmüş veya yaşıyor ama bir ailesi vardı. O zaman onların geçmişlerini unutmalarını istiyorlardı. Ya çok feci bir şekilde ölmüşlerdi bu yüzden hatırlanmasın istiyorlardı ya da kim olduklarını bilmelerini istemiyorlardı. Acaba gördüğü rüya bu yüzden mi Profesörü rahatsız etmişti? Ya elindeki bileklik ya da aldıkları tedaviler onların unutmasına sebep oluyordu. Ama her ne olduysa bir şeyler onda hatırlamasını engelleyemedi.
    Neden sonra bir anda kulağında devam eden topuk sesinin zemine vuruş darbesinin hafiften değiştiğini hissetti ve bir anda arkasına düşecek olan kadına o kadar uzaktan ulaştı ve olabilecek kazanın önüne geçti?  
-     Hey dostum! sen garsondan çok öte bir şeysin. diyerek koluna bir yumruk atan bu çocuk anlaşılan tam bir aksiyon hastasıydı ve gördüğü manzara karşısında aşırı keyif almıştı.
-     İyi misiniz hanımefendi?
-     Teşekkür ederim ayakkabı topuğunun  acizliğine uğradım lakin beni böyle yere serebilecek kadar bir kırılma hissetmedim. diyerek ayağından ayakkabıyı çıkardı.
-     Yo tam tersine çok şanslıydınız. Kadın elinde duran sapasağlam ayakkabıya bakakaldı.
-      İlginç. deyip ayakkabıyı geri ayağına taktı. 
-    Yine de çok teşekkür ederim. Sayenizde ucuz atlattım. Onlar ayrılınca üzerlerinde yoğunlaşan gözler artık başka yönlere çevrilmişti. Hemen ilerisinde bistro başında duran Alara hala ona bakıyordu. Ona doğru yaklaştığında ise:
-     İyi misin sen? diyebildi.
-     İyiyim neden? 
-     Kahin falan mı kesileceksin başımıza?
-     Saçmalama düşeceği kesindi.
-     Neye göre?
-     Nasıl neye göre ya, ayağı sendeledi.
-     Kadını mı dikizliyordun?
-  Hayır sesini duydum, ya basit bir yardımı sapıklığa çevirdin bravo tebrik ediyorum, ayrıca bardakları çok sık yerleştirmişsin şimdi devireceksin. Onu dinlerken hızla işini yapan Alara;
-    Of! git işine. diyerek bugün ona çok boğucu gelen Pamir' i bir an önce başından atmak istedi.
   Yaşlı adamın masasındaki nescafe bardağına uzanan Pamir' in neden aniden adamın solukları ilgisini çekmişti. Of çok yorulmuştu. Bir anda insanlara fazla dikkat eder oldu. Bugün beynine fazla yüklenmişti. İç dünyasına gömüldükçe dış dünyanın ayrıntılarında boğulmaya başlamıştı. Ama yine de adamın soluklarında giden tersliği düşünmekten kendini alamıyordu. 
     Bu adam aslında çokta yaşlı değildi. Evet ileri  yaştaydı ama dinç duruyordu. Takım elbise giymiş oldukça şık bir beyefendiydi.
-    Başka bir isteğiniz var mıydı acaba?
-    Hayır teşekkür ederim. 
-    İyi misiniz peki?
-    İyiyim neden sordunuz ki?
-   Biraz yüzünüz soldu sanki nefesiniz de sıklaştı gibi, doktor çağırmamızı ister misiniz? 
-    Yoh! Kendimi iyi hissediyorum, kalkacağım zaten. Hesabı getirmeniz mümkün mü acaba?
-     Tabi efendim ne demek.
     Yaşlı adam hesabı ödedikten sonra dışarıya çıktı ve neden sonra yürümesi yavaşladı ve ardından yere yığıldı. Onu izleyen Pamir bir anda dehşete kapıldı. Affallamadan direk kafeden dışarıya fırladı. Karşıdaki hastanenin güvenlik görevlisini bağırıyordu aynı zamanda koşuyordu:
-         Doktor, doktor çağır!
Bağırma sesine yönelen güvenlik yerde yığılmış adamı gördü ve hemen ona doğru koştu. Telefonu cebinden çıkardı, telefonun karşısındaki kişiye;
-         TRAN önünde bir adam fenalaştı hemen bir ambulans çağır acil.
-         ,,,
-         Hayır hayır öyle değil, hadi hadi hadi! Adamın farklı bir rahatsızlığı var acele et!
Pamir bir yandan adamı yüklenmeye çalışıyor bir yandan da güvenliğe sesleniyordu;
-         Kaldırmama yardım et adamı birlikte hastaneye taşıyalım, sedye falan yok mu?
-         Gelecekler şimdi, elleme sen.
Pamir hemen adamın kravatını gevşetti, ceketini çıkarıp başının altına koydu, sağa çevirip sağ elini başının altına koydu, sol ayağını karnına doğru hafifçe yukarı çekti.
-         İyi misiniz beyefendi! Nerde doktor iki adım yere on saatte mi geliyor nerede?
-         Tamam sakin ol gelecekler şimdi, herkes açılsın!
Sonra ileriden bir siren sesi duyulmaya başladı. Pamir sesin geldiği yöne doğru kafasını çevirdi, güvenlik kolundan tuttu.
-         Hadi herkes çekilsin geri!
Ambulans durduğunda içinden hızla iki kişi aşağıya indi; biri adamı muayene ediyor diğeri güvenlik görevlisini dinliyordu.
Gerekenleri öğrendikten sonra apar topar adamı sedyeye alıp ambulansa bindirip hızla uzaklaştırdılar. Pamir tüm bu olanları şaşkınlıkla izledi. Önünde ki koca bir hastane değil miydi?
Allak bullak eve gitti. Soğuk bir duş aldı. Kahve için su ısıtıcısına su koydu ve elleriyle tezgaha dayandı. Neydi bu şimdi? Önlerinde koca hastane ve yerde yatan adama bir doktor bile müdahale etmedi. Ya malum hastalıklarından dolayı o adam o hale geldiyse? Tedavi gördüğü hastaneye götürülmez miydi? Peki aldılar adamı ve nereye gittiler? Tibette başka hastane yoktu. Ya da kendisi öyle sanıyordu. Acaba Alara ile gördükleri o binada hastane miydi acaba? Diyelim ki o da değil karantina bölgesi dışına mı çıkarıldı? Hem de kendileri o kadar ciddi risk altında olduklarını uyarmalarına rağmen.
Düşüncelerine bir soluk aldırmak istermiş gibi bir anda durdu. Ne zamandır kaynayan suya baktı. Bardağına doldurdu. Üstüne bir kaşık kahve bir kaşık süt tozu attı. Masasına oturdu ve bir alışkanlık haline getirmiş olsa gerek sol bileğinde duran bileklikle oynamaya başladı. Ne çok şey yaşamışlardı son zamanlarda…
Kahvesini yudumlarken kapattığı gözlerinin önünde birden Alara’ nın o toz toprağa karışmış boynu belirdi ve sonra mavi üniformalı görevliler, sonra tekrar bilekliğe baktı. Nasıl takmışlardı acaba?
Bileğini tam kavramıştı, ama rahatsız da etmiyordu, alarm vermeseydi elektronik bir şey olduğunu bile bilmiyordu, demek ki alıcıları vardı, bilekliğin tamamen pürüzsüz olması anahtar ihtimalini de ortadan kaldırıyor, elleriyle düğme var mı onu yokladı, düğme de yoktu, bileklik ve bileği arası çok dardı, orada da olması mümkün değildi.
Ama en azından alarm vermesini önleyebilirdi. Bu cihazı çözmek için önce fincana yapıştırdı, bir süre öylece bekledi; bir değişiklik olmadı. Elini sıcak suya sokmaya karar verdi; bu da alarmı etkinleştirmedi. Sıcaklık tek başına bir sebep değildi. Alara ile yaşadıklarını tekrar gözden geçirdiğinde çok az da olsa bir bekleme süresi vardı, en azından alarmın böyle ayarlanmış olabileceğini düşünüyordu; kısa süreli vücut değişimlerine pay verilmişti. Acaba kendi bedenini kontrol altına alabilir miydi? Neden daha önce bu kadar basit düşünmemişti. İletimi damarlardan alıyordu. Cildin ısısını da damarlarda pompalanan kan artışının da etkisi vardı,  neden koluna baskı uygulamıyordu ki en azından şimdilik bu işini görürdü. Bugün de fenalaşan adamın soğuk terler döken vücudu alarm vermiyordu.
Kendini fazlasıyla özgür hissetti. Havaya bırakılmış bir kuş kadar hafifti. Ah ne kadar da dar geliyordu bu yaşantı ona. Kalbinde koca bir özlem vardı. Koca bir delik açılmış gibi bomboş duruyordu özlem kalbinde.
O kadar yorulmuştu ki başını yaslayarak bir omza çok ihtiyacı vardı. Bu hayat ona koca bir yalnızlık veriyordu. Bu hayattan sıyrıldığında kim bilir ne kadar mutlu bir yuvası vardı. Nasıl bir hayattan koparılmıştı. Her kim neden unutturmak istemişse o unutmamak için direnecekti. Bunca soruların arkasında koparıldı yuvası vardı. Sevmiş miydi acaba, bir kadın var mıydı acaba?
Her taraf karanlık; bir anda elleri derin bir suyun içinde ellerinin arasında sert bir kumaş ve bir anda soluk soluğa uyandı. Pamir masanın başında uyuyakalmıştı.
-         Ah! Diye sinirlendi oturduğu yerden kalktığı gibi sandalyeyi fırlattı.
-         Ahh! Diye bağırıyor oraya buraya saldırıyordu. Ne fayda verecekti. Heyecan yapmıştı ve bir anda uyanmıştı. Keşke tam görebilse rüyalarını küçücük bir ipucu kim olduğuna dair küçücük bir yüz bir isim bir ses hiçbir şey yok sadece su.






                                                      


































                                                      5. BÖLÜM




Aniden çalar saatinin sesine uyandı Pamir. Yine çok kötü bir geceydi. Acaba yaşlı adam iyi miydi? Ne yazık ki ondan haber gelene kadar ona ulaşamayacaktı, beklemekten başka çaresi yoktu. Artık Pamir daha emin adımlarla hareket ediyordu. Bu hastalığın ve bu kasabanın sırrını çözmeliydi, bunları düşünürken işe gitmek için hazırlanıyordu, acaba hastaneye girmenin yolları var mıydı hastalığı hakkında bilgi sahibi olabileceği tek yer hastaneydi çünkü. İşte hazırlanmıştı bile, yukarıdan aşağıya merdivenlerden inmiyor da uçuş pistine doğru inişe geçmiş bir uçak gibiydi sanki, son basamakları inmeye bile sabrı yoktu. Fırladığı gibi evden çıktı.
Yine kafeyi açan Pamir’ di, kapının kilidini açarken arkasına sürekli dönüp hastaneye bakıyordu. İçeri geçti, önlüğünü taktı, işlerini yaparken aynı zamanda hastaneyi izliyordu, kapının önünde kimse yoktu, güvenlik için bir kişi içeride kapı girişinde beklerdi, o da çoğu zaman dışarı çıkar etrafı izlerdi, hastanenin geniş bir bahçesi de vardı. Acaba direk içeri girse güvenlik görevlisi onu durdurur muydu? Denemeden öğrenemezdi; işini bıraktığı gibi önlüğünü çıkardı, kapıdan tam çıkıyordu ki karşısında Alara’ yı buldu;
-         Pamir! Hayırdır?
-         Geçsene içeri hemen geliyorum. Alara şaşkın bir ifade ile yolun karşısına koşar adımlarla geçen Pamir’ i izledi, sonra içeri geçti
-         Son zamanlarda ne oluyor bu adama anlamıyorum. Diyerek söylendi. Nedense içeride onu beklemekten kendisini alamıyordu.
Pamir sakin bir tavırla hastanenin içine geçti. Güvenlik cama mekan odasında kendisine çay dolduruyordu. Denk gelse bu kadar olurdu. İlk katı gezme gibi bir şansı yoktu. Direk karşısındaki merdivenden hızla yukarı çıktı. Çok oda vardı ve hepsi kapalıydı. Daha erken saatler olduğu için kimse de yoktu. Koridordan koridora geçiyordu, hızlı olmaya çalışıyordu, birkaç kapıyı yokladı kapalıydı, kapıların üzerinde kart sistemiyle açılabilecek düzenekler vardı, aramaya devam etti, yine bir üst kata daha çıktı, artık kapıların açık olup olmadığını denemiyordu açık olabilecek bir kapı ya da bulabilecek herhangi bir şey arıyordu, her kat birbirine benziyordu, ama bu kat profesörle görüştüğü kata çok benziyordu, asansörün sesini duydu galiba o da hemen diğer koridora geçmeye davrandı, işte sonunda açık bir kapı bulabilmişti, burası neresiydi acaba? Evet burada birşeyler bulabilirdi, hemen içeri girdi, masanın üstünde bir bilgisayar vardı, bir de yan tarafta bir dolap vardı, acaba şahsi bir oda mıydı? Hemen bilgisayarın başına geçti ve açma düğmesine bastı, neden bu aleti kullanırken hiç yabancılık çekmiyordu? Kendi kafelerinde olan bilgisayardan çok daha donanımlı olmasına rağmen hiç duraksamamıştı, ekran açıldı, ve şifre? Şifre neydi acaba? Şahsi bir bilgisayar mıydı yoksa ortak kullanıma açık bir bilgisayar mı? monitörün üstüne iliştirilmiş notları inceledi, evet burada şifreye benzer bir şey yazıyordu, hemen onu denedi, tam isabet bilgisayar açıldı, ekrandaki dosyaları incelemeye başladı, ismini anlamadığı birçok dosya vardı; ilaçlar, malzemeler falandı herhalde.
Hasta bilgileri içeren bir dosya arıyordu, işte sanırım bulmuştu, şifre istedi tekrar, sanırım doğru yoldaydı, ama bu şifreyi şimdi burada çözemezdi, diğer dosyaları incelemeye devam etti, bir dosya daha ilginçti; isim listesi gibiydi, dosyaya girdi ve incelemeye başladı, evet Alara’ nın ismi vardı, alfabetik sıraya göreyse kendisi de aşağıda olacaktı, Alara’ nın isminin hizasında 01011999 yazıyordu ezberlemesi kolay bir sayı diziniydi, bu sayıyı hemen hafızasına kazıdı, hemen hızla listede ilerlemeye devam etti, kendisini motive edercesine ^^hadi, hadi^^ diye sayıklıyordu, sanki vakit geçiyor kendisi de bir alanda sıkıştırılıyormuş gibi yüreği daralıyordu, evet işte Pamir 26052000 neydi bunlar? Bulacaktı ama mutlaka bulacaktı. Hemen dosyalara tekrar döndü, hızla bakıyordu, bilgisayarı açmasına yarayan şifreyle aynı isimde bir dosya vardı; ^^Rosenham^^ ilk önce rastgele harfler sanmıştı. Ama değilmiş demek, hemen açtı, uzunca bir yazı vardı, kendisinde bilmediği bir özelliğini keşfediyordu bir kez daha, inanılmaz hızlı okuyordu, kelimeler gözünden teğet geçiyordu sanki, alacağını almıştı, hızla bilgisayarı kapattı ve oradan uzaklaştı, zemin kata kadar kimseyle karşılaşmaması onun için büyük bir şanstı bu durumdan ötürü bir kuş kadar hafifleyiverdi, güvenlik ise onu normal bir hasta zannetmişti, erken saat olmasını acil bir durum olarak yorup aklına bile art niyet gelmeden ona seslendi;
-         Doktorlar daha gelmez onlara mı bakmıştın?
-         Ah! Evet kendimi biraz kötü hissetmiştim neyse o zaman birkaç saat sonra tekrar gelirim. Teşekkür ederim. Deyip rahat bir nefes alarak oradan sıyrıldı. Kafeden içeriye girdiğinde onu bekleyen Alara hemen dibinde bitti:
-         Nerdesin sen? Ödüm koptu sana bir şey oldu diye.
-         Patron geldi mi?
-         Yok kimse gelmedi henüz.
      Pamir çıkarmış olduğu önlüğünü tekrar taktı, eline kağıt ve kalem aldı, aklında olanları kağıda yazıp Alara’ nın önüne uzattı:
-         Alara bu sayı sana bir şey ifade ediyor mu?
Alara’ nın dikkati direk numaraya kaydı, pür dikkat baktı, düşündü ama bir anlam veremedi.
-         Yok nerden çıktı bu numara.
Pamir Alara’ nın ellerini tuttu ve onu yakınlarında duran bir masaya oturttu, artık daha sessiz ve ciddi konuşuyordu, ona doğru eğildi;
-         Bir şeyler aramak için hastaneye girdim ya? Şansıma kimseye rastlamadım, lakin hemen hemen tüm odalar kitli, sanırım kart sistemi ile açılıyor, bir oda açıktı, içeride bilgisayar vardı, açabildim. Alara çok heyecanlandı:
-         Bulabildin mi bir şeyler?
-         İşte senin isminin karşısında bu numara yazıyordu.
-         Hasta dosya kayıt numarası olabilir mi?
-         Bilmiyorum.
-         Başka bir şey bulabildin mi?
-         Bize yapılan enjeksiyonlardan birinin adını öğrenebildim ve onun hakkında birkaç bilgi işte.
-         Ne gibi bilgiler?
-         Rosenham iğnenin adı, işte nasıl muhafaza edilmeli, ilaç nasıl karıştırılmalı, uygulama bölgeleri, kimyasal yapısı falan; ilaç aşılar gibi buz küplerinde transfer edilmeli bunun gibi bir çok şey yazıyordu işte.
-         İlaçlar ısıya dayanıksız yani acaba soğutulmasa ne oluyor bozuluyor mu?
-         Yok, hastanın beyninde ki entorhinal korteks bölgesini ya da daha başka bir kelime olabilir o bölgeyi bloke edici yetisini kaybedebilir böylece hasta anıları tekrar canlanır diyordu, bir dakika! Bu cümleyi o sıra nasıl algılamam aman Allahım bunlar bize unutalım diye ilaç mı enjekte ediyorlar!
-         Nasıl ya! Ama neden?
-         Demek ki bu ilaç beyinde depolanan anıları yok ediyor ya da o noktada ki iletimi bozarak fonksiyonunu yapmasını engelliyor. Yazı da anlamadığım ve hatırlayamadığım daha birçok terim vardı; beynin farklı bölümlerinden bahsediyordu. Bak Alara o bilgisayara yeniden ulaşmam lazım. O şifreli olan dosyayı açmam lazım. Bir plan yapmalıyız. Ama şifreyi kırmam zor olabilir.
-         Tamam biz burada bilgisayar kullanıyoruz ama sen şifre bulacak kadar donanımlı kullanmayı nereden biliyorsun. Bizde ki hele çok basit bir düzenek tek ekstra yapabileceğimiz şey toplama çıkarma sanırım.
-         Evet işte bu Alara sen bir dâhisin! Acaba bu bilgisayar oların ki ile uyumlu mu? Hemen bir hat çekmeliyiz.
-         Bunu nasıl yapacaksın? Pamir bu sefer ben senin hızına yetişemiyorum.
-         Depoda ki kablolar duruyor değil mi?
-         Evet.
-        -         Bak bu hastanede ana bilgisayar olması lazım önce onu bulmalıyız, ondan sonra hat çekmek ana bilgisayara girmek benim için çok kolay olacak. Birinin kartını ele geçirmeliyiz ve hastaneye bu şekilde girmemiz dikkat çeker kılık değiştirmeliyiz halledebilir misin?
-         Denemek lazım. Yarın tedavi günüm senin ne zaman?
-         Benim diğer gün.
-         Tamam yarın bir kartı yürütmeye çalışırım, kablo çekmeden yapabilir misin?
-         Bilmiyorum bilgisayarı görürse deneyeceğim. Yakın mesafedeyiz olur belki. Gece sen sabah hazırlıklarını yaparken ben bilgisayarda biraz uğraşayım.
-         Sen bayağı anlıyorsun bu işi.
-         Bilmiyorum, anlayacakmıyız göreceğiz.
-         Aşağıda ki kablolar hastaneye kadar yetişecek mi?
-         Denetimciler arabaarındaki bilgisayara bağlıyor, bir iki yedek var yetmezse diğer esnaflardan çalacağız.
-         Çok iş var gibi görünüyor.
İlk defa Pamir kendisini iyi hissediyordu. Alara’ nın gözlerinin içine umutla bakıyordu.
Gece olduğunda herkes gitmişti. Hastanedeki güvenlik çok dışarıyla ilgilenmezdi. Kafenin gecelere kadar açık olmasına da sanırım tüm kasaba alışıktı. Pamir bilgisayarı çoktan incelemeye başlamıştı. Alara ise mutfak bölümünde yarın için hazırlık yapıyordu.
Pamir’ in yanında olması onu rahatlatmıştı. Bugüne kadar hiçbir sorun yaşamadı elbet ama yalnız çalışmak bazı geceler sıkardı onu ne zaman Pamir yanında olsa daha kendini güvende hissederdi. Zaten her gece kalmıyorlardı dönüşümlü kalırlardı sevmediği Su, Patron, Pamir ve kendisi arasında rotasyon halinde çalışırlardı. Patron çok nadir girerdi rotasyona. Geceden hazırladıkları ikramlıklar çok zaman almazdı.
Burası karantina bölgesi olduğu için bu işyerleri hobi amaçlı ve insanların güzel zaman geçirmeleri için kurulmuştu. Aslında Tibette insanlar ne kadar hareketli ve canlı olmasalar da iç içe yaşıyorlardı. Pamir ve Alara biraz daha geri dururlardı. İnsanlar burada sıkılmasın diye birçok aktiviteler düzenlenirdi. Bazı geceler meydanda müzikli eğlenceler olur, bazen karnavallar düzenlenirdi. Tiyatro ve sinema salonları da vardı, bu tür etkinlikler için dışarıdan çok fazla grup gelmezdi daha çok Tibette yaşayan kişiler grup oluştururlardı. Bu gruplar da maddi kazanç elde ederlerdi. Hiçbir yerde çalışmak istemeyip evde otursan ya da bahçenle ilgilensen de olurdu. Herkese belli bir düzeyde gelir bağlanmıştı, para bile burada sadece oyalayıcı bir unsurdu, yoksa elindeki para ile bu aktiviteler ve yiyecek dışında herhangi bir şey alamıyordun. Ne araba, ne ev, ne bir bilgisayar ne de o personellerin ellerinde bulunan telefondan alabiliyordun. Sadece küçük çaplı eşyalara ihtiyaç duyduğunda yetkililer sana dışarıdan yardımcı olabiliyordu. Birçok kişi tarafından ihtiyaç duyulanlar için bazen stand açtıkları ya da sürekli işletmeye açtıkları yerler de olabiliyordu.
Hiç harcamadığın paranı saklamak için banka bile vardı. Hatta paranı yetiremediğin zaman bankadan para temin edebilirdin. Harcama yapılan yerler kısıtlı olduğu için bu ihtiyaç çok nadir olurdu. Alara böyle bir şey yaşamamış olsa da Alara’ nın komşusu olan müzik tutkunu Murat sürekli para isteminde bulunurdu. Hatta bu yüzden ikaz bile almıştı. Pamir’ in öten bilekliği bir sorun teşkil ettiği gibi Murat’ ın da sürekli parasını yetirememesi onlar için büyük bir sorundu.
Nerden aklına gelmişti bu Murat şimdi. Yine içi gıçıklandı Alara’ nın. Birkaç kez geceleri Muratla takılmıştı. Pamir gece ortamlarına pek takılmazdı. Alara bir nevi Murat’ ı kötü emellerine alet ediyordu. Murat ise zaten tam bir serseriydi. Ama muhteşem gitar çalardı hatta sesi de çok hoştu. Ama çok çocuksu tavırları vardı. Hakikaten Alaradan küçük müydü acaba? Nereden bilebilirdi ki doğum tarihlerini bırak kendi şuan yaşadıkları tarihi bile bilmiyorlardı.
Alara işini neredeyse bitirmek üzereydi. İki de kahve hazırladı, Pamir’ in yanına geçti. Pamir resmen bilgisayarın içine gömülmüştü. Normalde olsa Alara onun merkezinde olmak isterdi. Ama artık ne kadar kalın bir duvar ördüyse yüzü; kahveyi bile sadece yanına koyabildi. Onu izleyerek karşısına denk gelen masaya oturdu. Uzun uzun Pamir’ i inceledi: Pamir gerçekten her kızın beğenebileceği kadar yakışıklıydı. Kasabada Pamir ile sıcak ilişkisi olan tek kız da o olunca kendisini acayip özel hissediyordu. Acaba dışarı hayatta bir sevgilisi var mıydı? Böylesine yakışıklı birinin mutlaka bir sevgilisi vardır diye aklından geçirdi. Kendisinden çok Pamir’ in ailesini ve arkadaşlarını merak ediyordu. Acaba nasıl bir hayatı vardı? Bu hastalığa nasıl yakalanmıştı. Bu konuda kendisini neden merak etmiyordu acaba?
Nasıl bir hayatı olabilirdi ki? Ne kadar üst düzey olacaktı. Bir başkan kızı olsa burada ne işi vardı? Yok yok kesin varoş bir aile çocuğuydu. Belki böyle bir hayatla yüzleşmekten korkuyordu. Pamir o bilgisayarda ne bulacak bilinmez ama Alara kesin kararlıydı: Bu kasabadan ayrılmayacaktı.
Pamir bir an ekrandan uzaklaştı. Gözlerini uzun uzun ovuşturdu. Kahveyi yeni farkediyordu. O sıra Alara oturduğu yerden bir ileri hamle yaptı.
-          Nasıl gidiyor.
-         Bilgisayarı görmüyor. Şifreyi kırabileceğimiz bir yazılım oluşturuyorum. Çünkü vaktimiz çok kısıtlı olacak. Çok hızlı hareket etmeliyiz Alara.
-         İyi de nasıl gireceğiz.
-         Onu da düşündüm. Hani önceki tedavi gününde benim seansımda biri rahatsızlanmıştı, orada genci bayıltmak için bir ilaç kullandılar. Hatta belki bizi de o şekilde bayılttılar. Boynuna uygulanıyor bir de yürütebilirsen onu yürüt.
-         O zaman yarın iki şey aşıracağım. Harikasın nasıl yapacağım peki?
-         Onu da sen halledersin artık. Asıl macera bundan sonra başlayacak. Yarın sen bunları hallederken ben de etraftan kablo toplayayım.
     Alara uzun bir sessizlik içinde düşüncelere daldı. Hem ilaç tabancasını hem de personel kartını resmen çalacaktı. Nasıl yapacaktı? Ama yapmalıydı. Alara gitmeyecekti evet. Nedense bir his onun ailesine kavuşma isteğini engelliyordu.
Ama Pamir çok iyi biriydi, o ailesine kavuşmayı hak ediyordu. O gün Profesör Aylin ^^ölmüşte olabilirler^^ dedi. Belki ölmüşlerdi, ama Pamir’ in bunu da bilmeye hakkı vardı.
-          Pamir!
-          Efendim.
-          Ben eve geçiyorum. Dinlenmem lazım; yarın benim için uzun bir gün olacak.
-          Tamam tatlım. Çok kafa yorma. Halledeceğiz.
-         Biliyorum, sen olunca. Alara Pamir’ in omzunu sıvazladı. Onu gerçekten teselli ediyordu. Bu sefer iş fazlasıyla ciddiydi. Başaramazlarsa ona ne yaparlardı, Ona zarar verirler miydi, Ya da başka bir kasabaya sevk ederler miydi? Onu kaybetmek istemiyordu, evet onun kaçmasına yardım ediyordu ama kendi ailesini bulduktan sonra yine de Alarayı bırakmayacaktı, mutlaka görüşeceklerdi. Ama bu insanlar, her kimse onlar ayırırsa bir daha onu göremeyebilirdi.
Alara çok sessiz ve nazik bir şekilde kapıyı kapattı ve kafeden ayrıldı. Yavaş yavaş yürüyordu. Kaldırımları ezber ediyordu sanki ^^Pamirden ayrılmak^^ bunu düşünmek bile yüreğini sızlatıyordu. Acaba sona mı geliyorlardı. Ona gerçekten ayrılamayacak kadar aşık mıydı? Aslında biliyordu; yüreğinde ki o kocaman sevgi boşluğunu hissedebiliyordu. Ve şimdilik Pamir o büyük boşluğu kapatıyordu, ona ilaç gibi geliyordu, onunla sonuna kadar yürüyemeyeceğini o da biliyordu. Pamir de kendisi de bu küçük yalnız kızı merhamet kanatlarıyla hayata tutundurduklarını biliyorlardı. O yüzden ne kadar Pamir’ e karşı yakınlaşmak istese de bu dürtülerinin Pamir’ e yönelik olmadığını biliyordu. İçinde iki kız vardı sanki ikisi de zıt kutuplarda duruyordu; bir tarafta o masum küçük kız, diğer tarafta gelmiş geçmiş tüm ateşleri içinde barındıran seksi kadın. Pamir’ in, en çokta o masum kızın yanında durmasını istiyordu. Bazen o kösnül kadın Pamir’ e pençelerini geçirmek istese de artık Alara buna müsade etmeyecekti. Çünkü o masum küçük kız yalnız kaldığında çok korkuyordu ve bu durumdan hepsi etkileniyordu.
Pamir ise bilgisayarın başında şifre kırmaya yönelik çalışmalarına devam ediyordu. Alarayı durgun görmüştü, bugün oldukça düşünceliydi. Başka zaman olsa boyna onu dürtükler ondan ilgi isterdi. Ama bu sefer yanına bile yaklaşmadı. Acaba çok mu kavuşmak istiyordu ailesine? Ah! O ne kadar çok ne kadar çok istiyordu kendisine bile sığdıramıyordu bu duyguyu. Çok büyük bir özlem vardı içinde; ailesine dair, kendisine dair.
Nihayet yazılımını oluşturabilmişti. Ama bilgisayarda denediğinde ne kadar zamanda sonuç alır onu kestiremiyordu.
Sabah olmak üzereydi o yüzden eve gitmeyi gözüne kestiremedi, çalışan odasında birkaç parça eşyası vardı. Onları yere serip oracıkta kıvrılıverdi.
Alara başka zaman olsa heyecandan uyuyamazdı. Artık bu sefer sorumluluğun ağırlığı mı çöktü üstüne bilinmez sabah uykusunu iyi alarak uyandı güne.
Ssade ama farklı olduğunu tüm kasabadaki kadınların gözüne sokabilecek felsefede giyinmişti yine.
Bordo renk dizüstü bir elbise giymişti. Straptez, omuz askıları kollarına düşmüş, kloş etekli bir elbiseydi. Siyah zarif ince topuklu bir ayakkabı giymişti. Siyah sade bir çanta almıştı eline. İşin ilginç kısmı ise bu elbiseyi kendisi dikmişti.
Bunun gibi tasarladığı birçok elbisesi vardı. Belki kasabada tasarım ve dikime ilgisi olan başka bir kimse yoktu. Ama yinede sırf onun için kumaş ve dikim malzemeleri bulunan bir mağaza açtılar. Belki de sürekli onun istemlerini getirmekten sıkıdılar en sonunda mağaza açmak zorunda kaldılar.
Alara TRAN’ a doğru yola koyuldu. Yaklaştıkça kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı, sakin olmaya çalışıyordu, kimseye bir şey belli etmemek için derin derin nefes alarak ilerliyordu, ama terlemeye başladı, işte TRAN karşısındaydı, istemsizce kafeye bir bakış attı,içerisi kalabalıktı, ardından hastanenin içine girdi, her zaman gittikleri tedavi odasına çıktı, merdivenden çıkmayı tercih etti, daha önce de merdivenden çıkardı ama bu sefer daha dikkatli bakıyordu etrafa, işte gelmişti, kapıyı çaldı ve içeri girdi, bu sefer karşısında duran erkek bir doktordu, kendisini çok şanslı hissetti, tamda uzmanlık alanına hitap eden bir ortam olmuştu, ayrıca ^^doktor da yakışıklıymış^^ diye geçirdi içinden.
Doktor çokta ilgileniyormuş gibi durmuyordu. Hasta koltuğunun karşısında taburede oturuyor elindeki listeyi inceliyordu.
Alara’ nın topuklu ayakkabılarıyla çıkardığı ritimli ses ve parmak uçlarına basıyormuş edasıyla içeri giriyor olması da doktorun çok ilgisini çekmemişti. Ama Alara erkeklerde aceleci olmaması gerektiğini çok iyi biliyordu. Sabır ve istikrar ile en sonunda kazanacaktı elbet.
-          Kasabanın en vasat kızı ben olmalıyım.
Doktor sese doğru başını çevirdi, yorgun olan vücudunu boşluğa dayayacakmış gibi geriye attı.
-          Ben hiçte öyle olduğunuzu düşünmüyorum.
-         Ama sizin kadar yakışıklı bir beyefendinin bakışlarına dokunamadıysam gerçekten vasat olmalıyım. Doktor gülümsedi.
-          Teşekkür ederim yoğun bir gecenin ardından dinlendirici bir kahve kadar iyi geldiniz.
Alara hemen doktorun arkasına doğru ilerledi. Hızlı ama nazik elleriyle doktorun omuzlarını kavradı, hafif hafif masaj yapmaya başladı. Kulağına fısıldar şekilde;
-          Yorgun olduğunuz her halinizden belli bırakın size biraz masaj yapayım.
-          Oh teşekkür ederim ama hiç gerek yoktu!
Ama içinden hiçte öyle demiyordu. Bu konuda gerçekten ustaydı ve şimdiden rahatlamıştı. Alara doktoru iyice kendine doğru çekti. Böylece önlüğünün iki cebi de kendisine doğru sarkmıştı, gözleriyle iki cebinden birinde bulabileceğini sandığı kartı arıyordu.
-         Aman Allahım omuz kaslarınız taş kesilmiş sizi gevşetmek hiçte kolay olmayacak. Aslında ben yöntemini biliyorum da size uygun kaçar mı bilemem.
İşte sağ cebinde birkaç parça kağıdın arasında karta benzer bir şey duruyordu.
Dudaklarını doktorun boynuna doğru iyice yanaştırdı. Bir yandan hissettirmeden sağ eliyle cebindeki o sert cisme ulaşmaya çalışıyor bir yandan da sol eliyle bağrından aşağıya doğru dolanarak dikkatini dağıtıyordu.
-          Uygun olmayan bir teklifte bulunmayacaksınız değil mi?
İşte almıştı bile.
-         Ona siz karar vereceksiniz. Karşıdaki kafede çalışıyorum, kendi tarifimle yaptığım sert kahvemin tadına bakmanızı öneririm. Deyip aniden çekilip hasta koltuğuna oturuverdi. Kırmızı dudaklarıyla bir kedi gibi sinsice gülümsüyordu. Artık doktorun gözlerinin içine bakıyordu. Doktor ise aldığı tekliften ötürü tam bir hayal kırıklığı yaşamıştı.
-         Neden olmasın. Evet hastalarımızla fazla temas halinde olmamalıyız. Ama gün içinde bir on dakika daha iç içe olmanın ne gibi bir zararı olabilir ki?
-         Mutlaka bekliyorum. Diyerek kolunu doktora doğru uzattı. Acaba masanın üzerinde duran ilacın da etkisi azalmış olabilir miydi?
Doktor ilacı enjekte ederken Alara dolaplara bakıyordu acaba güvenliklerin uyutmak için kullandığı ilaçlar burada olabilir miydi? Raflarda çok fazla ilaç yoktu aslında.
-          Alara nereye bakıyorsun?
-          Ne kadar çok ilaç var onlar ne işe yarıyor acaba diye düşünüyordum.
-          Evet biraz çok. Dedi gülümseyerek.
-          Tek bir bulaşıcı hastalığı olan kasaba için bu ilaçlar fazla değil mi?
-         Ama hepinizin farklı rahatsızlıkları da olabiliyor. Mesela şu ilaç mide koruyucu bazı hastaların mideleri çok hasssas, bu ilaç ağrı kesici, bu ilaç tansiyon hastaları için.
Alara gözleriyle etfarı inceliyordu. Bir anda kırmızı amblem olan bir dolap gördü.
-          Peki bu dolapta ne var? Diye eliyle o dolabı gösterdi.
-          Ah! Orada sakinleştiriciler var. Alara’ nın aradığı ilaçlar orada olmalıydı ama kilitliydi.
-         Ama yine de gereksiz çok ilaç var. Ben boğuldum resmen dinlemekten, sizi bu kadar kimyasalın arasında bırakıp kaçıyorum. Ama kahveye mutlaka bekliyorum. Diyerek Alara aniden kapıya yöneldi. Az da olsa hayal kırıklığı yaşamıştı içten içe. Ama etrafı gözetlemekten hala kendini alamıyordu. O ilaç, dolap dışında güvenlik görevlilerinde de vardı. Kapıdan ayrılırken son kez tatlı bir gülümsemeyle doktora el sallayıp oradan uzaklaştı. Koridorda ilerlerken yanından geçen güvenliğe baktı ama o yanından hızla geçip gitti. Ne yapabilirdi kendine düşünüyordu bir taraftan etrafına şaşkın gözlerle bakınıyordu. Zemin kata gelmişti. Oyalanmak adına çantasından birşeyler arıyormuş havası vermeye başladı. Cama mekan güvenlik odasına kısa bir bakış attı. Biraz önce yanından geçen güvenlik personeli muhtemelen burada bekleyen personeldi çünkü şuan orada kimse yoktu. Çok ilginç koca hastanede bir adet güvenlik personeli mi duruyordu. Kumsalın orada personellerin çokluğuna rağmen burada bir kişi duruyordu. Aslında sokaklarda da hiç olmadıklarını şimdi farketti. Bir sorun olduğunda karınca sürüsü gibi hepsi bir anda çıkıveriyordu ortaya.
-          Hanımefendi bir sorun mu var?
Dikkat çekmediğini sansa da sanırım biraz fazla oyalanmıştı. Yanında dikilen güvenlik biraz önce yanından hızla geçip giden kişiyle aynı kişiydi.
-         Ah çantamda bir şey arıyordum. Sonra bir anda yüzü düştü ve mahcup bir yüz ifadesiyle;
-         Ya acaba buralarda lavabo var mı? Acil gitmem gerekiyor da.
-         Ah tabi şu hemen ilerde koridorun sonunda sağ tarafta.
-         Teşekkür ederim. Lavaboya doğru yürümeye başladı. İçeriye girdiğinde havalandırmaya baktı. Acaba ebatları bir kişinin geçebileceği kadar büyük müydü?
      Aslında kendisi de zayıftı. Asansör de lavaboya yakındı. Belki bu yol da denenebilir diye aklından geçirdi. Ardından dışarıya çıkmak için yöneldi.
Dolaptan ilaçları alabilmesi ne yazık ki o an mümkün olmamıştı. Güvenlikten anlaşılmadan silahını alması için bir yol da bulamamıştı. Hastanenin çok sakin olması onun için bir dezavantaj olmuştu. Bu sefer şans ona gülmemişti. O yüzden sadece bir kart ile kafeye geri döndü.
Kafeye gittiğinde kafe hiç te hastane gibi sakin değildi. Patron ve Su telaşla etrafta koşuşturuyordu. Su Alarayı görünce çok sevindi.
-          Alara nerede kaldın? Pamir de ortalarda yok çok sıkıştık, işler üst üste geldi.
-          Pamir nerede?
-         Bilmiyorum birkaç yere uğraması gerekiyormuş. Aslında bu durumu yetkililere bildirmemiz gerekiyor, gerçekten yetemiyoruz. Bir iki kişi daha istesek iyi olacak. Alara bunları bir yandan söylerken işlere de koşuşturan Su’ yu şaşkınlıkla izliyordu. Hemen o da işlerin başına geçti.
Pamir markette kasada duran güzel bayana, yumuşak bir ses tonuyla seslendi.
-          Günaydın Esra.
-          Günaydın Pamir.
-          Bu sizin bilgisayar kablolarını alabilir miyim?
-         Tabiki de, iyi de denetimciler mi geldi? Gelmelerine daha var diye biliyorum. Diyen kız bir yandan da oturduğu yerden doğruldu.
-         Biz de geçen geldiklerinde sorun yaşamışlar, şimdi biri daha geldi tekrar bakacakmış, acaba kabloda sıkıntı mı var onu anlamak için başka kablolardan istediler, bir de onunla inceleyeceklermiş.
     Birlikte depoya indiler.
-          Hepsini vereyim o zaman.
-          İyi olur geldit yapmam en azından.
Pamir güvenilir ve sorunsuz biri olduğu için bu tür isteklerde eli boş dönmezdi. Bu şekilde birkaç yere daha uğradı. Her aldığını sırt çantasına atıyordu, böylece dikkat çekmiyordu. Artık kafeye geri dönebilirdi.
Neredeyse akşam olmak üzereydi. Su bu sefer Pamir’ e daha sert çıkıştı:
-          Oh! akşam oluyor beyefendi nerelerdesin
-         Vallahi çok doğru söylüyorsun. İstersen şöyle yapalım: bu akşam sıranı bize ver Alara ile işleri bu gece biz halledelim sen dinlen olur mu?
-         İsteseniz de bir dakika durmam zaten, feci yoruldum. Dedi ve Su Partron’ a dönerek:
-         Patron sen de lütfen şu eleman işini hallet.
-         Tamam haklısın bugün mutlaka direteceğim.
İşten çıkış saati gelmişti. Herkes evin yolunu tuttu. Pamir ve Alara hariç. Pamir çok heyecanlıydı. Yoğunluktan Alara’ nın neler yaptığını konuşamamışlardı. Herkes gidince hemen Alara’ nın yanına gitti.
-          Alara ne yaptın?
-         Pamir aslına bakarsan iyi haberler veremeyeceğim. Pamir şok oldu. Bunu beklemiyordu. Alara’ nın halledeceğinden çok emindi.
-         Hadi ya peki ne var elimizde.
-         Bir tek kartı alabildim. Uyutucu silahı alamadım. Lakin lavabonun havalandırma camından içeri girebilirim. Tüm katlara da çıkabilirim. Sen bana fırlatamaz mısın?
Pamir uzun uzun düşündü. Bir anda gözleri parladı.
-          Benim daha iyi bir fikrim var. Ama önce ip bulmalıyız. Kalın ve uzun bir ip olmalı.
-          Benim kalın dikiş iplerim olur mu acaba?
-          Yine de onlar ince gelmez mi, elini kesmez mi?
-          Deneyelim olur sanırım.
-         O zaman yaacaklarımız biraz zaman alabilir. Önce ana bilgisayarı bulacaksın. Belki onda paylaşılmayan başka dosyalar da vardır.
-         Ana bilgisayarı nasıl anlayacağım?
-         Tüm odaları tek tek gezeceksin. Bilgisayarın yanında muhtemelen cam kapaklı devasa boyda ışıklar yanan bir düzenek göreceksin. İşte o gördüğün tüm bilgilerin toplandığı ana bilgisayar.
-         Sen de zayıfsın keşke sen girsen hastaneye, güvenemedim şimdi kendime.
-         Gir çık yapmam çok zaman kaybettirir. Ayrıca ses çıkarmadan hızlı hareket edebilecek kişi sensin.
-         Hadi gidelim. Önce evden şu ip olayını çözelim.
Tam kafeden çıkacaklardı ki ikisinin de gözleri rafta hediye paketi sarmak için kullanılan ipe takıldı. İkisi de birbirine bakarak güldüler.
-          Bazen basit düşünmek gerek. Dedi Alara.
      Kafeden çıktıklarında ilk baktıkları; güvenlik personelinin ne yaptığı oldu.
Güvenlik personeli içeride odasında telefonla uğraşıyordu ya da elinde tuttuğu cihaz telefon değil başka bir şey de olabilirdi. İkisi de bu durum için çok sevindiler. Hemen bahçenin dışından binanın yanına dolaştılar. Lavabonun havalandırmasının önüne geldiler. Pamir ipi havalandırmadan içeri fırlattı. Ardından Alaraya döndü.
-          Biraz zor olacak. Dedi.
-          Sanırım.
-          Hadi omzumdan destek al. Ama diğer taraftan nasıl destek alacaksın onu bilemedim.
-          Lavabo sağlam gibiydi ona uzanabilirim.
-          Dikkat et.
-          Olur. Hadi çök.
Alara Pamir’ in desteği ile daha rahat çıktı. Tutunarak önce bir bacağını öbür tarafa attı, elleriyle destek alarak yüzüstü dönebildi. Önce ayaklarını camdan içeri geçirdi ve yavaşça kendini aşağıya bıraktı.
Pamir onu beklemeye başladı. Çok geçmeden yukarıdan bir ıslık sesi duydu. Pamir telaşla yukarı baktı. Hemen bir kat yukarıdan, bir camdan Alara pis pis sırıtarak ipi sarkıtmış bekliyordu.
İşte bu kadar çabuk olmasını hiç beklemiyordu. Artık iş Pamirdeydi. Hızla ipi kabloya bağladı. Kablonun uzunluğu yetmişti. Adım adım ölçmemişti ama kafadan bir hesap yapmıştı o da tuttu. Plan tıkırında işliyordu. Hemen kafeye geldi. Bilgisayarın başına geçti ve incelemeye koyuldu. Evet Alara ana bilgisayarı bulmuştu. Hızla dosyaları bilgisayara aktarmaya başladı. Muhtemelen gereksiz birçok dosyayı da aktarıyordu ama bunları ayıklayacak zamanı yoktu. Çok şifreli dosya ummuyordu ama normal dosyaları aktarması bile hayli zaman alacağa benziyordu. Bir anda bilgisayarda bir hareketlenme oldu; evet işte bir dosya şifre istemişti. Şifreyi bulamazsa aktarmaya izin vermeyecekti. Kurduğu yazılımı deneme vakti gelmişti. Program hızla çalışmaya başladı. Programı oldukça iyi görünüyordu hatta üst seviye de bile denilebilirdi, kendisi de bu durumu şaşkınlıkla izliyordu. O gece gerçekten emek vermişti, çok çalışmıştı ama böyle de bir sonuç beklemiyordu doğrusu. Beklemeye koyuldu. Ekranı uzun uzun inceliyordu. Hakikaten şifreyi kırmak kolay olmayacaktı.
Aklından birçok şey geçiyordu. Alara, bilgiler, kasaba, şifreler… Bunca gün, üstünde biriken yorgunluğa kat ve kat yorgunluk biniyordu üstüne. Aklına ara ara gelen Alara’ nın yakalanmaması için dua ediyordu. Yine de onu görmeden yapamayacağını anladı. Hemen kafeden fırladı. Camın dibine geldi. Kısa ve sert bir ıslık çaldı. Hemen camdan Alara belirdi. Pamir seslendi:
-          Naber?
Alara hem çok mutlu hem de çok heyecanlıydı.
-          Burası çok iyi. Asıl sen ne yaptın? Diyerek fısıldadı.
-          Herşey yolunda, sana bakmaya geldim.
-          Bizimki ne yapıyor?
-          Sözüm ona nöbet tutuyor. Dedi ve ellerini yanağına dayayarak uyku halini taklit etti.
-          Hu piş hu piş.
Alara’ nın gerçekten çok hoşuna gitmişti. Sonra el salladılar ve ayrıldılar.
Pamir kafeye geldiği gibi masanın başına geçti. Ekrana baktığında tahmin ettiği gibi şifreyi çözmesi zaman alacaktı. Ekranı inceliyordu. Gözlerinin artık içi yanıyordu. Son zamanlarda bu kadar olayın üst üste gelmesi ve bu bilgisayarı çözme çabası, en sonunda uykusuz geceler Pamir’ i mahvetmişti. Nedense bu kadar yorgunluğa rağmen rahat yatamıyordu. Uykusunda bile huzur yoktu. Ama bugün herşey bitecekti. Pamir bu düşüncelerin arasında bir an için içi geçti.
Rüya görüyordu. Bebek ve çocuk seslerinin arasında bir kadın sesi duyuyordu ^Bir yeni yıl dileğim var söyleyemem bu bir sır, öyle özel bir dilek ki herkesi şaşırtır, tüm kalbimle inanırsam gerçekleşir belki, ama gerçekleşmezse de farketmez, inancım baki^. Çok mutlululardı, sevinç çığlıkları arasından akan gülücükleri o karanlık odayı kaplıyordu. Odadan ilerlemek istiyordu. Karanlık odanın kapısından sızan ışığa doğru yürümeye başladı. Sesler de onla birlikte yaklaşıyordu, o ise birşeyler görebilmenin heyecanıyla kapıyı araladı, bir anda sert çehresiyle umarsız gözlerin akıttığı gözyaşlarına aldırmadan gözlerinin içine bakarak seslenen bir kadın ile karşılaştı.
-          Kalbi çok iyi olabiliyorken, bir adamın daha ne kadar çirkinleşebileceğini gördüm.
Sonra aniden iki eliyle onu sertçe itti. Düşme refleksiyle Pamir kan ter içinde uyandı, derin derin nefes alıyor, gözleri hızla etrafa bakıyor, su falan arıyordu, bu sefer bu alet ötmemeliydi, hayır şimdi olmamalıydı, serin bir hava ararmışçasına heyecanla dışarı fırladı, hızla tekrar içeri girdi, hemen lavabonun başına koştu, yüzüne, başına, boynuna ve her neresine geldiğine dikkat etmeden su çarpıyordu. Kolunu havaya kaldırdı. Koluna sıkı sıkı bası uyguluyordu. ^^ Allahım ne saçma, böyle mi engelleyeceğim aptal aptal ^^ diye bir yandan önüne tekme atıyordu. Aniden rüyasında duyduğu o şarkıyı mırıldanmaya başladı ^Bir yeni yıl dileğim var söyleyemem bu bir sır, öyle özel bir dilek ki herkesi şaşırtır, tüm kalbimle inanırsam gerçekleşir belki, ama gerçekleşmezse de farketmez, inancım baki^. Diyerek yere çöktü, gözyaşlarına hakim olamıyordu, çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Hem şarkıyı mırıldanıyor hem de ağlıyordu. Sorgulamıyor, merak etmiyor ve düşünmüyordu. Bu duyguları o kadar çok özlemişti ki içine doğan o huzur için ağlıyordu. Sarılmak istiyordu ama somut değildi ki gördükleri; sarılamıyordu. Kafede çok hoş bir koku hakimdi: Ev kokuyordu ev…
Bilgisayardan bir ses geldi. Hiç bitmesin istediği bu anlardan, içinden kalbini söker gibi ayrıldı. Bilgisayara doğruldu; evet başarmıştı. Artık şifreli dosyayı da aktarıyordu. Bir on dakikalık işleri kalmıştı. Toplamda ne kadar sürmüştü bilemiyordu. Hızla etrafı toparladı. Bilgisayarın işi bitince hemen Alara’ nın yanına koştu.
Geldiğinde bir ıslık attı. Alara camdan aşağıya baktı. Pamir onu görünce hafifçe seslendi:
-          Tamamdır.
Alara kabloyu aşağıya sarkıttı. Çok geçmeden aşağıya indi. Lavobonun havalandırmasından aşağıya doğru Pamir’ e uzandı. Pamir hemen omuzlarından kavradı ve kendisine doğru çekti. Evet artık inmişti. Ve hemen kabloyu toplayarak kafeye doğru koştular.
Pamir içeriye girdiğinde derin bir nefes aldı. Dosyaları bilgisayarda kimsenin bulamayacağı şekilde gizledi. Ardından bilgisayarı kapattı. Masaya oturdu başını masaya koydu ve uyudu. Alara şaşkın bir halde onu izliyordu. Oysa o dosyaları inceleyeceklerini sanıyordu. Tepki bile veremedi; çünkü o kadar çok yorgun görünüyordu ki bu manzarayı anlamamak aptallık olurdu. Alara dolabında duran şalını getirdi ve Pamir’ in omuzlarını örttü.
Sabah olmuştu. Alara da kıytı köşede eğreti bir şekilde uyuyakalmıştı. Pamir yüzünü kapatan o kızıl saçlarını geriye doğru attı ve onu izlemeye daldı. Bir süre sonra ısrarla yüzüne gelen ışığa artık tahammül edemeyen Alara, uyanmaya direnmekten vazgeçti ve gözlerini açtığında Pamir ile göz göze geldiler.
-          Pamir ne zaman uyandın sen?
-          Çok oldu.
-          Canın mı sıkkın senin? Dedi ve o buruk yüzünü iki elinin arasına aldı.
-          Kötü bir geceydi Alara.
-          Ne yani şifreyi kıramadın mı?
-          Hayır, onlarda hiçbir sıkıntı yok. Gece bir ara uyuyakalmışım; rüya gördüm.
-          Boğulan çocuğu mu gördün yoksa?
-         Yok hayır, bu sefer sanırım annemi gördüm. Bilemiyorum, bir kadın vardı, etrafında çocuklar, birlikte bir bebeğe şarkı söylüyorlardı, çok mutlulardı. Dedi ve ağlamaya başladı.
-         Peki onlar mutlularsa sen neden ağlıyorsun? Ne güzel bak bir ailen varmış, güzel bir hayatın var belli ki.
-         Ben de ona ağlıyorum ya, benim içim yanıyordu Alara, onlar mutluydu ama benim içimi kocaman bir acı kapladı. Sonra karşıma çok güzel bir kadın çıktı, ama çok kızgındı, bana kızıyordu sanki ve bir anda beni itti, nefretle itti. Ben de sonrasında uyandım. Benden nefret eden bir kadın var Alara. Ne yaptım ben o kadına, kimdi o kadın, ama çok güzeldi, Alara çok güzeldi. Allahım kafayı yiyeceğim.
-         Herşey o bilgisayarda biliyorsun değil mi Pamir? Hadi bakalım artık.
-         Evet, hadi bakalım neler varmış.
İkisi de bilgisayarın başına geldiler. Diğer arkadaşlarının gelmesine daha çok vardı. Şifreli dosyayı açtılar. Evet, tahmin ettikleri gibi kişilere ait bilgiler vardı. Pamir Alaraya döndü:
-          Önce sana bakalım mı?
-          Hayır, Pamir önce sen lütfen.
-         Aslına bakarsan böyle olunca ben de bir duraksadım şimdi. Alaraya korkulu gözlerle bakıyordu.
-         Ama yapmak zorundayım. Ve Pamir kendi ismini açtı.
-         Adı: Tufan Karataylı
Yakını: Peyker Karataylı
Adres: Madra Mahallesi Verçenik Sokak No: 3150  Derinkuyu.
Telefon: 0750 315 17 83
-          Bu kadar mı? Dedi Alara ve devam etti:
-          Ne yapacağız şimdi? Pamir ise donuk gözlerle ekrana bakmaya devam ediyordu.
-          Sen değil ben yapacağım.
-          Pamir gideceğim deme sakın. Sadece bu bilgilerle nereye gideceksin?
-          Çıkayım da buradan elbet bir çok gerçek beni dışarıda bekliyor.
Pamir kendi dosyasından çıktı. Alara istemiyordu ama yine de onun dosyasını da açtı.
-          Adı: Minel Kaya
Yakını: Merve Çevik
Adres: Kulşerif Mahallesi Mogan Caddesi No:17 Aksa.
Telefon: 0750 375 89 15
Bu bilgilerin hepsini Pamir bir kağıda not etti. Diğer dosyaları incelemeye başladı. Bir çok sözleşme evrakları, senetler, para cetvelleri gibi bir çok belge vardı.
-          Çok fazla hukiki evraklar var. Dedi Pamir.
-          Yani bu ne anlama geliyor.
-          Bence burasının bir hastane olduğunu doğruluyor.
-          Eh peki kasaba hakkında bir bilgi var mı?
-          Çok ilginç.
-          İlginç olan nedir?
-          Bizim Hastanenin adı TRAN ama burada geçen Kurum Adı; Tibet
-          Nasıl ya adres olmasın o?
-          Hayır hayır adres olarakta öyle. Lakin Kurum Adı olarak Tibet Hastanesi olarak geçiyor.
-          Yani bu durumda kasaba; karantina bölgesi değil bir hastane öyle mi?
-          Burada böyle görünüyor.
-         Hakikaten çok ilginç, girilip çıkılamayan bir hastane, evleri olan, marketi, bankası, kafesi ve daha birçok işletmesi olan ne bileyim yok konser alanı yok meydanı… Burası nasıl bir hastane?
-         Aslında hastalığımız bulaşıcı denilince çokta rahatsız etmiyor bu sistem.
-         O zaman niye bize böyle denilmiyor.
-         İşte normal olmayan da o ya. Bizim bu kasabanın bir hastane olduğunu bilmemizi istemiyorlar. Eğer bulaşan bir hastalık taşıyor olsaydık; bu kasabanın bir hastane düzeneği olduğunu da anlayabilirdik.
-         Bizde bulaşıcı bir hastalık yok mu yani?
-         Bence öyle.
-         O zaman bunca kurallar ne için peki, biz nasıl hastayız o zaman, neden bize ilaç enjekte ediyorlar?
-         Benimde kafamda birçok soru var Alara, hepsini bulacağız. Ama bu bileklerimizde duran bileklikler varken bu çok zor olacak. Şimdi onunla ilgili birşeylere bakıyorum. Hasta bilgilerimiz çok az gerçekten. Onun dışında anlamadığım terimler olduğu için ne nedir çözemiyorum. Ah bak ^Rosenham^ evet bunu bir daha inceleyelim.
İkisi de yazıları pür dikkat okuyordu. Pamir yazılarda kendi isminin geçtiğini gördü. Çok şaşırdı. ^denek^ diyordu. ^Denek Hasta Adı: Pamir, çok sık rüya görmeye başladı. Rosenhamın kimyasal bileşeninde bir eksiklik mi var yoksa uygulama hatasından mı olduğu araştırma aşamasında. Bu durum henüz netliğe kavuşturulamadı. Denekler mevcut olan hastalıklarının bazı niteliksel özelliklerini devam ettirmekte. O yüzden deneklere kendi tanılarına ait tedavilerinin de arttırılmasına karar verildi. Pamir dışında diğer hastaların anılarını hatırlamıyor olması, Rosenhamın bileşenlerinin doğru olduğunu destekliyor.^ Alara Pamir2 e döndü:
-          Ne demek şimdi bu?
-          Biz ailelerimizin izni ile denekleriz, bu yazı bunu gösteriyor.
-         Ah bir dakika ben bir anda hepsini hazmedemeyeceğim; denek, hastalık. Bir kere bizler bulaşıcı hastalık falan taşımıyoruz. O kadar dosya gezdik bir tane bile böyle bir bilgiye rastalamadık. Ama hastalığımızın karakteristik özelliklerini gösteriyormuşuz. Hepimiz farklı hastalıklar taşıyoruz. O zaman neden hepimiz burada toplatıldık. Vallahi kafam allak bullak oldu.
-         Ya aslında iyi gidiyordun. Evet, hepimizi buraya getiren ortak bir özelliğimiz var. Bu kati. Onlar araştıradursun, biz ilacın bana geç enjekte edildiği için anılarımı hatırladığımı çok iyi biliyoruz.
-         Hem hastayız hem unutturulmak istiyoruz hem de tedavimiz devam ediyor.
-         Ben de bugün TRAN’ a gideyim. Ama bu ilacı bir şekilde kendime geç uygulanmasını sağlamalıyım.
-         Ben de sana yardım edeyim.
-         Ne yapabilirsin?
-         O günki hasta gibi ben de fenalaşsam?
-         Peki tamam, sana güveniyorum, geç kalma ama ben gittikten beş dakika sonra sen de çık. Şimdi bu dosyaları tekrar kapatıyorum. Gece ben yine bakarım. Çok şey var, insanlar gelecek birazdan.
Pamir kafedeki işlere koyuldu. Aklında birçok soru vardı: O numaralar, aile bilgileri, ilaç hakkında yazılanlar hepsini tek tek düşünüyordu. Aile hakkında çok kısa bilgi vardı. Belli ki bu dosyalar dışında asıl bilgilerin olduğu dosyalar başka yerdeydi. Mesela hastalıkları hakkında bir bilgi yoktu, her birinin tedavisi farklıydı ama ilaç bilgileri yoktu, doğum tarihi, yaşı hatta doğum yerleri hepsi havada kalmıştı. Ya bilgileri iyi inceleyemediler ya da bu bilgisayar ana bilgisayar değildi. Belli ki buradaki aile bilgileri sadece acil durumlarda kullanılacak bilgilerdi.
Bu bilgisayarda asıl bilgilerin yer almaması akla yatıyordu. Çünkü bilgileri çok rahat ele geçirmişlerdi önlem amaçlı bu bilgisayara kaydedilmemiş olabilirdi. Demek ki bilgileri başka yerde saklıyorlardı, sürekli değişen kadroyu da hesaba katınca burası bir yerin sadece bir dalıydı anlaşılan.
Herşeye rağmen kendisinden bu kadar sağlam bir performans beklemiyordu. Demek ki gerçek hayatta iyi bir potansiyele sahipti. Bu kadar kısa zamanda bir bilgisayarı ele geçirmek hele de kendisinden bihaber biri için çok büyük bir başarıydı. Peki ilacın etkisine rağmen nasıl yapabilmişti? Bu kadar bilgiyi nasıl hatırlamıştı? Alara’ nın kendi elbiselerini dikmesi gibi birşeydi sanırım. O da dikme işlerini burada öğrenmemişti, tamamen kendi yeteneğini kullanıyordu. Belki o da varolan bilgilerini ihtiyaç halinde ortaya çıkarmıştı.
İnsanlar yavaş yavaş kafeye gelmeye başlamışlardı. Patron ve Su da gelmişlerdi.
-          Günaydın gençler!
Alara eğreti bir şekilde yattığından olacak beli başı tutulmuş vaziyette:
-          Günaydın Patron. Diyebildi.
-       Alara sen dünki kıyafetinle mi duruyorsun? Dünyanın sonu gelmiş olmalı. Bunu derken Patron yüksek bir sesle kahkaha attı.
Hakikaten Alara’ nın tamamen aklından çıkmıştı. Yorulmuştu gerçekten. Ama hemen mantıklı bir cevap bulmalıydı:
-         Dün ilaç çarpmış olmalı Patron. Hatta işlerin çoğunu Pamir yaptı. Ben kendimi çok kötü hissediyordum.
Patron hakikaten Alara’ nın kötü göründüğünün farkındaydı. Pamirse bu durumun işlerine yarayacağından çok memnundu.
-         Neyse dün yetkililerle görüştüm. Bize iki kişi verecekler en azından biraz rahatlarız işler de hızlanır. Alara bitkin halinden sıyrılamamış bir şekilde:
-         İşte buna çok sevindim. Diyebildi.
Kısa bir sessizliğin ardından kapının açılması ile bu sessizlik bozuldu. İçeriye yavaş adımlarla giren kişiye sadece Pamir şaşırmış olamazdı. O gün fenalaşan yaşlı adam gelmişti. Pamir hem şaşkınlık hem sevinç içinde hemen beyefendinin yanına koştu.
-         Hoşgeldiniz efendim nasılsınız? Buyrun böyle geçin. Derken Pamir hemen bir sandalye çekti.
-         Teşekkür ederim evlat.
-         Ne alırsınız acaba, nasıl yardımcı olabilirim?
-         Bir ıhlamur çay ve bir boğaca alayım.
-         Boğacanız sade mi olsun acaba?
-         Evet lütfen.
-         Hım, beyefendi beni hatırlayacak mısınız bilmiyorum, geçende burada kafede oturmuş ardından buradan çıktıktan sonra şu yolda rahatsızlanmıştınız.
-         Evet, ama sizi hatırlayamadım özürdilerim.
Pamir buna şaşırmamıştı, ama neden yüreği buruktu.
-         O gün bilinciniz yerinde değildi hatırlayamamanız çok normal. Çok iyi sayılmazdınız sizi araçla başka bir hastaneye götürdüler. Belki uyandığınızda nerede olduğunuzu size söylemişlerdir. Çünkü uzun zamandır sizi buralarda göremedik. Sanırım tedaviniz o hastanede devam etmiş.
-         Evlat! Fenalaştığımı hatırlıyorum. Ama hangi araçtan bahsediyorsun anlamadım. Ben hiçbir yere götürülmedim, bu hastanede yattım.
Pamir böyle bir tabloyla karşılaşacağına inanmak istemiyordu. Belki de bu yüzden hala diretiyordu:
-         Bakın burada çalışan birçok kişi sizin o araca bindirildiğinizi gördü, sadece ben değil. Belli ki sizi birkaç gün sonra bu hastaneye getirmişler.
Yaşlı adam umursamaz ama ilgilenirmiş gibi:
-          Evet olabilir. Dedi ve önündeki gazeteye yöneldi.
Alara Pamir’ in omzuna dokundu. Ve kısık bir sesle onu ikna etmeye çalıştı.
-          Gel hadi bakacağız bir çaresine.
Pamir biliyordu evet böyle olacağını biliyordu. Ama yüreğindeki kırılmışlığa engel olamıyordu.
Ellerindekini tezgâha bıraktı. Sinirli değildi, yumruğunu sıkmış nazı tek tezgaha geçercesine vuruyordu.
-          Biliyordum, biliyordum… Alara elini tuttu:
-         Bak Pamir: Biz çok iyi gidiyoruz ve sen burada çıkış yolunu bulacaksın, bizim durumumuz bu yaşlı amcaya bağlı değil ki, olaya mantıklı bak. Hepimiz onun başka bir hastaneye götürüldüğünü biliyoruz. En baştan beri bizden başka yerlerin de olduğunu bilmiyor muyduk sanki. Gittiği yeri hatırlasa bile buradan çıkış yolunu bulamadıktan sonra nasıl gidebilecektik ki?
Pamir Alara’ nın gözlerinin içine bakıyordu artık.
-          Yani ne demek istiyorsun.
-         Odaklan Pamir odaklan diyorum. Alara Pamir’ in bileğini kavramış ve yüzünün hizasında tutuyordu.
-         Buradan kurtulmanın yolu bu.
Pamir toparlamıştı kendisini artık daha serin bakıyordu etrafa. Yorgunluk onu her tarafından sarmış sanki toprağın altına çekiyormuş gibiydi. Evet sonunda bugünden sonra yastığa başını koyabilecekti.
-          Ben hastaneye geçeyim.
Pamir önlüğünü çıkarıp hastanenin yolunu tuttu. Alara’ nın zamanında geleceğini umuyordu. O yüzden ne yapacağı hakkında kafasını hiç yorma gereği duymuyordu.
Niyeyse yaşlı adamın götürüldüğü hastaneyi hatırlamıyor olması çok canını sıkmıştı. Eğer bileklikten kurtulamazsa yaşlı adam gibi rahatsızlanabilir ve bu yolla buradan kaçabilirdi. Böyle bir alternatifi daha vardı. Yaşlı adam en azından kaldığı hastane hakkında birkaç bilgi vermiş olsaydı ortam ona yabancı gelmez, kafasında daha net fikirleri olurdu böylece kimseye fırsat vermeden kaçabilirdi. Yine de bu alternatifi hala geçerliydi.
Tabi inandırıcı bir rahatsızlık yaşamalı ki. TRAN’ ı aşan bir ortam oluşsun. Bunu da zamanla bulacaktı elbet. Vazgeçme gibi düşüncesi olamazdı. Bir şekilde zayıf bir halkayı bulacak ve zincirlerini kıracaktı.
Alara, Pamir gittikten sonra biraz zamanın geçmesini bekliyordu. Bu esnada Patron’ a da inandırıcı bir yalan arıyordu. Gözleriyle Patron’ u izliyordu. Bir anda kapı açıldı. Aslında dikkati çeken kapı açılması değildi: Alara’ nın bakışaçısına kapının açılmasıyla dünkü doktor giriverdi. İşte bu bahtsızlığın tam bir göstergesiydi. Sırası mıydı şimdi?
-          Ah Pamir üzgünüm bu sefer yalnızsın. Diye kendi kendine söylendi.
Doktorun heyecanı yüzünden belli oluyordu. Telaşlı gözlerle birini ararmışçasına etrafa bakınıyordu sonra özensizce rastgele önüne gelen ilk masaya oturdu. Alara affalladığı için Sudan önce davranamadı. Su Doktor Bey’ in masasına gitmişti bile.
-          Hoşgeldiniz ne alırdınız?
-          Teşekkür ederim. Hım ben soğuk birşeyler içmek istiyordum. Neler var acaba?
-          Soğuk kahve, meyve suları, limonata, milkshake…
-          Ah! Ben bir milkshake alabilirim, bir de soğuk su.
Alara onları izliyordu. Su oradan ayrıldıktan sonra kıvrak bir manevrayla doktorun karşısında duran sandalyeye çöküverdi.
-          Hoş geldin seni dün bekliyordum.
Doktor Alara’ yı bir anda karşısında görünce yüzünde oluşan sevinci saklayamadı, yüzünde güller açıyordu.
-         Hoşbulduk. Dün uzaktan baktım aslında ama seni göremedim, bugün de göremedim bu sefer şansımı deneyeyim dedim.
-         Ben de tam çıkıyordum. Bu sefer şans sana güldü.
-         Evet bu sefer de seni göremeseydim artık pes edecektim. Çünkü buralarda çok fazla görünmememiz lazım.
-         Ah evet şu mevzu, sır dolu bulaşıcılığımız, ama şimdi bunları konuşmayacağız değil mi?
Genç doktor bu cümleyi duyunca ferahladı o da böyle umuyordu, hastalarını iyi tanıyordu, Alara’ nın az da olsa dişiliğinin tadını çıkarmak istiyordu, asla kaçamak olmayacaktı: sadece bir kahve ya da ikinci bir görüşme o kadar. Masaya rahat bir tavırla dayandı.
-          Eee nasıl gidiyor, keyfini çıkarabiliyor musun?
-         Ah kesinlikle ben hayatımdan memnunum çok eğlenceli geçiyor, bazen arkadaşlarla takılıyoruz.
-         Sıkılıyor musun hiç?
Neden Alara yapmacık cevaplar verme gereği duyuyordu.
-          Neden sıkılayım ki?
-          Ne bileyim Kasaba dar gelir senin gibiler için.
-          Benim gibiler mi?
Aptal olası dedi içinden nasıl iki dakikada yelkenleri suya indirdin. Hangi arada gevşeyip anında kıza açık verdin?
-          Benim gibiler çok gelip geçiyor senden anlaşılan.
-         Affedersin öyle demek istemedim aslında, biraz kıpır kıpırsın. Burası da küçük yer sonuçta.
-         Aslına bakarsan bazen bana küçük geliyor. Dışarıda hayat nasıl merak ediyorum mesela.
-         Benim için fazlasıyla sıkıcı iş ev iş ev…
-         Evli misin?
-         Hayır değilim ve taleplere açığım. Alara kahkaha attı.
-         O zaman çok beklersin.
-         Nedenmiş o?
-         Oturup teklif beklersen çok beklersin.
Su geldi, ikramları bıraktı, o esnada ikisinde de kısa bir sessizlik oldu ve ikisi de masaya konulanları izledi, Su gittikten sonra Alara:
-          Aslında özel tarifimle yaptığım kahvenin tadına bakmanı isterdim.
-          Onu da bir daha ki sefere denerim artık.
-         Hım eğer şöyle yaparsak o kahveyi yapmayı kabul ederim çünkü benim böyle, bir daha ki seferelere açık çek yazacak gibilerden değilim.
-         Oh! Bu biraz ağır oldu. Aslında istemeden de olsa seni kırdım, o yüzden nasıl yapalım kendimi sana affettirmeliyim.
-          O özel kahveyi sana evimde tattırmak isterim.
Doktor hızla atmaya başlayan kalbinin dışarıdan anlaşılıyormuş gibi bir hisse kapılarak, kızaran yüzünü öne doğru eğdi. Alara hemen onu rahatlatmak istedi:
-         Nelerin yasak olduğunu çok iyi biliyorum. Lütfen yanlış anlama ben bu kadar insanın içinde kendimi bulamıyorum ve başka bir insan oluyorum. Evde daha rahat edeceğim, senin evine gidelim diyeceğim; hayır dersin diye korkuyorum.
Doktor, beceriksizce yapılan ince espiriye gülmekten kendini alamadı.
-          O da olur inşallah birgün.
-          Geliyorsun yani?
-          Bilemiyorum benim burada bulunmam bile yasak.
-          Kaç bir gece kim bilecek?
-         Aslına bakarsan evet farkedilmem. Bir iş çıkışı sana gelebilirim. Lakin küçük bir sorunum var onu çözebilirsem olur.
-         Ne ki acaba?
-         Ya bizim buraya giriş çıkışımızı sağlayan bir kart var, onu kaybettim. Onu bulmam lazım. Alara neden gülemiyordu acaba?
-         Ah! Unutmuşsundur belki bir yerde, iyi de koca kasabada kapı mı var da biz göremiyoruz?
-          Malum burası karantina bölgesi giriş çıkışlar izinlerle oluyor.
-         Hakikaten nereden giriyorsunuz? Biz hiç sizin gelişinizi görmüyoruz. Doktor kurnazca güldü.
-          Bu bir sır sana söyleyemem.
-          Aman kaçacağız sanki, ne varsa herşey sır.
Alara aslında sıkıcı olan sohbetten bir soluk almak adına gözlerini dışarıya dikti. Pamir ne yapıyordu acaba?
Pamir tedavi olacağı odaya kapı tıklatarak girdi. Kapıyı açtığında içeride başka bir hasta vardı.
-         Ah pardon! Diyerek kapıyı tekrar kapatıp birkaç adım geriye çıktı ve beklemeye başladı. Bir yandan ne zaman gelir diye Alara’ ya bakıyordu. Pamir yine de beklerken bir plan düşünmeye başladı. Ama bir yandan Alara’ yı beklemekten de kendini alamıyordu. İçeride ki hastanın çıkması da uzun sürmüştü, Alara’ nın gelmesi de. Sonra yavaşça kapı açıldı, içeriden hasta çıkarken Pamir de içeriye girdi. Doktor sandalyede oturuyordu. O da hasta koltuğuna oturdu.
-         Evet hoşgeldiniz adınız neydi?
Doktor seri bir şekilde işleri bitirip, çabucak gitmek istiyordu. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. Neden bir anda Pamir doktoru ters köşe etmek istedi. Alara da gelmemişti başka şansı var mıydı?
-          Tufan.
Listeye bakarak bekleyen doktor, ismi duyunca baktığı yerde dondu kaldı, duyguları karıştı, ne düşüneceğini bilemedi, bir kere zaten koca kasabada Tufan adında bir hasta yoktu, gelecek hastaların isimleri ve saatleri belliydi, listede adı geçen Pamir’ in gerçek adının Tufan olduğunu da biliyordu, her doktor gibi o da bu özel hastaların tüm gerçek bilgilerini adı gibi biliyordu, çünkü öyle tembihlenmişlerdi, çok uyanık olmaları gerekiyordu. Alt zemini kuvvetli olmayan neredeyse hala araştırma merkezi gibi çalışan bu hastanede ters giden bir şey olursa iyi gözlem yapabilmeleri için her hastanın; hastalık tanısından aile bilgilerine kadar hatta bu hastaneye getirilme sebeplerine kadar tüm bilgilerini su gibi içip yutmuşlardı.
Ve şimdi böyle bir terslikle karşılaşmıştı. Tam da hazırlandığı yerden bir çatlak çıktı ortaya. Pamir’ in gerçek adı; Tufandı. Bunu nasıl tolere edip nasıl bir tepki verecekti. Hadi ona hissettirmeden hareket etti diyelim birincisi bu ismi bilinçli mi söyledi öyle ise, kendini tam anlamıyla hatırlıyor olmuş olsa; bu şekilde rahatça karşısında oturamazdı. Hatta çıldırmış olmalıydı. Yok kesinlikle ismini hatırlayarak söylemediği belli.
Hadi hatırlamıyor da meşhur gördüğü rüyalardan birinde gördü veya duydu bu ismi; peki kendi ismi olduğunu nereden çıkardı? Bilekliği mi çözdü acaba ya da hasta dosyalarına mı ulaştı? Yok bu mümkün değil. Teknolojik olarak çok kısıtlılar ayrıca ilaç onların bu fonksiyonlarını engelliyor, bu kadar akıl yürütemez. Belli ki bu işin içinden çıkamayacaktı. En iyisi Profesöre haber vermeliydi.
Pamir ise zaman algısı tamamen aklından uçup giden doktorusessizce seyrediyordu. Her geçen zaman onun leyhine işliyordu, bu da onun elbette işine geliyordu.
-         Liste de adınızı bulamadım. Bir dakika bekleyin hemen geliyorum. Deyip yerinden fırladığı gibi odadan çıktı doktor. İlk bulduğu bir odaya kartı ile daldığı gibi telefonuna sarıldı ve Profesörü aradı.
Pamir ise hemen önündeki enjeksiyonu aldığı gibi avucunda ovalamaya başladı bir yandan da nefesiyle de destekliyordu. Doktorun hemen gelemeyeceğini adı gibi biliyordu.
-          Alo söyle Engin.
-          Hocam iyi günler müsait miydiniz?
-          Bir toplantım var hızlı ol Engin.
-          Hocam Pamir geldi.
-          Yine mi rüya görmüş?
-          Yok Hocam bu sefer adını hatırlıyor.
Telefonda duyduklarına inanamayan Profesör şok oldu.
-          Emin misin Engin?
-          Hocam adın ne dedim. Tufan dedi.
Tufan ismini duyunca Profesörün tüyleri diken diken oldu. O yüzden Enginin bu kadar panik olmasına artık hakveriyordu.
-          Bir şey belli etmedin değil mi Engin?
-          Yok hocam ama artık ne farkeder ki?
-         Öyle düşünme eğer ilaç etki etmediyse bilgileri kesik kesik hatırlayacaktır. Sen vakit kaybetmeden geri dön ve ilacı yap.
Engin doktor hızla odaya geri döndü. Bir şey belli etmemeye çalıştı. Pamirse ilaç için, geçen sürenin yeterli olduğunu düşünüyordu.
-          Evet nerde kalmıştık?
-          Size rüyamı anlatıyordum Doktor Bey siz de kalkıp gittiniz.
-          Nasıl yani ne zaman?
-          Biraz önce. Pamir şaşkın bir yüz ifadesi takındı yüzüne.
-          Ya öyle mi hiç farketmemişim. Ben not defterimi alayım önce çünkü not almam gerekebilir. Adınız neydi?
-         Pamir. Doktor elinde duran deftere bakıyordu ki birden Pamir’ e soru dolu gözlerle bakakaldı. Pamirse hiçbirşeyin farkında değilmişçesine rüyayı anlatmaya hazırlanıyordu.
-         Evet Pamir Bey nasıl bir rüya gördünüz?
-         Tufan, sadece bir tufan koptu rüyamda.
Doktor şimdi anlamıştı ve rahat bir nefes aldı. Sonra da kendi kendine güldü. Pamir’ in bir an için yanında olduğunu unutmuştu sonra hemen kendini topladı.
-         Ah! bu çok normal. Gergin bir gün geçirmişssinizdir. Hadi ilacınızı yapalım Pamir Bey diğer hastalarla da ilgilenmem gerekiyor.
-         Evet tabi. dedi ve gönül rahatlığıyla kolunu doktora doğru uzattı. Artık kafenin yolunu tutma vakti gelmişti.
Doktor, dışarıya dalmış olan Alara’ nın güzeller güzeli yüzünü inceliyordu. Alara bu durumu farketmiş olacak ki hemen kendisini toparladı. Doktor da bu tepkiden dolayı artık gitmesi gerektiğini düşündü.
-          Ben kalkayım artık.
-          Oturuyorduk ama, neden bu acelen?
-         Sen biraz önce bir yere gidecektin, hem ben de buralarda dikkat çekmeyeyim, dönsem iyi olacak.
-         Peki sen bilirsin ama arayı soğutma, bu arada bana geleceğin gün mutlaka kafede haberleşelim.
-         Olur olur tabi. Derken Doktor artık kalkmıştı masadan Alara da kalktı ve:
-         Bu arada adın ne senin? Doktor güldü hakikaten söylememişti.
Alara tabiki de kartı incelemişti. Ama adını ağzından kaçırmamak için çok direnmişti, artık sorup bu gerginlikten kurtulmak istiyordu.
-          Oğuz.
-          Beni biliyorsun zaten, tanıştığımıza memnun oldum, senden haber bekleyeceğim.
-          İnşallah seni çok bekletmeyeceğim. Dedi
Alara ona elini uzattı. Oğuz ise nazikçe elini kavradı ve Alara’ nın hiç beklemediği bir hamle yaptı; sağ yanağına bir buse kondurup oan gülümseyerek uzaklaştı.
Neden Alara sonrasında bu tatlı dokunuşta başka bir sıcaklık hissetti. Doktor hakkında hiçbir şey bilmiyor hatta onu tanımıyordu bile. Ama doktor onu tanıyordu. Bu kadar çekinmeden ona yakın davranması ondandı zaten. Ondandı da Alara’ nın hayatında neyi biliyordu da şimdi bu kızın yüreğinde uyuyan o küçük kızı uyandırıverdi. Alara içinden bunları düşünürken kafeden uzaklaşan doktoru seyredalmıştı. Doktor ise en uç noktada ona son kez döndü ve hala o tatlı tebessümü ile bir bakış atıp ardından uzaklaşıp gitti. Ama Alaradan o hava bir türlü gidemedi. Aslında en başından beri niyetinde onu geçiştirmek vardı. Kartın kaybolduğu gün elbette onu da şüpheliler listesine alacaktı. Rahat gibi görünerek şüpheyi üstünden atmak istemişti. Evet doktor hem sevimli hem de yakışıklıydı. Ama ne eğlenilecek ne de uzun süreli ilişki düşünebilecek bir pozisyondaydı. O yüzden onunla zaman geçirmeyi hiç düşünmemişti. Şimdi ise ona karşı bir merak uyandı içinde.
Kapıdan iki kişi içeri girdi. Alara’ ya doğru yaklaştılar.
-          İyi günler Çetin Bey ile görüşecektik. Alara bir an rüyadan çıkmış gibi onlara bakakaldı.
-          Ah evet şu ilerde mutfak kapısının önünde duran beyefendi Çetin Bey oluyor. Dedi. Evet sanırım gelecek olan iki yeni eleman bunlardı.
-          İyi günler Çetin Bey bizler kafede çalışmak için gönderildik. Çetin Bey duyunca inanılmaz sevindi.
-          Ooo hoşgeldiniz. Buyrun size bir çay ikram edelim. Su! Bize birer çay getirir misin?
-          Tabi Patron hemen.
-          Hoşgeldiniz beyler buyrun şöyle oturalım.
-          Hoşbulduk.
-          Kasabaya yeni mi geldiniz?
-         Yok bu arada ben Ahmet bu da Ayberk, biz bayağıdır buradayız. Ben bankada çalışıyordum, bir süre sonra bankada çalışmak bana ağır gelmeye başladı. Ben de çalışmaya bir süre ara verdim. Sonra tekrar başvurdum bana yeni döndüler ve işte şimdi ben de buradayım.
-         Hoşgeldiniz. Bana burada Patron derler, burada bankada olduğu gibi beyli hanımlı konuşmayız, sonuçta burası insanların rahatlamaya geldiği bir yer o yüzden biz de rahat bir ortam sağlıyoruz. Ayberk sen nereden geldin?
-          Ben de bu rahat ortamdan ötürü kafe gibi bir yerde çalışmak istiyordum. Benim için iyi oldu. Normalde benim bir müzik grubum var. Bazı geceler barda çalıyoruz. Ama sabahları da takılacağım bir işim olsun istedim.
-          Lakin Ayberk burada bazı geceler vardiyaya kalıyoruz.
-          Evet onu anlattılar başvuru merkezinde. Grupta çok etkin bir rolüm yok, ikisini de birlikte yürüteceğime inanıyorum.
-          Eh peki o zaman bugün arkadaşlarla birlikte takılın biraz işler nasıl yürüyor izleyin. Yarın sabahtan gelirsiniz. Su, Alara ve Pamir var. Pamir şuan hastanede tedaviye gitti. O da eli kulağında gelir şimdi. Bu gece vardiyaya Su kalacak. İsterseniz gece onunla birlikte kalın zaten bir iki saatlik bir iş var.
Ahmet ile Ayberk birbirlerine bakarak evet manasında kafa salladılar. Patron onlara birer önlük uzattı.
-          Alara arkadaşlara kafeyi gezdirir misin?
-          Tabi Patron.
Alara aldığı siparişi Su’ ya teslim etti ve gençleri yanına alarak önce kafeyi baştan aşağıya dolaştırdı, sonrasında iş paylaşımlarını, vardiya şekillerini ve ikramlıklara kadar baştan aşağı tüm ayrıntılarıyla herşeyi anlattı. Hatta hemen birini mutfağa birini de bar bölümüne görevlendirdi. Alara bu işlerle uğraşırken Pamir çoktan kafeye gelmiş Su’ ya destek veriyordu.
Alara Pamir’ i görünce hemen yanına geldi.
-          Of Pamir! Çok özür dilerim. Sorma tüm terslikler üst üste geldi.
Pamir çok takılmazdı böyle olumsuzluklara, elindeki bardakları seri bir şekilde yıkarken:
-          Takma kafana sorun değil, olur böyle aksilikler. Ayrıca hallettim ben.
Alara buna çok sevinmişti. Ama bu seferde aklında bir çok soru oluşuverdi.
-          Bu harika. Peki nasıl yaptın, nasıl hallettin, tek başına zaman kazanabildin mi, farketmediler mi? Hadi anlatsana.
-          Küçük dokunuşlar diyelim. Sonuç güzel ya sen ona bak.
-         Bu süper işte. Bu arada yeni elemanlarımız geldi. Ahmet ve Ayberk birazdan tanışırsın. Akşam beraber takılalım mı?
-         Hım kulağa hoş geldi. Nereye gitmek istiyorsun?
-         Canlı müzik dinlemeye ha nasıl olur?
-         Of Alara onları sevmediğimi biliyorsun. Aslında ben bu gece dinlensem daha iyi olacak hatta sen de dinlen ne dersin?
-         Kalabalığa karışmak istemediğin için böyle diyorsun…
-         Merhaba siz de Pamir olmalısınız. Alara ve Pamir konuşmaya dalmışlardı. Etraftaki insanları unuttuklarını, Ahmet araya girince farkettiler. Ahmet elini uzatarak:
-         Merhaba, ben Ahmet. Pamir daha içten bir tavırla ona karşılık verdi:
-         Merhaba, evet ben Pamir. Burada başlamanıza çok sevindik. Eminim sizlerde çok memnun kalacaksınız.
-         Ayberk için bir şey diyemeyeceğim. Ama ben ağır bir ortamdan geldim. O yüzden kafa dinleyeceğime eminim. Ah bu arada benden kokteyl istediler. Alara sen yardımcı olur musun acaba? Alara hemen ona doğru yöneldi:
-         Evet tabi ne demek.
Pamir gerçekten de yeni gelen elemanların olmasına çok sevinmişti. Ama neden tiplerinden pek hoşlanmamıştı. Bu sıralar hisleri onu ele geçiriyordu. Kendisini hislerine kaptırıyordu. Neden bu kadar yoğun bir duygu içine kapılıyor sonra da o duyguları hissetmekte haklı oluyordu. Bunları düşünürken hala onları izliyordu. Diğer elemanı da merak etti ve mutfağa Ayberkle tanışmaya yöneldi. Ayberk’ in yanında Patron vardı. Pamir’ i görünce:
-          Ah işte Pamir. Pamir gel Ayberk ile tanış.
-          Evet Patron, hoş geldin Ayberk hayırlı olsun.
-          Teşekkür ederim, şuan kafam çok karıştı. Çok fazla iş var gibi.
-         Alışırsın dert etme. Hatta bir süre sonra sıkılacak kadar işlerin basit işlediğini anlıyorsun.
-          Bakalım.
-         Peki size kolay gelsin ben dışarıya bakayım. Patron ben bugün erken çıkabilir miyim? Sanırım ilaç çarptı, iyi hissetmiyorum.
Ayberk hemen araya atıldı.
-          Tedavi günün müydü? Ya o ilaçlar beni feci yapıyor.
Pamir onun bu rahatsız edici tavrını hiç beğenmedi. Aslında çok rahatsız olmuştu ama ilk günlerinin hatrına ilgileniyormuş gibi yaptı.
-          Ne gibi?
-          Diğer günler çok sıkıntı yaşamıyorum, ama tedavi uygulandıktan sonra ki birkaç gün geceleri uyuyamıyorum, değişik kabuslar görüyorum.
-          Bu durumu neden ilaçlara bağladın ki?
-          Bilemiyorum. Böyle yaşadığım zamanları takip ettim, neden böyle oluyorum diye gözlemlemeye başladım, en sonunda ilaçlara sebep buldum.
-          Yetkililere danışsaydın.
-         Danıştım. Umurlarında bile değil emin ol. Hayır, koca kasabada bir bana oluyor ya hayret ediyorum kendime!
Bir an için Pamir’ in diline kadar geldi, söyleyecekti ama ona güvenemedi.
-          Evet ilginç, ben dışarıya bir bakayım. Görüşürüz.
Pamir biraz daha kafede yardımcı olduktan sonra meydan yolunu tuttu. Etrafı pür dikkat inceleyerek geziyordu, acaba burası daha önce var mıydı? Yoksa hastane için mi kuruldu? Yapıların hepsi çok yeni görünüyordu, acaba kaç yıllık hastaneydi? Evet artık kabul ediyordu, Tibet bir hastaneydi, insanları inceliyordu, kendisiyle kıyaslıyordu, hepsi durgun, kendi halinde, hatta uyuşuk denecek kadar yavaş yürüyorlardı, yavaş yaşıyorlardı, bünyesine direnen tek Pamirdi, vücudundaki yorgunluğu hep hastalığına bağlıyordu, ama artık altında başka bir sebep yattığını anlamıştı. Kafası çok karışıktı, birçok soru cevap bekliyordu. Hangi birinden başlayacaktı? Hastane mi, hastalıklar mı, ailesi mi yoksa kendisi mi? Hangisinden başlasa da tüm kapıları açabilecek bir anahtar misali, tüm sorulara da cevap olsa.
Alara’ nın dediği gibi her ne olursa olsun bu bileklikten kurtulup buradan gitmesi gerekiyordu. Ama nasıl? Bunu nasıl yapacaktı? Evlere doğru gidiyordu, artık meydandan epey uzaklaşmış evlerin arasındaki ormanlık alana ilerliyordu. Ne vardı bunların sonunda? Alara ile o gün sahilde gördükleri bir manzarayla karşılaşacaktı. Artık koşuyordu, spor yapıyor havası veriyordu kendisine. Orman ıssızdı, en sonunda ne vardı görene kadar gitmekte kararlıydı. Buralara ilk defa gidiyordu çünkü ihtiyaç duymamıştı bugüne kadar. Ama bu sefer iş başkaydı. Artık buradan gitme vakti gelmişti. Ailesini bulacaktı, kendisini bulacaktı; nasıl biriydi, ne yemeği sever, ne giymeyi sever, gerçek hayatta kimdi, evli miydi, Peyker annesi miydi, sevgilisi miydi? Hepsini bulacaktı.
Artık ormanın sonunu seçebiliyordu. Tel örgüleri de gördü. En az üç metre uzunluğundaydı. Acaba sadece böyle dümdüz tel örgü mü vardı, tırmanabilir miydi acaba? Bu esnada yaklaşamaya da devam ediyordu. Yaklaştıkça uzak ama belli aralıklarla yapılmış gözetleme kulelerini gördü.
-          Hım buradan çıkış yok diyorsunuz yani? Diyerek söylendi.
Şimdi ne tarafa doğru gitmeliydi, sağa mı, sola mı? İyice tellere doğru yaklaştı. Kesilebilir miydi acaba? Hayır, çok kalın demirlerden yapılmıştı. Yönleri aklında tutarak bu seferde tel örgülere paralel bir şekilde koşmaya başladı. Şimdiye kadar karşısına çıkan ya da ona müdahale eden birileri olmadı. Demek ki dikkat çekmiyordu ya da kimse görmüyordu. O esnada Pamir bir de kule gördü. Gözetleme kuleleri vardı. Belli ki kaçsan hemen göreceklerdi. Gücünün yettiğince koşmaya devam etti. Ama denizden ters istikamete doğru gidiyordu. Tel örgülerin ilerisi hep ormandı. Dışarıda herhangi bir yaşam belirtisi arıyordu. Ev olsun ya da bir bina ama yoktu. Koştuğu yol boyunca en uzak noktalara kadar bakmaya çalışmış ama görememişti. Belki vardı ama ağaçlar kapatıyor olabilirdi. Sonra ileride bir bina belirdi bu o gün kumsalda dolaşırken gördükleri binaydı. O gün çalılıkların arasından geçmek mümkün olmadığı için net görememişlerdi. Bu durumda yolun başına gelmişti anlaşılan. Aslında saatlerdir yürüyor, koşuyor sonra yine yürüyordu, tel örgülerle kapalı bir alan elbet seni başladığın noktaya tekrar geri getirecekti.
Acaba bu bina ne için vardı burada. Çok yaklaşmıştı artık binaya, acaba oraya bir geçiş var mıydı? Artık daha yavaş ve dikkatli hareket ediyordu. Tel örgülerden sonra biraz daha ağaçlık alan vardı, ardından bina geliyordu, binaya çok yakın bir mesafede bir kule daha vardı. Acaba orası binaya giriş çıkış kapısı mıydı? Evet tamda tahmin ettiği gibi orası giriş çıkış kapısıydı, kulenin kenarında bekleyen iki görevli vardı, kapı büyüktü. Kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Daha da yaklaşsa farkederler miydi acaba? Ne konuştuklarını çok merak etmişti. Karanlığın fırsatından yararlanarak biraz daha yaklaştı, gündüz vakti olsa bu kadar yaklaşması mümkün değildi. Odaklandı ve onları dinlemeye koyuldu. Arada gülüyorlardı, anlaşılan havadan sudan şeyler konuşuyorlardı. Ne kadar rahattılar, hiç etrafı kolladıkları yoktu. Azıcık daha yüksek konuşsalar duyacaktı aslında. Sonra ikisinden de bir anda bir ses çıktı; telsizden geliyordu:
-         TRAN görevlisi iki kişi çıkış yapmak için birazdan orada olacaklar bilginize, sonra serbestsiniz.
Bu sesi duyan kulede ki adam aşağıda bekleyen iki kişiye seslendi:
-          Ne oldu geliyor mu sizinkiler?
-          Evet sonunda.
-          Hadi gözünüz aydın kurtuldunuz.
-         Ya sorma işiniz 18:00de biter dediler, her akşam biri kalıyor bir işi çıkıyor olmadı vardiya arttırsınlar eleman alsınlar, biz bu şekilde çok mağdur oluyoruz.
Bahsettikleri kişiler kimdi acaba, akşamları o kadar kafede bulundular TRAN’ da akşam bir Allah’ ın kulu kalmıyordu o zaman nerede duruyor bu elemanlar, ne yapıyor akşam akşam Tibette? Onlar kendi aralarında şikayetlenedursun uzaktan iki karartı onlara doğru yaklaşıyordu.
Pamir hemen dikkat kesildi, tanıdık biri miydi acaba? O iki karartının ışığa yaklaşmasını heyecanla bekliyordu. Onlarsa salına salına geliyordu, Pamirse kalbi boğazında gibiydi, heyecandan nefes alamaz oldu, yavaş yavaş yaklaşıyorlardı artık, Pamirse daha bir kafasını ağaçların arasından uzattı, sonra ne görsün; nasıl olur? Yok yok Pamir yanlış görüyordu. Yok artık daha neler, hayır bayağı da onlardı. Bunlar resmen Ahmet ile Ayberkti! Vay çakallar! Akıllarınca hasta numarası yapacaklar, halka karışacaklardı. Ama iyi denk gelmişti. Aradığı fırsat ayağına gelmişti. Muhtemelen Pamir’ in dikkat çeken hareketleri için gelmişlerdi.
Kartlarını gösterip çıktılar, görevliler çokta onları tanıyor gibi durmuyordu. Pamir de eve döndü. Onları gördüğüne inanılmaz sevinmişti, eğer karşılaşmamış olsaydı belki onlara bir açık verecek belki de buradan hiç kurtulamayacaktı. Bu Allah’ ın ona vermiş olduğu bir lütuftu.




                                               6. BÖLÜM



Pamir o gün yaşadıklarını Alara’ ya uzun uzun anlattı. İkisi de o günden sonra daha dikkatli olmaya karar verdiler. Araştırmalarına biraz ara verip normal yaşamlarına devam ettiler. Ahmet ile Ayberk de hiç boş durmuyorlardı. Sürekli onlarla iletişim içinde olup bir açıklarını bulmaya çalışıyorlardı. Pamir ve Alara ise durumdan habersizmiş gibi hareket ediyor onlarla iki arkadaş gibi görüşüyorlardı. Pamir’ in özellikle gece vardiyasına kaldığı zamanlarda ikisinden birisi aniden başka şeyleri bahane ederek çıkageliyor onunla uzun muhabbetlere giriyorlardı. O ise bu durumdan ne kadar rahatsız olsa da belli etmemek adına muhabbetini sürdürüyordu.
Böyle günler günleri kovalıyordu. Ve bir gece aniden Alara’ nın kapısı çaldı. O ise mutfakta kendisine hafif atıştırmalıklar hazırlıyordu. Evi dağınık, üstünde ev hali kıyafetleri, dağınık alev saçları ile kapıyı beklentisiz bir şekilde açtı. Karşısında hiç ama hiç beklemediği hatta bu olaylardan dolayı aklından tamamen çıkmış olan Oğuz, tedirgin bir ruh hali ile karşısında duruyordu:
-          Merhaba rahatsız etmedim inşallah.
Alara ise ona şaşkın şaşkın bakıyordu. Hemen kendisini toparlayarak kapıdan kenara çekildi, içeriyi göstererek:
-          Ah tabiki de rahatsız etmedin, lütfen içeriye gel.
-          Tekrar iyi geceler, nasılsın?
-         Teşekkür ederim, uzun süre gelmeyince ben de senden umudumu kesmiştim. Aç mısın? Birşeyler hazırlamıştım.
-         Aslına bakarsan evet, yolum biraz uzundu.
-         Dışarıdan mı geldin?
-         Evet kasabaya bugün senin için geldim.
-         Çok iyi yapmışsın.
-         Nasıl geçiyor günler?
-         Her zaman ki gibi işte çok değişik bir şey yok.
Mutfakta Alara birşeyler hazırlarken Oğuz masada oturmuş onu izliyordu. Onun kendisine has rahat bir tavrı vardı. Bu haller ona çok yakışıyordu. Bütün gece onu böyle izleyebilirdi.
-          Asıl sen anlat gerçek hayat sende.
-         Aslına bakarsan ben de çok bir şey yapamıyorum. Senin gibi maceraperest biri de değilim.
-         Ben maceraperestim öyle mi, hem de böyle kutu gibi bir yerde? Alara’ nın yüzünde yumuşak bir tebessüm vardı. Oğuz da güldü.
-         Dışarıda olsaydın eğer eminim öyle olacaktın.
-         Peki sen nasıl birisin?
Alara Oğuz’ un karşısına oturmuştu. Soslu spagetti yapmış yanına da çay koymuştu. Oğuz spagettiyi çatalıyla yemeğe başlamıştı bile. Bir yandan da anlatmaya başladı.
-         Ben nasıl biriyim? Bence ben çok durgun biriyim. Daha çok insanlar yaşar ben de onları izlerim. Ama izlemeyi severim de hani dışarda kalmış olarak düşünme. Tam tersi onların bile farketmediği kadar içlerindeyim. Onların kendilerinde görmediği farklı insanlar görürüm bazen. Mesela bir annenin bebeğini severken, anne bebeğinin gülücüklerini görür. Bense o bebeğin içinde büyüyen sevgi tomurcuklarını görürüm. O tomurcuklar fidan olur serpilir ve bir çok insana şifa olur. Onda oluşan her gülücük bana göre beyaz bir gülün tomurcuğu gibidir. Bir rüzgar gelir o tomurcuğu alır götürür ve gittiği yerde can olur.
-         Peki bu durumda anne çocuğuna vurduğunda ne görürsün?
Oğuz dalgın bakışlarını bir anda Alara’ nın gözlerine odakladı.
-         Bu anne vurması basit bir vuruş ise küçük kırıntılar dökülür kalbinden ama kalbi erimez; hala sevmeye açıktır.
-         Hiç beni de izledin mi? Oğuz hafif kızarmıştı. Ama bir anda onun bile haberi olmadığı hayatını izlediğinde yüzüne tonlarca yük biniverdi.
-         Evet izledim. Sonra durdu Oğuz.
-         Ne gördüğünü anlatmayacak mısın? Oğuz önündeki tabakla oynuyordu.
-         Kocaman bir şehirde yüzlerce insanın arasında yalnız kalmış bir kız çocuğu görüyorum.
Alara heyecanla sorduğu sorunun cevabını duyunca yüzü düştü, dalıp gitmişti. Hislerinin anlaşılması, onu anlayan birinin olması çok hoştu gerçekten. Evet yapayalnızdı. Sonra ona bakarak gülümsedi:
-          Evet işte bu. Beni senin gibi büyükleriniz de bir gün anlayacaklar mı?
-          Anlıyorlar aslında. Ama mecbur burada durmanız gerekiyor.
-          Oğuz! Ben bulaşıcı bir hastalık taşıdığımıza dahil inanmıyorum. Burada durmamız için mantıklı, küçücük bir sebep söyle. Bizi neden burada tutuyorlar, bize yaptığınız o ilaçlarda ne var?
-          Bunları anlatamam. Ama anlatsam da bir şey değişmeyecek Alara. İçini ferah tut, bitecek bugünler.
-          Bizim gibi kaç karantina bölgesi var peki?
-          Bir.
-          Tek burası mı?
-          Evet.
-         Yaşadığımız ülkeyi ve ne kadar büyük olduğunu dahil bilmiyoruz. Bu nasıl bir hastalık ki bir kasabaya tüm bulaş olanlar sığabiliyor?
-         Aslında ben seninle sohbet etmeye geldim. İş konuşmaya değil.
-         Affedersin seni bunaltmak istemedim. Kaptırdım bir an kendimi işte öyle. Hadi sen anlat o zaman kaç kardeşsin, nasıl bir ailen var, evli misin mesela? Oğuz gülümsedi:
-         Hayır evli değilim. Ailem ben çok küçükken ölmüşler, babaannemin yanında büyüdüm, ben büyüme çağıma geldiğim de babaannemde hastalanıyor. Bihassa onun için doktor oldum. Ama ona yetişemedim. Okulu kazandığım şehre birlikte yerleşmiştik. Maddi olarak hiçbir sıkıntımız olmadı, o yüzden ona güzel bakıyordum. Ama ben okulu bitiremeden vefat etti ne yazık ki.
-         Çok üzüldüm. Aileni hatırlıyor musun?
-         Biliyor musun seninle bu duygularımız ortak; ben de ailemi hatırlamıyorum. Onları tanımayı çok isterdim. Babam tıp dalında profesörmüş. Uzun süre çocukları olmamış. Annem üniversiteyi bitirmiş ama daha çok hayır kurumlarında çalışmış, çok iyi bir insanmış anlayacağın. Çok uzun zaman geçtikten sonra ellerine beni alıyorlar. Bana çok değer verirlermiş, özellikle annem üstüme çok titrermiş, bir kış gecesi çok ateşlenmişim, artık havale mi geçiriyordum bilmiyorum. Ne kadar babam doktor da olsa zorla dünyaya gelmiş tek evlatlarıyım ya çok telaş yapmışlar. Hızla hastanenin yolunu tutmuşlar lakin yolda gizli buzlanma varmış. Virajı babam kurtaramamış işte, o kazada bir tek ben sağ çıkabilmişim. İşte ondan sonra beni babaanneme teslim etmişler. Babaannem çok küçük yaşta evlenmiş. Zengin bir ailenin oğluna 14 yaşında gelin gitmiş. 15 yaşında da babam dünyaya gelmiş. Beni eline aldığında da 56 yaşında. Farklı bir duyguydu diyor. Doğduğum zamanda beni görmek nasip olmamış. İlk defa o gün beni görmüş. Babamın bebekliği aklına gelmiş. Sanki babam yeniden doğmuş. Öyle derdi bana her zaman. ^Rabbim oğlumu bir bebek olarak tekrar bana geri verdi, o yüzden onun acısını hiç hissetmedim.^derdi. Bu da beni ferahlatırdı. Yani anlayacağın koca bir aile hasreti çekerken annem başucumdaydı aslında.
Bana onları fotoğraflarda hep anlatırdı. Bilmiyorum anlattıklarının hepsi gerçek miydi? Ama her fotoğrafın bir hikâyesi vardı. Annemin çocukluk hatta bebeklik fotoğraflarına kadar toplamış. Belki bir insanın birlikte yaşadığı annesinden çok daha fazla tanımışımdır annemi. Ama o sadece masallarda vardı. Belki o yüzdendir bilemem hep hikâyeler ve hayal dünyasında yaşadığım için, insanları kendi penceremde yaşatıyorum.
-         Çocukluğunda saplanıp kalmışsın. En güzel yanı ise babaannenin sana muuhteşem bir çocukluk yaşatması.
-         Herkes çocukluğunda saplanıp kalıyor.
-         Niye ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Bu çevrede tanıdığım insanlar pekala yaşıyorlar, karakterleri normal, saplantılı insanlar görmüyorum.
-         Çocukluk dönemlerini bilmediğin için. Alarada bir sessizlik oluştu. Sonra konuşmasına devam etti. Düşünerek konuştuğu her halinden belliydi:
-         Sence buradaki insanların hangisi çocukluğunda takılı kalmıştır.
-         Hepsi.
-         Sen biliyorsun o zaman herkesin hayatını.
-         Tüm doktorlar biliyor. Ama bilmeseydim de yani senin gibi kimseyi tanımadan onlara baksaydım yine de onlarda bu durumu görürdüm.
-         Bunu nasıl anlıyorsun.
-         Bilmiyorum. Allahtan bana verilen bir yetenek sanırım.
-         Çok ilginç mesela beni baz alalım; buraya gelen yüzlerce doktor benim hayatımı biliyor ama hayatın asıl sahibi olan ben bilmiyorum. Adalet mi bu şimdi?
Oğuz Alaraya uzun uzun baktı. Önünde duran bitmiş tabağını alıp lavabonun başına geçti. Alara hemen davrandı:
-          Oğuz dur ben hallederim. Misafire bulaşık mı yıkattıracağım.
-         Olsun sana yardım edeyim. Ben bulaşıkları yıkarken sen şu muhteşem kahveni yapsana çok özledim.
Alara tam kahve yapmaya davranmıştı ki son dediğine bir an duraksadı. Kafeye geldiğinde ona kahve yapmamıştı. Yapmış mıydı acaba? İyice bir düşündü. Oğuz ise ağzından kaçırdığı lafı artık geri alamazdı.
-          Ben sana kafede kahve yapmış mıydım?
-          Yok ben uzun zamandır kahve de içmiyorum, aynı zamanda özledim demek istedim.
-          Anladım. Hemen yapıyorum. Eee anlatsana boş vakitlerinde neler yapıyorsun.
-         Çok boş vaktim olmuyor zamanımızın çoğunu hastanede geçiriyoruz. Bizim TRAN dışında bir bağlantı binamız daha var eğitimlerimizi orada gerçekleştiriyoruz ve dışarıdan gelen hastalarımızı muayene ediyoruz. Yani tek TRAN’ da çalıştığım günleri düşünürsen çok boşmuşum gibi gelebilir. Ama hastaneden çıkınca caddelerde yürümeyi çok seviyorum.
-         Peki, sana eşlik eden biri var mı?
-         Sevgili olarak soruyorsan yakın bir zamanda çok sevdiğim bir kadın vardı. Onunla tıbbiyeyi birlikte okuduk. Mesleğe birlikte geçtik.
-         Ne oldu sonra gitti mi?
-         Gitti.
-         Neden bitti ki?
-         Uzun hikaye.
-         Seviyor musun hala? Oğuz’ un boğazı kurumuştu bu soruyu duyunca. Dolu gözlerle Alara’ nın gözlerinin içine baktı:
-         Hem de çok.
-         Ne güzel sevilmek. Başını dayayabileceğin bir omuz olması, hayatı paylaştığın biri. Neden gider ki bir kadın? Hele senin gibi duygusal bir erkeği ben hayatta bırakmazdım.
Ardından gülümsedi Alara. Oğuz da gülümsedi. Alara eline aldığı fincanlardan birini Oğuz’ a uzattı.
-          Hadi içeriye geçelim.
-          Olur.
Salona geçtiler. Aslında bu aşık adamı daha çok tanımak istiyordu artık Alara. İçinde deli sorular; bir yandan kendisini sormak istiyor bir yandan çok özeline giremediği bu aşk hikayesini sormak istiyordu. Koltuğa bağdaş kurarak oturdu. Kahveyi önündeki sehpaya koydu. Saçlarını elleriyle iki yandan ayırarak önüne aldı.
Oğuz ise bıraksan saatlerce izler ve doymaz bir halde ona bakıyordu.
-          Adı neydi bu güzel bayanın, nasıl birisiydi?
-         Çok muhteşem biriydi. Kıpır kıpır hayat doluydu. Cıvıl cıvıl yüreğinde ben de baharı yaşıyor gibiydim. Her gece mutlaka yapacak birşeyler bulurdu. Aslında ben sessiz biriydim. Gerekmedikçe konuşmaz moda mod yaşardım. Hayat enerjim olmuştu o benim. Eve geldiğinde ev şenlenirdi. Yemek yapmayı çok severdi. Ani değişiklikleri çok olurdu. Sabah onu sarı saçlı gönderirken işe akşam karşına mor saçlarla çıkabilirdi. Gün içerisinde dahil sürekli kıyafet değiştirirdi.
-         Gün içinde bile?
-         Evet evet aynen. Oğuz ondan bahsederken çok mutluydu.
-         Aynı benim gibiymiş. Dedi Alara yere bakarak. Oğuz ona bakakaldı.
-         Öyle mi?
-         Oğuz biliyor musun? İnsanı hangi kafese koyarlarsa koysunlar o kişi ne ise odur, değiştiremiyorsun. Şunu demek istiyorum: ben eminim dışarda da böyle biriydim, burda da Alarayım işte.
-         Yani seni hayat şartları etkilemez miydi? Paranın varlığı, yaşının farklılığı, bebişlerin olduğunda da paran olmadığında da kısıtlanmayacak mısın? Evet sen özgür birisin ama bunlar seni etkilemeyecek mi?
-         Sadece yapacaklarımın kalitesi düşerdi ama yine ben aynı ben olurdum. Saçlarımı kuaförde boyatamıyorsam kendim boyardım ya da alır makası saçlarıma kendi ellerimle şekil verirdim. Pahalı kıyafetleri alamazdım ama bu sefer de kendim dikerdim.
Alara bu sözlerini söylerken kendisini komik hallere sokuyor Oğuz’ u güldürmeye çalışıyordu. İkisi de gülüyordu.
-         Mesela burası sınırları olan bir yer biz Pamir ile yüzmeye gidiyoruz, bazı akşamlar ben konserlere, canlı müzik programlarına gidiyorum, kendime kıyafet tasarlıyorum ayrıca Patron ne kadar bundan memnun olmasa da onlarca çöpe giden pastaları deniyorum.
Oğuz Alaraya tekrar güldü.
-         Evet bu olayın denetimciler için de çok sorun oldu. Bizimkileri bayağı maddi sıkıntıya sokmuştun.
-         İyi yapmışım oh olsun onlara.
-         Peki o zaman neden dışarıya çıkmak istiyorsun? Burada da hayat var senin için işte.
-         Yalnızım Oğuz. Etrafımda arkadaş olarak dolaşan insanlardan bahsetmiyorum, birisine gönülden bağlanmak istiyorum. Onunla yuva kurup aile olmak istiyorum. Burada bu şekilde daha ne kadar devam edecek. Yoksa ben çokta ailemi merak etmiyorum. Eğer onları yaşıyor bulursam asla affetmeyeceğim. Beni buraya bırakmamalılardı.
-         Bir kere zaten iki tarafında seçme sanşı yok. O yüzden hayatına suçlandıracak birini arama. Ama buraya sen gelmek istemişsen…
Alara dondu kaldı. Evet bu olabilirdi çünkü geçmişe dair hiçbir şey hatırlamıyordu.
-          Hiç bu açıdan düşünmemiştim. Ben öyle mi yaptım?
-         Aslında sana bilgi vermem yasak. Lakin bunu bilmen gerekiyor Alara. Sen buraya girmeyi kendin istedin. Diğerlerini bırak bir kenara illaki aralarında bu kasabayı gelmek isteyen olur ama ilk teklif eden onlara başkası olur ben onları bilemem. Ama burayı girmeyi ilk teklif eden de sensin.
-         Ya!
-         Bak Alara lütfen sabret. Hepiniz iyi olacaksınız ve buradan çıkacaksınız. Herşey yolunda bana güven. Bir anda Oğuz ayaklandı.
-         Ben kalksam iyi olacak, geç kalıyorum. Dediğim gibi sabret Alara sakın çılgın birşeyler yapma!
-         Otursaydın, yolum uzak dedin. Kal istersen burada.
Oğuz kapıya çoktan yönelmişti. Ayakkabılarını giydi ve Alara’ nın gözlerinin önüne düşen perçemi parmaklarıyla itinayla geriye doğru alırken:
-          Bu arada kahven muhteşemdi. Dedi.
-          Her geldiğinde yaparım. Seni tanımak güzel oldu.
-         Emin ol bundan sonra çok geleceğim. Dedi ve oradan uzaklaşmaya başladı. Kapıdan onu izleyen Alaraya, ilerden son kez ona doğru seslendi:
-         Ha bu arada kartımı bir ara getir lütfen!
Alara bir an için donakaldı. Korktuğunu saklayamadı çok ani olmuştu çünkü. Ama neden korkacaktı ki, adamcağız gülerek söylemişti.
-       Hangi gün hastanede olduğunu bilmiyorum ki. Hem nereden çıkardın benim aldığımı?
-       İlk verdiğin cevap ile ben de şimdi anladım senin aldığını. Deyip kahkahalar atarak oradan uzaklaştı.
Alara da kolay lokma olduğuna gülmüştü. Ve yine evde tek başına kalmıştı.


                                                     ...


Alara günlerce Oğuz’ u düşünmeden edemiyordu. Çok yalnız bir adamdı, duygusaldı, içi ona çok ısınmıştı, kafede çalışırken gözü sürekli hastanedeydi. Acaba bir kez daha onu görebilir miydi?
Pamir ise Alara’ yı bir ruh gibi görüyordu: onunla ilgilenemediği için kendisini suçlu hissediyordu. Ama Pamir de bu kadar yaklaşmışken kaçma fırsatını kaçıramazdı. Odaklanmalıydı. Ahmet ile Ayberk’ i hergün her gece sürekli takip ediyordu. Gün içinde inanılmaz dikkatli hareket ediyorlardı. Eğer o gece denk gelmemiş olsaydı, onların TRAN çalışanı olabileceklerini zerre kestiremezdi. Artık sıra ondaydı. Boş bulduğu bir an onları etkisiz bir hale getirip çıkış saatlerinde o kapıdan Pamir çıkacaktı. Birçok risk ve zaman hesaplamaları yapıyor, kafası çok kalabalık oluyordu. O yüzden Alara’ nın bu son günlerde ki hallerine ne yazık ki zaman ayıramıyordu.
Alara ise gündüzleri kafede hastaneyi, geceleri ise evde camı gözlüyordu. O gün yalnızlığına ilaç gibi gelmişti. Yine gelecekti, söz vermişti.
Günler geçtikçe artık Alara düşünmemeye çalışıyordu bu yüzden evde başka işlerle kendisini oyalamaya çalışıyordu. Yine bir akşam tasarladığı elbisenin başında işine gömülmüş iğne iplik uğraşırken, yine aklına Oğuz düşüvermişti:
-         Al işte yine yanlış yaptın. Kızım düşün düşün nereye kadar. Gelmeyecek belki tek derdi kartın kimin aldığını anlamaktı. Yok. Öyle olsa çocukluğunu, başına gelen onca olayı neden anlatsın ki.
Alara böyle kendi kendine söylenirken hiç beklemediği bir anda kapı çaldı. Artık Oğuz olabileceğine ihtimal vermiyordu ama ^acaba o mu?^demekten de kendisini alamıyordu. Böyle içinde bir kapışma, kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında; kocaman beyaz güllerle yüzünü kapatmış ve diğer eliyle de pasta paketi tutan biri öylece duruyordu. Bir anda yüzünden çiçeği çekip:
-         Merhaba. Deyiverdi Oğuz. Alara içinden geldiği gibi hareket etti ve omzuna kollarını sarıverdi.
-          Oğuz hoş geldin.
Oğuz işte bunu hiç beklemiyordu. Alara’ nın saçlarının kokusunu buram buram içine çekti. Sonra Alara hemen kendini toparladı, utangaç bir tavırla saçlarını kulak ardı yapıp:
-          Gelsene içeriye.
-          Nasılsın özlettim herhalde, bunlar senin için.
-         Güller çok hoş, niye zahmet ettin. Bu kutuda ne var acaba. Alara bir anda çocuklar gibi heyecanlanmıştı. Telaşla pasta paketini açtı. Çileklerle kaplı bir pasta duruyordu.
-         İnanmıyorum bayılırım çilekli pastaya. Oğuz kahkaha attı:
-         Kafede bıkmıyor musun bunu yemekten.
-         Müşterilerden bana kalmıyor ki. İkisi de güldüler.
-         Ya çok severim çilekli pastayı ben. İçimi okumuş gibi bunu alıp getirmişsin.
-         O gece buradan giderken içimden geçirdim ki; bu kızın yanakları çilek gibi kesin çilekli pasta yemekten böyle olmuştur dedim.
Alara pastayı kesmeye başlamıştı bile küçük bir lokmayı hemen Oğuz’ un ağzına dayayıverdi. Oğuz elleriyle lokmayı düşürmemeye çalışarak zar zor yiyebildi.
-          Nasılsın görüşmeyeli tatlı bayan.
-         Çok yalnızdım. Hele senle geçirdiğim o geceden sonra daha bir yalnız olduğumu hissettim. Anlaşılan bundan sonra hep senin yolunu gözleyeceğim.
-         Seni tanıdıktan sonra sen istemesen de ben seni bırakmam artık. Alara’ nın yüzü kızarmıştı.
-         Aç mısın sana birşeyler hazırlayayım mı?
-         Yok, yedim de geldim.
-         O zaman içecek birşeyler hazırlayıp geliyorum hemen.
Oğuz pastaları alarak salona geçti. Alarayı beklerken salonu dolaştı biraz. Hastaların evi hep sade olurdu. Ev hastaların en özeli olduğu için herşeyi saklamaya çok müsaitti bu yüzden denetimlerini sıkı tutuyorlardı. Hastalar uykuya daldıktan sonra içeri girerler ilaç enjekte ederek evlerini didik didik ararlardı. Böylece hastaların ruhu duymaz kendilerini baskı altında hissetmezlerdi.
Oğuz ise Alara’ nın evini denetlemeye defalarca gelmişti. Eli yakıştığı için olsa gerek en canlı evlerden biriydi burası. Alara bilmiyordu ama Oğuz onu tahmin ettiğinden çok daha iyi tanıyordu. Hatta ona deliler gibi aşık olacak kadar. Buraya ilk geldiğinden beri tedavisinde bile karşılaşmamaya özen gösterirdi. Nasıl oldu da o günü gözünden kaçırmıştı. Çünkü biliyordu ki bu koca hasrete bir kere olsun onu görürse karşı koyamayacaktı. Korktuğu başına gelmişti. Ama bir yerde de iyi olmuştu. Beynin işleyişi nasıl bir şeydi de kendi istediği yerden kaçmayı düşünebiliyordu. İyi ki kartı ondan çalmıştı. Bu niyetini erken farketmiş oldu. Böylece kasabadan çıkmadan kontrol altına alabilirdi. Hem buradan çıksa hayatta onun izini bile bulamazdı. Çünkü Alara’ nın kimsesi yoktu. Bir ailesi vardı: kötü hatıralarla dolu bir ailesi. Bu hatıralarla, tedavisinin tam da ortasında yüzleşmek çok tehlikeli olurdu. Herşey yolunda giderken farkında olmadan herşeyi mahvedecekti. Ayrıca bu kasabadakiler tedavisi uygulanan ilk kişilerdi. Uygulanan tedavi henüz deneme aşamasındaydı. Yarıda bırakılmış bir tedavi nasıl bir sonuç doğurur hiçbir doktor hayal bile edemiyordu. Belki eskisinden bile daha kötü olabilirdi. Çünkü içlerinde ne kadar felaket kişilikler taşıdıklarından haberleri yoktu. Ve bu kişiliklerle aniden karşılamşaları çıldırmalarına bile sebep olabilirdi.
Buradaki insanların hastalıkları da yaşadıkları da başka başkaydı. Çoğunun çocukluğunda ve gençliğinde başlarına gelen felaketler sonucunda, bedenlerinde doğurduğu kişiliklerin pençesine düşmüş, acınası insanlardı onlar. İçlerinde barındırdıkları bu kişilikler onları, gözleri kan bürümüş katillere çevirmişti. Herbiri tıbba göre bir ruh hastasıydı. Vücutlarını ele geçirmiş bu kişiliklerle mücadele etmişler, en sonunda verdikleri mücadelede zayıf düşmüşlerdi. Şizofrene kadar ilerleyen hastalıkları, onlardan birçok sevdiğini almıştı hem de kendi elleriyle. Tıp gözüyle bakınca artık onlar katil şizofrenlerdi…
Zaman ilerliyor, teknoloji ilerliyor, tıp ilerliyordu ama bu hastalara çare bulunamıyordu. İlaç kullanan hastaları bile bozulan ekoloji yüzünden taşıdıkları kişiliklerin kurbanı oluyordu. Artık kullandıkları ilaçlar onlara fayda vermiyordu. Ruh hastası oldukları için hapse koyulamıyor hastanede ise doktorlar onları tutamıyordu. Tıp başka arayışlar içine girmiş Aylin Hoca onlara kesin şifa yolunu arıyordu. Taki bu mesleğe biri gelene kadar. Taki kendi penceresinden bakarak Aylin Hocaya ilham olan Oğuz ortaya çıkana kadar.
-         Evet, arkadaşlar çığır açacak bir buluş istiyoruz sizden. Diye seslendi konferans salonunda toplanmış olan genç psikologlara Aylin hoca. Büyük ekranda yansıtılmış olan fotoğraflarda kendi hastaları vardı. Gözlerindeki bakışlarda bile artık bir insandan eser bile yoktu. Oğuz bu bakışlara hiç yabancı değildi artık. Katil olarak yakalanıp gözaltına alındıklarında ilk çektikleri fotoğrafları hep incelerdi ve hep aynı manzarayı görürdü: yaşayan mezarları.
-         Evet arkadaşlar, bu fotoğraflarda gördüğünüz sadece bizim hastanemizde yatan hastalar. Bunun gibi daha birçok hasta var demekki tedaviler yetersiz. Biz öyle bir buluş yapmalıyız ki bu insanlar ve aileleri bir hayat yaşadıklarını hissetsinler artık.
-         Hocam! Büyük sessizliği bu ses bozmuştu.
-         Evet, buyrun doktor bey.
-         Bizim hastanemizde yatan hastaların özgeçmişine bakıldığında çok ağır travmalara maruz kaldıkları anlaşılıyor.
-         Doktor bey tüm hastalarımızı biliyor musunuz? Bu özel ilginiz takdire şahan.
-         Hastanemiz olarak bu işe el attıysak hocam, bu eli taşın altına koymalıyız elbet.
Bu adam, Ayli Hocada farklı bir etki yaratmıştı bile.
-          Evet, doktor bey sizi dinliyorum öyleyse.
-         Bizim kendimize soracağımız soru şu hocam; bu hastalar eğer bu ağır travmalara maruz kalmasaydı eğer yine böyle olurlar mıydı?
-         Hayır, çok sanmıyorum ama zamanı geri alamayacağımıza göre bu farklılığı göremeyeceğiz.
-         Zamanı geri döndüremeyiz lakin hiç yaşanmamış gibi yapabiliriz. Aylin Hoca bu doktorun çılgın fikirleri olabileceğini sezmişti.
-         Evet, başka fikri olan var mı?
Salondaki tüm herkes Oğuz’ a bakakalmıştı. Bu nasıl olacaktı? Çoğu imkansız buluyordu, ondan olsa gerek Oğuz kendisinde mi diye bakıyorlardı. Aylin Hoca çok kısa bekledi ardından.
-          Peki dağılabiliriz o zaman. Doktor bey siz benim odama gelebilir misiniz?
-          Tabi hocam.
Oğuz hemen Aylin Hoca’ nın odasının yolunu tuttu. Kapıyı çaldı. Aylin hoca çoktan yerine geçmişti bile ve masadaki evrakları inceliyordu.
-          Hocam gelebilir miyim?
-          Evet buyrun doktor bey. Oğuz efendiliğini koruyarak içeri girdi.
-         Buyrun doktor bey şöyle geçebilirsiniz. Çok özür dilerim isimleri aklımda tutmam mümkün değil. Çok fazla doktorumuz var.
-         Evet hocam haklısınız. Adım Oğuz Kaya.
-         Evet Oğuz konferans salonunda bahsettiğin fikir çok iddalıydı o kadar ki diğer doktorlardan homurdanacaklar bile vardı. Bu yüzden bilerek kısa kestim. Bu fikre gölge düşürmek istmedim. Şimdi bana düşüncelerini baştan anlatır mısın?
-         Hocam orada da dediğim gibi onlar bir zamanlar masum birer çocuktu, benlikleri oturmuş, kendilerini tanımışlardı. Sonra birden iğrenç olaylara maruz kaldılar ve bu travma içlerinde başka bir kişilik doğurdu. Biz o masum kişiliklere zarar vermeden o canavar kişilikleri öldürelim diyorum. Böylece özgürce yaşayabilsinler. Peki o canavar kişiliklerden nasıl kurtulabiliriz? Doğum ana vasıtasıyla olur bunları doğuran ana ise o insanların yaşadıkları anılar. Onların anılarını silelim. Onlara bambaşka bir dünya kuralım. Hemen hastanemizin arkasında ağaçlık boş bir arazi var. Bu boş araziye küçük bir kasaba kurulabilir. Kendi şeffaf benlikleriyle yaşayabilecekleri bir ortam sunalım. Denemeye değer. Hatta denemeden göremeyiz.
-         Aman Allahım sen gerçekten buna kafa yormuşsun. Seni bu kadar bu konu üzerine yoğunlaştıran ne peki?
-         Eşim psikolog Minel Kaya hocam. Kendisi de bir çeşit travma yaşamış, aslında tedavi olmuş ama geçmişiyle sürekli hesaplaşıyor. Aklından bir türlü atamıyor. Bu da onu sürekli çirkin bir insan olmaya sürüklüyor. Siz bu alanın profesörüsünüz onda psikolojik başkalaşımları en iyi siz tahmin edebilirsiniz. Ben anlatmak istemiyorum affınıza sığınarak. Ayrıca zamanında kendisine yaşattığı zarardan ötürü anne olabilmesi doktorlar tarafından neredeyse imkansız görülüyor. Eşimi çok seviyorum hocam. Eşimi sırf bu iğrenç hayatından söküp almak için aylarca uyumadığımı bilirim. Bu ülkenin kitapları ve o kadar tercüme ettirdiğim birçok kitabın haddi hesabı yok. Beyin tam olarak anlaşılmadığı sürece bu hastalıklarından kurtulamayacaklar. Ama anıları silebilecek birçok ilaç var üretilebilir. Devletten izin alarak kullanılabilir.
-         Bu ilaçların beynin diğer fonksiyonlarına zarar vermeyecek kadar iyi üretilmesi lazım. Böyle ilaçlar hakkında hiç bilgim yok. Diğer daldaki hocalarla görüşeceğim.
Oğuz bir anda Alara’ nın sesiyle irkildi.
-         Çok beklettim mi? Kahvenin sütünü ısıtırken taşırdım. Tekrar hazırlamak zorunda kaldım, kusura bakma ne olursun.
-         Yok hiç sıkıntı değil. Ben de senin el emeği göz nuru işlemelerini inceliyordum.
-         Evet ancak onlar benim sıkıntıma şifa oluyor. Ne yapayım!
-         Kaçmak gibi sıkıntıların olmasın da.
-         Evet! Şu kart mevzusu. Aslında senden çok hoşlandım ve adını öğrenmek için aşırdım desem inandırıcı olmaz mı?
-         Alara kasabada seni ne güvensizliğe sevk etti de sen buradan kaçmak istiyorsun.
-         Aslında ben kaçmak istemiyorum. Oğuz ama bu konuda benim üstüme gitme olur mu? Anlık bir hareketmiş gibi düşün.
-         Aslına bakarsan kullandığımız tedavide sizi bu duruma kadar getirmeyi engelleyecek kimyasallar da var. Sende bu kadar karmaşık kurguları ve sorgulayıcı halleri görmemem gerekiyor. Acaba ne oldu da bu ilacın tesiri sende azaldı.
Alara kahkaha attı.
-          Haha! ben neden karşı tarafa yardımcı olayım, aklımı peynir ekmekle mi yedim?
-          Ya biz karşı taraf değiliz. Biz sizden yanayız.
-         O zaman bizi bizden niye saklıyorsunuz. Bizi bir bulaşıcı hastalığa inandırmışsınız ki sorma gitsin.
-         İnan Alara sadece böyle olduğuna inan.
-         Ama burada istediğim gibi yaşayamıyorum Oğuz daralıyorum. Zaten diğerleri ot gibi hiçbir şey umurlarında değil.
-         Normalde sende öyle olmalıydın.


-         Ya aşk olsun bana öyle kolay ilaç tesir etmez.-          
-         Seni sen yapan bu ilaçlar zaten.
Alara cümleyi kendince tekrar ederek Oğuzdan birşeyler yakalamak istercesine;
-          Of Oğuz çok karmaşıksın. Gerçekleri anlatsan da şöyle keyfimize varsak.
-          İnan bana eskisinden çok daha harika birisin. Bırakta seni biraz daha böyle yaşayayım.
Alara ona sadece sessizce bakıyordu.
-          Ben teklif ettim öyle mi?
-         Evet, özellikle sen istedin. Sen kendin tedavi olmak istedin. Şimdi sana bakıyorum da iyi ki istemişsin çünkü ilaçlarımız deneme aşamasındaydı. Belki hastalık farklı bir boyut kazanacaktı. Neyse ki korktuğumuz gibi olmadı. Ama tedavi yarı yolda bırakılırsa işte o zaman ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. Eskisinden çok daha kötü olabilir. Hem gitme ne olur. Seni kaybetmek istemiyorum. Söz seni bırakmayacağım ama sen de gitme ve her ne uyguladıysan lütfen tedavilere karışma, herşeyi bize bırak.
-         Ben senin sevgilin falan mıydım? Oğuz gülümsedi.
-         Yok sadece sıkı bir dosttuk.
-         Kesin arada o kız vardı. Yoksa ben seni kimseye kaptırmazdım. İkisi de kahkaha attılar.
Oğuz ile Alara uzun saatler sohbet edip güldüler. Geceyarısı oradan ayrıldı ve evine dönüyordu. Yolda yürürken anılar hep gözünün önünde canlanıyordu. Bu şekilde karanlığın içinde kayboldu…
                                                                                 



-          Hey yağmur yağıyor. Burada böyle ıslanacaksın, arabama gelsene.
-          Bu da arabaya kız atmanın farklı bir versiyonu mu?
-          Yoo! Hayır yanlış anladın. Sadece ben ıslanma diye, hasta olursun…
-          Beni çok tanıyormuş gibi bir de kaygısına mı düştün halla halla gelir servis şimdi.
-          Tanımıyorum elbet ama belki bir tanışırdık.
-          Ah! Şuna bak. Sen bana uzuyor musun gündüz gündüz?
-          Tamam sen gel, ben sana gece teklif edeceğim.
-          Ah! Terbiyesize bak, bir de ahlaksız teklifte bulunuyor. Oğuz gülmekten kırılmıştı.
-         Ya senin niyetin kötü. Hayır öyle bir niyetim yoktu baştan ama artık senle arkadaş olmak isterim, çok matraksın sen ya. Evlensem yaşlanmam ben senle.
Minel çok bozulmuştu. Ama yakışıklı çocuktu. Alttan alttan onu da süzmüştü. Neden olmasın ki diye aklından geçirdi. Oğuz arabadan inip elindeki şemsiyeyi açarak yanına gitti.
-          Merhaba ben Oğuz psikoloji bölümündeyim.
-          Merhaba. Deyip asık suratla başka yere baktı Minel.
-          Adını söylemeyecek misin?
Biraz duraksadı. Bedenini ters yöne çevirdi.ileriden geleceğini düşündüğü servise bakıyor gibi yapıyordu.
-          Bak niyetim gerçekten kötü değildi. Islanmaman için yardımcı olmak istedim.
-          Her kıza böyle yardımcı mı olmak istersin?
-         İnan erkek olsaydı burada duran kişi ona da aynı teklifi yapacaktım. Okul kampüsündeyiz öğrenci olduğumuz her halimizden belli. Minel biraz olsun rahatlamıştı.
-         Benim adım da Minel, ben de psikolojide okuyorum ama sana hiç rastlamadım.
-         Ben bu sene sonum artık bitiriyorum. Kampüs geniş. Sen kaçıncı sınıftasın?
-         Ben de seneye bitiriyorum. Haklısın kampüs geniş karşılaşmamız normal.
-         Seni bırakmamı ister misin? Sanırım servis gecikecek.
-         Peki teşekkür ederim.
Oğuz, Minel’ e ön kapıyı açmıştı. Ardından kendisi arabaya geçmişti.
-          Evet, ne tarafa gidiyoruz.
-          Sen istersen kampüsten çık, ben yolu öyle tarif edeyim.
-          Peki nasıl istersen. Yurtta mı kalıyorsun?
-          Evet, devlet yurdunda kalıyorum. Sen?
-          Benimkisi biraz uzun hikaye. Şu an yalnız bir şekilde kendi evimde kalıyorum.
-          Kendi evim derken, kira falanda ödemiyorsun, o şekilde mi? Oğuz gülümsemişti.
-          Evet, ev benim.
-         Oh! Sen hayata tepeden başlamışsın dostum. Hiç okumasaydın, kontenjan açsaydın garibanlara.
-         Olur mu öyle şey! Nasıl yaşarım, ne yerim, ne içerim, tek ev ve araba ile karın doyuyor mu?
-         Doğrusun
-         Evet, bir konuda haklısın sıfırdan başlamıyorum.
-         Bölümünden memnun musun, yani okulu bitirince bu mesleği mi yapacaksın?
-         Evet, psikolojiyi çok seviyorum. Bizim okulun hastanesiyle de anlaştım. Bir hocam referans oldu sağolsun. Aynı zamanda eğitimime devam edeceğim. Daha farklı planlarım var.
-         Ne gibi planlar bunlar?
-         Tedavilerin yetersiz olduğunu düşünüyorum.
-         İyi de o zaman farmakoloji okusaydın.
-         Anladım ama benim yoğunlaştığım alan ruhsal hastalıklar. Önce bu dalı öğrenmem lazımdı. Sonrasında farmakolojide de kendimi geliştireceğim. Zaten bu işler tek kişilik olmuyor. Ekip falan kurarım. Belki bir araştırma merkezi açarım, sadece ruh hastalıkları üzerine. Bir de aklımda tek çözüm yolu olarak ilaç yok. Teknoloji gelişiyor, bizim o uyguladığımız teknikleri daha da geliştirebilirim.
-         İnşallah etkin bir buluş olur. Beni de tedavi edersin belki o zaman.
-         Hayırdır hocam, psikoloji okurken psikolojin mi bozuldu?
-         Ha ha çok komiksin.
-         Hayır ciddiyim. Niye sizin sınıfta bölümü okurken kafayı kıran olmadı mı?
-         Ya onca hayatını feda edeceğin dala bu resmen bir hakarettir, saygısız!
-         Ya nasıl tasvir edeyim. O kadar hastalıkları oku oku en sonunda kendisinde de bu hastalıkların olduğuna kendisini inandıran olmadı mı hiç? Hakikaten ya?
-         Yani? Asında bir arkadaş oldu. Ama o kadar ileri derecede değil. Şuradan dönebilir misin?
-         Olur. Aslen nerelisin?
-         Aksa.
-         Annenler orada mı yaşıyor?
-         Annem ile babamı ben liseydeyken kaybettim.
-         Çok üzüldüm, başın sağolsun. Eş zamanlı mı kaybettin?
-         Evet, basit bir toprak kavgasından ötürü bıçaklandılar. Ben de yanlarındaydım. Engellemeye çalıştım ama olmadı ne yazıkki.
-         Minel zamanın varsa bir yerlerde birşeyler yiyelim mi?
-         Üzgünüm arkadaşıma söz verdim. Ben yurdun orada insem iyi olacak.
-         Eğer çok acil değilse arkadaşına haber veririz, biraz dertleşiriz. Ben de yakın zamanda babaannemi kaybettim. Paylaşacak bir dost arıyorum.
Minel de paylaşacak bir dost arıyordu. Bir yanı git diyordu bir yanı kal.
-         Aslına bakarsan arkadaşımla çok acil bir durumum yok ama senin vaktini almasam sınavların vardır.
-         İşte süper sen arkadaşına haber ver, ben de yakınlarda sevdiğim bir restaurant var oraya süreyim.
Restauranta geldiklerinde Minel, kıyafetlerinin hiç uygun olmadığını farkedip biraz rahatsız olmuştu.
-     Ya hadi gel. Bizimkilerin takıldığı ortamlara gidip gürültüde rahatsız olacağımıza biraz sessizlikte kafamızı dinleriz diye düşündüm.
-     Pek benim tarzım değil gibi başka yere mi gitsek?
-     Rahat giyiminden rahat bir insan olduğun belli oluyor ama inan bana burada kimse seni yargılamıyor. Afferdersiniz hanımefendi boş bir VIP yeriniz var mı?
-     Normalde rezervasyonlu olur beyefendi ama bir rezervasyonumuz iptal edilmişti. Müdürümüze bir sorayım, uygunsa size haber vereyim.
-     Eminim böyle daha rahat edersin.
-     Sanırım. Genelde buralarda mı takılıyorsun?
-     Çok değil. Ben çok sosyal biri değilim aslında. Böyle bir grum olsun hop konser hop diskolarda takılayım olayı yok bende. Burası da genelde sakin olur.
-     Elit bir yer belli.
-     Aslında çokta üst sınıfa hitap eden biryer değil.
-     Afedersiniz beyefendi bir VIP yerimiz müsait sizi oraya alalım arzu ederseniz.
-     Olur tabi.
-     Menüyü görünce de anlayacaksın farklı bir kültür yok. Sadece bizim kültürümüz konseptli bir yer.
-     Evet anladım.
-     Şimdi daha rahat mısın?
-     Evet, biraz daha iyi oldu. Senin de başın sağolsun babaanneni kaybetmişsin.
-     Teşekkür ederim. Hayatımdaki tek ve son varlığımı da kaybettim.
-     Çok üzüldüm. Birlikte mi yaşıyordunuz?
-     Evet.
Sonra Oğuz hayatını bir bir anlattı. Minel onu can kulağıyla dinliyordu. Bu adamda onun gibi yapayalnız kalmıştı. Onu kendisine çok yakın hissemişti. Belki Oğuz, ona şifa olabilirdi.
-          Peki sen Minel, annen ve babanı kaybedince nerede kaldın?
-       Lisedeyken çok çalışkan bir öğrenciydim. O sene de son senemdi, sınavıma da çok az kalmıştı. Evimden ayrılamayacağım için şehir dışından evli olan ablam yanıma geldi. Sonra tıbbı kazandım. Ablam yanında yaşamamı istiyordu. Ben aynı ilde okumak istemedim. Allahtan istememişim. Ama yine de onlara yakın bir il oldu. Ablam ile eniştem olacak o hayvan sürekli bana ziyarete gelirlerdi. Bir süre sonra eniştem tek başına ziyaretlere gelmeye başladı. Ablam ile eniştem görücü usulü evlenmişlerdi. Onlarda yeni evli sayılırdı. Çocukları yoktu. Ablamın onunla mutlu olmadığını görebiliyordum. Hala anlamıyorum ondan neden boşanmamıştı ki. Sonra ben tıbbı bitirdim. Hemen işe başladım aynı zamanda uzmanlık sınavlarına hazırlanıyordum. Çalıştığım şehir bu sefer ablamlardan uzaktı ve orada da ev tutmuştum. Yine de ablamlar oraya da ziyarete gelmişlerdi. İstemesem de evimde ağırladım. Şimdi ki aklım olsa onlar geldiğinde ben de dahil otelde kalırdık. Ya da hiç yaşadığım yeri söylemezdim. Eniştem yine yalnız gelecek diye korkuyordum. Hep diken üstündeydim ama bu sefer ses soluk yok. Baktım eniştem gelmiyor ben de rahatladım tabi.
Oğuz artık birşeyler sezmeye başlamıştı. Kaşları daha da çatık hale gelmişti. ^dur anlatma^ demek istiyordu ama o kadar yalnız o kadar perişandı ki onu bu acısıyla fırlatıp bir kenara atamazdı.
-         Artık ben daha çok rahatlamıştım. Gezmeyi tozmayı severim. İş çıkışları arkadaşlarla birlikte takılmaya başladım. Böyle günler devam ederken bir gece eve geldim. Tabi ışıklar kapalı girdim içeri. Kapıyı kitledim. Anahtarı ben asla yuvasında bırakmazdım. Anahtarı çıkardım ve vestiyerin askısına astım. Odama gittim. Tabi diğer odaları gezmedim. Aklıma da gelmezdi böyle bir şey. Rahat birşeyler giymek için soyunmaya başladım. Bilmiyorum önce gezmeli miydim? Ama nereden bilebilirdim. Ben çok düşündüm nerede hata yaptım diye…
-         Minel o enişte dediğin adi herif sana zarar mı verdi?
-         Evet, öyle oldu işte. Aslında ben fiziksel olarakta çok güçlü biriyim. Hep bu olayları duyduğumda bayanlar dirensin derdim. Ben de çok direndim. Ama duygularıma engel olamadım. Ellerim o kadar çok titriyordu ki ondan kurtulup kaçtığım da kapıya kadar geldim ama anahtarı bile takamadım. Onca bağırışlarımı biri duyar da polise bildirir diye düşündüm ama biliyor musun kimse gelmedi. Bu çırpınışlarımın arasında kafama bir darbe almışım ve bayılmışım. Adam beni öldürmeyi bile göze almış düşünebiliyor musun?
Sabah ben uyandığım da kendimi o halde buldum. Heryer darmadağın kırık dökük ve kapı çalıyordu. Hemen can havliyle önce kapıya sonra da anahtara yöneldim. Anahtarı bulamadım, beni üstümden kitlemişti. Bir yandan acaba o mu diye de tereddüt ettim. Bu sefer ses veremiyorum tabi, acaba polisi mi arasam dedim, sonra ürktüm bilmiyorum çekindim bir an için utandım arayamadım. Neden korkuyorum onu da anlamıyorum. Sonra birini mi arasam? Arayacağım kimse de yok. Bu sefer hastanedeki doktor arkadaşım geldi aklıma. En azından evdeyim ve başım dertte bunu bilsinler. Direk telefon rehberinden onun numarasını buldum. Ve aramaya başladım. Bir anda kapının diğer tarafından telefon çalmaya başladı. Neler hissettiğimi sana anlatamam. Belki 5 saniyelik bir olay ama o arafta kalışım kelimelerle anlatılabilir gibi değildi. Arkadaşım olsa canım feda ama ya arkadaşım değilse. Bir gece yaşadığım o korkudan kat ve kat daha fazla bir korku; elimde telefon karşımda çalan ses ve ben öylece kapıya dehşet içinde bakakaldım. Ya o hayvan herifse, biterim ben. Sonra bir ses; ^halla halla Minel arıyor?^ ve alo diyerek açtı telefonu. Bense heyecan patlamasıyla ^Harun, Harun! Benim, burdayım.^ diye bağırdım. O da sesimden dolayı daha çok panik olup iyi olup olmadığımı sordu. Üstüme ve tekrar eve baktım sonra iyi olduğumu eve hırsız girdiğini söyleyebildim. Kapıyı üstümden kilitlemiş dedim. O da yeter ki sen iyi ol dedi. Sonra polisleri aradılar. Ben de hemen üstüme birşeyler giydim.
Neden eniştemi şikayet etmedim dersen; suçun cezası çok az, bir de üstüne af yasasından yararlanırsa cezaevinden çıkıp gelir ablamı da beni de yaşatmaz diye düşünmüştüm. Sonuç değişti mi dersen ona da geleceğim. Önce kendi yaşadıklarımı anlatmam gerekiyor çünkü ben artık kaldıramıyorum.
-          Anlıyorum lütfen devam et.
-         Evet, tabi. Sonra ben psikoloji dalını kazandım. Kendim istiyordum zaten. Bu olaydan çok yakın bir zamandan sonra açıklanmıştı sonuçlar. Bu sefer ablama dahil hiçkimseye gittiğim yeri söylemedim. Hırsız olayından dolayı savcılıktan çıkarılmış bir kararla tüm bilgilerim de gizli tutuluyordu. İzimi kaybettirmiştim anlayacağın. Ama ben yaşadığım bu olayı üstümden atamıyorum, normal bir hayat kuramıyorum kendime, kimseyle ısınamıyorum, bildiğin ben bir bataklığa giriyorum kendi kendime. Daha bu olayı atlatamadan bir yıkım daha yaşıyorum. ^hamileyim^ ve bu durumu ben çok geç öğreniyorum. Diyeceksin belki nasıl anlamadım. Zaten acılarımla boğuluyorum, yeni bir hayat kurmaya çalışıyorum adet görmediğimin farkında bile değilim. Ara ara kasılmalarım oldu, sancı girdi karnıma ama aklıma gelmezdi ki. Hatta zaman bile nasıl geçmiş onu bile hamilelik ayımı öğrenince farkettim. Sonra ben de artık değişiklikler olmaya başlayınca, bir de hayatımı biraz daha düzene sokunca düşünmeye vaktim oldu. İşte o zaman içime bir kurt düştü ve doktora gitmeye karar verdim. Eh şimdi ben doktora ne diyecektim. Hamile miyim onu öğrenmeye geldim desem güler halime evli de değilim. Son adet tarihimi de bilmiyorum. Yok yani gelmiyor aklıma ne zaman adet gördüm onu bile bilmiyorum. Böyle aklımda karmaşık sorular sıra bana geldi. Neyse girdim içeri. Beni direk ultrasona aldılar. Karnıma yardımcı bayan bir jel sürdü. Doktor geldi ve oturduğu gibi probu direk karnıma bassırdı. ^Son adet tarihin kaçtı Annesi^ dedi.
Minel ağlıyordu. Her bir an ağlıyordu aslında ama bu sefer hıçkırıkları ağlamalarına karıştı. Hem anlatıyor hem ağlıyordu.
Bilmiyorum hocam. Dedim. ^tamam sen 16 ekim dersin olur mu annesi ^dedi bana ben de ^olur^ dedim. ^cinsiyetini söylediler mi sana gittiğin daha önceki doktor^ dedi. ^yok hocam^dedim. Ve pat diye söyleyiverdi. ^bir kızın olacak haydi tebrik ederim^dedi. Yaşlarıma engel olamamıştım. Tek yaptığımsa akan yaşlarımı silmek oldu. Elime bir resim uzattı. ^al bakalım bu da muhtemel son bütün halde görünüşü^ dedi. Kağıdı alırken bir an dondum kaldım. Neden bilinçaltı bize oyun yapar ki? Belki doktor bana o cümleyi kurmamış olsaydı, ben onu dünyaya getirecektim.
Oğuz hayat hikayesinin koptuğu yere geldiklerini an ve an anlamıştı. ^^ beyin oyunu ^^ onun tüm yaşamını uğrunda adayacağı ironiydi.
-         Çok ilginç değil mi? Aslında doktor orada pozitif bir gelişmeden bahsediyor. Bebek sürekli büyüdüğü için ultrason görüntüsüne tüm bedeniyle sığmayacak demek istiyor. Bense o an bebeği kürtajla alabileceğim fikrine kapılıyorum. Bebek ne kadar çok büyümüş olsa da tıp eğitimi almış olsam da cümle beynimde o noktaya işliyor. Ve el altı doktor araştırıyorum. Ama bu şekilde vakit kaybediyorum. Zaman ilerledikçe panikte oluyorum. Ve kürtajı kendim yapmaya karar veriyorum.
Oğuz şok olmuştu ve tepkisine engel olamadı.
-          Tek başına mı!
-         Evet, ona ve kendime yaptığım en büyük ceza. Belki onu dünyaya getirip bir hastane köşesinde terketseydim bu kadar acı vermemiş olurdum. Çok pişman oldum işlemin ortasında ama artık çok geçti. Karar verdiğim gün arkadaşlara damar yolu açtırdım. Onlara biraz rahatsız olduğumu söyledim. Evde ilaç uygulayacaktım onlarda inandılar. Hastaneden sancı ilaçlarını çaldım. Her riski göze almıştım, ölme ihtimalim vardı ama ölsem umrumda bile değildi. Her ne olursa olsun içimdekini istemiyordum hatta yaşadığını bile düşünmüyordum. Beynim öyle inandırmıştı beni. Ama gördüklerim karşısında hiçte öyle olmadığını anladım. Eve geldim. İlaçları enjekte ettim ve beklemeye başladım. Beklemek beni çok rahatsız etmişti. Oldu bittiye getirmek istiyordum ve tekrar kendime ilaç yükledim ama sanırım çok aşırı doz almıştım bu seferde. Ve ağrılarım aşırı derecede şiddetlendi. Evdeyim insanlar sesimi duyar diye bağıramıyorum, kıvranıyorum olduğum yerde. Çok büyük sıkıntıya girdim. Müthiş ağrılar içerisindeyim, nefes alıp vermekte bile zorlanıyorum, arada kendimi muayene ediyorum, ilerlemesini bekliyorum ama yok çok yavaş geliyor ve artık şiddetli ağrıların verdiği acılardan kendimi kaybediyorum, ölecekmişim gibi bir his var bebeğinse artık yaşamadığından o kadar eminim ki onu ellerimle çekerek müdahale ediyorum. Onu çekiştire çekiştire içimden aldım ve en sonunda bitmişti. Hemen göbek bağını kestim. Asla ona bakmıyordum. İçimden sürekli ^bakma, sakın bakma, hadi sar beze bitsin^ diye telkin ediyordum. Ama duygularıma hakim olamadım, bakma isteğime hakim olamadım ve en sonunda ona baktım. Acı çekiyordu, kanlar içinde, yaralar bereler içinde acı çekiyordu. Elleri, ayakları, yüzü herşeyi vardı. Bir kız bebekti. Güven içinde yaşadığı ortamından koparıldığı için can çekişiyor ellerini ayaklarını çırpıyordu, titriyordu belki de. Çok canı yanıyordu acısından olsa gerek bir ses çıkardı. Can çekişe çekişe oracıkta ölüyordu. Elleri hep havada belki annesinden yardım istiyordu. Oysa ona bu acıyı yaşatan lanet annesiydi. Onun bir canlı olduğunu yeni idrak etmiştim. Ellerini tutuyordum ama çok geç kalmıştım ellerim arasında son nefesini verdi. Allahım bu nasıl acıydı. Son ana kadar ondan nefret ediyordum, belki o iğrenç herifin yüzü dünyaya gelecek ve ben hep onu göreceğim sanıyordum. Ama o bambaşka masum bir bebekmiş. Ama çok geçti artık çok geçti. Ben herşeyini ondan koparıp aldım onun elinden, hayatını, sıcacık yuvasını, anne karnında mutlu uyumasını, anne kokusunu herşeyini aldım ve onu sopsoğuk toprağa terkedip gittim.
-         Bunların suçlusu o adam Minel, Biliyorsun değil mi!
Oğuz terapiye başlamıştı bile çünkü olan olmuştu artık. Ve gerçekten o da Minel’ i suçlamıyordu. Hayatında hiç bebek dünyaya getirmemişti. Dahası tecavüze uğrayan kızlar ne yazık ki aynı hisse kapılırdı. Bebeğini idrak edemezdi. Yalnızdı da en azından annesi olsaydı ona destek çıkan birileri olsaydı yanında, ona yol gösterebilirdi. Ama o yapayalnızdı bu dünyada. Bunca yaşadıklarını tek başına göğüslenmişti. Şimdi ise durum farklıydı artık Oğuz vardı. Duygusuz ve ruhsuz yorumlar yapmalıydı. Belki Oğuz başkasının gözünde çok acımasız görünebilirdi ama eğer Minel’ i şimdi kurtarmazsa çok daha canlar yanacaktı. Acı ama gerçek buydu. Minel’ in içinde yaşadığı acılarla bir canavar büyüyordu. Oğuz buna dur demeliydi.
-          O bebek doğmamalıydı ve sen de gerekeni yapmışsın.
Minel şok olmuş gözlerle Oğuz’ a bakakaldı. Minel yargılanacağını, aşağılanacağını sanıyordu. Böylesine bir tepki hiç beklemiyordu doğrusu.
-         Bak Minel o bebeğin doğduğunu ve o adama benzediğini hayal et. Ona her baktığında o iğrenç olayı hatırlayacak ve hep ondan nefret edecektin. Tüm hıncını ondan çıkaracaktın. Ne kadar onun bir suçu olmadığını sen de bilsen de bu durumuna engel olamayacak onu her fırsatta azarlayacaktın. Ne yaparsa yapsın beğenmeyecek, her hatasında onu suçlayacaktın. Huzur içinde yaşayacağı evinde bile ona huzur vermeyecektin, oyuncaklarını oynasa suçlu senin odanı dağıtsa suçlu sürekli onu ezecek ve hırpalayacaktın. Belki herşeyde onu dövecektin. Saçlarını kısa kesecektin. Yapacaktın bunları Minel. Sanki o bir an için mutlu olsa o adam kazanacaktı senin dünyanda böyle bakacaktın ona. Ve o böyle acı veren bir annenin büyüttüğü kız olarak asla kız gibi büyüdüğünde de kadın gibi olmayacaktı. Ona cinsiyetinin verdiği kimliği yaşatmadığın için ne bir eş ne bir anne olabilmeyi becerecekti. Vasıfsız bir hayat sürecekti belki kocası da ona acılar verecekti sırf bu kimliksizliği yüzünden. Karanlık bir hayatı olacaktı böyle yaşamaya hayat denilmez tabi. Çocukları olacak o da onlara kötü davranacaktı böyle görmüştü çünkü. Ve yıkılmış sıragelen birçok hayatlar. Yani Minel doğsaydı onu bekleyen birçok felaket vardı. Ne yazık ki bu durumdan yara almadan kurtulabileceğiniz bir çıkış yolu yoktu. Ve bunun tek ve tek sorumlusu o adam bunu bilesin. Evet yanlış yaptın. Bir cana kıydın. Ben seni tebrik etmiyorum ki. Haydi herkes böyle yapsın, doğrusu bu demiyorum ki hem de bir doktor olarak bunu asla savunamam, bir hayvanın bile bu hayatta yaşamaya hakkı var. Ama bu yaşama hakkını sizden alan o adam olmuş sen değil. Artık kendini suçlamayı bırak. Dönüşü yok Minel. Sen geçmiş herşeyi, zamanda olduğu yere bırak. Cenaze de yattığı yerde rahat uyusun. Yarın ona gidelim, ona güzel bir mezar yapalım. Çocuklar gülleri çok sever, mezarının etrafına güller dikelim ve çocuklar masalları da çok sever ona masal okuyalım olur mu? Onu orada yalnız bırakmayalım. 
-         Ama o beni hiç affetmiyor, heryerde sürekli ağladığını duyuyorum.
-         Affedecek Minel, ona başından geçen tüm olayları gerçeğiyle anlatacağız. Beni de çok sevecek. Belki ilerde babası olurum hı, belli mi olur?
Minel artık Oğuzla daha sık görüşüyordu. Onunlayken bebeğinin ağlama seslerini duymuyordu. Birlikte çok güzel vakit geçiriyorlardı. Oğuz söz verdiği gibi bebeğine mezar yaptırdı. Etrafına beyaz güller diktiler. Her hafta ziyaretine gidiyorlar ona dua ediyorlardı. Minel tüm gerçekleriyle başından geçenleri ona uzun uzun anlattı. Mezarının başında toprağına sarılarak hıçkıra hıçkıra ağladı. Onu nasıl dünyaya getirdiğini de an ve an anlattı. Belki en zoru da bu olmuştu Minel için. Ondan defalarca özür diledi. Bu olay ikisinin de ortak acısıydı, ikisi de kirletilmişti. Ama birgün cennette kavuşacaklardı. Ve bu kötü günler bitecekti. Ama Minel kendi eceli gelene kadar bekleyecek ve kendisi gibi bu çukura düşmüş masum kızları kurtaracaktı. Onlara ışık olacak yol gösterecekti. Oğuz ona mutlu olması gerektiğine inandırmıştı. Eğer o mutlu olursa bebeği de mutlu olacaktı. Minel ne hissederse bebeği de onu hissediyordu. Bebeğinin bir adı vardı artık. Ona bu adı Oğuz babası takmıştı.
-         Merhaba güzel kız ben Oğuz annenle evlenecek adam. Annen seni çok seviyor biliyor musun? Benim de kızım olur musun? Bana baba de olur mu? Ben de sana ^^Alara^^ diyeyim. İleriki günlerde kardeşlerinle sana ziyarete geleceğiz Alara olur mu?
-         Benim bir daha çocuğum olmayacak Oğuz bunu sana yapamam.
-         Sadece bir doktora gitmişsin Minel. Hem tıp çok ilerledi. Birçok yöntemler var. Gerekirse yurtdışına çıkarız. Ve bunları yemin ederim sadece senin için yaparım. Benim çocuğumun olup olmaması Allah’ a kalmış. Olmazsa üzülmem evlatlık alırım. Ben her şekilde babalığı tadarım. Ama senin için en uç noktaları deneriz. Belki sen ve Alara için en güzel hediye bir bebeğimizin daha olmasıdır. Eğer olmazsa bir bebeği kötü kaderinden kurtaralım ve evlatlık alalım, hem de yeni doğmuş bir bebeği olur mu?
-         Hayat kurtarmak isterim. Bir bebeğimiz olsa bile kimsesiz kalmış bir bebeği evlatlık alalım ne olursun.
-         Bu cevabın evlenmek için de evet mi oluyor o zaman?
-         Evet.
Oğuzun da Minelin de ailesi yoktu düğünlerini arkadaşlarıyla küçük bir mekanda yapmışlardı. Ne yazıkki o cani herif ablasını da kendisini de öldürmüştü. Keşke ablasını o adamdan alabilseydi. Ama kendisini bile yeni buuyordu Minel.
Düğün fotoğraflarını ve videolarını Alaraya da getirmişti Minel. Nasıl bir düğün olduğunu, komik anlarını hepsini anlatıyor ve her defasında ^^ keşke sen de yanımızda olsaydın^^ diyordu. Oğuz onun içten içe kapanmayacak bir yarası olduğunu biliyordu. Onun yaşadıklarını aklından silmeden onu iyileştiremeyeceğini anlamıştı artık.  
Aylin Hoca çığır açacak yöntemi sorduğu gün Minel ve Oğuz için artık yeni bir sayfa açılmıştı.
Oğuz çalışmalarına dört elle sarıldı. Aylin Hoca ise bu buluşa her türlü desteği vermeye hazırdı. Bütün ilgili dairelerle görüştü ve iznini zorla da olsa aldı. Ama artık bu yolda ne bir dönüş ne de hata payı olabilirdi. Eğer bu çalışmada başarısız olursa tüm hayatını adadığı kariyeri de mahvalordu. Ama o başarısızlıktan çok sadece ülkesinde değil tüm dünyada başarıyı elde edeceğine inanıyordu. Bu zorlu süreç elbette fazlasıyla zaman kaybettirmişti onlara. Çok zaman sonrasında nihayet proje hayata geçirmeye hazırdı.
Aylin Hoca, Oğuz’ u odasına çağırdı. Oğuz çok defa Aylin Hocanın odasına gitmiş saatlerce görüşmeler ve araştırmalar yapmışlardı nedense bu sefer içinde farklı bir his vardı. Oğuz kapıyı çalarak içeriye başını uzattı;
-          Gelebilir miyim Hocam?
-          Evet evet gel Oğuz sana müthiş bir haberim var.
-         Evet hocam buyrun. Oğuz’ un kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Aylin Hocanın yüz ifadesi onu da çok heyecanlandırmıştı.
-         Projemiz tamamlandı bugün konferans salonunda tüm hastanemize bu kutlu haberi duyuracağız.
-         Gerçekten mi Hocam! Diyerek koşup Aylin Hoca’ nın boynuna sarıldı. Aylin Hoca da bu samimi ve içten gelen davranışı karşılıksız bırakmadı o da ona sımsıkı sarıldı.
-         Oğuz bu senin başarın. O güzel gözlerinle baktığın pencerenin çizmiş olduğu muhteşem dünya. Onlara bu dünyayı sen hayal ettin biz de gerçekleştirdik sadece. Aslında sana uzun uzun neler yapıldığını burada anlatmak isterdim ama projemiz yetkililere sunulduğunda fikrimizi çok beğenmişler ve onlar inanılmaz büyük çalışmalar yapmışlar. Proje mühendislerinin hazırlamış olduğu öyle çalışmalar var ki birçok maket, çizim hepsini görmen lazım. Bugün konferans salonunda çalışmalarını anlatacaklar. Ama seni buraya başka bir şey için çağırdım daha çok teknik konular hakkında kahve içersin değil mi?
-         Evet Hocam evet bu güzel haberin üstüne sütlü kahve muhteşem olur. Aylin Hoca sekreterine iki kahve söyledikten sonra hemen konuşmasına devam etti.
-         Şimdi Oğuz önce sana hangi kapıları tek tek çaldığımı anlatayım. İnan bana en yorucu kısmı buydu zaten.
-         İnanıyorum Hocam kesinlikle.
-         Hastanemizin arkasındaki boş arazi, mahkemesi devam eden bir miras davasıymış. O yüzden araziye hiçbir şey yapılamıyor böyle dümdüz duruyormuş. Daha öncesinde burası bir tatil köyü olarak kullanılıyormuş. Bu davadan ötürü işletme durdurulmuş. Kurum avukatımız hatrı sayılır kişilerin aracılığı ile aileyi ikna etti ve kiraladık. Şimdi bu alana küçük bir kasaba kuracağız. Prefabrik konutlar kullanacağız. Üç büyük ekip kuracağız; birinci ekip kasabanın yönetimi, mali işleri, mimarisi gibi işleri yürütecek; ikinci ekip tamamen teknik ekipten oluşuyor mimar, mühendis ve teknisyenler; üçüncü ekip biz olacağız tedavi ekibi. Tabi bu kasabayı bir düzene koyana kadar her hafta tüm ekip toplantı yapacağız. İlerleyen günlerde toplantı sıklığını seyreltiriz. Mali işlerde kullanılacak paranın gerçek para olmasını önerdiler aslında tehlike arz ediyor ama ilerleyen günlerde daha üretimsel faaliyetler yapacağımız için gerçek paranın kullanılması bana da mantıklı geldi.
-         Ya başaramazsak Hocam.
-         Yok aklına böyle kötü düşünceler getirme. Kontenjanı kısıtlı tutacağız inşallah herşey kontrol altında olacak. Bizi aşan bir duruma girmeyiz. Hasta tabrcu ettikçe yeni hasta kabul ederiz. İlk aşama deneme aşaması olacak. Başaracağımıza inanıyorum.
-         Peki kronik hastalığı olanlar ya da kasabada fizyolojik rahatsızlık yaşayanlar onlara nasıl müdahale edeceğiz.
-         Bununla ilgili olarak kasabaya yakın bir hastane görevlendirildi. Düzenli olarak hastalarıyla ilgilenecek ve kontrollerini yapacaklar. Alması gereken ilaçları da onlar düzenleyecek. Şimdi önemli maddelerden birine daha gelelim. Olaki bu hastalarımız bir terslik sonucu ilaçların tesirinden kurtuldu bu durum için bir önlem almamız gerekiyordu. Bunun için de bir bileklik tasarlandı. Aslında ev hapislerinde bu bileklik kullanılıyor. Bu bilekliği bizim için biraz daha geliştirdiler.
-         Haklısınız hocam her an herşey olabilir.
-         Ayrıca ilaç tedavimiz bir çok saldırgan özelliklerini hatta cinsel arzuları da indirgiyor. Ama direk kesip atmıyor. Hastalarımız arasında ailesi olan insanlar var ayrıca anılarını da sileceğimiz için yaşayacakları herşey özgür iradesinde yapıyor sayılmaz. O yüzden cinsel yaşamlarını da engellememiz şarttı. Ayrıca çoğu erkek hastalarımızın cinsel saplantıları da var.
-         Bu konuda en önde hak verecek kişi ben olurum sanırım.
-         Eşinden ötürü değil mi?
-         Evet Hocam.
-         Hadi konferans salonuna gidelim.
Tüm hastane çalışanları salonu doldurmuştu. Haber bültenleri de yerini almıştı. Oğuz projeyi başından sonuna kadar ilk defa dinliyormuş gibi dikkatle dinliyordu. Minel ise son terapi seansında üstün zekalı öğrencisini hayranlıkla dinliyordu.
-          Ya Umut merak ediyorum; zihnimle ben kaderimi yönlendirebilir miyim?
-          Zihninizi koyduğunuz yere göre değişir.
-          Biraz daha açabilir misin?
-          Zihninizi emeğinize koyarsanız kaderiniz şekillenir. Minel bu çocuğu dinlerken büyük keyif alıyordu.
-          Peki sen kaderini şekillendirebiliyor musun?
-          Evet yalnızca bir kişi olarak.
-          Arkadaş konusu değil mi? Umut sıkkın bir yüz ifadesiyle başını salladı.
-          Peki biraz da arkadaş için emek sarfetsen.
-         Sarfediyorum etmez miyim? İlk başta herşey güzel, tanışıyoruz, gülüyoruz ama muhabbetler derinleştikçe onların ya da benim ne kadar farklı olduğunu anlıyorum. Ben anlıyorum ama onlarsa benim farklı olmama gülüyorlar.
-          Herkes farklı düşünebilir bu iletişimini etkilememeli.
-          Onları anlıyorum ama beni yargılamalarını anlayamıyorum illaki onlar gibi mi düşünmeliyim?     
-          Kimse için şekillenmemelisin. Kendin hissettiğin gibi olmalısın. Eminim seni anlayacak biri çıkacaktır karşına.
-          Aslında biri var ama onun benim varlığımdan haberi yok.
-          Hım duygusal olarak mı?
-          Sanırım.
-          Sen çok yakışıklı bir delikanlısın neden ona tanışma teklifi etmiyorsun.
-          Nasıl yaklaşacağımı bilmiyorum. Sanki benden çok uzakta gibi. Belki çok daha uzakta.
-          Hangi açıdan uzak anlayamadım. Duygusal olarak mı mesafe olarak mı?
-         Pozisyon olarak. Okulun en popüler kızı. Arkadaş grubu biraz kalburüssü. Bense normal düzeyli bir ailenin çocuğuyum. Tek olumlu yanım derslerim iyi bir nevi inek yani.
Minel onun bu halini çok tatlı bulmuştu. Gülmesine engel olamamıştı.
-         Yakışıklı ve sporcu bir inek hatta karın kasları olan bir inek. Sen gerçekten ne kadar yakışıklı olduğunun farkında değilsin.
-         Farkındayım ilk etapta bütün kızların dönüp bakabileceği bir kişiyim. Lakin benle görüşmeye başladıklarında o bıkkın mimiklerini bariz bir şekilde görebiliyorum ne yazıkki. Sence ben çok mu at kafalıyım. Niye diğerleri gibi saçma salak sohbetler edemiyorum. Ne bileyim aşk filmleri, bir hocanın merdivenden düşme rezillikleri gibi.
-         Havadan sudan konuşmak aslında bazen rahatlatır.  Bence sen doğru insanla henüz karşılaşmamışsın. Dünyada onca insan var herbiri bir kar tanesi kadar özel ve ve farklı bunların arasından en çok benzer iki kişiyi kavuşturmak istiyorsun ne kadar kolay olmasını bekliyordun ki?
-         Sen bulabildin mi?
-         Bulduğuma inanıyorum.
-         O zaman bu yaklaşımına göre onu asla kaybetmemelisin.
Minel gözlerinin içine baktı.
-          Evet sanırım. Biliyor musun seninle sohbet etmeye bayılıyorum. Ama kar tanem beni bekliyor. Hatta geç bile kaldım. Gelecek seansta neden o arkadaşınla katılmıyorsun?
-          Ne yani ilk anda beni hasta ruhlu mu olarak tanısın.
-         Sen hasta değilsin. Ben senin çözemediğin bir problemin hocasıyım ve ikimiz doğru bir yol arıyoruz.
-         Ah tabi ya da doğru bir kişi.
-         Evet süpersin.
Minel bir yandan çeketini giyip anahtarını alıyordu.
-          Seni bırakmamı ister misin?
-          Yolunun üstüyse çok sevinirim. Harçlığım bana kalır.
-          Ah erkekler ah.
İkisi de gülmüşlerdi. Minel Oğuzdan mutlu haberi eve geçince alacaktı. Belki bu yüzden herkesten önce Aylin Hocanın kapısının önünde bekliyordu.
-          Aylin Hocam günaydın siz Aylin Hocasınız değil mi?
Aylin Hoca, çantasından kapısının anahtarını çıkarmak için uğraşıyordu. Sese doğru kafasını çevirdi.
-          Evet günaydın buyrun.
-          Ben Oğuz’ un eşi Minel. Tibet Kasabası için sizle görüşmek istiyordum.
-          Ah evet kasabamızın ilhamı Minel. Tabiki de buyrun içeri geçelim Minel Hanım.
-          Ben aslına bakarsanız anlayamadım. Oğuz benden söz etti mi?
-         Oğuz’ un bir fikri bu kasabanın kurulmasına sebep oldu. O fikir de sensin. Lakin seni anlatmadı. Sadece bu kasabada yaşamak isteyebilecek ilk kişilerden birinin sen olabileceğini söylemişti. Ben de zaten seni bekliyordum ama Oğuz ile birlikte.
-         Evet sanırım ben tahmin ettiğinizden çok daha fazla istekliymişim, bunu gördüm.
-         Sanırım siz de doktorsunuz Minel Hanım. Siz de benim kadar iyi bilirsiniz iyileşmenin başladığı an; iyileşmeyi istemekle olur. Bundan dolayı çekinmenize gerek yok. Sizi çok iyi anlıyorum. Hem yaşadıklarınızı hem de şuan hissettiklerinizi. Ama en güzel siz de benim sizin için neler hissettiğimi çok iyi anlıyorsunuz. Size karşı asla önyargılı değilim hatta yardım için elimi uzatmaya hazırım. Bence hemen başlayalım. Kasabanın işleri on günde tamamlanacak. Bu esnada bizler de sizi hastanemizde misafir edelim. Öncelikle bilgilerinizi alacağız. Dosyanızı oluşturalım. Daha sonra bu hastanede ön tedavi sürecimiz var. Bu süreçte tüm hastalar bütün yaşantılarını unutacaklar ve bu süre zarfında uyutulacaklar. Oğuz Bey bu kısmını anlatmıştır belki.
-         Evet anlattı. Başlayalım o zaman.
Minel hasta dosyasında istenilen tüm bilgileri vermiş ve kendisine ayrılan odaya geçmişti. Camdan o koca yeşil alanı izliyordu. Oğuz telaşla kapıdan içeriye girdi.
-          Minel canım!
-          Hoş geldin Oğuz.
-          Neden beni beklemedin.
-          Uyuyamadım.
-         Dosyanı ben dolduracaktım. Sen doldurmuşsun bile. Neden adresine ölen ablanın adresini yazdın? Bizim adresimizi yazsaydın ya?
-         Sen zaten benim yanımda olmayacak mısın?
Oğuz Minel’ in yanına oturdu ve ellerini tuttu.
-          Ben hep senin yanındayım. Merak etme seni bir an olsun bırakmayacağım.
Minel’ in engel olamadığı yaşları yanaklarına süzüldü.
-          Onu unutmak benim için çok zor olacak.
-          Kısa bir ayrılık bu. Dönüşünde onu daha güzel hatırlaycaksın merak etme.
-          Onu da yalnız bırakma olur mu? Çiçekleri kurumasın.
-         Asla! O benim kızım. Ona eskisinden daha sık ziyarete gideceğim ve annesinin iyileşme sürecini an ve an anlatacağım.
-         Oğuz sence benim minik kızım ne zaman ağlamayacak?
-         Huzurlu bir uykuya daldığında.
-         Huzur? Sana da özlem duyduğun yuvayı veremedim. Hep benim sorunlarımla uğraşmak zorunda kaldın.
-         Keşke özlem duyduğum yuvanın sen olduğunu görebilsen. İnan buna. Ben senin kadar mükemmel bir anne tanımadım bugüne kadar.
-         Acaba o da böyle düşünüyor mu? Ne kadar saçma bir soru sordum değil mi?
-         Emin ol senin gibi mücadeleci ve güçlü bir annesi olduğu için gurur duyuyor.
-         Ona annesi olma fırsatı bile vermedim. Hatta onun yaşama hakkını bile elinden çaldım. Belki o da yaşamak istiyordu.
-         İstiyordu belki. Annesinin sıcacık karnında üşümeden uyumak istiyordu. Yine doğduğunda, anne sıcağına ve kokusuna bedenini kavuşturup göğsünden akan sütle doymak istiyordu hayata. O minicik elleriyle annesinin tenine dokunabilmek, kucağında büyümek istiyordu. Herşey o büyüyene kadar o kadar masum olacaktı ki belki ona bir bez parası dahil bulamayacaktın. Belki okuluna devam edemeyecektin. Kimsen yoktu çünkü onu bırakacak. Bir evin bile yoktu. Ona hangi hayatı sunabilecektin ki? Ama unutma o hep seni sevecek Minel. Senin yüreğinde ona kocaman bir yer açtığını, onun önüne en muhteşem hayatı sermek istediğini bilecek. O görüyor biliyor musun? Senin herşeye rağmen onu sevdiğini görüyor.
Ama bence sen, onu pişmanlıklarına yerleştirme artık. Onun hakettiği yer orası değil çünkü. Onun hakettiği yer, yüreğinde sevgi kokan, mutluluk tomurcukları atmış gül bahçesi.
Onu karanlık dünyana mahkum edip korkular içine atma. O daha çok küçük, o çok minik. Sen onu ne kadar kara toprak altına koymuş olsan da yüreğindeki karanlık kadar ürkütücü değil.
Toprak dediğin, bir fidana hayat veriyor. Altında milyonlarca karınca can buluyor. Ana olmuş hayvanlar, yavrularını toprağın altında saklıyor. Dışardan gelebilecek tehlikelerden korumak için. Ve o tüm canlılar toprakla huzur buluyor.
Minel birkaç gün sonra uyutulmuştu.


“ Ey cani hayat!
   Çocukluğumu aldın benden.
   Tertemiz yüreğimi kirli ellerinle pisledin.
    Işık saçan gözlerimi kararttın.
    Kaderimi en baştan siyahladın.

    Ey sevgili annem!
    Sen benden gideli kimse tutmadı ellerimi.
    Sevgi nedir görmedim senden iyisini.
    Dayanacak ne bir omuz kaldı ne de bende yürek.
    Ne zaman yaralarımı sıvazlayıp tekrar ayağa kalksam,
    Hayat yüzümü çarptı yere direk.
   
    Söyle şimdi bana!
    Nasıl güleyim tekrar hayata.
    Yüreğim pis, bedenim günah, kıydım bir cana.
    Çektiklerime kör ama herkes şahit.”


Kasabaya talep çok fazlaydı. Hayata tekrar başlamak isteyen birçok hasta vardı. Onlar için bir umut olmuştu.
Aylin Hoca, Oğuz ile görüşmüş Minel ile kasabada karşılaşmaması gerektiğini söylemişti. Oğuz da kendisinin bu konuda uyarılacağını biliyordu. Oğuz’ u görmesi işleri bozabilirdi. Bu yüzden Oğuz çok dikkatli hareket ediyor hastaneye gelme günlerini planlı yapıyordu.
Günler sonra Alara gözlerini TRAN’ da açmıştı.
-       Alara iyi misin? Ağır ve bulaşıcı bir hastalıkla mücadele ediyorsun. Günlerdir hastanede tedavi altındasın. Biraz dinlen kendine gelince sana daha detaylı bilgi vereceğiz.
    

   
                                                     7. BÖLÜM


Yine karanlık olmuş Ahmet ile Ayberk pastaneden anca çıkabilmişlerdi. Ahmet ağaçlık alanda ilerlerken sessizliğini bozdu;
-          Oğlum şaka maka pasta yapmayı da öğrendik.
-          Sorma. Annem dese hayatta yapmazdım. Baksana, maç izlemeye geliyorsun değil mi?
-          Yok ya vallahi belim başım koptu. Sen arabayla beni eve bırak olmaz mı?
-         Yok oğlum öyle yağma, sanki ben yan gelip yattım. Gidiyoruz o kadar. Baksana geçende fena yendik sizi.
-         Hakem taraf tuttu oğlum. Hakkımızı yediniz… demeye kalmadı ki Ahmet, Ayberk’ in kafasına aldığı darbenin etkisiyle yere yığıldığını görmesiyle kendi başına aldığı darbe bir oldu.
Pamir ikisinin de nabzını kontrol etti. İkisi de bayılmıştı sadece. Zamanı kısıtlıydı. Bu yüzden hızlı davranmalıydı. İkisinin de kartlarını aldı. Tüm ceplerini yokladı. Cüzdanında ki paraları da boşalttı. Kendisinde de bir miktar para vardı. Onu uzun bir süre idare edeceğini düşünüyordu. Ayberk’ in cebinde bir de anahtar buldu. Onu da yanına aldıktan sonra yanlarından ayrıldı. Kartların resimlerinde kendisine benzer olanı seçti. Ahmet’ e daha çok benziyor gibiydi.
Artık ormanlık alanda hızla koşuyordu. Atletik vücudu bu kadar koşmaya alışık olduğu için koşarken yüzü bile kızarmıyordu. Kapıya yaklaşınca yürümeye başladı. Üslubu tamamen sakindi.
-          İyi akşamlar beyler.
-          İyi akşamlar Doktor Bey. Pamir kartı görevliye uzattı.
-          Ahmet Bey arkadaşınızın da çıkacağı söylenmişti bize. O yok mu?
-       Son anda pastanede bir işi unuttuğumuzu farkettik. Aslında ben de kalıp yardımcı olmak istedim ama benim gitmem gerekiyordu. Ayberkte bıraksa bu sefer dikkat çekerdik. O yüzden Ayberk işleri tamamlayıp öyle çıkacak.
-          Tabi siz bilirsiniz. Diyerek kartı Pamir’ e uzattı.
Pamir de “iyi geceler” diyerek oradan uzaklaşmaya başladı. Uzun bir ağaçlık alan vardı. Hangi yönden gideceğini bir türlü kestiremiyordu. Renkte vermek istemiyordu bu yüzden çabuk karar vermeliydi ve düz gitmeye karar verdi. Elinde tuttuğu anahtar muhtemelen bir arabanın anahtarıydı ve bu kadar sık ağaç olan alana araba giremezdi. Biraz daha karanlığın içine gidip oradan sahilde gördükleri binanın istikametinde ilerlemeye karar verdi.
Göz görmeyecek kadar uzaklaşınca artık Pamir koşmaya başladı. Sanki hala bileğinde bileklik varmış gibi hissediyordu. Ama ondan çoktan kurtulmuştu. Artık özgürdü. Buna kendisi bile inanamıyordu. Rüzgar yüzüne çarptıkça daha bir koşuyor özgürlüğünü içine çekiyordu. İçinden haykırmak avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu ama yapamıyordu bu duygunun vermiş olduğu hisle daha güçlü koşuyor sanki bir füze gibi ağaçların arasından fırlıyordu.  
Önünde o bina belirmeye başlamıştı. Tüm hızıyla koşarken bir an için doğru mu gidiyordu diye içi cız etti. Ya o binadan birileri onu farkederse. Daha o binanın ne olduğunu bile bilmiyordu. Ama yakın civarda başka bina da yoktu. Keşke şu arabayı bulabilse ve buradan daha çabuk uzaklaşabilseydi. Bunları düşünürken artık tamamen binaya yaklaşmıştı. Binanın yanından bir yol geçiyordu ve karşı yolda yani binanın duvarına yakın yerde bir araba duruyordu. Bu o araba olabilir miydi? Ağaçlık alandan yola doğru çıkarken yürümeye başladı. Sanki araba kendisininmiş ve olağan bir şekilde arabasına yaklaşıyormuş gibi arabaya yaklaştı. Gözleri etrafı kolluyordu. Anahtarı denedi ve “tık” kapı açıldı. Hemen araca atladı ve sadece bir an için duraksadı ve karşısında duran direksiyona bakakaldı. Sonra sanki yıllarca araba kullanmış gibi bilgiler bir anda zihninde canlandı. Ana yola çıkana kadar yavaş sürdü ve farlarını yakmadı. Önünde tek bu yol vardı ve ana yola çıkana kadar sürmeye devam etti. Uzun bir süre ağaçlık alanda bu yolla devam etti. Ana yola geldiğinde ise farlarını yaktı ve gaza bastı.
Direksiyonu tutarken gözüne bileğinde hala geçmemiş olan bileklik izi takıldı. İz hala geçmemişti. Pamir bu duruma artık gülüyordu. Derin bir nefes aldı ve sırtını arkaya yasladı. Nereye süreceğini bilmeden arabayı hızla sürüyordu. Gözünde Alara ile sabah ki görüşmeleri canlandı.
-          Pamir her zamanki gibi erkencisin.
-          Senin de yüzünde kelebekler uçuşuyor maşallah. Günaydın.
-          Günaydın. Özellikle erken geldim, seni bulacağımı biliyordum.
-          Evet geceleri iş sırası daha seyrek geliyor artık ben de dosyaları incelemek için erken geliyorum.
-          Hakikaten ne durumdasın, görüşemiyoruz kaç zamandır rahatça.
Pamir sanki etrafta birileri var da onları dinliyormuş gibi etrafa bakınarak, Alaranın yanına geldi ve ona doğru iyice eğildi. İkisi bistronun başında kafa kafa vermiş durumda konuşmaya devam ettiler.
-          Alara bilekliği açabiliyorum artık. Alaranın gözleri faltaşı gibi açılıverdi bir anda.
-          İnanmıyorum bunu nasıl buldun. Göstersene nasıl oluyor.
-          Dosyaların içinde bir bölümde yazıyordu. Pamir bileğinde göstererek anlatmaya başladı.
-          Bilekliğin iki yanından ve üst kısımdan aynı anda bastırarak, şöyle iç kısımdan başlıyorsun önce 360° tam daireyi tamamlıyorsun.
Pamir zorlanarakta olsa bu işlemi yapar yapmaz kolunun iç kısmına yayılan bir ekran görüntüsü oluştu.
Alara şaşkınlığını gizleyemedi ve elleriyle açılan ağzını kapattı.
-          Aman Allah’ ım bu da ne böyle.
            − − − − − − − −   şeklinde bir görüntü vardı ve alt sırada 0’ dan 9’ a kadar rakamlar yazıyordu. Pamir rakamlara dokunarak 26052000 sayısını girdi. Bileklik iç kısımdan açılıverdi. Sonra tekrar düzeltti.
Alara çok karmaşık duygular hissediyordu; şakınlık, korku, heyecan ve yalnızlık. Ne diyeceğini, nasıl bir tepki vereceğini bilemiyordu. En sonunda hüznünde takılı kaldı. Ayrılık vakti gelmişti. Yüreğini kocaman bir boşluk kaplayıverdi. Pamir’ e sarıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Omzuna yaslandı ve için için ağladı.
Pamir Alaranın saçlarını okşadı, uzun uzun öyle kaldılar. Sonra onu omzundan geriye aldı ve alnına bir öpücük kondurdu.
-          Alara yapma hadi lütfen toparla kendini. Herşey iyi olacak, bak göreceksin.
-         Bilmiyorum. Sen de gitmesen keşke. Biraz daha beklesen. O doktor herşeyin güzel olacağını söylüyor.
-         Bunu anlamamız için benim dışarı çıkmam lazım. Eğer gerçekten olmamız gereken yer bu Kasaba ise senin kaldığına çok mutlu olacağım ve söz veriyorum ben de geri geleceğim. Yok hayır biz burada tutsak edilmişsek mutlaka seni kurtarmaya geleceğim. Alara iyi ki seni tanıdım.
Alara gözyaşlarını sildi ve Pamir’ in gözlerine baktı. Onu uzun uzun izledi. Yüreğinde o sevilme ihtiyacı hiç son bulmayacaktı. Samimi söylenen sözlere, ilk defa duyuyormuş gibi her zaman ihtiyaç duyacaktı. Şimdi Pamirden de duyduğu bu sözlerle sanki ateşle kavrulan yüreğine su serpilmiş gibi ferahlık doluyordu. Ve böylesine hayran Pamir’ i dinlemeye devam etti.
-         Eğer olur da, buradan gittikten sonra bir daha görüşemezsek şunu bil: sen benim her zaman neşe kaynağımdın. Bilmiyorum nasıl anlatılır: bir an olsun beni yalnızlığıma terketmedin. Sen olmasaydın gerçekten bana bu kadar sıcak ve yakın başka dost olmazdı. Biz başkaydık ya. Herkesten farklıydık.
İkisi de güldüler.
-         Sen de öyleydin. Beni korudun kolladın. Çok merak ediyorum Pamir; acaba dışarıdaki yaşantımızda tanışıyor muyduk?
-         Bunu zaman gösterecek. Bak ben bu gece kaçmayı planlıyorum. Korkmuyorsun değil mi? Bir süreliğine yalnız idare edebilir misin?
-         Aslına bakarsan çokta yalnız sayılmam.
-         O ne demek şimdi?
-         Hım. Nasıl desem, benim doktor daha sık uğrar oldu bu sıralar.
-         Ağzından laf arıyor olmayasın dikkat et bizimkiler gibi casusluk yapıyor olabilir.
-         Yok açık ve net bir şekilde konuştu benimle. Gitmememi söyledi. Onunla daha önce tanışıyormuşuz, inanabiliyor musun buna? Hatta sanki bana özel bir ilgii var gibi geldi. Bana çilekli pasta getirmiş. Beyaz gül almış. Benim zevklerimden haberi var. Bir de buraya gelmeyi ben istemişim.
-         Bak şuna. Peki anlattı mı sana bilgi verdi mi kasaba hakkında?
-         Veremeyeceğini söyledi. Diyeceklerini duyarsak burada hiç kimse o kadar gerçeği duymayı kaldıramazmış. Tedavimizin daha sağlıklı ilerlemesi için bir süreliğine hayatlarımız hakkında ve kasaba hakkında hiçbir şey bilmemeliymişiz.
-         Bana bu da bir oyun gibi geldi. Alara bizi ikna etmenin ılımlı bir yolu olabilir.
-         Ben de onu düşünmedim değil. Ama Pamir inan bana çok hoş biri. Onu dinlerken kendimi yuvamda gibi hissediyorum.
-         İşte buna sevindim. Gözüm arkada kalmayacak. Ama dikkat et yine de. Bir de biliyorum bu konuya hassasiyet gösterirsin ama lütfen benim hakkımda çok bilgi verme olur mu?
-         Saçmalama çok dikkat ediyorum. İçin rahat olsun.



         ………………….



Pamir uzun süredir arabayı sürüyordu. Birçok tabela çıktı karşısına ama ona birşeyler çağrıştıracak cinste değildi. Neredeyse hava aydınlanmıştı artık. Tek bildiği bir adres ve telefon numarasıydı. Acaba kaçtığını farketmişler miydi? Çok zaman geçmişti. Bir anda arabadan ses çıkmaya başladı. Pamir anlamaya çalıştı ama bir türlü anlam veremedi bu duruma. Önünde duran birkaç düğmeye bastı ama susmuyordu alarm gibi birşeydi. Sağına soluna baktı, neden bu denli ötüyordu birtürlü çözemedi. İlk gördüğü yerde durup birilerine sormaya karar verdi. Etrafta çokta yerleşim alanına benzer bir yer yoktu. En sonunda sağda yol çalışması yapan bir ekip gördü, birkaç tane araç çalışma yapıyordu. Aracı kenara çekti ve en yakınıda duran orta yaşlarda bir adama seslendi:
-          Pardon bakar mısınız?
-          Buyrun.
-          Ya araç arkadaşımın da. Değişik sesler çıkarmaya başladı. Arıza mı yaptı acaba emanet araç anlayamadım.
-          Tabi ben bir bakayım. Adam sürücü koltuğuna oturdu ve anında Pamir’ e baktı sonra tekrar araca baktı ve şaşkınlığını gizleyemedi.
-          Birader sen arabada bayağı acemisin herhalde?
-          Ya sormayın aslında öyle. Acil yola çıkmam gerekince götürecek kimse de yoktu, sağolsun arkadaş aracını verdi ben de bu durumdayım şimdi.
Pamir çok utanmıştı. Yüzünün kızarmasını ne yazıkki saklayamıyordu.
-         Birader bunun benzini bitmek üzere. Birkaç kilometre sonra benzin istasyonlarına rastlarsın, seni oraya götürecek kadar depoda var benzin.
-         Çok sağolun vallahi içimi rahatlattınız. Ben bozdum falan sandım.
-         Yok birader cillop gibi araba kolay bozulmaz bu model.
 Pamir adamla tokalaşıp ayrıldı. Sahi bu arabanın peşine düşmeyecekler miydi? Bunu hiç hesap etmemişti. Bununla ne kadar daha gidebilirdi ki? Yola başka şekilde devam etmeliydi. Pamir ilk gördüğü benzin istasyonunda durdu.
-          Hoşgeldiniz ne kadarlık dolduralım.
Pamir duraksadı. Ne kadarlık demeliydi acaba? Cebinde ksıtlı bir para vardı. Herhalde depoyu doldurtsa bu elindeki para yeterdi. Miktar olarak söylese ne benzin ne para birimi hakkında bilgisi vardı. En iyisi ona sormaktı.
-          Depoyu doldursan ne kadar tutar?
Genç ne kadar tutacağını hesaplayıp söyledi. Pamir elindeki parayı tekrar yokladı. Dediği miktara göre elinde bayağı fazla bir para vardı. Doktorların cebinden aldığı para ile kasabada kazandığı paranın aynı olduğunu da yeni farketmişti. Teyit etmeye vakti olmamıştı. Gencin söylediği miktarın biraz altında bir miktar para uzatıp;
-          Bu işini görür mü? Genç parayı alıp saydıktan sonra;

-       Ona göre koyarım sıkıntı değil. Dedi. Pamir rahat bir nefes aldı. Şimdilik herşey yolunda gidiyordu. Oradan ayrılırken gence adresi de sormaya karar verdi.        
       






  


















              
    

      


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kazanın Kırıntıları kitap için düzenleme yedek

2.18 Saniye Ömür

KAZA 2